Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Gerçeği
arayanlara ve onu arzulayanlara selam olsun…
Haktansapmaz yazdı:
Namazı bir ibadet olarak bilenler, Allah’ı diğer ilahlara
benzettiklerinin farkında değiller.
Onlar, Allah’ın huzuruna çıktıklarında ( namaz mü’minin miracıdır(!) )
saygılarını/ O’na bağlılıklarını göstermelik olarak ifade etmiş olduklarının
farkında değiller. Allah’tan başka ilahlara tapanlar, onlara olan saygı ve
bağlılıklarını onların huzurunda olmadan ifade edemediklerinden böyle
göstermelik saygılara gereksinim duyarlar. Ama Allah, hiç diğer ilahlara benzer
mi? O her yerde, her zaman ve her durumda kulunun yaptıklarını, yapmadıklarını-
düşündüklerini, düşünmediklerini görüp izlemektedir. Diğer bir deyişle, kul,
her zaman Allah’ın huzurundadır, hiçbir zaman huzurundan çıkamaz ki, O’na
göstermelik saygı ve bağlılığını ifade etme gereğini duysun.
Allah,
insanların şekil ve kalıplarına bakmaz.
Hala mı
akletmeyecekler?
Genellikle
foruma katılanlar birbirlerinin kabul etmedikleri sözlerini alıntılayıp karşı
görüşlerini yazarlar. Ama ben aksini yapacağım. Sayın Haktansapmaz size ait bu
alıntıda özellike de kalınlaştırdığım kısım benim duygularıma tercüman olmuş
durumda. Ancak bu kadar kısa ve net ifade edilebilirdi.
Şimdi ben biraz
daha ileri gideceğim: Allahı diğer ilahlara benzetme sadece bununla sınırlı
değil:
Varsayalım bir
çiftliğiniz ve çiftliğinizde koyunlarınız v.s. var. Benim de sizin
çiftliğinizin yanında başka bir çiftliğim var. Şimdi gelip sizin
koyunlarınızdan birini kessem ve size birazını hediye (?!!) etme cüretinde bulunsam
nasıl karşılarsınız. Demek istiyorum ki sizin malınızdan size pay çıkarmak
yerine kendi çiftliğimdekilerden size pay çıkarmam gerekmez miydi?
Esas konumuza
dönecek olursak ve biraz da benzetme yaparak, şu soruyu kendimize sormamız
gerekir:
Gerçekte var
olan tek bir sahip varken ve herşey onunken bizler yüzyıllardır,
binyıllardır kimin malından kime pay çıkartıyoruz?… (EN’AM 136)
Nasrallah25 yazdı:
Selamun Aleykum;
Arkadaşlar yazdıklarınızı düşünüyorum ve bazı cümleler çok
uçuk geliyor bana. Kuranda namaz neden teferruatlarıyla açıklanmamış bir
bilmeceye dönüşmüş diyen kardeşime sesleniyorum.
1-Kuran her ibadeti her ameli teferruatıyla açıklamaya kalksa
her halde denizler mürekkep olsa ağaçlar kalem olsa yinede bitmez.Bu günkü
fıkıh kitaplarını göz önüne alırsak bu dediğim daha iyi anlaşılacak.Amel ve
ibadetlerin teferruatlaru için binlerce fıkıh kitabı yazılmıştır.Ozaman
bunların hepsi kuranda madde madde belirtilmiş olması lazımdı.
…
…
Bu
şekilde düşünen arkadaşlar lütfen kendinize şu soruyu sorun:
Hangi kuvvet size kur’anda olmayan bir şey
gördüğünüzde
“bu kur’anda olmadığına göre yoktur,
sahtedir”
dedirtmek yerine;
“detayları kur’anda bulamıyoruz bu yüzden kur’an
yetmiyor beraberinde hadis-sünnet-rivayet yönümüzü belirler”
dedirtiyor. … Hangi kötü kuvvet yaptırıyor bunu?
Siz
bu ayetleri nasıl anlıyor sunuz? EN’AM 38, 114, 115; KEHF 54; RUM 58; HUD 1;
NAHL 89.
Bu formun geçmiş sayfalarında bir arkadaşımız “bizi
ayrıntılara boğmayın” dediği için ve de salatın, namaz olmadığını söyleyen arkadaşlar
zaten yeterince teknik ayrıntı vermelerinden dolayı ben de teknik ayrıntılara
girmedim. Ama madem hem taraf olanlar hem muhalif olanlar teknik detaya giriyor
o zaman bende teknik detaya gireceğim.
Sadece salat-namaz meselesinde değil esasen ortaya çıkan
hemen hemen tüm tartışmaların bir türlü nihayetlenememesinde, devamlı sil
baştan yapmasında kişinin kendi öz dilinde kur’anı anlamlandıramamasının;
onun anlamını kendi dilinde karşılayamamasının payı çok büyüktür.
Ana dili Arapça olanların da daha iyi durumda olduğu
söylenemez. Onlar da kur’an Arapçasına yada 1400 yıl öncesinin Arap
Yarımadası Arapçasına hakim değiller. Semantik değişimler sadece Arapça
bilmeyenlerin değil onların da başını yemiş durumda. Başlarını yedi diyorum
çünkü çeviri yapanlar hep şöyle diyorlar: “Bu kelimenin lügat anlamı bu; terim
anlamı şu…” Terim anlamının içinde tevâtür var; lügat anlamında ise yok.
Çünkü kur’anın indiği dönemdeki anlamlar veya bizim kur’anı bu kelimelerin
anlamları ile anlamaya çalışmamız tevâtürü dışlar. Daha açık bir deyişle
istenmeyen bir anlam ve bu anlamı karşılayan kelime neden kur’an da kullanılmış
olsun? Muhakkak ki kur’anın indiği dönemdede yanlış kullanımlar veya anlamı
sapan kelimeler vardı. Bu her zaman her dilede olabilen bir şey. Kur’an inadına,
yanlış kullanılan bu kelimeleri kullanıp “…siz bunun anlamını bilmiyorsunuz.
Atalarınız bu kelimeyi şu şu amaçlarla kullanırdı. İşte bak doğrusu bu. Bende
bu doğru anlamıyla kullanıyorum…” mu dedi? O gün için yanlış kullanılan
kelimeleri doğrultmakla falan uğraşmadı. Herkesin müştereken aynı anlamı
yüklediği kelimeler kullanıldı. Nereden mi biliyorum? Tabi ki kur’an dan
seziyor, anlıyorum, biliyorum. Hatta öyle kolaylaştırdı ki örneğin hem bu günkü
madde ve enerji ayrımını bilmeyen, bilemeyecek olan eğitimsiz bedevilerin
anlayabileceği şekilde; hem de yüzlerce binlerce yıl sonra ortaya çıkacak ilim
sahiplerinin de kabul edeceği bir tasnif yapıp toprak ve ateşin dumansızı dedi.
İşte kur’an için seçilmiş kelimelerin durumlarını buradan seziyor, anlıyor ve
biliyorum.
Dolayısı ile o günkü atalarımızın
kelimelere yüklediği anlamları bulup çıkarmak bunu yaparkende ilk lügatlardan
yararlanmak hatta bununla yetinmeyip tabiri caizse kur’an lügatına bakarak
sağlamasını yapmak tevâtürü mutlak olarak dışlamak anlamına gelmez mi sayın
Aliaksoy?
Daha ilk zamanlarda semantik değişimlerin başa bela
olacağını bilginler de sezmişlerdi zaten. Bu yüzden dilbilimcileri kelimeleri
zapt altına almak için çalışmalar yapmışlardı. Bunlardan biri El-Halîl b. Ahmed
(100-175h.) olup eseri Kitabu’l-‘Ayn ilk Arap lügati kabul edilmektedir.
Yrd. Doç. Dr. İbrahim H.
Karslı’nın (KTÜ Rize İlahiyat Fakültesi), KUR’ÂN TEFSİRİ AÇISINDAN İLK ARAP LÜGATİ KİTÂBU’L-‘AYN’IN
DEĞERLENDİRİLMESİ adlı
yazısından bir alıntı:
Aynı dönemlerde Kur’ân’ı doğrudan anlamaya
yönelik, el-Ferrâ’ (v.207/822), Ahfeş (v.207/822), Ebû ‘Ubeyde (v.210/825), İbn
Kuteybe (v.276/889) gibi müellifler tarafından Me‘ânî’l-Kur’ân,
Mecâzu’l-Kur’ân, Garîbu’l-Kur’ân, Te’vîlu Muşkili’l-Kur’ân türünden
eserler telif edilmiştir. Bu eserlerin, Kur’ân’ı anlama ve yorumlama
çalışmalarında müstağni kalamayacağımız temel başvuru kaynaklarını
oluşturdukları muhakkaktır. Aksi bir durum, Kur’ânî kavramların sonraki
dönemlerde kazandıkları manalara göre anlaşılması sorununu ortaya çıkaracaktı.
Başka bir ifadeyle lafızların nüzul döneminde kazandıkları manaların zayi
edilmesi veya yanlış manalarla izah edilmeleri problemine sebep olacaktı. Ne var ki, ilk iki asırda telif edilen bu türden
eserlerin günümüzde oldukça az bir kısmının, Kur’ân’ı anlama çalışmalarında
kullanımda olduğu bilinen bir husustur. Çünkü bunlardan birçoğu, hala el
yazması halinde dünyanın çeşitli kütüphanelerinde bulunmakta, bazılarının ise
sadece isimleri bilinmekte; var olup olmadıkları hakkında her hangi bir
bilgiye sahip bulunmamaktayız.
Bk. Abdulhamid Muhammed Ebu Sikkîn, el-Me’acimu’l-arabiyye,
Mısır 1401/1980, 14.
Kaldı ki
El-Halîl b. Ahmed’in sunni düşünceye sahip olduğu ve yaşadığı yılların kur’anın
iniş yılları ile olan mesafesine bakacak olursanız bu durum bile lügatına
aldığı kelimelerin anlam isabetini yeterince garanti etmeyecektir. İşte bu
noktada salatın namaz olmadığını ortaya çıkaran arkadaşların da yaptıkları gibi
kur’an imdada yetişiyor. Kelimelerin anlamını ne kadar kaydırırsan kaydır ne
kadar saptırırsan saptır bir şekilde ortaya çıkıyor. Kur’an sözlüğü bunu ortaya
çıkarıyor. Bu bir mucize daha doğrusu ilahi kudretin eseridir.
Son olarak sayın Şiarım Kuran’ın Alak suresinin salatla
ilgili birkaç ayetinin çevirisine deyinmek istiyorum.
Onuncu ayete geçmeden evvel belirtmek isterim ki her ne
kadar Alak suresi iniş sırasında birinci sure yada en azından ilk 5 ayetinin
ilk vahiy olduğu söylenir ise de bu durum rivayete dayanmaktadır. Meşhur Hira
dağındaki mağarada inziva halindeyken Cebrail’in çıka gelmesi oku, oku, oku
diyerek nebîyi şiddet kullanarak yola getirmesi şeklindeki tutarsız rivayet
hepimizin malumudur.
Aslında bu konu bu sitenin başka bir noktasında
tartışılacak bir şey gibi görünebilir. Ama değil. Mesele olayı kendi diline
çevirme meselesi değildir. Çünkü kendi diline çevirmek her zaman tam anlamıyla
anlayabilme garantisi vermez. Çünkü dil insanın meramını yani duygularını,
düşüncelerini belirtmesi için insana verilmiş bir araçtır. Bir kelimenin bir
dildeki karşılığı tam isabetle diğer bir dile çevrilmiş bile olsa bizlerin bu
kelimeye yüklediğimiz anlam bir şekilde yanlışsa gene sorun çıkar. Dünya
kelimesi anlatmak istediğim sorun için birebir örneklerden biridir.
Kur’an arapçasında kullanılan dünya kelimesinin
karşılığı Türkçe’de aynen dünya olmasına rağmen kasıt aynı değildir. Kur’an
daki dünya kelimesi zamanda bir dilimi ifade ederken Türkçe’deki dünya bir
mekanı-yeri ifade etmektedir. Piyasada bir şekilde boy göstermiş olan bir çok
meal yazarının eserinde orijinal metinde dünya kelimesinin geçtiği yerlere
karşılık olarak gene dünya yazdığını görüyoruz. Çeviri doğru ama anlamlandırma
yanlış.
Arapça Metin
ي 614;اأَيُّهَ ا الَّذِين 14; ءَامَنُو 75; مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُو 75; فِي سَبِيلِ
ا 1604;لَّهِ اثَّاقَل 18;تُمْ إِلَى الْأَرْض 16;
أَرَضِيت 1615;مْ بِالْحَي 14;اةِ الدُّنْي 14;ا مِنَ الْآخِرَ 77;ِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَا 77;ِ الدُّنْي 14;ا فِي الْآخِرَ 77;ِ إِلَّا قَلِيلٌ
Abdülbaki
Gölpınarlı
Ey inananlar, size ne oldu da Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman
olduğunuz yerde mıhlanıp kaldınız. Âhireti bıraktınız da dünya yaşayışına mı
razı oldunuz? Fakat dünya hayatının faydası, ahirete nispetle pek azdır. *
Ali Bulaç Meali
Ey iman edenler, ne oldu ki
size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp
kaldınız? Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine
(göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.
Diyanet İşleri Meali
Ey inananlar! Size ne oldu ki,
"Allah yolunda, savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Oysa
dünya hayatının geçimi ahirete göre pek az bir şeydir.
Diyanet Vakfı Meali
Ey iman edenler! Size ne oldu
ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp
kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya
hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.
Edip Yüksel Meali
Ey
inananlar, size ne oldu ki, "ALLAH yolunda harekete geçin," dendiği
zaman yere çakılıp kaldınız? Ahiret yerine bu dünya hayatına mı razı oldunuz?
Dünya hayatının nimetleri ahiret hayatına oranla pek azdır.
Elmalılı Hamdi Yazır
Ey
iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda cihada çıkın."
denilince olduğunuz yere yığılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya
hayatına razı mı oldunuz? Fakat dünya hayatının zevki ahiretin yanında ancak
pek az birşeydir.
Ömer Nasuhi Bilmen
Ey
imân edenler! Sizin için ne var ki, size, «Allah yolunda seferber olunuz,»
denildiği zaman yere yığıldınız kaldınız. Yoksa ahirete bedel dünya hayatına mı
razı oldunuz? Halbuki, dünya hayatının metaı, ahiretin yanında pek az bir
şeyden başka değildir.
Muhammed Esed
SİZ
EY imana erişenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda savaşa çıkın” diye
çağrıldığınız zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? 59 Sonraki hayatı[n
iyiliklerini] gözden çıkarıp bu dünyadaki hayat[ın rahatlıklarıy]la mı kendinize
doyum sağlama peşindesiniz? Fakat bu dünyadaki hayatın verdiği haz ve doyum
sonraki hayatın vereceği yanında değersiz bir şeyden başka nedir ki!
Suat Yıldırım
38 –
Ey iman edenler! Size ne oldu ki “Allah yolunda seferber olunuz!” emri
verilince bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız?Yoksa âhiretten vazgeçip dünya
hayatına mı razı oldunuz?Ama iyi bilin ki dünya hayatının zevki, âhiretin
yanında pek az bir şeydir!
Süleyman Ateş Meali
Ey
inananlar, size ne oldu ki: "Allah yolunda topluca savaşa çıkın!" dendiği
zaman yere çakılıp kaldınız? ahirettense dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama
dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında pek azdır.
Şaban Piriş Meali
Ey İman edenler! Size ne
oluyor da ‘Allah yolunda savaşa çıkın!’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Ahireti
bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi ahirete
göre çok az bir şeydir.
Ümit Şimşek Meali
38. Ey iman edenler! Size ne
oldu ki, “Allah yolunda seferber olun” dendiğinde yerinize yapışıp kaldınız?
Yoksa âhiret yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat âhiretin yanında
dünya menfaati pek az birşeydir.
Yaşar Nuri Öztürk
38 Ey
iman sahipleri! Size ne oldu ki, "Allah yolunda seferber olun"
denilince yere çakılıp kaldınız. Âhiretten vazgeçip iğreti hayata mı razı
oldunuz? O iğreti hayatın nimeti âhiret yanında pek azdır.
Mavi gösterdiğim arz kelime dahi dünya kelimesine karşılık
gelmez. Ancak bu mavi kelimeyi الْأَرْض 16;atmosferini ve
ötesini ayrı tutmak kaydı ile yer küre olarak anlayabiliriz. Çünkü kur’an bu
kelimeyi kullanırken semayı hariç tutmakta. Şimdi kur’anın dünya dediği, tam
karşılığı ile önden gelen, ilk olan; ahiret dediği sonra gelen, sonraki
anlamındadır ve mekan değil zaman ifade eder. Ahiret ve dünya kelimeleri
isimleştirilmeden sonraki ve önceki şeklinde çevirilmeliydi. Böyle
isimleştirilen o kadar çok kelime varki. Allah, Rahman, kur'an....uzar gider.
Şimdi birileri “işte bak gördün mü kur’anı neden çevirmeye karşıyız” cinsinden
şeyler aklından geçirmesin. Dünya kelimesinin çağrıştırdığı anlam kaymış olduğu
sürece asıl metnide okusan aynı şey olacak. Ben varımla yoğumla kendim için
ailem için bunu yapmaya çalışıyorum. Keşke tüm zamanlar uydurma islam ilimleri
yerine bu çalışmalar yapılsaydı. Ve gene biliyorum ki salat, namazla örtpas
edilmemiş olsaydı alimler tüm emeklerini buna yoğunlaştıracaklardı. Kur’anı her
dile doğru bir şekilde çevirmeye çalışarak zamanlarını geçirselerdi belkide
büyük hac günü toplanan farklı dilleri konuşan insanlığa tanrısal mesajı
doğrulukla ulaştıracaklar; böylece belkide yeryüzünde İsa’ya, tanrının oğlu
diyen büyük kitleler olmayacaktı.
İşte böyle kardeşler…İkinci el kaynakları bırakıp meal
okumaya başlamam benim hayatımda bir dönüm noktası olmuştu. Şimdiyse söylene
gelen yapıla gelenleri akıl süzgecinden geçirip arap dilinin gramerine ve
lügatlara bakarak ayetleri anlamlandırmak ve bunu kur’anın bütünüyle test
etmeye başlamak benim hayatımın ikinci dönüm noktası oldu. Sizlerinde olmasını
dilerim…
Şimdi gelelim Alak süresine: Rivayeti bir kenara bırakacak
olursak surede anlatılan olaya bakarak değerlendirme yapmamız gerekir.
Araştırırsak eğer ikra kelimesinin kur’an kelimesi ile kökdaş olduğunu buluruz.
İkra ayette kullanılışı itibarıyla bir emir. Bu fiili kendi dilimizde
birçoklarının yaptığının aksine oku olarak anlamlandıramayız. Tekrar ediyorum
bunu oku şeklinde çevirenler feci halde yanılıyorlar.
Lügat anlamı itibarı ile ikra : bildir, ilan et,
duyur; kur’an : bildiri, ilan, duyuru anlmına gelmektedir. Bizim bir
metni gazete, roman okur gibi okumamız anlamındaki buyuru (vahiy) da kur’anda
yer almaktadır.
MÜZZEMMİL
4. Yahut üzerine biraz ekle!
Ve kur’an’ı-duyuruyu oku! tane tane ve düşünerek.
أَوْ زِدْ
عَلَيْهِ
وَرَتِّلِ الْقُرْآ 06;َ
تَرْتِيل 75;ً
Ev zid 'aleyhi ve rettililkur'ane tertîlen.
“İkra” buyruğunun anlamı bu şekilde anlaşıldığında Tanrının
ve elçisinin, çölde yaşayan, eğitimsiz, herhangi bir kitap okumayan, kitap
nedir, iman nedir bilmeyen (ANKEBUT-48, ŞURA-52) Muhammed’e kendilerini
tanıtmadan, kendisine verilen elçilik ve de habercilik görevlerini dahi tebliğ
etmeden haberin kalabalıklara ilanını istemeleri akli değildir.
10.cu ayetteki “Abden iza salle” cümlesinde ise ikame fiili kullanılmamıştır.
Dolayısıyla salatı namaz kabul etsek bile “namaz kıldığı zaman…” şeklinde
çevirebilmek için kılma fiilini karşılayan ikame fiilinin olması lazım gelirdi.
Dikkat edilirse “Namaz kılma” / “ekimus salate” ibaresinde namaz, isim; kılma,
fiil durumunda. Oysaki ayetteki salle Arapça dilbilgisi kuralları gereği 3.
erkek tekil şahısa göre çekilmiş fiil. Namaz kelimesi ise seromonik bir
ibadetin özel ismi olup fiil değildir. Ancak kılmak fiili ile bir araya
getirildiğinde eylem haline gelebilmektedir. Artık gerisini arif olan
anlasın.
|