Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Aşağıya farklı bir bakış açısı olarak İhsan Eliaçık Beyin yazısını alıntılıyorum.
Çokeşlilik ne Allah’ın bir emri, ne de verdiği bir ruhsattır. Ruhsat sıkışana verilir. Buradaki sıkışma erkeklere yönelik “bekârlığın canlarına tak etmesi” veya “tekeşle yetinememeleri” değildi
"Öksüzlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız hoşlandığınız kadınlardan ikişer, üçer, dörder evlenin. Eğer haksızlık yapmaktan korkuyorsanız tek, ya da sahibi olduğunuz esir kadınlardan birisi ile evlenin. Bu, ilâve yapıp durmamanız bakımından daha hayırlıdır." (Nisa; 4/3)
Bu ayet taaddüd-ü zevcât (çokeşlilik) ayeti olarak meşhurdur. Kimilerine göre burada Cenab-ı Hak, mümin erkeklere çokevliliğin yolunu açmakta, hatta buna teşvik etmektedir. Çünkü onlara göre açıkça ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder evlenin deniyor. Hatta bazılarına göre bunları birbiriyle çarparsanız, dörtkere dört onaltı; onaltıya, yirmi dörde, okuz ikiye kadar bile yol veriliyor…
Acaba öyle mi? "İkişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder evlenin" mi deniyor, yoksa "Dörder dörder, üçer üçer, ikişer ikişer, hatta teke kadar (indirerek/azaltarak) evlenin" mi deniyor? Yani giderek "artma" mı yoksa "azalma" mı amaçlanıyor?
Bunun cevabı gayet basittir. Çokeşliliğin yoğun, yaygın ve bundan kaynaklanan kimi haksızlıkların da olağan sayıldığı bir topluma ne denmesi gerekirse onu diyor. Kadın-erkek ilişkilerinde, tarih boyunca mağdur olan, durumu kötü olan taraf kimse onun için ne yapmak gerekiyorsa onu yapıyor. Mahrumu, mazlumu, mağduru koruma ve kollamayı misyonu belleyen bir hitap, bu konuda ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylüyor.
Siz bana olayda mahrumun, mazlumun ve mağdurun kim olduğunu söyleyin, Kuran'ın olay hakkında inen ayetleriyle kimi savunduğunu buradan çıkaralım.. O günkü toplumda mahrum, mazlum ve mağdur durumda olan kimdi? Erkekler mi kadınlar mı? Efendiler mi köleler mi? Zenginler mi yoksullar mı? Kabile ağaları mı, kabilesizler mi? Önce bunu tespit edelim, gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. *** O günkü toplumda Arap erkeklerinin kimi "bir adamın içinde iki kalp olabileceğini göstermek için" yani "Erkek dediğinin birçok kadını, cariyesi, malı, oğulları olur. Tek kadını olan da erkek mi yani, hele hiç kadını olmayan adamdan sayılmaz" türünden kof erkeklik böbürlenmesinden dolayı, kimi dullar, yetimler, sahipsiz kızlar vs. açıkta kalmasın diye, kimi de tipik bir ekvator kuşağı Arap örfü olarak zaten çokeşliydi. Ayetler geldikten sonra giderek azalma hatta teke indirme yönünde gelişme olduğunu görüyoruz.
Kuran'ın hitap çevresi, daha çok ekvator kuşağı ikliminde görüldüğü gibi "poligaminin" (çokeşlilik) yaygın olduğu bir toplumdu. Kadınların durumu çok kötüydü. Alınıp satılıyorlar, bırakın mirastan pay almayı kendilerine mirasçı olunuyordu. Boşanmış bir kadının üzerine paltosunu (gömleğini, entarisini, şalvarını) atan erkek onu "kapatmış" sayıyordu. Bırakın şahitliği, evlenirken de boşanırken de onlara bir şey sormak zül addediliyordu. Onlarla evlenmenin ve boşanmanın sınırı yoktu.
Mekkedeki 7-8 büyük tefeci bezirgan (Kâbe çetesi) şehrin kaderine el koymuştu. Kâbe'nin arka sokaklarında lüks genelevleri işletiyorlardı. Gariban Mekkelilere faizle borç veriyorlar, ödeyemeyenin karısına kızına el koyuyorlardı. Onları açtıkları gayet lüks döşenmiş fuhuşhanelerde Yemen'den, Habeş'ten, Mısır'dan, İran'dan vs. gelen zengin tüccarlara sunuyorlardı. Kimi Mekkeliler de ileride bunların eline düşmesin diye çocuğu kız olunca diri diri toprağa gömüyordu. Bu şekilde Mekke'de insanlık dışı, vahşi bir düzen/iktidar (Yeda Ebu Lehep) vardı ve büyük bir dram yaşanıyordu.
Mekke'nin sokaklarında "Ebu Lehep'in iki eli kurusun (Kahrolsun Ebu Lehep iktidarı, kahrolsun!) sesleri yankılanmaya başlayınca, "Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü?" diye bir soru ortaya atılınca, bu dramı yaşayanlar, bu düzenin mağdurları bir anda bu sese doğru koştular. Bu sesi yükselten Hz. Muhammed'in (s. a.v) etrafını sardılar. Kılıçlarını çekip arkasında saf bağladılar. Etrafında toplananların daha çok gençler, kabilesizler, yolu kesilmişler (ibnu's-sebil), tefeci bezirgânlara borçlandırılmışlar, köleler, kadınlar, kızlar vs. olması bu nedenle gayet anlaşılabilirdir.
Aynı düzenin bir benzeri Medine'de de vardı. Münafıkların başı İbni Selül'ün bir cariye pazarı vardı. Buradan kazandıkları paralarla müşriklere malî destek sağlamaktaydı. Medine'ye gelen yoksul muhacirler bir ara buna özenince şiddetle eleştirildiler. Öyle ki kadınları fuhşa zorlayanlar hem sert bir şekilde eleştirildi hem de fuhuş mağdurlarına sahip çıkıldı. Evet, yanlış duymadınız, Kuran istemediği halde zorla fuhşa zorlanan, Mekke ve Medine'nin bugünkü tabirle "fuhuş mafyasının" elinde kıvranan kadınlara bile sahip çıktı!
"Dünya hayatının geçici zenginliğini kazanacaksınız diye, sakın namusuyla yaşamak istediği halde elinize düşmüş esir kadınları fuhuş yapmaya zorlamayın. Her kim onları fuhuş yapmaya zorlarsa Allah, kendilerine zorla yaptırılan bu işten dolayı onları bağışlayacak, sevgi ve merhametine alacaktır; bundan hiç şüpheniz olmasın" (Nur; 24/33). Rivayete göre bu ayet, eline düşen esir kadınları fuhuş sektöründe çalıştırarak para kazanan İbni Selül'ün "köle ve cariye" pazarını kapattırmak için nazil olmuştu. (Razi, İbni Kesir, Kurtubi).
Kadınların son derece kötü durumlarını düzeltmek için işe buralardan giren Kuran, evlenme, boşanma, miras vs. konularında da büyük reformlar yaptı. Doğrusu Kuran ayetlerinin inişi sona erdiğinde, yani yirmi üç yılın sonunda bu işten tabiri caizse en kârlı çıkan kadınlardan başkası değildi. Çünkü Kuran'daki bütün kadınla ilgili ayetler onlara ya bir hak veriyor, ya da koruma ve kollama amaçlı hükümler ihtiva ediyordu. İşte çokeşlilik ayetini de bu çerçevede düşünmek lâzımdır. *** Olayı iyi anlamak için ilk muhataplarının bu ayetten sonra ne yaptıklarına bir bakalım.
Bütün rivayetler bu ayetten sonra sahabe arasında evlenme olaylarının ikişer, üçer, dörder "arttığını" değil tam tersi "azaldığını" göstermektedir. (Kurtubi, İbn Kesir, Razi).
Bu ayetten sonra neden çokeşlilik olaylarında değil de, giderek ikişer, üçer, dörder boşanmalarda artış olmuştur? Çünkü sahabe bunu çokeşliliğe teşvik olarak anlamamıştır. Bilakis az önce geçtiği gibi zaten çoğu çokeşliydi. Yani çokeşli olmaktan çekinen yoktu ki üstüne üstlük bunu teşvik için ayet gelsin. Zaten öylelerdi çoğu. Tam tersi "Cenab-ı Hak bu kadar çokeşli olmamızı istemiyor, az eşli olmamızı, hatta teke kadar indirmemizi; bizim için hayırlı olanın bu olduğunu söylüyor" diye anlamışlar ve dörder, üçer, ikişer… azaltmak suretiyle evliklerini sürdürmüşlerdir.
Demek ki ayetin sevk yönü, çokeşliliği teşvik değil çokeşlilikten sakındırma, en azından dörde, üçe, ikiye hatta sonuçta "teke" indirmek yönündedir. Yani genellikle tekeşli evliliklerin olduğu bir toplumda giderek ikiye, üçe, dörde kadar çoğalma değil, zaten çokeşliliğin yaygın olduğu bir toplumda giderek dörde, üçe, ikiye hatta bire kadar azalma amaçlanmaktadır…
Ayetin sonundaki [zalike edna taulu] ifadesinin çoğu meallerde geçtiği gibi "Arzularınızın çoğalıp taşmaması (azmamanız) için bu daha uygundur" değil, "Eşlerinizi çoğaltıp artırarak haksızlıklara yol açmamanız için bu daha uygundur" şeklinde okumak bu nedenle bağlama uygun düşmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki ayetin sonunda geçen [taulu] ifadesi taşmak, azmak (u'luv) anlamında değil, ek, katkı, ilâve, artma, çoğalma (ı'lave) anlamımda kullanılmaktadır (Şafi). Yani yeni eş ekleme, ilâve yapma, bu konudaki çoğalma kastedilmektedir.
Şu halde ayette denmek istenen, Razi'nin nakline göre İkrime'den gelen sebeb-i nuzül bilgilerini de katarak yorumlarsak şudur: "Ey iman edenler! Sayı sınırı olmadan birçok eşle ve yetimlerle birlikte yaşadığınız görülüyor. Bundan kaynaklanan sorunlar yaşıyorsunuz. Kendi mallarınız yetmeyince eşlerinizi geçindirmek için yanınızdaki yetimlerin mallarına göz dikiyorsunuz. Üst üste evlenmekten, eş üstüne eş ilâve etmekten dolayı sıkıntıya giriyor, hem eşleriniz arasında haksızlık yapıyor, hem de yetimlerin mallarını alıp eşlerinizin geçimine harcamaya kalkıyorsunuz. Eğer hem eşlerinize hem de yetimlere haksızlık etmek istemiyorsanız, eşlerinizin sayısını azaltarak; dörde, üçe, ikiye hatta bire indirerek evlenin. Eğer adaletsizlik yapmak istemiyorsanız böyle üst üste evlilikleri çoğaltıp durmaktan uzak durun. Münasip gördüğünüz, size uygun birisi ile veya savaşta esir aldığınız kadınlardan birisi ile evlenin. O zaman sakıntıya girmez, dolayısıyla evlendiğiniz bu kadar çok kadını geçindirmek için yetimlerin malına dadanmaktan vazgeçersiniz (Razi; İkrime). Bu durum, çoğalıp durmaktan, üst üste kadın almaktan, yani çokeşli olmanın getireceği haksızlıkları giderme bakımından sizin için daha uygundur…" (İ. Eliaçık; Yaşayan Kuran/ Türkçe meal-tefsir/Nisa suresi) *** Görüldüğü gibi Kuran'ın bu ayetini "çokeşliliğe ruhsat" hatta "teşvik" olarak anlayanlar yanılıyorlar. Burada ruhsat verildiği filan yoktur. Çünkü konu erkeklerin "tekeşle yetinememe" sorununu çözmeye yönelik değildir. Zaten böyle bir sorun da yoktur. Ayetin ilk muhatapları zaten bol bol evlenmişlerdi. Bu ayet indiğinde zaten sahabelerin çoğu, her biri tipik bir Arap erkeği olarak çokeşliydi.
Bilakis ayetin iniş sebebi bu tür evliliklerden doğan sorunları çözmeye yönelikti. Bunlardan en önemlisi de, yukarıdaki İkrime rivayetinde geçtiği gibi çokeşli bir adamın, eşlerini geçindirmek için yanındaki yetimin malını yemesiydi. Bunun için "Eğer tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemekten korkmak diye bir derdiniz varsa, o düzine düzine aldığınız eşlerinize harcamak için yetimin malına el uzatmayın, o çok hoşlanarak evlendiğiniz kadınların sayısını azaltın, hatta bire indirin, evlilikleri böyle yapın" denmek istendi.
Yani ortada dullar ve yetimler kalmış da, bunları ne yapacağız diye sahabe kara kara düşünmüş de, ayet imdatlarına yetişerek onlara çokeşlilik yolunu açmış değildir. Bunlar zaten yapılmıştır. Ortada kalan dullar ve yetimlerle zaten evlenilmiştir. "Arap" bunu zaten yapmaktadır. Ayet bunlar yapıldıktan sonra geliyor ve bunların yarattığı sorunları çözmeye yöneliyor.
Demek ki üzerinde titrenen, erkeklerin "tekeşle nasıl yetinecekleri" sorunu değil, kadınların, öksüzlerin, yetimlerin, kimsesizlerin, ezilenlerin, mağdurların sorunlarının nasıl çözüleceğidir, yani hak ve adalet sorunudur. Kuran bunu gördüğü an âdeta otomatikman harekete geçen virüs programı gibi çalışıyor ve her şeyde ısrarla bunu arıyor. Kuran'ın bu ruhunu anlamayanlar, tabiî ki ellerini sıvazlayarak çokeşliliğe "ruhsat" yorumları yapacaklardır.
Şu halde çokeşlilik ne Allah'ın bir emri, ne de verdiği bir ruhsattır. Ruhsat sıkışana verilir. Buradaki sıkışma erkeklere yönelik "bekârlığın canlarına tak etmesi" veya "tekeşle yetinememeleri" değildi. Dullar ve yetimler ortada bekliyor da değildi. Zaten onlarla evlenilmişti. Yanlarına da yetimleri almışlardı ve yetimlerin mallarını alıp eşlerine harcıyorlardı. Yani o günkü erkekler "elini sallasa ellisi" kadın bakımından gayet rahattılar. Ne ruhsatı?
Bilakis olayda Allah'ın emrinin, çokeşlilere yönelik olarak, kadınlar arasında adaletsizlik yapmamaları, haksızlıklara yol açmamaları, bunun için de ikişer, üçer… azaltarak, hatta bire kadar indirerek evlenmeleri olduğu anlaşılıyor. Ayet, bu durumda olanlara sesleniyor. Zaten bire indirmiş olanlar maksadı gerçekleştirmiş olacağından geriye dönmelerine gerek var mı? *** Demek ki Mekke ve Medine'de durumları çok kötü olan kadınların durumunu iyileştirmek için Kuran peş peşe büyük reformlar yaptı. Reform ve değişimin dinamiklerini ateşledi.
Çünkü binlerce yıldır birikmiş yığınla sorun vardı. Bunları 23 yıl gibi kısa bir sürede çözmek mümkün değildi. Bunun için, bu işin yani başta kadınlar olmak üzere toplumda kötü durumda olan, ezilen, mağdur edilen herkesin davasına sahip çıkmanın; hak ve adalet davasının, işte bu gibi devrimci adımlarla süreceğini düşünerek, o günkü çağ ve toplumda temel ilke, değer ve ölçüleri verdi.
İlk örnekliğini de indiği toplumun ve çağın verilerini kullanarak gösterdi. Tarihin belirli bir zaman ve mekânında yaşayan ve şu anda hepsi toprak olup gitmiş bir halkı çekirdek olarak ele alıp, bütün çağlar için geçerli temel insanlık değerlerinin neler olacağını ve bunların hangi yol ve yöntemlerle çözüleceğine dair bir "okumada" bulundu..
Bu okumayı her aşamasında yönlendiren metinlerin bir araya getirilmesine de bu nedenle "okunanlardan toplanan" manasına gelen "Kuran", bu okumayı yapan Hz. Peygamber'in ilk örnekliklerine de "sünnet" dendi.
Benim bu okuma ve örneklikten anladığım, Kuran bir iş başlatıyor, arkasının gelmesini, sürdürülmesini bizden bekliyor. Sorunların nasıl çözüleceğine dair perspektif verip bunun ışığında yürümemizi istiyor. Hz. Peygamber'in son hitabesinde (veda hutbesi) "Burada bulunanlar bulunmayanlara bunları anlatsın, belki onların içinden daha iyi anlayan çıkar" demesi bundan olmalıdır. Ben bunu muazzam bir devrimci yönlendirme olarak anlamaktayım.
Demek ki Kuran'ın çokeşlilik konusunda verdiği perspektifin, tıpkı "tek bir özden iki eş varedilerek" (Nisa; 4/1) varlık sahnesine çıktıkları gibi, insanların çifter çifter (bir erkek bir kadın) evlilikler yapması, birbirinin üzerine titreyen (qavvam), şahsiyet, nezaket ve nezafet sahibi eşler olunması, bunlardan erdemli (hayırlı), dürüst (müstaqim), güzel ahlâk sahibi (muhsin) nesiller yetişmesi, aile kurumunun bu şekilde erdemli ve dürüst nesiller yetiştiren ocaklar haline getirilmesi yönünde olduğunu söyleyebiliriz.
Kuran'ın bu perspektifi esas alarak ileriye gideni geriye, geride kalanı ileriye, yukarı çıkanı aşağıya, aşağıda kalanı da yukarıya çekmek istediğini görüyoruz. Matematiksel ifade ile +10'da olana da -10 da olana da "1" gösteriliyor.
İlk hitap çevresini bu perspektifin hayli gerisinde bulmuş olması, tabiri caizse devrimin bütün hedeflerinin gerçekleşmesinin 23 yıla sığmamış olması, onun böylesi bir hedefe yöneldiğini söylememize engel değildir. Dahası bu hedefe doğru yürümemize mani bir şey yoktur.
Bu tür ayetlerle çokeşlilik furyasının önüne geçmeyi amaçladığına dair bir başka kanıt da bizzat Hz. Peygamber'in evliliklerine müdahale edilmesi, sınırlandırılmasıdır. "Onbir eşi olmanın neresi sınırlandırmadır?" denilebilir. Evet, buradan bakılınca öyle görünüyor. Ama unutmayalım ki Hz. Muhammed giyimi kuşamıyla, sosyal hayatıyla, evlilikleriyle tipik bir Arap erkeğiydi. Ve onun evliliklerine "Bunlardan başkasıyla daha evlenemezsin, bunları değiştiremezsin, senden boşanırlarsa başkalarıyla da evlenemezler" (Ahzap 29/50-53) denilerek açıkça müdahale edilmiş, yönlendirilmiştir. Burada önemli olan müdahaledir, yönlendirmedir; bunun hangi sayıda kaldığı değil. Müdahalenin yöneldiği "hayırlı olan" teke doğru gidiş 23 yıla sığmamış olabilir. Bu müdahale ve sınırlandırmalarla ne yapılmak istendiğine dair yorumu, "Ehl-i Beyt kimdir?" başlıklı yazıda bir başka açıdan ele almıştık.
Keza Kadı Abdülcebbbar (öl. 415/1025) gibi birçok âlim güç yetirilemeyenin emredilmeyeceği (teklif-i mala yutak) ilkesi gereğince, erkekler için çokeşliliğin "Aralarında adaleti sağlamaya asla güç yetiremezsiniz" (Nisa; 4/129) denilmekle teklif olmaktan çıktığını söylemişlerdir.
Öyle ya, her camide genellikle yatsı namazlarından sonra okunan "âmene'r-resulu" aşrında böyle dua etmemiz istenmiyor mu;
"Ey Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi hesaba çekme. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme. Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma. Günahlarımızı affet, bizi bağışla, sevgi ve merhametini eksik etme üzerimizden. Yâr ve yardımcımız Sensin, kâfirler güruhuna karşı bize yardım et…" (Bakara; 2/286).
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|