Yazanlarda |
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Fers, memnuniyetle. Bildiğim bir konuda bildiklerimi sizinle paylaşmaktan sevinç duyarım.
|
Yukarı dön |
|
|
hasakcay Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Gönderilenler: 1236
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sayin hanif, cevabiniz icin tesekkür. Diyorsunuz ki:
Kendileriyle yaptığınız kontratta, yazdığınız belgede; "şu koşullarla sizi özgür bırakacağım", örneğin, "1000 dinarı 5 taksitle ödediğiniz zaman özgürsünüz" diyorsunuz. Köleniz de bunu kabul ediyorsa, parayı ödediği andan itibaren özgürdür.
O garibandan 5 taksitte 1 000 dinar alacasiniz. Köprünün basini tutup ta gecenden güzellikle 5 akce, gecmeyenden döve döve 10 akce alan Deli Dumrul gibi.
Iyi de bes parasi yok o garibin. Nesini alacaksiniz? Calistiracaksiniz. E, zaten size calisiyor; köleniz ya sizin!
Ah güzel hocam, kimin özgürlügünü kime satiyorsunuz? Birileri de size sizin özgürlügünüzü satmaya kalkarsa ne yapacaksiniz?
Allah'in dininde özgürlük her insanin dogal hakkidir. Yargiclarin Yargici onu sizin gasp etmenize izin vermez.
Istediginiz kadar bilgiclik taslayip sözcüklere isinize gelen anlamlar yükleyin. Izin vermez. Birakin 1 000 dinar almanizi sizin 1 000 dinar vermenizi buyurur Allah:
Allah'in size verdigi mallardan verin onlara -ve étûhum min mâlillâhillezî étékum.
Allah köleligin kaynagini kurutmak suretiyle (Muhammed 4) bir cirpida sona ermesini saglamis ve daha önce baglanan boyunlarin cözülmesi icin tasfiye ayetleri indirmistir.
Siz Deli Dumrulluk ederseniz ben de Deli Hasanlik ederim. Siz "Vallahi ben Hasan adindaki garibe iyi bakacagim!" diye Allah'a yemin verdiniz. Ben evlenicem. Sökülün 1 000 dinarimi.
Allah'in dininde böyle.
Sevgi ile,
Hasan Akcay
__________________ hasanakcay.net
allahindini.net
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhaba hocam, size melzeme veriyorum, bana teşekkür ediyorsunuz, sağolun. :))
"Istediginiz kadar bilgiclik taslayip sözcüklere isinize gelen anlamlar yükleyin. Izin vermez. Birakin 1 000 dinar almanizi sizin 1 000 dinar vermenizi buyurur Allah:
Allah'in size verdigi mallardan verin onlara -ve étûhum min mâlillâhillezî étékum"
diyorsunuz. Doğru diyorsunuz ama, Allah benim gibi köle sahibi bir münafıktan istemiyor o parayı, sizin gibi takvalı bir mümimden talep ediyor.
16/71 ve 30/28'e ilişkin bana yaptığınız itirazınıza yönelik devam etmek üzere kalın sağlıcakla.
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Nahl 71:
Allah'in rizikta üstün kildigi kimseler, riziklarini yeminlerinin sahip olduklarina aktarip ta onlara esit hale gelmiyor…
Bana biraz karmaşık geldi yukarıdaki meal. Meal sanki Y. N. Ö.’e ait, ancak üzerinde kalem oynanmış.
Nahl 71 ve Rum 28'le ilgili yazmadan önce soruyorum:
Rızıkta üstün kılınmışlar, kendilerine verilen rızkı/malı, o zavallılara veriyorlar mı vermiyorlar mı? Veriyorlar da, Allah kendilerinden istediği halde, rızıkta/malda onlarla eşit olacak şekilde mi vermiyorlar? Veya vermiyorlar, vermiyorlar ki onlarla malda eşit olmasınlar mı? Yoksa başka bir şey mi? Allah’ın dediğinden her ne anladıysanız, anlatın ki ben de anlayayım lütfen.
|
Yukarı dön |
|
|
hasakcay Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Gönderilenler: 1236
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
veriyorlar mi vermiyorlar mı? Benim anladigim, veren degil onlar; vermiyorlar.
ki onlarla malda esit olmasinlar mi? Esit olmasinlar diye mi vermiyorlar bilemem ama sonuc olarak esit degiller.
Allah’ın dediginden her ne anladiysaniz, anlatin. Allah'in mealen dedigi: "Allah size bolca rizik vermis durumda. Karûn gibi nankör olmayin, Veren'i taniyin."
Burada önemli olan,
zenginlerin
yeminleri kimlere sahipse onlari
malda
kendilerine esit kilmadiklari.
Ama anlasilan,
ayrintilar
sizce önemli.
Lütfen aciklayin.
Sevgi ile,
Hasan Akcay
__________________ hasanakcay.net
allahindini.net
|
Yukarı dön |
|
|
fazıl Yasaklı
Katılma Tarihi: 06 subat 2011 Yer: Turkiye Gönderilenler: 335
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhabalar, arapça bilmem, zaten öğrenemem de, bilseydim iyi olurmuydu, elbette iyi olurdu ama bu yaştan sonra dünyanın en karmaşık, yazıları bile kargacık burgacık bir dili, tonla hoca tutsam da öğrenemem ama bazen cümlelerinin arasına 'orijinali bu (!) diyerek ayetleri arapça söyleyenleri de görüyorum... Seviyorum onları hemde çok.
Neyse ben türkçesinden ne anladığımı, nasıl anladığımı söyleyeyim, eğer müsadeniz olursa.
Ancak konuya hemen ayetlerle başlamayacağım.
Var sayalım hepimize Mitanik gemisiyle yolculuk hediyesi çıktı. Valizler vesaireler derken sonunda kendimizi gemide bulduk. En güzel kıyafetler üzerimizde, yediğimiz önümüzde yemediğimizi arkamızda lay lay lom gidiyoruz. Ama tesadüf bu ya, geminin kaptan köşkünde radardan sorumlu şoför 'işi Allah'a havale ederek gidip yatmış uyumuş... Diğerleri 'nasıl olsa direksiyonda bizim eleman var' diyerek, gelen konuklara üniformasının zerafetini göstermeye gitmişler. İşte tam da bunun fırsatını kollayan hain buz dağı, bir anda geminin karşısına çıkıp 'hello and godbye' deyip kafayı gösteriyor. Gemi su almaya başlıyor, devreye tahliye pompaları giriyor ama güçleri debiyi kaldırmıyor ve durma noktasına kadar geliyorlar. Ahali 'yandım Allah' diye bağırıyor ve biri müdahale etmezse iş artık tümüyle Allah'a havale edilmiş oldu olacak... Kimi uyanıklar filikalara koşuyor, kelli felli adamların filikalara hücum ettiğini gören uşaklardan biri 'yav utanmıyorsunuz? kadın ve çocuklar ne olacak?' derken onlar şöyle diyor 'git haddini bil, çünkü ben, yani karşında gördüğün bu şahsiyetin tonla altını ve bir o kadar da haysiyeti var, yani azrail beni sen gibi kara cahilin tekiyle aynı listeye almış olamaz.'
Vaziyet bu.. kimi filikalara, kimi çoluk çoğuna adamış kendini ve bazıları ise yüzücülüğüne güveniyor. Pompalar o sıralarda işlerini yapmaya hala devam ederken, kaptan sos vermeye devam ediyor, eh elbet bir umut, gelip yetişirler diye...
Makine dairesinden bir çığlık yükseliyor, yardım edin batacağız diye... bunu duyanlardan bazıları koşar adımlarla geliyorlar ve 'üstad, ne yapmamız lazım' diyorlar. O, onlara diyor ki bak biz burda yaklaşık 2000 kişiyiz, şimdi herkes eline bir kapkacak bulsun ve yan yana onarlı olarak dizilsinler, biz her seferinde sıraya 10 kap vereceğiz ve aynı anda da sizden 10 kap alacağız ve bu şekilde pompalara yardımcı olacağız..
Bu çalışmayla pompalara destek olunduğu görüldü ve her birey sırasını savmaya devam etti, ta ki yardım gelene kadar... Bazıları, 'efenim, ben halepteyken monşerdim o nedenle yardım edemem' diye sızlanmaya başladı, sızlanmalar iyice arttı ve herkes elini işten yavaş yavaş çekti ve görüldüki gemi tekrar su almaya başlıyor, mecburen ellerini taşın altına soktular.. dur duraksız suyu tahliye ediyorlardı ve o sırada kadın ve çocuklar o çalışanların ağızlarına birkaç lokma atıyor ve dermansız kalmamalarını sağlıyorlardı... sıraya girenlere bakıldığında kimler yoktu ki, falan mahkemenin hakimi, filan ülkenin kadısı, vesaire memleketin filosofu, özvesaire topraklarının ağası ve yanlarında, ardlarında, uşaklar, garsonlar, işçiler...
Onlar sırayla dinleniyorlardı, hakim çalışırken, uşak kenara oturmuş bir birinci tüttürüyor, zaman geliyor hakim soluklanırken diğeri çabalıyor... Herkesin kaybedeceği uğurlar farklıdır. İşçi ölürse zaten meteliksiz ölecektir ama toprak ağası ölürse geride tonla altını kim heder edecektir?
Elbet yardımın gecikmesi birçok kargaşayı beraberinde getirmişti, şeytan mesaideydi, yiyecek tükeniyordu, birileri birilerini kendi nefslerine tercih etmek zorunda kalıyorlardı, kimi isteyerek kimi ise istemeyerek... Bir ara, bu tahliye işinin boşa olduğu söylentisi yayıldı, kulaktan kulağa homurtular yükseldi ama yine aynı adam, yardım edin yoksa batacağız dediğinde tekrar kendilerine geldiler. Kovaların ağırlığından elleri nasır tuttu çoğunun, kiminin yorgunluktan vücuduna kramlar girdi, kimi bayılıp düştü, kimi ayılıp kalktı.. İçlerinden hastalar çıktı, kimi iyileşti kimi dayanamadı öldü... Nihayet yardım geldi ve geride kalanların tümünü kurtardılar.. Şimdi bundan komunizm, sosyalizm çıkarmak değil amacım .zaten öyle bir niyetim yok.. Ama ben şunu anlatmak istedim, bilmem becerememiş olabilirim: fazla verilenler ellerindekileri verip hepsi eşit olsun denmiyor... çünkü kiminin elinde fazlanın fazlası, kiminde de fazlanın fazı var, zenginin fakiri var, zenginin karunu var.. burada diğerlerini mahrum etmemek var.. bu olayın 1. boyutuydu. ve 2. boyutu ise şu: nasıl ki suyu tahliye edenler orada mecburen işte eşitlenmişlerdi, elçi dönemide bundan farklı değildi, orada bir amaç, amaca düşman olanlar vardı ve aynı amaç etrafında olanlarınsa seferberlik içinde olmaları mecburen gerekiyordu.. Yani elçi döneminde elçinin gücü ne? Elbette çevresinde toplanmış olanlar ve bunlar en basit şekilde biri kavurma yerken diğer taş yemiyordu, yeseydi zaten ilk ayrılık oradan peyda olacaktı.. Onlar, o şartlarda eşitlenmek zorundaydılar, yediklerinden yedirecek, giydiklerinden giydireceklerdi.. maymunların eşitlik anlayışıyla alakalı deneyde, öteki maymun, 'vay sen ona erik verdin bana vermedin diyerek yaygarayı koparıyordu. Çünkü ikiside kafeste, gidip yiyeceklerini bulacak imkanları yok... O ayeti ben sürecini gözönüne alarak böyle anlıyorum.. yani mecburen bir dayanışma içinde olmaları gerekliydi, gerekiyordu.. eşitlenmek zorundaydılar, kimse zeytin yerken, diğeri kavurma yiyemezdi, biri eğilmişse hepsi eğilmek zorundaydı. Elçiden savaşa gitmek için binek araç gereç isteyem adamlara elçi, 'size verecek birşey bulamıyorum, çünkü bulup bulduğum bu kadar, elde olan imkanlar neyse sonuna kadar kullandık, bizden devesi aracı gereci olupta almadığım ve dağıtmadığım kimse yok' diyordu...
Biz bu ayetleri değerlendirirken, aynı diğerlerini değerlendirdiğimiz gibi bunları gözönüne almadan pek anlıyamayız veya ben anlayamam o ayrı.. Ayrıca önemli bir nokta daha var veya bana buradan öyle görünüyor bilemem: orada eşitlenmek hiçbir şekilde bir kaosa sebep olmuyor, kaos bunun aksinde ortaya çıkıyor.. Çünkü bir amaç için bir araya gelmişler ve onu gerçekleştirmek zorundalar..
Bu ayeti günümüze çekerek anlamaya çalışayım,
çok güzel, ulvi düşüncelerle ortaya çıkmış komunizm, sosyalizm vb. görüşler gerçeğin karşısında dinamiklerini yitirmişlerdir. Nedir bu gerçekler? En basiti, diğer devletlerin emperyal hedefleri, gelişen teknoloji, sanayileşme ve haliyle bir güç haline gelme...
Silahınız, teçhizatınız, gücünüz yoksa onların postalı altına girersiniz. Bir diğer nokta ise, insanlar çeşitlidir, farlı amaçları vardır ve onları tek bir amaç etrafında özellikle barış zamanlarında bir araya toplayamasınız.. Herkesin imanı, inancı ve görüşlerini de tek bir görüşe çeviremez ve haliyle toplumun tümünü etrafınızda toplayamazsınız.
Bu açıdan bu ayeti günümüze çekmek istersek, elçinin amacı, neyin mücadelesini verdiğini hatırlamamız gerek. Vicdan ve akıl ne diyor? a kişi açken, b kişi tok yatabilir diyor mu? veya a toplumu, b toplumun sömürebilir diyor mu? diyemez, en berbat vicdan bile bunu diyemez zaten vicdanın berbatı olmaz, az akıla danışılanı olur derim...
İnsan gerçeğini fark edenlerden her biri gücünün yettiği şekilde varsa imkanı diğerlerini doyuracak ve iş imkanı sağlayacak, bu imkandan yoksun olanlarsa bir şekilde bir araya gelecek ve isyan bayragını çekecekler.. çekmedikleri sürece böyle bir yaşam, onlara daha dünyadayken cehennemi yaşatmaya yetecektir... aklım bu kadarına erdi.. vesselam..
|
Yukarı dön |
|
|
fazıl Yasaklı
Katılma Tarihi: 06 subat 2011 Yer: Turkiye Gönderilenler: 335
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İnsan gerçeğini fark edenlerden her biri gücünün yettiği şekilde varsa imkanı diğerlerini doyuracak ve iş imkanı sağlayacak, bu imkandan yoksun olanlarsa bir şekilde bir araya gelecek ve isyan bayragını çekecekler.. çekmedikleri sürece böyle bir yaşam, onlara daha dünyadayken cehennemi yaşatmaya yetecektir... aklım bu kadarına erdi.. vesselam.. demiştim..
Bir örnek vermek istiyorum, firavun zamanında kast sistemine tabi tutulmuş olan israiloğulları, bu durumlarından elbette memnun değillerdi, iktidarın onlar üzerine kurduğu saltanatın, onlara zulüm ve nankörlük olarak dönüyor olması ve buna rağmen israiloğullarının kurbanlık koyunlar gibi bekleşmeleri akla ve vicdana uyan değildi. Zaten Musa'nın onlara önder olarak gönderilmeside bu yüzdendi. Musa, firavunun yapıp ettiklerini gözü görmez değildi, herşeyin farkındaydı ama sonuçta o da 'böyle gelmiş böyle gider' diyerek sarayında yaşamaya devam ediyordu ancak ne zaman ki birini savunacak oldu, o da zalimin teki çıktı, hal böyle olunca iktidarın yasaları devreye girdi, ve elbette Musa, canını kurtarmak için oradan kaçmak zorunda kaldı. Her bireye olduğu gibi Allah, ona rızkını verdi ve barındırdı, günü geldiğinde de evlendi, çoluk çocuk, hayat gailesine düştü, anıları, geride kalanları geride bırakarak gayet normal bir yaşam sürmeye devam etti. Ama bir gün Allah, ona seslendi, ilham etti, vahyetti ve dedi ki, firavuna git!
Musa'da mazeret hazırdı: 'ama ben onlar tarafından aranan biriyim ve gördükleri anda biletimi keserler.'' Allah, mazeret kabul etmedi, zaten ölüm de dirim de O'nun elinde değil miydi? Musa, iktidara gidip kafa tutunca, ona suçunu anımsattılar ve öldürmeden az önce de bir mucize istediler, Musa'da onlara bazılarını gösterince, iktidar partisindekilerden bir kısmı, varsa Allah'ı, ona dokunmanın zarar getireceğinde birleştiler.. Musa, onlardan ayrılınca toplumunu uyarmaya başladı, o köşe senin bu toplantı benim, derken çevresinde ona kulak verenler sayıca arttı.. İktidar arada baskı yapmak istedi ancak iktidarın dayandığı ekonomik temeller sarsılmaya başladı, ne ekin kaldı ne mal.. İktidar bu işte bir bit yeniği olduğunu biliyordu bu nedenle bir müddet onlara ilişmedi..
Musa ise, kavmini yeterli kıvama getirdiği zaman bir vakit ansızın orayı terketti.. az zaman sonra firavun peşlerinde.. Bunlar yakalandık, öldük bittik derken, deniz yatağını geçtiler ve peşlerinden yatağa giren firavun ve ordusu gelgitin geliyle karşılaşınca oracıkta boğulup gittiler.. Musa, onları firavundan kurtarmıştı.
Burada aslında önemli olan Musa değil, onun söyledikleri ve mücadelesiydi.. Yani aslında ne isa'ya ne Musa'ya ihtiyaç yoktu.. ne zamana kadar? O toplumun içinden vicdanlı ve akıllı önderler çıkana kadar.. Eğer israiloğullarının içinde öyle bir yapılanma olsaydı ve orayı terketmeye azmetselerdi Allah yine onlara yardım edecekti. Yardımın nedeni, onlara elçi gelmiş olması elbette değildi. Onlar, yeterince akletmeyen ve kendilerine reva görülenle yaşamayı normal kabul eden kimselerdi, normal derken: tümüyle çaresiz görüyorlardı ve bu şekilde kendilerini çaresizlikten doğan kaosun ortasına atıyorlardı. Böyle yaşamak, onurlu yaşamanın diğer versiyonu olmalıydı.
Bugün bu memlekette birileri din diye algıladıklarını dayatmak için bunun kurumlarını desteklemiş, ve aynı zamanda aynı cehaleti üstlenmiş halde en öz hakiki imanlı payesini de ellerinden düşürmemişlerdir. Bunların sisteminde faiz, sömürü, haksız yasalar, tüm akıl ve vicdana rağmen, dinleriyle kolkola yol almaktadır. Ahmet zorlu bir yaşama mahkum halde yaşarken, Mehmet Ahmet'in bir yılda yediğinin 1 saatte tüketmektedir. Çok insan yoksulluk içinde kıvranırken böyle yaşamayı onur saymayı ihmal etmez. Bu dindarların bolluğu için ibadethanelerin çokluğuna bakmalı ve ayrıca yeni müfredat ve eğitim sistemi bunu yeterince anlatıyor...
Muaviye dini, kendine yonttu ve ta o zamandan beridir din öyle algılanıyor. Faiz, sömürü, kumar ve din elele..
Her birey aklı ve vicdanı ölçüsünde sorumludur. Bu kadar destek yeter denmiş, öyleyse bundan sonrası insanlığa bırakılmış... Şimdi halk seçimleri var deniyor, öyleyse halk, kendini güden değil kendine sahip çıkanları desteklemek zorunda. İş, hizipçiliğe döküldüğü müddetçe hiçbir değişim olmayacak. Bizden kimse, neden ben yoksulum demiyor, ama neden ben veya o açız diyor.. veya 'ey zenginler, mallarınızdan bize verinde eşitlenelim' de demiyorlar ama diyorlar ki, 'biz de insanız.'
Bunu başarmak ve söz dinletebilmek içinse kıskançlığı, çıkarcılığı bir kenara bırakmalı ve içinizden sivrilenlere tüm gücünüzle destek olmalısınız... Bilemiyorum, çoğu fasarya olarak gelebilir ama ben böyle algılıyorum konuyu vesselam...
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhaba,
Y. N. Öztürk’ün meali:
16/71- Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah'ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?
Yaşar Nuri’nin de bu çeviriyle ne demek istediğini anladığını sanmıyorum.
Bu ayeti, Rum 28’le birlikte okumalı.
Hitap müşriklere. Müşrikler, mülkünde Allah’a ortaklar koşuyorlar. Allah da kendilerinden bir örnekle bunun ne kadar sakat olduğunu beyan ediyor. Diyor ki:
Siz, Allah’ın size verdiği malı (yani sahip olduğunuz malı) sahibi bulunduğunuz kölelerinize, sizinle eşit olacaklar diye vermiyorsunuz (da Allah’a mülkünde ortaklar mı öngörüyorsunuz, bu olacak şey mi?)
Burada söz konusu olan mal mülk sahibi olanlar ağadırl, efendidir. Köleninse malı mülkü yoktur. Köle kendisi mülktür, kölenin sahibi vardır, köle sahibinin mülküdür. Onun için kölenin Arapçası, “memluk” ya da deyimsel ifadesiyle “mâ meleket yemin”dir. Ağa (Arapçası şeyh), köleyi malına ortak ederse köle de onun gibi sahip olacak, efendi olacak. O durumda köle efendisiyle eşit konuma gelecek. Öyle olunca da “sen ağa ben ağa…” misali olur. O nedenle köleleri mallarına ortak etmezler, etmek istemezler. Köle ile eşit seviyede olmak kabul edilir şey midir? Arap, cariye ile niye evlenmez? Çünkü Arap asaletleriyle övünür. Araplarda çocuk anasıyla anılır (ölüye verilen telkini hatırlayın). Arap, çocuğuna “kölenin çocuğu” dedirtmez. Bugün de Arap olmayan diğer bütün Müslümanlar, Kuran’ın yurdu Suudi Arabistan’da mevali, köle konumundadır. Arap olmayan hiç bir Müslüman, Suudi topraklarında hiçbir zaman hiçbir şekilde mülkiyet sahibi olamaz. Onun orada mutlaka bir efendisi vardır. Efendisi olmadan hiçbir iş sahibi de olamaz.
|
Yukarı dön |
|
|
hasakcay Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Gönderilenler: 1236
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Siz, Allah’ın size verdiği malı (yani sahip olduğunuz malı) sahibi bulunduğunuz kölelerinize, sizinle eşit olacaklar diye vermiyorsunuz (da Allah’a mülkünde ortaklar mı öngörüyorsunuz, bu olacak şey mi?)
Hanif hocam,
Anilan iki ayette köleler anlaminda ibâd yok; yeminlerin sahip olduklari anlaminda mâ meleket eymân var. Önce dürüstce "köleler"i atin cümlenizden cünkü yalan o. Size yakismiyor.
Allah ne diyorsa o. Yeminlerinin sahip olduklari diyor Allah. Cümlenize onu koyun.
Ben esit olmasinlar diye anlamina gelen bir niyet ifadesi göremedim ayetlerde. Ama siz görmüssünüz. Hic sorun degil.
Arti,
köleler olmus,
yeminlerin sahipleri olmus
ya da
hepsi birden olmus,
o da farketmiyor.
Ilahî mesaj tek ve ayni:
Siz yeminlerinizin sahip olduklarini (ve kölelerinizle cariyelerinizi) mallariniza ortak ediyor musunuz ki Allah birilerini egemenligine ortak etsin!
Ama sizin, bu dogruyu söylerken "yeminlerin sahip olduklari"ndan köle ve cariyeler diye söz etmeniz… off, sark kurnazligi diyecegim ama size yakistiramiyorum.
Cinsel iliski acisindan
ezvâc ne ise
mâ meleket eymân odur.
(23:6, 33:50, 33:52, 70:30).
Siz mâ meleket eymân sahiplerinin onlarla cinsel iliskide bulunmasi icin nikah sart degil, dediniz. Bakin bu da klasik bir ezber. Müminûn 5-6 bu ezberi bozuyor. Acikladim. Okudunuz mu?
Mâ meleket eymân son zamanlarda cok arastirilan bir konu.
Makaleler var. Okumaya calistim. Araplarla müzakere ettim. Onlardan biri, Layth, "Araplara has eski bir nikah türü," dedi; "Bazi bölgelerde hâlâ uygulaniyor."
Kölelik ve cariyelige gelince Allah 47:4'ü vahyedip köleligin ve cariyeligin kaynagini kurutmak suretiyle onu bir cirpida sona erdirmis ve daha önce edinilen kölelerin özgür birakilmasina dair tasfiye ayetleri indirmis.
Sevgi ile,
Hasan Akcay
__________________ hasanakcay.net
allahindini.net
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hanif hocam,
Anilan iki ayette köleler anlaminda ibâd yok; yeminlerin sahip olduklari anlaminda mâ meleket eymân var. Önce dürüstce "köleler"i atin cümlenizden cünkü yalan o. Size yakismiyor.
Allah ne diyorsa o. Yeminlerinin sahip olduklari diyor Allah. Cümlenize onu koyun.
Hasan hocam, sinirlenmeyin. İnsan bilmeyince sinirlenebiliyor işte. Bilmiyorsunuz, bundan sonra da Arapça'yı öğrenecek de değilsiniz elbette. Ama o tartıştığınız Araplara sora bilirsiniz bu "MÂ MELEKET EYMÂN"ı. Buna geçmişte meşhur müfessirler yszdıkları Arapça tefsir kitaplarında ne mana vermişler, sorup öğrene bilirsiniz. Bakınız, o müfessirler MÂ MELEKET EYMÂN için MEMÂLÎK demişler, memâlîke de İBÂD, yani KÖLE. Bunun böyle olduğunu Arapça lugatlar da yazıyor. Okuya bilseniz şu şu tefsir ve lugat kitaplarına bakıver diyeceğim ama siz harekesiz Arapçayı yüzüne okumayı bilmiyorsunuz. Yanılıyor muyum? Anlayacağınız ben yalan söylemiyorum, söylemem de asla. Onun için iki de bir "Allah'ın dediği" demeyi bırakın da laf anlayın. Allah'ın dediği Hasan'ın dediği ise, Veli'nin de dediğidir, benim de dediğimdir. Allah'ın dediği kimsenin dediği değildir.
Ben esit olmasinlar diye anlamina gelen bir niyet ifadesi göremedim ayetlerde. Ama siz görmüssünüz. Hic sorun degil.
Nerden bileceksiniz, ben Arapça bilmiyorum demediniz mi? FE HUM FÎHİ SEVÂUN. İşte görmedim dediğiniz bu. HUM FÎHİ SEVÂUN: "Onda eşittirler" demektir. Ancak FE, "Onda eşit olacaklar..." şeklinde manaya katkı yapmış. Şunu da söyliyeyim; cümle isim cümlesidir, fakat "FE YESTEVÛ FİRRİZQİ": RIZIKTA EŞİT OLACAKLAR DİYE" şeklinde fiil cümlesi takdirindedir. Bunları yazıyorum ama ne kadar anlıyorsun bilmiyorum. Şunu artık kesin biliyorum: Yine bildiğinizi okuyacaksınız.
Ezvâc ne ise
mâ meleket eymân odur.
(23:6, 33:50, 33:52, 70:30).
Ezvâc ne ise mâ meleket eymân odur. Asıl işte budur yalan. Az çok müstesnanın ne olduğunu bilirsiniz. Mâ meleket eymân genelde EZVÂC kelimesinden sonra zikredilimiş ve "illâ" istisnâ edatıyla ondan ayrı olduğu gerçeği ortaya konmuştur.
Siz mâ meleket eymân ile nikah sarti yoktur, dediniz. Allah Müminûn 6'da bu iddiayi cürütüyor. Acikladim. Okudunuz mu?
Sizin açıklamanız o, ve açıklamanız ayet değildir. Ayette öyle bir açıklama yok.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|