Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Enbiya Suresi 35 Her canlı, ölümü tadacaktır. Biz bir imtihan
olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize
döndürüleceksiniz.
İlginç bir şekilde tarih boyunca filozofundan ilahiyatçısına kadar
birçok kimse "kötülük problemi" başlığı altında dile getirilen "Allah
varsa ızdırap ve kötülük niye var", "neden insanların yanlışlar
yapmasına seyirci kalıyor", "kötülüğün kaynağı ne" şeklindeki garip
soruların içine dalmış. Aslında bu soruların cevabı gerekse Kuran
ayetlerinde, gerekse içimizdeki ve kainatımızdaki ayetlerde, hatta
mantığımızda cevaplı vaziyettedir. Yeter ki tabloya bütün olarak bakmayı
bilelim...
Kötülük problemi diye bir problem sözkonusu bile değildir aslında tabii
ki.Bu dünya imtihan, yani kişinin kendisiyle yüzleşme diyarıdır ve aynı
zamanda da bazı küçük ceza veya mükafatların sunulmaya başlandığı
yerdir. Ve bu dünyada başa gelen her sıkıntı veya mutluluk da hem
imtihan, hem de kişiye hakettiğini yaşatma işlevini görmektedir. Kader
ve Özgür İrade başlıklı yazımda bu konuyu delilleriyle anlatmıştım:
İçinde yaşadığımız evrenimiz cennet ile cehennemin bir karışımıdır.
Nasıl ki cennette sırf haz varsa, veya cehennemde ise sırf ızdırap
varsa, ikisinin karması olan bu dünyamızda ise haz ve ızdırap içiçedir.
Yine dediğim gibi bu yaşamda başa gelen kötülükler de aslında kişinin
kendi elleriyle yaptıkları veya yanlış düşünceleri/inançları yüzünden
yaşanmaktadır.
Rum suresi 36 İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda, onunla
ferahlar, şımarırlar. Kendi ellerinin hazırladıkları yüzünden
kendilerine bir kötülük gelip çatsa, hemencecik ümitsizliğe düşerler.
Şura Suresi 30 Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah birçoklarını da affediyor.
İşte bu dünyadaki olumsuzlukların kötüleri ve iyileri ortaya çıkarmanın yanı sıra böyle bir işlevi de var; uyarı ve ceza...
Kötülüğü yapan kendisiyle yüzleşiyor ve neden cehennemlik olduğunu veya
cennetlik ise bile bu dünyada neden geçici sıkıntı çektiğinin vb.
ayrıntıların farkına varma şansı oluyor bu sayede.
Buna karşılık bu kötülüğe maruz kalan kişi ise aslında zaten bir
şekilde yaşayacağı ızdırabı/cezayı tadıyor. Eğer başkasından kötülük
görmeseydi bile kaza veya hastalık gibi bir unsurla yine denk bir
ızdırabı tadacaktı.
Başkasına kötülük yapmak da, gerçeği inkar etmek de, veya hurafelere
inanıp Allah'a iftira atmak da hep insanın içindeki kötülükle
yüzleşmesinin türevleri. Yani zulüm deyince akla sadece başkasına şiddet
uygulamak falan gelmesin. Kötülük problemi denilen şeyin yanlış
algılanma nedenlerinden biri de bu ayrıntılara dikkat edilmemesi,
konunun bütünlük içinde değerlendirilmemesidir.
Zümer Suresi 32 Allah hakkında yalan düzenden ve kendisine gelen
doğruyu yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kafirler için
bir barınak yok mu?
Bunları aslında Allah kötülüğü/yanlışı yarattığı için falan yapmıyor
insan, özgür irade sahibi olunca zaten bunları yapacağı için o kişi,
Rabbimiz ona istediğini ve hakettiğini veriyor. Tüm ızdırapların
sorumlusu kullardır. Gerek dünyadaki, gerekse de cehennemdeki...Eğer
benliklerin tamamı iyiliği seçmiş olsaydı sadece cennet ve cennetimsi
yerler var olurdu kullar için.
Yunus Suresi 44 Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar.
-İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah`tandır. Kötülük ve
çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir. Biz seni insanlara
bir resul olarak gönderdik. Tanık olarak Allah yeter.(Nisa Suresi 79.
ayet)
İnsanoğlu yaratılıştan kendisine verilen temel vahiy sayesinde iyiliğe
ve gerçeğe yönelmeye hedeflenmiştir. İçindeki ayetlere sırtını dönmeyen
bir kul, doğuştan başkalarına iyilik yapmanın ve tek Tanrıya inanmanın
doğru yol olduğunu bilir:
7: 172 Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları
kendi kendilerine tanık tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim? " "Evet,
tanıklık ediyoruz, " derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan
habersizdik, " diyemezsiniz.
Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH
insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın
yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat
insanların çoğu bilmez (Rum Suresi 30)
Hatta sonradan kendisine ulaşan vahiy ve deliller sayesinde de bu yolu pekiştirilmiştir.
İnsan Suresi 3 Biz onu yola kılavuzladık. Artık ya şükredici olur ya nankör.
Bu sayede insanoğlunun hiçbir mazareti yoktur Efendisine karşı. Çünkü
iyiliğe ve kötülüğe eşit uzaklıkta yaratılmanın da ötesinde, aslında
iyiliğe programlanırcasına yaratılmıştır insan ve daha sonra da çeşitli
yollarla bu durum pekiştirilmiştir. Buna rağmen kötü olmayı seçenin en
ufak bir sığınağı yoktur.
***
Yüce Allah daha yaratmadan kimin özgür iradesiyle neler yapacağını ve
karakterinin nasıl olacağını bildiğinden, doğrudan cennette yaratılmayı
haketmeyenleri yaratmış olmakta bu evrenimizde . Başka bir deyişle, bu
dünyada imtihan için yaratılan hiçkimse tam masum değil, yoksa en ufak
bir ızdırap deneyimine maruz kalmazlardı:
Ahzab Suresi
72 Biz emâneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar onu
yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok
cahil olduğu halde onu yüklendi.
73 Bunun böyle olması, Allah'ın; ikiyüzlü erkeklerle ikiyüzlü kadınlara,
şirke sapmış erkeklerle şirke sapmış kadınlara azap etmesi, mümin
erkeklerle mümin kadınların tövbelerini kabul etmesi içindir. Allah
Gafûr'dur, Rahîm'dir.
Nahl Suresi 61 Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı,
yeryüzünde debelenen bir şey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları
belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat
geri kalırlar ne de öne geçebilirler.
Bu arada tekrar belirtelim, Rabbimiz kimin, sonsuza dek imtihan edilse
ne yapacağını, hangi yanlışları sergileyeceğini bildiğinden, bu evrenin
sakinleri genel olarak O'nun gözünde olumsuz konumda. Yoksa bunun Adem
ve eşinin yasak meyvayı yemesiyle bir ilgisi/bağlantısı yok. Kimse bir
başkasının günahından dolayı suçlanamaz ve herkes kendi yaptıklarıyla ve
yapacaklarıyla değerlendirilmekte yüce Allah tarafından. Yani
Hıristiyanlıktaki günahkar doğma inancıyla karıştırılmamalı bu...Ayrıca
ruhçu öğretideki tekamül/evrim için dünyaya gelme inancıyla da bir
ilgisi yok bunun . Adem ve eşi o hatayı yapmasaydı da zaten bu dünya
için yaratılmışlardı.Çünkü hakettikleri buydu...Ve Efendimiz bunu en
başından biliyordu.
Ve belirttiğim üzere, dünya yaşamı cennet ile cehennemin bir karışımı.
Nimetler ve belalar içiçe bu yüzden evrenimizde. Bu durum da aslında
yine hakettiğimize kavuşmak için tasarlanmış yine.Gerek deneyim
açısından, gerekse de imtihan açısından... Ortada, kolektif tablo yani
sistem açısından hakettiğin geçici minik cezaya veya ödüllere (bu
yaşamdaki sıkıntılar cehennemdekilerle kıyaslandığında ufak çaptadır)
maruz kalma var. Fakat burada cehennemden farklı olarak yaşadığın
ızdıraplarda böyle bazen bir taşla iki veya daha fazla kuş vuruluyor.
Yani başına gelen sıkıntı bir kaza veya hastalık falan değil de başkası
tarafından sana yapılan birşey ise, bu aynı zamanda hem o kişinin (yani
kötülüğü yapanın) kendisiyle yüzleşmesi ve ahiret için aleyhinde delil,
ona tuzak oluyor, hem de senin (kötülüğe maruz kalanın) hakettiğin
sıkıntıyı denk getirilerek yaşaman oluyor.
Şimdi diyebilirsiniz ki küçük veya genç yaştaki biri henüz kötülük
yapmadan neden sıkıntılar yaşayabiliyor hayatta? Bir kul henüz günah
işlemeden de ızdırapları yaşamaya başlayabiliyor çünkü Rabbimiz o
kişinin neyi hakedip haketmediğini, neler yapacağını ve nasıl bir
karaktere sahip olacağını biliyor . Yine herşey o kişinin hakettiği
doğrultusunda gerçekleştirilmekte yüce Allah tarafından. Aynı şekilde bu
hayatta yaşadığımız ve ahirette yaşayacağımız mutluluk, başarı ve
nimetler de...
Kısacası olaya bütünsel, ve kolektif açıdan bakılırsa, aslında bu
dünyada bile hiç haksızlık yok. Sadece haksızlık, olayın kendi içinde
olabilmekte. Yani bu imtihan dünyasında kimse kimseye kötü bir söz
söylemeye bile yetkili değilken, bir kişi başkasına kötülük yapıyorsa bu
zulmü gerçekleştiren günah işlemiş oluyor. Ama dediğim gibi bütünsel
açıdan bakınca yine herkes hakettiğine "denk getirilerek" kavuşturuluyor
aslında. Kaldı ki, dünya hayatı tek başına değerlendirilmemeli, sonsuz
ahiret yaşantısıyla birlikte ele alınmalıdır. O zaman ilahi adaletin
nasıl mükemmel bir şekilde işlediği çok daha net görülebilecektir.
Bu imtihan evrenimizde bile Rabbimizin kusursuz planı işlemektedir ve
buradaki hayat da tıpkı cennet veya cehennem gibi, tasarım amacına
mükemmel bir şekilde hizmet etmektedir. Eski bir yazımda da belirttiğim
üzere:
2-Cennet ile cehennemin karışımı karma bir hayat (ödüller ve uyarı ve/veya ceza niteliğindeki ızdırapları tatmak)
3-Sonunda mutlaka canlılarının ve hatta evrenin kendisinin öleceği sonlu bir yaşam içerir.
İşte bu evrendeki kusursuzluktan kasıt, bu 3 maddeye uygun-hizmet eden
olma açısından mükemmelliktir, çünkü yaratılış amacı budur. Ama buna
karşılık ahiret evreninin yaratılış amacı ve şartları farklı olduğundan,
ahiret dünyasındaki kusursuzluk da bambaşkadır. Fakat ceza ve ödüller
dünya ve ahiret bütünlüğünde temelde aynı hedefe hizmet etmektedir.
***
Evrenimizde yaşananlara yine bütünsel açıdan, sistem açısından bakacak
olursak her işde bir hayır vardır bu bağlamda, ama birey açısından
bakacak olursak durum hiç de böyle değildir elbette. Kişiler için bazı
işlerde hayır varken bazı şeylerde ise şer vardır bu hayatta (ve de
ahirette).
Dünya yaşantımız, yani kainatımız cennetle kıyaslanırken bazen olumsuz
ifadelerle tanımlanırken, buna karşılık yoklukla/hiçlikle ve/veya
cehennemle karşılaştırıldığında ise övülmekte ve içindeki nimetlere
vurgu yapılarak şükredilmesi gereken güzellikler diyarı olarak
tanımlanmaktadır ayetlerde.(Buradan da dünya hayatının cennetimsi
yanının cehennemi tarafından daha ağır bastığı sonucu da
çıkarılabilir...).
Yani ayetlerde bu dünya hayatının önemsizliği ve geçiciliği
belirtilirken, "güzellikleri yaşama" açısından yine cennetle
kıyaslandığında ortaya çıkan tablodan bahsedilmektedir. Yoksa yokluğa
veya cehenneme kıyasla evrenimizin güzellikleri övülürken, "imtihan
yaşamı" olması işlevinden dolayı da önemi vurgulanmaktadır. Zaten bu
açıdan bakarsak, yani sonsuz hayatımızı şekillendirecek olan imtihan anı
olduğunu farkedersek bu yaşantımızın, aslında en önemli dönemi
yaşadığımızı da söyleyebiliriz...
***
Yukarıda evrenimizin yaratılış amaçlarından bahsettim.Bir de sadece biz
kullar açısından olaya bakacak olursak bu imtihan dünyasında yaratılış
amacımız: Rabbimize kulluk, kendimizle yüzleşmek, gerekli ikazları
almak, ve bazı küçük ceza veya mükafatları daha bu dünyada tatmaya
başlamaktır... Bu bağlamda ortada kötülük problemi diye adlandırılan,
yani "kötülüğün kaynağı nedir" şeklinde dile getirilen sözde sorun,
sözkonusu bile değildir gerçekte yine.
Secde Suresi 21. Ayet: Şu da bir gerçek ki, onlara en büyük azaptan önce
o yakın azaptan (dünya azabından) da tattıracağız, belki dönerler.
Rum Suresi 36. Ayet: Bir de Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman
ona güveniyorlar; ellerinin yaptığı birşey sebebiyle başlarına bir
kötülük gelince de (hemen) her ümidi kesiveriyorlar.
Nasıl ki kimse çıkıp "Allah varsa cehennemde neden ızdıraplar ve
zebaniler var" diye bir problemden bahsetmiyorsa, aslında dünya için de
durum aynı. Bizim kainatımız cehennem kadar ızdırapla örülü değilse de,
bir cennet de değil. Cennete kıyasla cehennemimsi, cehenneme kıyasla
ise cennetimsi bir yer gibi durmakta evrenimiz. Çünkü nitelik olarak
her ikisinin, yani cennet ile cehennemin ortasında ve hazla ızdırap
harmanlanmış, dengelenmiş durumda. Buna karşılık ayetlerde "Rabbin Katı"
adı verilen ve şu anda da var olan "Ahiret Evreninde" ise böyle bir
karışım, denge yoktur. Mutluluk ve nimet diyarı ile, ceza/sıkıntı diyarı
birbirinden tamamen ayrı vaziyettedir ve o evrenin sakinleri, yani
içinde yaşayan canlıları ise ölümsüzdür. Zaten farklı fizik yasalarına
sahip bu sonsuzluk/ahiret yurdu...
Bu dünyadaki kullar davranış ve düşünce açısından cennette yaşayanlar
gibi mükemmel olsalardı bırakın cehennemi, dünyada bile yaratılmazlardı
diye düşünmekteyim
Hatta doğrudan cennette yaratılan kullar olabileceğini de düşünüyorum.
Hiçbir şekilde ızdırabı yaşamayan...Ve ayrıca, doğrudan cennette
yaratılmayı hakedecek kadar iyi olan kimseler varsa, dereceleri dünyada
yaşamış ve yaşayacak olan herkesden daha yüksek de olabilir.
Bu dünyamız (ve de evrenimiz) cennetle kıyaslandığında bir ceza yeri
gibi kalmakta zaten. Ama tekrar belirtmek gerekirse, cehennem veya
yoklukla yani var olmama durumuyla kıyaslandığında ise mutluluk ve
nimet diyarıdır.
Bu bağlamda dünyadakiler, cennet ile cehennemin, nimetle ızdırabın
karışımı bir deneyimi ve kendileriyle yüzleşmeyi yani imtihanı haketmiş
olan kullar.
"Sadece ödüle dayalı bir sistem yaratılamaz mıydı", ya da "madem biliyor
kimin imtihanı geçeceğini, sadece iyileri yaratamaz mıydı" şeklinde de
sorular gelmekte. Elbette ki yüce Allah dileseydi bu şekilde de
kurabilirdi sistemi ama O en doğrusunu, iyisini ve tabii ki dilediğini
yapar.
Rabbimiz böyle bir sistem ve düzen yarattı, çünkü en mükemmeli, olması
gereken buydu. Yine nasıl ki "neden cennetlikleri veya herkesi cehenneme
atmıyor" şeklinde bir itiraz gelmiyorsa bunda da durum tamamen aynıdır
aslında. Kimse neden iyilerin cennette ödüllendirildiğini sorgulamaz,
çünkü bunun zaten olması gereken şey olduğunu bilirler. Ama iş kötülerin
yaratılıp cehennemde cezalandırılmasının doğruluğuna gelince nedense
aynı bilgeliği göstermekten kaçınıyor genelde insanoğlu.
Rabbimizin iyileri ve iyiliği ödüllendirmesi gibi, kötüleri ve kötülüğü
azabıyla tanıştırması da merhametinin, iyiliğinin ve kusursuzluğunun
sonuçlarındandır. Ortada hiçbir problem falan olmadığı gibi, kusursuz
bir uygulama ve sistemin içinde hakettiklerimizi yaşama sözkonusu.
Cehennemdeki acılar gibi dünyadaki acılar da kimsenin başına piyangodan
çıkmıyor, yine aslında tamamen yüce Allah'ın adaleti ve de iyiliği,
kusursuzluğu tecelli etmekte. Yani kulların özgür iradeleriyle
birbirlerine yaptıkları kötülükler de bu durumun bir parçası.
Teğabün Suresi 11 Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet gelip
çatmaz. Kim Allah'a inanırsa Allah O'nun kalbini doğruya ve güzele
kılavuzlar. Ve Allah her şeyi en iyi biçimde bilmektedir.
Rum Suresi 41. Ayet: İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler
yüzünden karada ve denizde fesat meydana geldi (ki Allah) yaptıklarının
bazısını kendilerine tattırsın ki vazgeçsinler.
Kimlerin cenneti kazanacağını bilerek yaratması ve onları ödüllendirmesi
gibi, kötülerin de kimler olacağını bildiği halde onları yaratması ve
cezalandırması da aynı güzel ve mükemmel işlemin vücuda gelmesidir. Ve
tabii ki dünyadaki geçici mükafat ve cezalar da öyle...
Bakara Suresi 81 İş onların sandığı gibi değil! kötülük ve
çirkinlik kazanan, suçu kendisini kuşatmış olan kişiler, ateşin
dostudurlar. Sürekli kalacaklardır onun içinde.
Özetle konuyu toparlayacak ve bir iki önemli ayrıntı daha ekleyecek
olursak; bugüne kadar tarihte "kötülük veya şer problemi" başlığı
altında birçok filozofun, ilahiyatçının veya diğer insanların da
zihinlerini meşgul ettiği söylenen bu konu dediğim gibi gerek ayetlerde,
gerekse de mantığımızda zaten çözümlü vaziyetli, cevap çok basit ve
açık.Daha yaratmadan kimin iyilerden , kiminse kötülerden olacağını
bilen Rabbimiz bu benlikler hakettiğine kavuşsun diye onları vücuda
getirmekte. Kötüleri ve kötülükleri cezalandırmak için cehennemi
yaratmış durumdadır ama ondan önce cennet ile cehennemin karışımı olan
dünyamızda imtihanı, yani kulların kendileriyle yüzleşmelerini
sağlamakta ve ahirette olası itirazları ortadan kaldırmakta.Ayrıca, bu
dünyamızdaki gerek doğal felaketler olarak adlandıradığımız ızdıraplar
(deprem, sel, kazalar, hastalıklar ve yaşlanma vs... ) gerekse de
insanların özgür iradeleriyle başkalarına kötülük yapma yoluyla vücuda
getirdikleri ızdıraplar hem ceza, hem uyarı, hem de zulmü yapanları
kendileriyle yüzleştirme (imtihan), kötülüklerini açığa çıkarma görevini
yerine getirmekte. Buna karşılık Ahiret Evreninde, yani Rabbin
Katı'ndaki cehennemdeki acılar ise tamamen ceza işlevini yerine
getirmektedir.
Necm Suresi 31 Göklerde ne var yerde ne varsa Allah'ındır. Bu,
Allah'ın; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel
davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi içindir.
Dünya ve ahiretteki tüm acıların tek sorumlusu kullardır. Kulların özgür iradeleriyle kötülüğü seçmeleridir...
Tabii cinler de bu gruptadır ve onların yaptığı yanlışlar, insanları saptırmaları da yine bu kötülüğün kaynağına dahildir:
Bakara
168. Ey insanlar! Yeryüzündeki nimetlerden temiz ve helal olmak şartıyla
yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size açık bir düşmandır.
169. Hiç kuşkusuz o, size kötülük, çirkinlik/düzensizlik ve pislik
emreder. Ve size, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi
buyurur durur.
Bu arada yine yüce Allah'ın, kimlerin kötülüğü seçeceğini bildiğinden,
zalimleri topluca cezalandırmak için bazen aynı coğrafya ve dönemde
yaratarak, biraraya getirerek helak ettiğini de görmekteyiz:
Ankebut
30. Lût dedi: "Rabbim, şu bozguncular topluluğuna karşı bana yardım et."
31. Elçilerimiz, İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz
şu kentin halkını helâk edeceğiz. Çünkü ora halkı zalim oldular."
Ve nasıl ki cehennemdeki sıkıntılar ve acılar için "kötülük problemi"
gibi bir saçma bir düşünce oluşturulmuyorsa, dünyamız/evrenimiz için de
oluşturulamaz. Çünkü her iki evrende de ızdıraplar benliklere
hakettikleri deneyimi yaşatma hedefine yöneliktir ve durum aynıdır.
Aynı şekilde dünya ve cennetteki hazlar da iyilere ve iyiliğe hakettiği
ödülü verme amacına hizmet etmektedir.Yine bu durum da hem dünyada hem
de ahirette bir bütünlük içerisinde adaleti sağlamaktadır ki zaten kimse
bu nimetlendirerek ödüllendirme olayını sorgulamaz bile. Ama özgür
iradeyle seçilen kötülüğün vücuda gelmesine izin vererek cezalandırmak
da, tıpkı iyiliği mükafatlandırmak gibi doğru, mükemmel ve iyi olan
şeydir.Yüce Allah'ın merhametinin ve iyiliğinin sonucudur...
Dünya ve ahiretteki felaketler, kötülüğe karşı yüce efendimizin, Rabbimizin öfkesinin yansımasıdır.
Muhammed Suresi 28 Olacak olan budur! Çünkü onlar, Allah'ı
öfkelendiren şeylerin peşine düştüler, O'nun hoşnutluğundan tiksindiler;
sonunda Allah bütün amellerini boşa çıkardı.
Şura Suresi 16 Kabul edilişinin ardından Allah hakkında
tartışmaya girenlerin delilleri Rableri katında geçersizdir. Bunların
üzerlerine öfke, kendilerine şiddetli bir azap vardır.
Ta-Ha Suresi 81 Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin! Bu
konuda azgınlık etmeyin! Yoksa öfkem üzerinize çöker. Ve kimin üstüne
öfkem inerse o uçuruma gider.
Ve tabii ki yanlışını fark edenlere o anda bu duruma karşı tövbe kapısı açıktır:
Tevbe Suresi 118 Geride bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul
etmiştir. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, öz
benlikleri kendilerini sıkıştırmıştı; Allah'ın öfkesinden kurtulmak için
yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını fark etmişlerdi. Sonra
onlara tövbe nasip etti ki, eski hallerine dönsünler. Hiç kuşkusuz,
Allah, tövbeleri çok çok kabul eden, rahmeti sınırsız olandır.
Ortada kötülük problemi yoktur, tam tersine, kötülüğün ve kötülerin
açığa çıkarılması ve her 2 dünyada da daima cezalandırılması vardır.
Problem sadece kulların hastalıklı düşünce ve davranışlarındadır. Ve de
kötülüklerin, ızdırapların tek kaynağı da özgür iradeleriyle
yanlışı/zulmü seçen kullardır.
Ve bizlerin yapması gereken elbette iyiliğe ve gerçeğe yönelerek hem bu
dünyanın daha cennetimsi bir yer olmasına katkıda bulunmak ve hem de
asıl önemlisi tabii ki ahirette de gerçek kurtuluşa/cennete ulaşmaya,
Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışmak olmalıdır.
Katılma Tarihi: 16 haziran 2006 Gönderilenler: 751
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selam
kardeş, geçenlerde yüksek hızlı tren bir kuş sürüsüne çarptı. Kuşlar canlarını vererek şehit olurken trende kanlarından ve parçalarından izler bırakarak, trenin camları kırılarak, trenin kaportası eğilerek oradakileri şahit tutular. fotoğrafları çeken basın mensupları, yayınlayan gazetecilerde bizleri şahit tuttu.
Felsefe tarihinin "en zor" konusunu çok hafife almışsın. İş o kadar basit değil. Belki, bu hususta çetin bir müzakereciyle karşılaşmamışsın.
Tanrının Kötülüğü Problemi, çetin bir meseledir. Zordur. Kendi kendisinin delili olan şeylerle izah edilemez. Yani karşındaki muhatapların bunu kabul etmez. Edilmemelidir de.
Sorun şu; cenneti var etmeye gücü yeten "iyi" Tanrı, ne sebeple acıyı var etmiştir ?
İyilik edenlerin ödüllendirilmesi için illaki birilerinin acı çekmeleri bir şart mıdır ? Tanrı için "şart" gibi bir acziyet ileri sürülebilir mi ?
Yukarıdaki video linkinde mağdur durumdaki canlı ve onun mağduriyeti, varlığı Tanrı için zaruri olan bir husus mudur ?
Şimdi, aşkın ve ödüllendirici / iyi bir Tanrı inanışına sahip herhangi bir inanç sisteminin bu soruyu, "acı olmadan tatlı bilinemez, seçim olsun diye böyle yaptı vs." temeline dayanan tüm cevapları kendisiyle çelişecektir.
Birileri cennete gitsin diye diğerlerinin cehenneme gidecek olması fikrini bir beşer roman olarak yazsaydı, diğer insanlar ona ne diyecek idilerse, makul ve realist şartlarda müzakere eden bağışıksız / önyargısız bir bilinç de aynı şeyi Tanrı için söyler.
Mesela, "Tanrı herhangi bir canlının çektiği acıyı (örneğin ölüm acısını) bilebilir mi ?" sorusu da, aynı tartışmanın alt başlıklarından biridir. Bu soru da cevabı kolay verilemeyecek bir sorudur. Zira, bir canlının kendi acı his eşiği derecesinde hissettiği / deneyimlediği acının başka bir varlık tarafından bilinebilmesi, kendi oranında benzerini deneyimlemesini gerektirir. Bu ise, Tanrı için acziyet olacağından zor bir paradoks başlar.
Ben şahsen bu tarz müzakerelere, her iki cephesinde de katıldım ve tatmin edici bir yanıt bulamadım. Bunu bulamadım diye Tanrı inanışımda herhangi bir değişiklik olmadı. Çünkü, her şeyi hele hele aşkın bir yaratıcıya dair her şeyi bilebilme lüksüne sahip olmadığımın ve böyle bir zorunluluğumun da olmadığının farkındayım.
Bu konular, olsa olsa her şeyi var eden aşkın yaratıcı hakkındaki merakımı celbeder. Ve nihayet inanç yönünden, her iş olup bitirildiğinde, yaratılan her canlı ve her şey açısından "neylemişse güzel eylemiş" diyeceğimden ve yine yaratılan her canlının eninde sonunda bunu aynı bu şekilde diyeceğinden zerre kuşkum yoktur.
Netice, bütün iş ve oluşlar, bütün yaratılmışların "Alemlerin Rabbine hamd olsun" diyeceği karar / kıvam noktasına erişecektir.
Esen kalın.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yazımı hiç okumadığını ve/veya hiç anlamadığını görüyorum . Bu rahatsızlık genel olarak var sanırım, yazılanlara yarım yamalalak bakarak veya tam okunsa bile hiç anlamadan yorum yapmaya çalışma hastalığı.
1- Yazımda delilleriyle gösteriyorum ki Allah ızdırabı "kötüleri cezalandırmak için" yaratmıştır.
Tıpkı iyileri ödüllendirmek için yaratması gibi.
Nasıl ki iyileri ödüllendirmek için yaratması acizlik değilse, kötüleri de cezalandırması acizlik değil, tam tersine merhametinin, iyiliğinin ve mükemmelliğinin sonucudur.
Bunun tam açıklaması için yazımı "bu sefer oku"manı isteyeceğim.
2- Kötüleri ve iyileri yaratmak derken, özgür iradeleri ile yapacakları seçimler dolayısıyla iyileri ve kötüleri bilmesinden bahsediyoruz, bunu da yine yazımda ve yine linklerini verdiğim benim diğer yazılarımda yine ispatlarıyla çok net bir şekilde sunuyorum.
3- İyiliğin veya herhangi birşeyin bilinmesi için zıttının olması zırvasını sen çıkardın. Ben tam tersini gösteriyorum ve ispatlıyorum. Yine yazılarımı biraz okusaydın böyle benim yazdığımın tam tersi şöyler söylemeye kalkmazdın:
Ama sen bu konuda kendine öyle yine düşünmeden , akıl dışı , komedi karşı argüman getirmişsin ki Allah'ın herşeyi bilmesini tam kabul etmemek için çırpınmışsın.
Nasıl ki bir şeyin anlaşılması için zıttının var olması gerekmiyorsa, o deneyimin yaşanması da gerekmiyor.
5- Hayır ortada en ufak bir paradoks, cevabı zor bir soru falan yok. Hastalık zihinlerde.
Tarih boyunca bu hastalığın yaygın olmasından dolayı böyle apaçık ve basit sorular bile paradoks, çözülmesi zor felsefi sorunlar zannedilmiş.
Seni kırmak istemiyorum. Okumadığımı söylediğin yazına satır satır cevap verdiğimde problem olacak.
Bu nedenle bence bırakalım da, insanlar (ve diğer tüm canlılar) atalarından devraldıkları ve genlerinde bulunan karakterlerine göre davranmaya ve yaşamaya devam etsinler. Bu cümleye itirazların varsa bilim insanlarıyla, genetik uzmanlarıyla tartışabilirsin elbette.
Esen kal.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma