Yazanlarda |
|
saratoga Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 12 eylul 2011 Gönderilenler: 10
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Alperen Yazdı:
Selam Abdullah
Okur yazar olmadığı iddia edilen bir kula gelen ilk emrin “oku” olması hakikaten çok enteresan.
Demek ki oradaki okuma farklı bir okuma.
Hayatın anlamını bilebilme adına, toplumunun kendisine sunduğu değer yargılarını sorgulayarak yapılan bir okuma…
Evet, Hz. Muhammed mağarada neyi okumaya çalışıyordu acaba? İlk emir “oku” olduğuna göre o bir şeyleri okumaya çalışıyordu demekki.
(Hz. Muhammed toplumunun değer yargılarını sorgulayan bir şahıstı. Bu sorgulama, çözümleme işini ve net bir sonuca varabilme isteğini o kadar ciddiye almıştı ki sırf bu sebepten dolayı inzivaya çekilmişti (Hz. Muhammed için “o hanif, sorgulayıcı değildi” diyen arsızlar işin bu kısmını nedense es geçmeyi tercih ediyorlar))
Demek ki bu okuma daha doğrusu okuma uğraşısı gözle değil gönülle, akılla yapılan/yapılması gereken bir okuma.
(İKRA ile KUR’AN aynı kökten gelen kardeş iki terim. Bazılarımız örneğin Kur’anı nasıl okuyor? Aslında okumuyor. Kelimelerini telaffuz ediyor. Teganni ile, yedi çeşit makam ile anlamasak da transa giriyoruz. Böylece okumayarak, okumanın canına okuyarak “oku” emrine muhalefet ediyoruz)
Bu tip bir okuma uğraşısı içinde olan bir kula “Allah’ın adıyla oku” denilmesi de çok ilginç. Daha doğrusu bu ilk inen ayetin böyle Türkçeleştirilmesi konuyu yavanlaştırıyor. Senin bu “Allah’ın ismiyle” kavramını “Allah’ın tanımlamasıyla” olarak aktarman bana da daha makul geliyor. Daha makul geliyor gelmesine ama yine de dertlerime derman olmuyor.
Allah’ın tanımlamasıyla okumak…
Mağarada derin tefekkür hali içinde olan bir kula “Allah’ın tanımlasıyla oku” denmesinin hikmeti nedir acaba? Neden başka bir kelime değil de “OKU” kelimesi seçilmiş acaba? İKRA kelimesinin Arap dilindeki diğer anlamları var mıdır? Varsa nedir acaba?
Gerçi sen ALAK suresindeki diğer ayetlere değinirken belki konu açılacak inşaAllah ama bu ilk ayetten ve OKU emrinden sonra gelen ayetlerde Allah’ın YARATAN sıfatından bahsedilmesi ve insanın YARATILMA konusunun ele alınması ibrete ve incelemeye değer. Demek ki insan da başlı başına bir kitap ve mutlaka okunması gerekiyor. Bunun gibi evren de bir kitap. Onun da ayetleri var. Evren kitabının ayetlerinin de insan kitabının ayetleri gibi okunması gerekiyor. Bilimle, irfanla okumak gerekiyor Allah’ın tüm ayetlerini.
Aynı ayetlerde KALEM’den de bahsediliyor. Ayrıca bir süre sonra inen ayetlerde de Allah kalem üzerine yemin bile diyor. Demek ki OKUR YAZAR olmak dinimizdeki kutsal terimden ikisi. Anlamak ve yaşamak adına okunacak ne varsa her türlü malzemeyle okumak ve bu okuduğunu, anladığını yazmaya yarayan her türlü materyal ile yaymak. Örneğin şu klavye de bir kalem değil mi? Kalem bilgi girişi yapılabilen her türlü materyal değil mi? İşte Rabbimiz bu bilgilendirme araçları üzerine yemin etmiş. Bilgilenme ve bilgilendirme Rabbimizin kutsadığı iki güzel olgu.
(Yatay bilgilenme ve dikey bilgilenme var. Yatay bilgilenme kişiye ufuk açmaz. Yatay bilgilenmede çap genişlemez. Sadece bilgi artar. Zira kişi sadece taraf olduğu fikirler çerçevesindeki eserleri okur ve dolayısıyla her şeyi bu minval üzere yorumlar. Ama dikey bilgilenme böyle değildir. Dikey bilgilenmede bilinç sıçraması, çap genişlemesi, ufuk açılımı mümkündür. Çünkü kişi “değişim gelişimi, gelişim de değişimi doğururur” felsefesinden hareketle değişmeden korkarak başka/diğer kaynakları okumaktan çekinmez. Bağnazlık yapmadan, geniş düşünerek, açık fikirli olarak her türlü bilgiye açık olur. İşte erdirici bilgilenme türü de ancak budur. Kişi yatay bilgilenme de” bilgili” olur ama dikey bilgilenme de “arif” olur. Allah da ancak böylelerine basiret ve feraset lutfeder)
EN TEMEL FARZ OKUMAKTIR=DÜŞÜNMEKTİR…
Not: Bu yazının karışık olduğunun farkındayım. Konu gayet geniş ve yoruma müsait olduğundan dolayı belki de karışık bir yazı oldu. Bu OKUMA konusu bence hakikaten üzerinde iyice düşünülüp KALEM oynatılacak bir mevzu. İnşaAllah Abdullah arkadaşımız konunun devamını getirdiğinde bu güzel mevzuya diğer dostlarımızın da zamanla katkıları olacaktır. Ben de bu mevzuda Abdullah dostumuzun eteğindekileri dökmesini rica ediyorum. Zira forumda henüz yorum yapılmamış ama yüzlerce kişi tarafından okunmuş bir sürü konu var. Umarız zamanla birileri de bu yorum yapılmamış mevzuları okur ve katkılarını sunarlar. Yada birileri buradan okuyarak istifade edebilir veya buradan alıntı yaparak birilerini istifade ettirebilir. Biz yazalım. Yine de yazalım. Birbirimizle iyilik ve takvada yardımlaşma adına yazalım. Mutlaka paylaşalım. Bu yüzden “ilim marifete tabidir” demeden bildiklerimizi sunmamız gayet isabetli olacaktır Abdullah kardeşim.
Saygılar
|
|
|
gayette mantıklı ve anlaşılır olmuş fakat peygamberimizin ümmi olmasının okur yazar olmadığı anlamına geldiğini sanmıyorum. (Bknz. Tarihi vaka ve rivayet Hudeybiye anlaşmasında "Allahın Rasulu" imzasının mekkeliler tarafından kabul edilmemesi karşısında silinerek adının yazılması. Ayrıca eşi haticenin develeri ile ticaretle uğraşan bir kişinin okur yazar olmaması mantıklı gelmiyor.)
ayrıca ümmi kavramı ile ilgili aşağıdaki linkte ilginç bir yazı var incelemeniz ricası ile
http://www.bydigi.net/kuran-i-kerim/152469-kurana-gore-ummi- ne-demek.html
selamlar
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam kardeş,linkini verdiğiniz yazıyı,önemine binaen buraya alıntılıyorum:
157, 158. Ayetler:
Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz
ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de
üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları
ve zincirleri indiren yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış
bulacakları o Ümmî peygamber o elçiye uyarlar. O hâlde, ona iman eden,
ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun ile birlikte
indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin
ta kendileridir.
De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü kendisinin
olan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren
Allah’ın size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde Allah’a ve O’nun
sözlerine iman eden, ümmî peygamber olan elçisine iman edin ve ona uyun
ki, doğru yolu bulmuş olasınız.”
Bu iki ayet, başlı başına ayrı bir necm olup, bu ayetlerin Musa
peygamber kıssaları ile alâkası yoktur. Bu ayetlerin Musa peygamber
kıssaları içinde yer alması ise, sahabenin bu ayetlerdeki mesajı
kıssaların arasına bir “parantez içi mesaj” olarak koyduklarını
düşündürmektedir. Dolayısıyla, kıssalardan oluşan pasaj okunurken bu
hususa dikkat edilmelidir.
Ümmî
Anlamı yanlış bilinen sözcüklerin en önemlilerinden birisi de “ ümmî”
sözcüğüdür. Kur’an’da peygamberimiz için kullanılmış olan bu sözcüğün
yanlış manalandırılması sonucu yüce İslâm dini doğru anlaşılmaz olmuş ve
peygamberimiz de yanlış tanıtılmıştır.
“ Ümmî” sözcüğü halk arasında “anasından doğduğu gibi bilgisiz,
okuryazar olmayan” anlamında kabul edilmiş, toplumlarda bu anlamıyla
kullanılır olmuş ve “anasından doğduğu gibi bilgisiz” olmak hep
yerilmiştir. Hem de bu yergi, Şair Eşref’in bir hicvinde yer alan;
“Rahm-i maderden (ana rahminden) nasıl çıkmışsa hâlâ o hâldedir,
Gezmeden seyyah-ı âlem bilmeden allâmedir”
beytindeki gibi, veya “Ümmînin ümmîye imameti caizdir (Cahilin cahile
imam olması sakıncasızdır” deyimindeki gibi alay eder tarzda
yapılmıştır.
Hâl böyle iken “ümmî” sıfatının peygamberimiz için “anasından doğduğu
gibi bilgisiz” anlamında kullanılması, kaş yaparken göz çıkarma deyimini
hayata geçirircesine, övgü amaçlı çabaları sövgüye dönüştürmekte ve
bizim gibi, kendisine işin doğrusunu Allah’ın yardımı ile öğrenmek nasip
olmuş kimselere de bu doğruları anlatmak bir borç hâline gelmektedir.
Peygamberimizin ümmîliği
Bilindiği üzere, Müslümanların ekserisi tarafından peygamberimizin
okuryazar olmadığına inanılmaktadır. Ama başkaları için söz konusu
olduğunda kınanan bu özellik için, peygamberimize bir hayli methiye
düzülmüştür. Böylece, bilerek veya bilmeyerek hem peygamberimize hem de
yüce dinimize lekeler sürülmüştür. Peygamberimizin “anasından doğduğu
gibi bilgisiz” anlamında “ümmî” olduğu yolundaki iddiaya ise, konu ile
hiç ilgisi bulunmayan Ankebut suresinin 48. ayeti ile ilk vahyi konu
alan meşhur Hıra mağarası senaryolu rivayet kanıt gösterilmiştir.
Ankebut; 48:”Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; ONU
sağ elinle de (kendiliğinden) yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı batılcılar
(batıla inananlar) mutlaka kuşku duyacaklardı.”
Bu ayette, peygamberimizin Kitap okumak ve yazmakla meşgul olması
hâlinde, Tevrat ve İncil’de bozulmuş olarak var olan konuların
gerçeğinin Kur’an’da yer alması sebebiyle onun peygamberliği hakkında
şüphe uyanacağı bildirilmekte ve peygamberimizin ehl-i kitap hahamları
ve papazları gibi kitap okumak ve yazmakla meşgul olmadığı
vurgulanmaktadır.
Aslında bu ayet, iddiacıların iddialarının aksine peygamberimizin okuryazar olduğunun kanıtıdır.
Çünkü okuma yazma bilmeyen birine “onu sağ elinle (kendin) de yazmıyorsun.” ifadesinin kullanılması anlamsızdır.
Yani, peygamberimiz okuma yazma biliyor olmalıdır ki kendisine bu şekilde bir ifade yöneltilmiştir.
Ayrıca, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine kanıt gösterilen Hıra
mağarası rivayetinin de uydurma olduğu ve orada geçen “ma ene bikaiin”
ifadesinin de “ben okuma bilmiyorum” demek olmayıp, “ben okuyucu
değilim” demek olduğu, Alak suresinin tahlilinde (İşte Kur’an!, c:1,
s:26-29) açıklanmıştır.
Peygamberimizin “ümmî” olduğu, Kur’an tarafından bildirildiği için
tartışmasızdır. Burada tartışılması gereken konu; peygamberimizin hangi
anlamda ve nasıl bir “ümmî” olduğu, daha doğrusu “ümmî”liğin ne anlama
geldiğidir.
Bize göre meselelerin en doğru ve en kısa çözümleri Kur’an’a müracaat
ederek bulunacağı için, bu konudaki gerçeklerin de Kur’an ışığında ve
akıl yoluyla gözler önüne serilmesi gerekmektedir.
“Ümmî” ne demektir?
“Ümmî” sözcüğü, “ana” anlamındaki “ ümm” ile “ya-i nisbiyyeden (bağıntı
‘ya’sından, ‘ ya’ edatından)” oluşturulmuş bir sözcük olup, “anaya
mensup “analı” demektir.
Çünkü sözcüklerin sonuna getirilen “ya” bağlantı edatı, genellikle
kişilerin hangi şehirli olduklarını ifade etmek için kullanılır. Meselâ;
Konevî; Konyalı, Bağdadî; Bağdatlı, Halebî; Halepli, Rumî; Romalı…
demektir.
Buna göre “ümmî” de; adı “Ümm (Ana)” olan kent mensubu, Analı demektir.
Ancak, buradaki “Ana” özel isim olup, cins isim olan “ana (anne)” ile
karıştırılmamalıdır. “Ana”nın neresi olduğu konusunda ise rehberimiz her
zaman olduğu gibi yine Kur’an’dır:
En’âm; 92: Bu da Bizim, köylerin (kentlerin) anasını (Anakent’i) ve
çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz, kendinden öncekini
doğrulayıcı mübarek (bereketli, bolluk dolu) bir Kitaptır. Ahirete
inananlar ona da inanırlar ve onlar desteklerine de koruyucudurlar
(desteklerini de sürdürürler).
Bu ayette peygamberimize önce “ ümm-ül kura”yı, sonra da
çevresindekileri uyarma talimatı verilmiştir. Biz biliyoruz ki
peygamberimiz Mekke’de elçi seçilip ilk kez Mekkelileri uyarmıştır.
O hâlde ayetteki “ümm-ül kura” ifadesi ile Mekke şehrinin kastedildiği açıktır.
Nitekim Mekke, tüm yazılı Arap metinlerinde ve çevredeki halkın dilinde
“ümm-ül kura”dır. Dolayısıyla Mekke şehrinin Kur’an’da da bu isimle
anılması hiç yadırganmamış, bu konuda herhangi bir tartışma olmamıştır.
“Ümm-ül kura”; “köylerin / kentlerin anası, anakent” demek olup,
Mekke’nin Arap toplumunda bu isimle anılmasının sebebi ise, Kâbe
çevresinde kurulan ilk yerleşim merkezi olmasından kaynaklanmaktadır.
Bazı yerleşim birimlerinin, kendi isimleri ile değil de, özelliklerini
yansıtan isimlerle anılması Türkçede de vardır. Meselâ; Ankara yerine
Başkent, Türkiye yerine Anayurt veya Anavatan, Kıbrıs yerine Yavruvatan
denmesi gibi…
“Anakent” nasıl “Ana” oldu?
Arap dilindeki İzafetlerde /tamlamalarda, bazen “muzafun ileyh hazf olur, ondan bedel olarak da muzafa, lam-ı tarif getirilir”.
Yani, tamlanan kaldırılarak onun yerine tamlayanı belirgin (özel) hâle getiren bir edat getirilir.
Burada da “ ümm-ül kura” tamlamasındaki “ el kura” kaldırılarak yerine
lam-ı tarif olan “ el” konmak suretiyle iki kelimeden oluşan tamlama “
el Ümm (Ana)” şeklinde tek kelime hâline getirilmiş ve “kentlerin anası /
anakent” ifadesi “Ana” olmuştur.
Bu gibi durumlarda yeni sözcük özelleşmekte ve artık özel isim hâline
gelmiş olan yeni sözcüğün ilk harfinin de büyük harfle yazılması
gerekmektedir.
Mekke’nin diğer ismi olan “ ümm-ül kura”, yukarıdaki şekilde “ el Ümm”
şekline dönüşünce “Mekkeli”yi ifade etmek için de sözcüğün sonuna
bağıntı “ ya”sı getirmek yeterlidir:
“ el Ümmî”. Bir başka ifade ile, “anakent” “Ana”ya, “anakentli”
“Analı”ya dönüşmüş olduğu için “ el Ümmî” denince “Anakentli”
anlaşılmalıdır.
Yerleşme birimleri ile ilgili olarak bu tarz kısaltmalar Türkçede de
uygulanmaktadır. Meselâ, Aydın’ın Kuşadası ilçesine, İzmir ve Aydın
yöresi halkı tarafından “Ada” denmekte ve halk arasındaki konuşmalarda
Kuşadası ile ilgili cümleler; “Ada’ya gittim”, “Ada’dan geliyorum”,
“Ada’nın kaymakamı”, “Ada’nın belediyesi”, “Ada’lı Ahmet”, “Ada’lı
Mehmet” gibi ifadelerle söylenmektedir.
İşte “Ümmî” sözcüğü de, “ümm-ül kura” ifadesinin yukarıda izah edildiği
gibi bir değişime uğramış hâli olup, “Ana’ya mensup, Analı”, yani
“Mekkeli” anlamına gelmektedir. Kur’an’da tekil ve çoğul olarak toplam
altı ayette geçen “Ümmî” sözcüğü, bu ayetlerin hepsinde de aynı anlamı
ifade etmektedir:
Bakara; 78:Onlardan bir kısmı da Ümmîlerdir / Anakentliler’dir. Onlar
Kitap’ı bilmezler, sadece hayal ve kuruntu bilirler. Ve onlar sadece
zannederler (kuşkulanırlar).
Âl-i Imran; 20:Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben
kendimi Allah’a teslim ettim. Bana uyanlar da.” Kitap verilenlere ve
Ümmîlere / Anakentliler’e: “Siz de teslim oldunuz mu?” de. Eğer teslim
olurlarsa doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen
sadece tebliğ etmektir / mesajı iletmektir. Allah, kullarını en iyi
şekilde görendir.
Âl-i Imran; 75:Ve ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, eğer onlara yüklerle
emanet teslim etsen onu sana geri öder. Onlardan öyleleri de vardır ki,
ona bir tek dinar / kuruş emanet etsen, üzerine dikilmeden onu sana geri
vermez. Bunun sebebi şudur: Onların: “Ümmîlerin / Anakentlilerin bizim
aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir.” demelerindendir. Onlar, bilip
durdukları hâlde, Allah hakkında yalan söylerler de.
Cuma; 2: O Allah’tır ki Ümmîlere / Anakentlilere içlerinden bir elçi
göndermiştir. O, onlara Allah’ın ayetlerini okur. Onları arıtıp
temizler, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Onlar bundan önce tam bir
sapıklık içinde idiler.
Yukarıdaki, “ümmî” sözcüklerinin tekil veya çoğul olarak geçtiği
ayetler, bulundukları pasaj ile birlikte dikkatli bir şekilde okunup iyi
anlaşılırsa, “Ümmî” kavramının; “Kitap ehli olmayan, yani Tevrat ve
İncil’i okumayan veya Yahudi ve Hıristiyan olmayan Mekkeliler” demek
olduğu kolayca anlaşılmaktadır.
O dönemde, peygamberimizin içinde yaşadığı toplumu; ehl-i kitap olanlar
(Yahudi ve Hıristiyanlar) ve ehl-i kitap dışındakiler olarak farklı iki
zümreye ayırmak mümkündür.
Yahudiliğin “millî din” olması sebebiyle, Yahudilerin aslen Mekkeli olmadıkları zaten bilinmektedir.
Ehl-i kitap zümresinin diğer bölümü olan Hıristiyanların da, Mekke’nin
“anakent” olması dolayısıyla Mekke’de yaşadıkları, Mekke’ye başka
yörelerden göç etmiş oldukları, çeşitli kaynaklarla doğrulanmış bir
gerçektir.
Nitekim Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan ve “zımmî” adı verilen bu
yabancıların hukukî varlıkları, peygamberimizin devlet başkanı olduğu
dönemde yasalarla belirlenmiştir (Ana Britannica, c:32, s:393).
Toplumun ehl-i kitap dışında kalan diğer zümresi ise, Kur’an’dan
öğrendiğimize göre kitap (Tevrat, İncil) bilmeyen, sadece kuruntu ve
zanlarıyla hareket edenlerdir ki bu zümre Mekke’de doğup büyümek
suretiyle Mekkeli olanlardır.
İşte Kur’an’da bu kesime mensup olanlara, yani Mekke’nin içinde doğmuş,
büyümüş, yaşamış olanlara, taşralı olmayanlara, bedevî olmayanlara
“Ümmî” denmektedir.
Bunun böyle olduğu, hem Kur’an ayetleri hem de tarihî belgelerle sabittir.
Demek oluyor ki, peygamberimizin “Ümmî” oluşu onun okuma yazma
bilmediğini değil, Mekke’nin ehl-i kitap dışındaki zümresine mensup
olduğunu göstermektedir.
Konuya aklî olarak yaklaşıldığında da netice aynı olmaktadır:
Elçi olarak seçilmeden önce Mekke’de ticaretle uğraşan peygamberimizin,
bir tüccar olarak okuma yazma bilmemesi mümkün değildir.
Ayrıca Mekke’nin emini olması dolayısıyla herkesin malının, parasının kaydını, okuması yazması olmadan tutması da imkânsızdır.
Elçilik görevine seçildikten sonra, gelen ilk vahylerde kendisine “Oku!
En üstün olan Senin Rabbin ise kalemle öğretendir.” (Alak; 3, 4)
talimatı verilmiştir.
Bu ifade aslında, peygamberimize aldığı vahyleri yazmasını bildiren dolaylı bir emirdir.
Okuryazar olmayana ise böyle bir emir verilmez.
Ayrıca, Kur’an’da okuyup yazmayı özendiren, cehaleti yeren onlarca ayet mevcuttur.
Eğer peygamberimiz okuryazar olmasa idi, sürekli onun açığını arayan
müşrikler bunu kendilerine malzeme yaparlar, kendisi okuma yazma
bilmeyen birisinin bunu başkalarına ne yüzle emredebildiğini sorarlar,
üstelik bu tip davranışların Bakara suresinin 44. ve Saff suresinin 2,
3. ayetleri ile yasaklandığı için kendisinin çelişki içinde olduğunu
söylerlerdi.
Bir an için peygamberimizin elçi seçilmeden önce okuma yazma bilmediği
var sayılsa bile, yirmi üç senelik elçilik hayatında da onun okuma yazma
öğrenmediğini iddia etmek mümkün değildir.
Çünkü ilimi, bilgilenmeyi emreden ayetler karşısında, bu emirlere ilk
muhatap ve ilk teslim olan insan olarak onun bu emirlere kayıtsız
kalması ve bu süre içinde okuma yazma öğrenmemesi mantıksızdır.
Kaldı ki peygamberimizin, Bedir Savaşı esirlerini, okuma yazma bilmeyen
Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakması
gibi, Kur’an emirleri doğrultusunda ilmi ve irfanı tavsiye eden birçok
önerisi ve uygulaması vardır.
Kısaca söylemek gerekirse; herkese ilim, irfan emredilirken,
peygamberimize “Sakın sen okuma yazma öğrenme” diye özel bir emir
verilmediğine göre, onun okuma yazma bilmediğini söylemek,
mantıksızlığın ötesinde peygamberimize yapılan büyük bir haksızlıktır.
SONUÇ OLARAK: Naklen ve aklen sabittir ki, Kur’an’da geçen ÜMMÎ ifadesi
“Anakentli (Mekke’nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış, taşralı olmayan,
bedevî olmayan)” demektir. Bu ifade, Mekkelilere peygamberimizin kendi
içlerinden biri olduğunu, hemşehrileri olduğunu, yakından tanıdıkları ve
yabancı olmayan birisi olduğunu vurgulamak için kullanılmıştır.
Kur’an’da, peygamberimizin Mekkelilerin kendi içlerinden biri olduğu
konusu üzerinde duran daha birçok ayet vardır (Sad; 4, Kaf; 2, Tövbe;
128). Yani peygamberimiz; okuyup yazabilen, Ümmî / Anakentli (Mekke’nin
içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış, taşralı olmayan, bedevî olmayan)
birisidir.
Yukarıdaki 157, 158. ayetlerden anlaşıldığına göre, peygamberimizin
yaşadığı dönemdeki İsrailoğullarının elinde bulunan Tevrat’ta, son
peygamberi niteleyen ve haber veren cümleler bulunmaktadır. Zaten
Kur’an’ın bu ayetlerine, o günleri yaşayan Ehl-i Kitap tarafından bir
tepki gösterilmemiştir. Kur’an’da da, kendilerine kitap verilenlerin
peygamberimize inandıkları bildirilmiştir:
Bakara; 46: Onlar ki, Rabblerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini yakinen bilirler.
En’âm; 20:Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, onu (peygamberi), kendi
oğulları gibi, bilirler. Kendi nefislerini kayba uğratanlar; işte onlar
iman etmezler.
Bakara; 121:Kendilerine kitabı verdiğimiz kimseler onu, tilâvetinin
hakkını vererek okurlar. İşte onlar, ona iman ederler. Her kim de onu
inkâr ederse, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.
Ümmî peygamber ile ilgili Kur’an’da bir başka ayet daha vardır:
Saff; 6: Ve Meryem oğlu İsa: “Ey İsrailoğulları! Hiç şüphesiz ben,
benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayan ve benden sonra gelecek adı çok
övülen bir elçiyi müjdeleyen, Allah’ın bir elçisiyim.” demişti. Sonra o,
onlara apaçık delillerle gelince “Bu, apaçık bir büyüdür.” dediler.
157. ayette geçen “ağır yükler” “üzerlerindeki bağlar” ve “zincirler”;
İsrailoğullarının kendi kendilerine dine koydukları ağır hükümleri ifade
etmektedir.
Meselâ, bu ağır yüklerin bir tanesi, cumartesi günü çalışmayı terk etme yükümlülüğüdür.
Rivayete göre Musa peygamber bu yükümlülüğe uymayan birisini görmüş ve onu öldürmüştür.
Bundan başka, İsrailoğulları arasında yaygınlaşmış olan; cinayetlerde
diyet uygulaması yerine sadece kısas uygulanması, işlenen suçlar için
tövbe etmenin ancak insanın kendini öldürmesiyle mümkün olması gibi daha
birçok kural, ayetteki “ağır yükler”, “üzerlerindeki bağlar” ve
“zincirler” kapsamına girmektedir.
İşte ayette, Ümmî peygamberin kaldırdığı yüklerle, kurtardığı bağlar ve zincirlerle kastedilen, bu hükümlerdir.
157. ayette yapılmasını gerekli gördüğümüz bir tespit de, peygamberimizin tam dokuz sıfatla nitelenmesidir:
“Resul”, “Nebiy”, “Ümmî”, “Tevrat ve İncil’de adı geçen”, “İyiliği
emreden”, “Kötülüklerden nehyeden”, “Temizleri helâlleştiren”, “Pis
şeyleri haramlaştıran”, “Ağır yükleri ve zincirleri kaldıran”.
158. ayette dikkatlerden kaçırılmaması lâzım gelen husus, tüm insanlığa sesleniliyor olmasıdır.
Bir önceki ayette nitelikleri ve görevi açıklanmış olan peygamberimize
inanılmasını, yardım edilmesini ve destek verilmesini isteyen Rabbimizin
bu ayette tüm insanlara seslenmesi, elçisinin belli bir kavme, belli
bir yöreye değil, tüm insanlara gönderildiği anlamına gelmektedir.
Nitekim Kur’an’ın ilk ayetinden son ayetine kadar peygamberimizin muhatabı; tüm insanlıktır.
Geçmiş peygamberler ise hep belli bir yöreye veya belli bir kavme elçi
olmuşlardır. Buradan da, İslâm dininin Araplara özgü bir din olmayıp,
tüm insanlığın dini olduğu sonucu çıkmaktadır.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
HAKgelenek Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 611
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Abdullah16 Yazdı:
ALAK SÜRESİNİN İLK BEŞ AYETİNİN FARKLI
BİR AÇILIMI   ;   ;   ;   ;   ;   ;
Kıymetli arkadaşlar ilk indiği genel kabul
gören Alak Süresinin ilk beş ayetini size kelime kelime
giderek açıklamaya çalışacağım.Ramazan hediyesi olarak
kabul ederseniz sevineceğim:
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:ESİRGEMESİ VE
BAĞIŞLAMASI BOL OLAN ALLAH'IN TANIMLAMASIYLA,
AÇIKLAMA: 113 sürenin başında yer alan
besmelenin 'Bismi' kısmını "tanımlaması ile" olarak
çevirdik.Yüce Allah,yarattığı insana öncelikle isimleri
öğrettiğinden bahseder.12/40 ayeti ataların
isimlendirmesinin boş olduğunu ve Allah'ın onlar hakkında
bir sultan indirmediğini bildirir.
Türkçede de kullanılan isim de üç öge
vardır:Tanınan-Tanıyan ve Tanıtan.Her varlık için geçerli
olan bu üç unsura göre bütün varlıklar tanınan,insan
tanıyan ve Allah 'ta tanıtandır.Bundan dolayı biz her
üçünü de kapsayacak olan Tanımıyla veya Tanımlamasıyla
ifadesini ismin kök anlamı olarak belirledik.
1.AYET:İkra' bismi Rabbikellezî halak:Yaratan
Rabbinin tanımlamasıyla oku.
AÇIKLAMA:buradaki oku emrinde neyin okunması
gerektiği yani nesne belirtilmemektedir.Ancak
yaratan,Rabb ve tanımlamasıyla ifadeleri kendi içinde
şöyle bir anlam bütünlüğüne kavuşturulunca okunması
gereken netleşmektedir:
Yaratan'ın yarattığı nedir?Bütün
varlıklar.Hangi sıfatıyla birlikte yaratmaktadır?
Rabb,yani varlıkları aşama aşama,yavaş yavaş,öğrete
öğrete en iyiye ulaştıran terbiye edici sıfatıyla.İşte
biz, bütün varlıkları en güzel şekilde terbiye eden
Rabbimizin tanımladığı şekilde okuyacağız ve
tanımlayacağız.
Yani biz bütün varlık kategorilerini,bizim için
bilinip tanınması gereken herbirşeyi ;
Yani
insanı,tabiatı,Kur'anı,salatı,orucu,zekatı,cenneti,cehenn
e mi ,melekleri..elhasılı bütün varlıkları Rabbimiz Allah
nasıl bize tanımlayıp öğretmişse o şekilde tanımlamaya
çalışacağız.Niçin?Çünkü biz yalnızca O'nun kulu ve
kölesiyiz.Çünkü Onun tanım ve tanımlamalarında bir
ağırlık,bir sultan vardır da ondan.
Bu durumda evet biz varlıkları okuyacağız.Ama
yalnızca rabbimiz Allah'ın bize öğrettiği ya da
öğreteceği biçim ve şekilde olmak şartıyla
okuyacağız.Okumak nedir?
Kur'anda okuma ile ilgili ayetler genelde bir
eyleme bir davranışa dönüştürme şeklinde
kullanılır.Örneğin ''Kur'andan kolayınıza geleni
okuyun..''ayetini ele alalım.Kur'anda okunması zor olan
bir ayet ya da süre yoktur.Fakat yaşanması zaman
gerektiren yada güç ve ağır olan ayetler vardır.
Bundan dolayı bizlere Kur'anda olup ta
yaşanması daha kolay olan hükümler de bildirilmiştir.Biz
bunlardan kolay olanı seçme serbestliğine de
sahibiz.Dolayısıyla okuma emrinin doğrudan hayatta
uygulamayla(pratik yapmakla) bağlantısı vardır.
Bunun için bizim bütün Kur'ani
okumalarımızın ve Rabbimizin bize öğrettiklerinin
hayatımızda ve düşüncelerimizin değişmesinde etkili
olması zorunludur.
Salt anlamadan kuru kuruya okumanın da bu
açıdan ne sevabı ne de bize bir kazandırdığı vardır.
Evet arkadaşlar 1. ayet hakkında yazacaklarım
bunlar.Sizden ricam bunları okuduktan sonra aklınızda
tartıp katıldığınız ve itiraz ettiğiniz noktaları
belirtmenizdir.İnşallah diğer ayetleri sizin
yorumlarınızı aldıktan sonra yazmaya çalışacağım.
Sözü dinleyip en güzeline uyan herkese selam.
|
|
|
__________________ Nahl.6:Bir güzellik de vardır onlarda sizin için: Sabah saldığınız sırada, akşam topladığınız sırada. Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrehûn
|
Yukarı dön |
|
|
HAKgelenek Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 611
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
abdullah yazdı:))
2.AYET:Halake'l insâne min alak.=(Allah)insanı bağımlı
ve muhtaç olarak yarattı.
AÇIKLAMA:1. ayette Yüce Allah,varlıkları kendi
ismiyle,yani tanımladığı şekilde okumamızı bizden
istemişti.Şimdi bu ayette ise bize okumamızın bizim
açımızdan sebebi açıklanmaktadır.Ayette geçen alak
kelimesi'nin öz anlamı''Bir yere asılı kalan,kendi başına
varolamayan''demek olup buradaki anlam iki ayet
arasındaki bütünlüğü sağlayacak bir anlam olmalıdır.Eğer
şu andaki meal ve tefsirlerin anlamını verecek olursak
ayetler arasındaki bütünlük ve insicam
sağlanamayacak,üstelik ilk ayetlerde embriyonun ne işi
var denilecektir.
Evet,alak ifadesi diğer ayetlerde hep embriyo
anlamında kullanılmıştır.Fakat orada hemen ayetlerin
devamında insan yaratılışının diğer aşamaları da
zikredilirken burada salt alak kelimesi vardır.Bundan
dolayı bu kelimenin kök anlamının yani birşeye dayanıp
yaslanmadan ayakta duramamanın buraya uygun bir adı
vardır ve o da ''bağımlı ve muhtaç olmak,yaratanın
devamlı desteğine ve yardımına ihtiyaç duymaktır.''
Bir insanın yeni bir makine icat ettiğini
düşünelim.Bu makineyi icat eden kişi,icat ettiği
makinenin nelere ihtiyacının olduğunu,iyi çalışması için
ne gibi bakımlarının gerektiğini,hangi yakıt ya da
enerjinin kullanılacağını... bir broşür hazırlayıp
alıcıkişilere bildirir.İşte Allah'ın yarattığı olan
bizler her açıdan O'na ve O'nun bizim için yarattıklarına
muhtacız.Bundan dolayı O'nun bizden istediklerine
harfiyen uymak,neyi ne şekilde ve nasıl yapmamızı
istiyorsa aynen itaat edip yapmak zorundayız.
''Yaratan yarattığını bilmezmi?''ayeti gereği
bizler yaratıcımız ve terbiye edicimiz olan Allah'ın
bizim bütün ihtiyaç ve isteklerimizi bildiğini,buna göre
de bizim için bir rehber,bir kılavuz olan Kur'an
vasıtasıyla herşeyi bir ölçü ve bir kadere göre varedip
biz kullarına bu talimatlara ,ilahi uyarılara aynen
uymaktan''işitip itaat ettik ''demekten başka
seçeneğimizin olmadığını sanırım aklı ve vicdanı olan
herkes kolayca anlayacaktır.
İşte bu ayetlerin inmesinden sonra yalnızca
Allah'ı kendisinin yaratıcısı ve tek gerçek terbiye
edicisi olarak görüp Allah'a teslim olan bir avuç hanif
Mekke oligarşik yapısını ve şirk düzenini sarsarak
Allah'ın isimlendirmesinde(tanımlamasında)var olan
Sultan'ın ağırlığını herkese hissettirmiştir.
Bu sultan konusunda yeri gelmişken şöyle bir kıyas
yapmaya ne dersiniz?:
Düşünün ilk ayetlerin inmesiyle kısa sürede zulmün
temellerini sarsan hanifleri destekleyip onları sultan
ile destekleyen Allah'ın gaybi yardımını.
Ve yine düşünün Allah'ın tanımlamasının dışına
çıkarak beş vakit namaz kılıp yüzbinlerce camilerde
hergün binlerce dualar ederek(!)Allah'ın yardımını
bekleyen,zalimlerin yerle bir olması için yalvaran,ama
bir avuç olan İsrail'in bile zulmünü durduramayan milyara
yakın İslam dünyasını.
İyi düşününün o zaman bütün yenilgilerimizin
nedeninin düşman değil,içimizdeki beyinsizler olduğunu
anlarsınız.
Sözü dinleyip en güzeline uyanlara selam olsun.
__________________ Nahl.6:Bir güzellik de vardır onlarda sizin için: Sabah saldığınız sırada, akşam topladığınız sırada. Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrehûn
|
Yukarı dön |
|
|
HAKgelenek Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 611
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Abdullah16 Yazdı:
Kur'an ayı hürmetine
başladığımız Alak süresinin beş ayetinin açıklamasına
yeterli talep gelmemesinden(okuma anlamında değil
de,değerlendirme anlamında)dolayı devam etmek
istememiştim.Ancak bazı arkadaşların ricası ve yarım
kalan bir işi bitirme düşüncesiyle açıklamayı tamamlamaya
çalışacağım.
3.AYET:İKRA' VE RABBUKEL EKREM:Oku,ki rabbin en
büyük kerem sahibi olandır.
AÇIKLAMA:İlk iki ayette biz insanların muhtaç
ve bağımlı olmasından dolayı,Yaratan rabbimizin
tanımladığı şekilde varlıkları okumamız,tanımamız
istenmişti.Bu ayette konuya pekiştirme yapılmakta ve hem
ekrem hem de rabb sıfatları da burada
zikredilmektedir.Niçin?
Çünkü bu iki sıfat,eğitim ve öğretimle
ilgilidir.Rabb kelimesi,varlıkları en alt seviyeden alıp
en üst seviyeye çkarmak için aşama aşama terbiye edip
yetiştirmek anlamında iken,ekrem sıfatı,bu aşamaları
geçecek öğrencilere,taliblere ne kadar sevecen ve
cömertçe yaklaşılacağını ifade eden bir terimdir.
Yüce Allah burada kendisi için kullandığı bu
sıfatı 49:13'te insan için kullanmaktadır.Ancak bu
insan,Allah'ın erkek ve dişi olarak yarattığı,tanışmamız
için de ırklar,kabileler halinde varettiği insan soyunun
üstünlüğünü(ekrem oluşunu)da bu yaratılma nesnelerinden
değil de takvada arayan insandır.yani ekrem olma vasfını
kazanabilecek kişinin herhangi bir ırktan ya da cinsten
olmayı değil,Allah'a en çok yaklaştırıcı olmayı bize
kazandıran hüdaya uymayı isteyen kişi olması gerekir.(2/2
vd.)Açıkçası ırk ve cinsiyet ayrımcılığını terk
ederek,insanlara cömertçe bilgisini ve eylemlerini adayan
herkes potansiyel olarak ekrem olmaya yakındır.
4.AYET:ELLEZÎ ALLEME BİL-KALEM:Ki o,kalemle
(yazmayı)öğretendir.
AÇIKLAMA:Kerem olan rabbin adeta bir öğretmen
gibi talip olan herkese satır satır yazmayı(Kalem
süresinin ilk ayetlerine dikkat),tanım ve tanımlamalarını
peyderpey öğretecektir.Neyi?
5.AYET:ALLAMEL-İNSANA MÂ LEM YA'LEM:İnsana
bilmediğini öğretti.
AÇIKLAMA:İnsana bilmediği ya da yanlış bildiği
herşeyin doğrusunu öğretecektir.Ayetteki fiilin geçmiş
zamanlı olması,bu vahyin öncekilere de bildirildiğinin
bir işareti olarak anlaşılabilir.Elhasılı bu ilk beş
ayette Yüce Allah,öğrencilere kendisini,metodunu ve
neleri anlatacağını bildiren bir öğretmen konumunda olup
adeta şunları söylemektedir:
''Yaratıcı rabbiniz,yegane öğretmeniniz olan
ben sizden öncekilere öğretip tanıttığım gibi 'Rabbiniz
olan beni ,iyiliği,kötülüğü,ahireti,hayatınıza yön
vermeyi,bana nasıl ve ne şekilde teslim olacağınızı,hangi
eylemlerinizin kötü ve zararlı,hangilerininse iyi ve
faydalı olduğunu....'size tanıtıp bildireceğim.Bundan
dolayı aceleci davranmadan benim öğretilerimi adım adım
takip edin.Size neyin nerede lazım olacağını gerektiği
kadarıyla size bildireceğim''.
Böyle bir açıklamayı bana nasip ettiği için
Allaha hamd eder,sözü dinleyip en güzeline uyan herkesi
selamlarım. |
|
|
__________________ Nahl.6:Bir güzellik de vardır onlarda sizin için: Sabah saldığınız sırada, akşam topladığınız sırada. Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrehûn
|
Yukarı dön |
|
|
|
|