Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Arapça'da " İğtilaful esma, tedullu ale iğtilafil ma'na "
Arapçada “isimlerin farklılığı anlam farklılığına delalettir.” Arapçanın böyle bir kaidesi var mıdır, bilmiyorum. Varsa bu kuralın kaynağını bilmek isterim.
Aynı kelime, farklı cümlelerde aynı anlama gelmeyebileceği gibi, farklı kelimeler de aynı manaya gelebilir. Örnekleri de Kuran'da fazlasıyla vardır. Bu demek değildir ki her cümlede birini bir diğerinin yerine koyduğumuzda aynan yerine oturacaktır. Kimisi her yerde diğerinin yerine uyar, kimsi de bazı yerde uyar. Türkçemizde de örnekleri çokça vardır. Mesela şek, şüphe, kuşku kelimeri eş, benzer anlamlı kelimelerdir. "Ben senden şüpheleniyorum" ile "Ben senden kuşkulanıyorum" arasında, söyleyenin kastı itibariyle, bir fark olmasa gerek.
Kuran'dan bir kaç örnek:
1- "Mu'minîn" ile "mûqinîn" farklı kelimeler ancak aşağıdaki ayetlerde aynı anlama gelirler.
45/3- İnne fissemâvâti velerdi leâyâtin lilmu'minîn.
51/20- Ve filerdi leâyâtun lilmûqinîn.
2- "Nezzelnâ" ile "Enzelnâ" ve "rayb" ile "şekk" ayrı kelimeler ancak aynı manada gelmişler.
2/22- Ve in kuntum fî raybin mimmâ nezzelnâ...
10/94- Fe in kunte fî şekkin mimmâ enzelnâ...
3- "Eğraynâ" ile "Elqaynâ" kelimeleri farklılar ama aşağıdaki ayetlerde aynı anlamdalar.
5/14- Fe eğraynâ beynehumul'adâvete velbeğdâe ilâ yevmilqiyâmeti,
5/64- Ve elqaynâ beynehumul'adâvete velbeğdâe ilâ yevmilqiyâmeti,
Örnekleri çoğalta biliriz. Daha çarpıcı bir örnek vereyim:
5/110- ... ve iz allemtukelkitâbe velhikmete vettevrâte velincîle...
Soru şu: Bu dört kelime 4 ayrı şey mi, aynı şey midir? Şayet ayrı şeylerdir diyorsanız, o halde İsa'ya öğretilen kitap ne, hikmet ne, tevrat ne, incil ne?
Benzeri bir örnek de şu:
16/125- Ud'u ilâ rabbike bilhikmeti velmevizatilhaseneti...
Burada benim anladığım; hikmetten kasıt mevıza-i hasenedir ve o da vahiy olunanlardır/kitaptır. Size gelince ise bu ikisi farklı şeylerdir. Öyleyse Buradaki hikmet nedir, meviza-i hasene nedir? Kuran'da bunların her birinin izahları var mıdır?
Ben diyorum ki bu kelimelerin her biri farklı olsalar da aynı şeyi ifade ediyorlar. Yani kitap neyse hikmet de odur vs. Halen Ankara İlahiyatta Arap asıllı Arapça hocası olan biri şunu diyor: "Arapçada ardı ardına sıralanan birden fazla farklı ifade çoğu zaman birçok şeyi değil de aynı şeyi söylüyordur." Aslında vaizlerimizden de bunun pek çok örneklerini dinlemişizdir. Farklı kelimeleri, cümleleri ardı ardına sıralarlar ama aynı şeyi söyler dururlar. Söylediklerinin biri diğerini tefsir niteliğinde oluyor. Kuran'da da birçok yerde "ve" ve "ev" bağlaçları tefsirî bağlaçtırlar. Malesef meal yazanlar, bunların pek çoğunu meallerine yansıtmamış/yansıtamamıştır. Zaten meal yapanların kahhar ekseriyeti Kuran'ın yüzlerce ayetini anlamamış, anlayamamıştır. Ayetlere ister istemez yanlış mana vermişlerdir. Her mealde yüzlerce fahiş yanlışı görmek sıradandır. Belki de hem dil hem de çeviri itibariyle en bozuk meal, gördüğüm kadarıyla, Mİ'nin "Hayat Kitabı Kuran" adlı mealidir. Gerekirse örneklerle bunu ispatlaya bilirim. Mİ, değil Arapçada, hiç bir dilde olmayan kural(lar) da uydurmuştur. Mesela "yeşâu" fiili için "çift özneli fiil" diyor. Kimi ayetlerde çift özne kuralını çalıştırmış ve kendince ilgili ayetlere bir anlam vermeye çalışmış, kimi ayetlerde de kuralı görmezden gelmiş. Bur da niye böyle, orda niye öyle yapmış, bir anlam veremezsiniz. Kendisi de sanırım bunun sebebini izah edemez. Çift özne kuralını çalıştırarak yapmış olduğu ayet meallerinde tamamen başarısız olmuş, kurduğu cümlelerde çift özneyi bulmanız, görmeniz mümkün değildir. Zira bir fiilin iki öznesi olmaz, olamaz. Bir fiilin ancak bir öznesi olur. Hiç kimse tek fiil, çift özneli bir cümle kuramaz. Dil bilgisinde bu denli cahil biri Kuran gibi bir kitabı nasıl çevirmeye cüret eder. Bunun bir tek cevabı olsa gerek; "cahil cesur olurmuş." Kural dediği kocaman bir yalan. Hadi, kuralı uydurdun; niye her yerde uygulamıyorsun? İstediğin yerde uyguluyor, istemediğin yerde uygulamıyorsun, böyle keyfilik olur mu? Bakıyorsunuz bir yerde kuralı çalıştırmış diğerinde çalıştırmamış. Neye göre burda böyle, orda öyle? Hiç bir izahı yok, tamamen keyfe mâ yeşâ'. Ee, geçmişte Araplara dillerini öğreten Türkler olu da bugün olmaz mı! RİE'nin "Yaşayan Kuran" adlı meali de son derece keyfi bir çeviridir. Sanki Kitap 15 asır önce Muhammed'e değil de bugün kendisine inmiş! İstediği kelimeye, ifadeye, ayete kendi görüşü çerçevesinde istediği manayı vermiş. Mesela "Mâ meleket eymân" tabirine 5 ayrı yerde 5 farklı mana vermiş!
Konuya dönersek: Hac ve umre, dediğiniz kaide gereği, farklı olmaları hasebiyle, her biri ayrı bir eylemi anlatan birer kavram olarak bunlar neden ard arda zikr edilimişler ve hac nedir, umre nedir? Eylem zamanları ayrı mı gayri mi? Hac ne zaman, umre ne zamandır? Hükümleri nedir? Kuran'dan vereceğiniz cevaplarınızı, izahlarınızı bekliyorum.
Tabi ki farklı isimler farklı manalar taşır. Taş, toprak, ot, balık, hava vs her biri farklı şeydir ve farklı manalara gelirler. Deve, sığır, koyun, keçi dendiğinde biri neyse diğerleri de odur demiyoruz. Ard arda gelen kimi kavramlardan söz ediyoruz. Kavramları birer eşya isimleri gibi düşünürsek yanılırız. Benzer, aynı, ya da bir birine yakın anlamlara gelebilecek müteradif dediğimiz kelimeler, kavramlar, eşya isimleri gibi algılanlanmamalı.
Özel isimlere gelince bunlar tercüme edilmez, olduğu gibi tercüme edilen dile aktarılırlar. Özel isim, bir anlamı olsa da o anlam o ismin sahibi ile tamamen tezat taşkil edebilir de. Mesela adı Cemal olan çirkin, Müslim olan kafir, Abdullah olan Allah tanımaz olabilir. Ama kavramlar öyle değildir. Kavramlar mutlak surette çevride yansıtılmalıdır. Mesela kuran'da "islam" kavramı bir özel isim değildir. Adamın adı soyadı gibi nufus kimliğine "dini İslam" diye yazmışsanız, dine, kitaba en büyük kötülüğü yapmışsınızdır. Yaptıkları meallerde “islam” kavramını tercüme edilen dile olduğu şekliyle aktaranlar vahye ve inananlarına en büyük kötülülüğü yapmışlardır. Zira islam bir dine verilmiş bir özel isim değildir. İslam kavramını özel isim sanan cahillere alim diyoruz ve onların yaptıkları meallere göre atıp tutuyor, ahkam kesiyoruz.
Rabbin kim? Allah. Peygamberin kim? Muhammed (s.a.s.). Kitabın ne? Kuran (aslında kuran da özel bir isim değil, bir kavramdır adına kuran dediğimiz kitapta). Dinin ne? İslam… Sınavı kazandınız, cehennemin iki yakasına kurulmuş olan Sıratı (!) geçtiniz, özlemini çektiğin cennete girdiniz...
Sahihi Buhari (r.a.) Hadisidir:
“Cehennemin iki yamacı arasına bir (asma) köprü kurulur (sıratı müstakim), Allah'ın izniyle, ümmetimi sırattan geçiren ilk ben olurum.”
Şeytan inançlarını parçaladı, onları fırkalara böldü. Sonra uzun zaman yalanlar uydurdu, yalanları yaydıkça yaydı. Her bir fırka kendi mezhebinin ilkelerini oluşturan yalanları topladı ve dininin/ mezhebinin kanunlarını oluşturdu ve onunla övündü. Sonra bu yalanları kitaplarda topladılar, tasnif ettiler. Adına da ilim dediler. Sahabe, tabiin, tebeitabiin dedikleri büyük otorite (günümüz de prof ünvanlı veya prof gibi) alimler uydurdular. Daha sonra da kendilerinden çok uzun zaman önce ölmüş kimi adamların göğüslerinde gizli kalmış yalanları ifşa eden, seleflerinin uydurmuş oldukları yüz binlerce yalanı ibra eden ilmi icat ettiler. Usulü Hadis.
Şeytanın din haline getirdiği yalanları, şerir siyaset adamlarının/iktidarların hizmetinde, profesyonel papazlar, hahamlar (din adamları), farkında ya da değil, her biri kendi dini cemaati, diğerlerininse düşmanlığı adına sürekli anons ederek bir şeytan tasarlaması fırkaları yasallaştırdılar. Diğer taraftan da güya aynı dinin mensuplarını, her devirde bir birlerini boğazlayan düşmanlar haline getirdiler. Halk da her dönemde bu şarlatanların yalanlarına din diye aşkla şevkle, heyecanla sarıldılar, bu şarlatanlara ve efendilerine kayıtsız itaat eder oldular.
|