Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
135. Yahudiler müslümanlara, "Yahudi olun ki kurtuluşa eresiniz"; turisti -yanlar da "Hıristiyan olun ki kurtuluşa eresiniz" diyorlardı. Yüce Allah, resulüne bu teklif ve telkinlere karşı şu cevabı vermelerini emretti: "Ne Yahudiliğe ne Hı-ristilânkğa uyarız; ne de başka bir dini kabul ederiz. Biz, yalnızca Hanîf olan İbrahim'in dinine, onun dininden olanlara uymuşuzdur" [430] Müşrik Araplar, kendilerinin Hz. İbrahim'in yolundan gittiklerini, kendi bâtıl itikadlannın da İbrahim'in dininin bir devamı olduğunu ileri sürdükleri için âyetin bu kısmını istismar ederek, "Muhammed İbrahim'in dinine uyduklarını söylüyor, biz de onun yekûnda düşünebilirlerdi. İste âyette yakandaki ifadenin hemen ardından, "O müşriklerden değildi" buyurulmak ve zımnen "Halbuki siz müşriksiniz" hatırlatması yapılmak suretiyle özellikle müşrik Araplar'in ileri süreceği böyle bir iddianın önü kesilmiş bulunmaktadır. [431]
Hanîf kelimesinin anlamı ve menşei konusunda gerek eski müslüman âlimler gerekse yerli ve yabancı çağdaş yazarlarca birbirinden farklı görüşler ileri sürülmüştür. [432] Müslüman âlimlerin çoğu kelimenin, "meyletmek, yönelmek" anlamına gelen Arapça "hnf' kökünden türetildiğini savunarak, "sapkınlıktan doğru yola, başka bir dinden îslâm'a yönelen" anlamına geldiğini belirtirler. [433] Taberî hanîf kelimesini çok genel bir ifadeyle, "her şeyin doğru olanı" şeklinde açıkladıktan sonra terimin çeşitli âlinılerce yapılmış değişik tanımlarını şuralar ve sonunda, "İbrahim'in dinine uyarak doğru yoldan giden, din konusunda onu kendine rehber edinen" anlamına geldiğini ifade eder. [434] Câhiliye devrinde sünnet olduktan sonra Kabe'yi tavaf edene hanîf denmekteydi. Çünkü onlar, Hz. İbrahim'in dininden sadece sünnet olmayı ve Kabe'yi tavaf etmeyi yaşatıyorlardı.
xxxx
Pardon ? Namaz nerede ? Hani namaz zaten bilinmekte idi de onun için tarif edilmemişti...
Bu adamları Allah rızası için kepaze etmek boynumuzun borcudur.
Devam edeceğim...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Müfessirlere göre âyette dolaylı olarak hıristiyanların vaftiz uygulamalarının yanlışlığına da işaret edilmiştir. Zira onlar, yeni doğan çocukları sarım tırak boyalı bir suya batırarak gerçek Hıristiyanlığa soktuklarına, onunla boyadıklarına inanırlar, Kur'an'a göre ise böyle sunî yollarla, sembolik uygulamalarla gerçek dindarlığa ulaşılamaz; gerçek iman öyle boyalı suya girip çıkmakla kazanılamaz. Gerçek iman, Allah'ın boyasıyla boyanarak, Allah'ın, yaratılışta insanın temiz fıtratına aşıladığı hak dinle bezenerek kazanılır. Allah'ın insanlığa verdiği böyle bir din ile boyanıp bezenmekten, böyle bir fıtratla donanmış olmaktan daha güzel bir şey de yoktur; hele vaftiz gibi sunî bir uygulama böyle bir dinin ve inancın yerini asla tutamaz. Ayetin ifadesine göre müslümana yakışan da kendisine ve genel olarak insanlığa bu güzellikleri bahşetmiş olan Allah'a, lâyık olduğu şekilde kulluk etmektir; bu kulluğunu bir şükran ifadesi olarak dile getirmektir. Bu şekilde inanıp kulluk eden insan Allah'ın hak dini ile veya tevhid inancına yatkın olan fıtrat boyasıyla boyanmış olup bundan güzel bir armma ve bezenme de yoktur. [441]
xxxxxxxxxxxx
Ben bu arkadaşlara sadece "TENCERE DİBİN KARA, SENİNKİ BENDEN KARA" desem meramım anlaşılmış olur herhalde değil mi ???????
Devam edeceğim...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
ayetleri bu şekilde anlamak problemli bir yaklaşımdır..
"müşrikleri ilgilendirir, bizi ilgilendirmez. .. biz kendi keyfimize göre yorum yaparız, işimize geleni alırız.. gelmeyeni atarız" demek isabetli olmasa gerektir...
dolayısıyla zikir ehli tabirini (her konunun kendi uzmanları demektir... dini ilimlerle niçin sınırlandırıyorsunuz???.. ekonomi, siyaset, hukuk, teknoloji vs. vs. uzmanları olamaz mı???) iyi araştırmanız gerekecek...
öte yandan aliaksoy kardeşimizin anlattıklarının bir kısmına katılıyorum..
katılmadıklarım da var... sorgulamalarına devam etmesini bekliyorum...
zira her kitap eleştirel bir gözle takip edilmelidir... burada da yanlış kanaatler olacaktır.. seçici olmaya mecburuz... ama saygı ölçüsünde ve kızmadan bunu yapmak daha doğru olsa gerektir..
selam ve dua ile...
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
"Bilmiyorsanız zikir ehline/Kitap,öğüt,hatırlatma sahiplerine/kendilerine daha önce hatırlatma,öğüt,anıt,Kitap verilenlere sorun"
Sorulacak olan; Daha önce onlara da kendilerine vahy verilmiş erkek Peygamberlerin gelip gelmediği.
Görüldüğü gibi sadece bu sorulacak, başka şey değil. Ne hukuk ne fizik, ne matematik ne din, ne tarih, ayette sorulması istenen sadece bu; kendilerine vahy verilmiş erkek Peygamberlerin gelip gelmediği....
__________________ İsrâ 89
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
Katılma Tarihi: 19 haziran 2007 Yer: Finland Gönderilenler: 55
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
ayetleri bu şekilde anlamak problemli bir yaklaşımdır..
"müşrikleri ilgilendirir, bizi ilgilendirmez. .. biz kendi keyfimize
göre yorum yaparız, işimize geleni alırız.. gelmeyeni atarız" demek
isabetli olmasa gerektir...
sayın bembeyaz!
biz hiç bir zaman bu ayetler müşrikleri ilgilendirir bizi ilgilendirmez gibi bir şey söylemedik!!!
Dikkat ederseniz "günümüz de bu ayeti "....diye başlayan paragrafta olması gerekeni açıkladık???
Lütfen bize karşı yazılarınızda daha dikkatli kur'an a ve vahye olan yaklaşımınızda ise Allahın rızasını aramaya özen gösteriniz.
ayrıca bizim müşrik anlayışımız 1400 sene ile sınırlı değildir. ozamanın müşriği bu zamanın müşriği gibi bir ayrıma gitmeyiz.Müşrik herzaman müşriktir.
ve son olarak biz "mustafa islamoğlu" gibi kendimizi "uzman" alim" zikir ehli" olarak ayrı bir sınıf görmüyoruz. bizim Vahiyden anladığımız kadarı ile her müslüman "alimdir yani bilendir.çünkü bilidiği ile amel eder bilidiğine iman eder, her müslüman "zikir ehlidir" çünkü vahiyle muhatabdır ve son nebinin ümmetidir. bir konuda anlaşmazlık varise KUR'ANI HAKEM YAPAR ORTAYA DÖKERİZ VE BİR ÜMMET,CEMAAT,BİRLİK,İSLAM ÇERÇEVESİ İİÇİNDE DEĞERLENDİRİR ONA GÖRE HAREKET EDERİZ. BİZLER ALLAHIN VERDİĞİ İSİMLE ANILIRIZ " MÜSLÜMANIZ AYNI ZAMANDA MÜMİNİZ AYNI ZAMANDA MUTTAKİYİZ AYNI ZAMANDA SADIĞIZ AYNI ZAMANDA ŞAHİDİZ AYNI ZAMANDA HANİFİZ...BÖLÜNME PARÇALANMA YOK.AYRILMA AYRIŞMA YOK.GRUPLAŞMA TARİKATLEŞME YOK...TEK BİR ŞEY VAR: İSLAM OLMAK...BİR OLMAK BİRLİK OLMAK..
İstemeden de olsa ikili bir polemiğe girdiğim çin hanif dostlarımdan özür dilerim.
Kur'an'da Hz. İbrahim'e ka'beyi inşa etmesi emredilirken "temelleri üzerinde" ifadesi yer almaktadır...
Kur’an’ın hangi ayetinde Allah’ın, “İbrahim’e Ka’be’yi inşa et” emri yer alıyor?
Yine hangi ayette “temelleri üzerinde” ifadesi geçiyor?
Kur’an’da “Ka’be” kelimesi sadece iki defa geçiyor; 5/95 ve 97. ayetleri.
5/95: “… hedyen baliğa’l Ka’beti..”
5/97: “ceale’llahu el Ka’bete el beyte el harame qıyamen linnasi”
Bu ayetlerden başka Ka’be’nin geçtiği başka bir ayet gösterebilir misin? Bu ayetlerde senin iddia ettiğin ifadeler yer alıyor mu? Haydi diyelim uzmanlığının verdiği yetkiye dayanarak “Beyt”e ve “Mescid-i Haram”a Ka’be dedin. Bu isimlerin de geçtiği bütün ayetlerde “inşa et” anlamına gelebilecek bir emir kipini göremedim. İbrahim’e emir olarak “tahhir beyti” emri yer almaktadır. Kur’an’da başka da herhangi bir ayette, Beyt’i, Mescid-i Haram’ı, Ka’be’yi… et diye bir emir kipi yer almıyor.
Yine Kur’an’da “temeller” anlamına gelebilecek “qavâid” kelimesi sadece üç kez geçiyor (2/127, 16/26, 24/60)
Bunlardan dayanabileceğin tek ayet 2/127 ayetidir.
2/127: “ve iz yarfau ibrahimu el qavâidemin el beyti ve ismailu..”
Bak bakalım bu ayette İbrahim’e yapılmış bir emir var mıdır? Tekrar bak, “temelleri üzerinde” anlamına gelecek bir ifade yer alıyor mu? İstediğin uzmana sor, istediğin lügata müracaat et. Bu ayette geçen “yarfau” muzari (geniş zaman) kipine emir kipi diyen var mıdır? “el qavâidemin el beyti” ifadesine “ temelleri üzerinde” anlamını veren ya da verecek olan var mıdır?
bembeyaz Yazdı:
bilmeden akıl yürütmeye kalkmak, insanı hidayetten uzaklaştırabilir.. dikkat edelim, müsteşriklerin, şarkiyatçıların veya oryantalistlerin oyununa gelmek iyi değildir.. herkes kendine yazık eder..
işi uzmanına havale etmek her zaman doğru olandır...zira bu da kur'an ın emridir... kur an ne diyor hatırlayalım....
feselu ehlezzikri in küntüm la ta lemun... "Eğer bilmiyorsanız uzmanlarına sorun!!!"
bembeyaz Yazdı:
dolayısıyla zikir ehli tabirini (her konunun kendi uzmanları demektir... dini ilimlerle niçin sınırlandırıyorsunuz???.. ekonomi, siyaset, hukuk, teknoloji vs. vs. uzmanları olamaz mı???) iyi araştırmanız gerekecek...
“ehlezzikr”e “uzman” anlamını vermişsin, senden başka bu tamlamaya uzman anlamını veren var mıdır? Ben hiçbir mealde rastlamadım. Daha da ileri giderek bu uzmanlığı “ekonomi, siyaset hukuk, teknoloji vs. vs. uzmanları olamaz mı?” diyorsun.. Peki sen hangi alanın uzmanısın? Sana bu şekilde yorumlama yetkisini bu uzmanlığın mı veriyor?
“ehlüzzikr” tamlaması “uzman” olarak çevirmek mümkün değildir. Olsa olsa “ zikir uzmanı” olarak çevirebilirsin. Bu durumda “uzman”, “ehl” kelimesinin karşılığı olur.
Sayın Bembeyaz, siz Kur’an’da “ehl” kelimesinin geçtiği ayetleri incelediniz mi? Kur’an’da toplam 124 kere “ehl” kelimesi yer almaktadır. Bu kelimenin “uzman” anlamında kullanıldığı ve çevrildiği bir tek ayete rastlamadım. Örneğin “ehlül kitap”, “ehlül incil”, “ehlül kurâ”, “ehlül medineti”, “ehlül beyti”, “ehlül takva”… yı kitap uzmanı, incil uzmanı, beldeler uzmanı, şehir uzmanı, ev uzmanı, takva uzmanı… diye çevirebilir misin?
Ele, konu komşuya nasihat edeceğine kendine nasihat etsene.. Böyle ciddi bir konuda (hele konu Kur’an olunca ) lütfen atıp tutma. Sana sorular soruluyor, “falan kaynağa bak”, diye göndermede bulunuyorsun. O zaman sen çekil de onlar gelsin yerine ki soruları onlara soralım. Sen burada durduğun müddetçe ve bir iddiayı savunduğun sürece sana sorular yöneltilecektir. Lütfen sorulan sorulara (ki söylediklerine binaen soruluyor) cevap verme tenezzülünde bulun. Başka tarafa havale etme. Ben bu işin uzmanı değilim, bilmiyorum deyip kenara çekilebilirsin..
Gerçekten biz de "feselu ehlezzikri in küntüm la ta lemun... "Eğer bilmiyorsanız uzmanlarına sorun!!!" şeklinde biliyorduk ki bu yorum en yeni yorum olarak değerlendiriyorduk.
Sizin bu açıklamanızın daha isabetli olduğunu düşünüyorum. Teşekkür ederm.
__________________ selam ve dua ile
nuricelepci@gmail.com
Bursa
Dinimizde "fukaha" veya dinde "uzman"laşmış bir sınıf var mıdır ?
Enteresan bir makaleyi paylaşayım istedim.
BİR AYET, BİR YORUM VEYA KURAN'I ANLAMANIN İMKANI
Kur'ân-ı Kerim müslümanlar için hem bilim hem de iman objesi; müslüman
olmayanlar için ise bilgi objesidir. Kendisini İslâm kimliği içerisinde
gören bir ferdin, gerek fizik gerekse metafizik sahaya ilişkin
epistomolojisini Kur'ân’a dayandırmadan oluşturmaya çalışması ancak
anakronizm, paradoks veya patoloji gibi ödünç kelimelerle izah
edilebilir bir nitelik arzetmektedir. Peki aradan geçen bu kadar
asırdan sonra; dil, anlayış, algılayış ve her şeyden daha önemlisi
dünya neredeyse tamamen değiştikten sonra; bugün yediden yetmişe bütün
müslümanlar olarak bizim, Kur'ân’ı anlamamız veya Kur'ân’dan
yararlanmamız mümkün müdür?
Bu soruya verilecek hazır cevaplar
olduğunu bilmiyorum zannedilmesin. Neredeyse herkes, “Tabîî ki, alimler
ilmî seviyelerine göre; halk da alimlerin açıklamalarına göre Kur'ân’ı
anlarlar.” diyecektir. Keşke her şey temennilere göre gerçekleşse ama
bu cevabın acele ile olmasa da fazla iyimserlikle verildiğini şu ayeti
tahlil ederken hep birlikte göreceğiz. “İnananların hepsi toptan sefere
çıkacak değillerdi. Ama her kabileden bir cemaatin dini iyice
öğrenmeleri ve dönüp kavimlerine geldiklerinde, sakınmaları umuduyla
onları uyarmaları için sefere çıkmaları gerekmez miydi?” Tevbe
suresindeki bu ayetle ilgili olarak Süleyman Ateş bakınız neler
söylüyor:
“Bu ayet, bir milletin savaş zamanında dahi ilmi
faaliyetlerini sürdürmesini ve ilimle uğraşacak bir zümrenin
görevlendirilip onların sadece bu işe tahsis edilmesini öngörmektedir.
Öyle ya savaş yıllarca sürebilir. Bir milletin ayakta durabilmesi için,
din adamlarının, ilim adamlarının bilgi, iman ve teknik bakımdan
savaşan zümreyi beslemeleri gerekir. Zaruret olmadan yetişmiş
elemanların, din ve ilim adamlarının savaş alanına götürülmesi doğru
değildir. Onlar cephe gerisinde çalışacaklar, bilgilerini
ilerletecekler, milletin çocuklarına iman ve ilim aşılayacaklar, sanat
öğretecekler, fabrikalarını çalıştıracaklar, maarifini
besleyeceklerdir. Ancak bu suretle o milletin ordusu arkadan güç alır,
azimle çarpışır. Bazı kimseler, İslâm’da din adamı olmadığını
söylerler. İşte bu ayet onlara da cevaptır. Gerçi İslâm’da Allah ile
kul arasında aracı yoktur, ruhbanlık yoktur ama din adamı, yani din
işlerinde ihtisas sahibi kimselerin bulunması, bu ayet ile farz
kılınmaktadır. Milletten mutlaka bir grubun bu işle görevlendirilmesini
bu ayet, kifaye olarak farz kılmıştır. Şayet cemiyet içinde dini
görevleri öğretecek ve yönetecek hiç kimse bulunmazsa bütün cemiyet
günahkar olur.”
Muhtemelen Ateş, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın yorumundan yararlanmış ve ayeti onun anladığı gibi yorumlamıştır.
Gerek Elmalılı gerekse Ateş’in yorumundan şu sonuçlar çıkmaktadır:
1.Herkes
cepheye savaşa gitmek zorunda değildir; bir kısım insanın toplumun
ihtiyaçları ve istikbali için cephe gerisinde kalması gerekir.
2.Bu
ayet İslâm’da din adamı sınıfı olmadığını söyleyenlere en iyi cevaptır.
İslâm’da din işlerini deruhte edecek görevliler olmalıdır.
3.Fıkıh tahsili Allah yolunda cihat gibidir.
Her
iki müfessir de bu ayete ideolojik yaklaştıkları için isabet
kaydedememişler; çünkü Kur'ân tefsirinde hayatî derecede mühim olan,
ayetlerin indiği ortam ile ayetlerin iniş gayesi arasındaki ilişkiyi
kuramamışlardır. Birkaç açıdan konuyu tahlil etmekte yarar
bulunmaktadır:
1.Eğer bu ayet savaşa iştirak edecek veya
etmeyecek fertleri konu ediniyorsa, ayetin birinci muhatapları olan Hz.
Peygamber ve ashabı için hiçbir önem taşımamaktadır. Hz. Peygamber ve
onun güzide ashabı düşmanla savaşırken; geride kalanlar kimden ne
öğreneceklerdir? Bu konu ile ilgili olarak özellikle Tebük Savaşı’na
katılmayan üç büyük sahabinin başına gelen dramın hatırlanması konunun
anlaşılması için bir fikir verecektir.
2.Kur'ân ayetleri içine
Fıkıh ilmini sokmanın ne manası var? Kur'ân’ın indiği dönemde böyle bir
ilim var mıydı? Özellikle Elmalılı gibi bir tefsir aliminin
“Tefakkuh”tan “Fıkıh” veya “İlm-i Din” çıkarmasını akıl-izân almıyor?
Başka
itirazlarda ileri sürülebilir fakat biz bu ayete ilişkin daha tutarlı
bir açıklama bulma gayretimizi öne alıyoruz. Yeri gelmişken ifade
edelim ki, Mısırlı alim Muhammed Ahmed Halefullah (ö. 1998)’ın
açıklamaları bu ayet üzerindeki sis perdesini aralamaktadır . Bizim bu
ayete yaklaşımımızda Halefullah’ın önemli bir katkısının olduğunu ifade
etmemiz gerekiyor.
1.İslâm dininin Arap yarımadasına hızla
yayılması nedeniyle, buralarda dini öğretecek uzman kişilere olan
taleplerde patlama meydana gelmiş; gönderilen görevliler nedeniyle
Medine’de Hz. Peygamber’in çevresinde bir zafiyet riski ortaya çıkmıştı.
2.
Hz. Peygamber’in çevre kabilelere uzman insan göndermesi çok
tehlikeliydi. İslâm’a yönelik sempatinin yanında düşmanlık da ivme
kazanmıştı. Özellikle Bi’r-i Ma’ûne veya Racî vakıası gibi trajediler
Hz. Peygamber ve diğer müslümanların ruh dünyasında kanayan yaralar
açmıştı.
3.Müslüman olan kabilelere mensup insanlar gerek
münferiden gerekse heyetler halinde Medine’ye akın ediyor; burada
geçici de olsa yerleşiyor ve zengin-yoksul bütün gelen gidenleri
ağırlamak Hz. Peygamber ve onun yakın çevresine düşüyordu.
4.Medine’ye
akın eden insanlar, kendi iş ve uğraşlarını bırakıyorlardı. Bu durum
tabîî olarak bölgenin istikrarı ve her alanda güçlenmesi açısından bir
zafiyet sebebiolabilirdi.
İnsanların müslüman olması, onlara
ekstra bir zahmet getirmişti . Ayet-i Celîle böyle bir ortamda nazil
olmuş ve muhtelif kabilelere mensup müslümanların, gerek merak gerekse
İslâm’a dair bir şeyler öğrenmek üzere ferdî veya heyetler halinde
kendi bölgelerini boşaltıp Medine’ye yığınak yapmalarına veya Hz.
Peygamber’in her tarafa uzman öğreticiler göndermesine gerek olmadığını
vurgulayarak alternatif bir uygulamayı yürürlüğe koymuştur: Çevre veya
uzak kabilelere mensup yeni müslümanlar veya İslâm’a dair bir şeyler
öğrenmek isteyen diğer kabileler örgütlü davranacaklar; kendi
içlerinden ehliyetli temsilciler seçerek bunları Medine’ye
gönderecekler, bunlar Hz. Peygamber’le görüşecekler, İslâm’la ilgili
hak ve sorumluluklarını öğrenecekler; zamanı geldiği zaman da
kabilelerine dönerek olup biteni ve bildiklerini temsilcisi olduğu
insanlara anlatacaklar.
Bu uygulama ile bireyin yerine grup
konulmakta ve bu şekilde bireysel değil, toplumsal bir önderlik
gerçekleşmektedir. Hiç kimse şüphe edemez ki, özellikle de yeni davetin
hareket alanında, toplumsal önderlik bireysel önderlikten çok daha
üstündür. Özellikle de içerisinde radyo ve televizyon gibi iletişim
araçlarının bulunmadığı bir zaman diliminde, bir grup insana tebliğ
edilirken, davetin toplumsal eylem olarak sunulması bireysel bir eylem
olarak tebliğ edilmesinden daha kuvvetlidir. Yeni davet yolunda
çalışan, bizzat içerisinden geldiği ve onunla yakınlık, akrabalık ve
aynı vatanı paylaşma bağlarıyla bağlı olduğu topluluk içerisinde
görevini yapan grup, davetin başarıya ulaşmasında, durumu ne olursa
olsun tek bireyden daha güçlü ve etkin olur.
Dışarıdan tebliğ
için gelen kişi, insanların onunla, onun da bu insanlarla
kaynaşması/tanışması ve güven duygusunun oluşması için, uzunca bir
zamana ihtiyaç vardır. Bu işler herhangi bir çevrede yetişen, aile ve
aşiretinin geçimini düşünmek zorunda kalan bir kişi ile hiçbir zaman
gerçekleşemez. Davetçi ile davet edilenler arasındaki bağ, tarih
boyunca ortaya çıkan ilahi mesajlardan bahsetmek suretiyle, Kur'ân'ın
uzunca temas ettiği meselelerdendir. Gönderilen her peygamber
içerisinde büyüdüğü ve yetiştiği topluma gönderilmiştir. Muhammed
(s)'den başka hiçbir peygamber bütün insanlara gönderilmiş değildir.
Gönderilen her peygamber kendilerine açıklamalarda bulunmak için kendi
toplumunun diliyle gönderilmiştir. Bu kuvvetli bağ, peygamberi, kendi
kavminin hidayeti için daha itinalı olmaya sevk etmektedir. Yoluna bir
takım engeller konulduğunda ve bazı problemlerle mücadele etmek zorunda
kaldığında, peygamberin kalbine ümitsizlik girmemekte ve o daveti
yayılıp amaçları gerçekleşene dek yoluna devam etmektedir.
Ayet
"onlardan her bir cemaat için bir grubun sefere çıkması gerekmez
miydi?" demektedir. Bundan anlıyoruz ki, istenilen, her bir yerleşim
birimi veya insan topluluğu ya da cemaat için, kendilerine mensup
fertlerden müteşekkil bir grubun veya topluluğun sefere çıkmasıdır. Bu
grup ya kendiliğinden veya seçim için vazedilen bir takım şartlara
uygun olarak diğer fertlerin seçimiyle ortaya çıkabilir. Bahsi geçen bu
grup dini iyice incelemek/anlamak, yani asli vatana ve liderlik
merkezine yeni davet için gitmek üzere yola çıkıyorlardı. Burada dini
anlamak (tefakkuh) kesinlikle fıkıh kitaplarını araştırmak anlamına
gelmiyor. Çünkü Peygamber devrinde bu tür kitaplar mevcut değildi. Bu
kitaplar daha sonra, iki asır sonra sonra ortaya çıkmıştır. Burada
anlamak (tefakkuh) eylemi, kendisine nazil olan ve vahyedilen Kur'ân'a
çağırmasına istinaden, Hz. Muhammed'in davet ettiği İslâmî sistemle
alakalıdır. Anlama sadece, Kur'ân'ın kendisine çağırdığı konularda,
ince bilgi ve derin anlayış sahibi olmak demektir. Kur'ân insanlara
hidayet için gönderilmiştir. Kur'ân zararlı her şeye savaş açmış ve
faydalı her türlü şeye davet etmiştir.
Bütün bu açıklamalardan
sonra, yukarıda Kur'ân’ı anlamanın imkanıyla ilgili olarak sorduğumuz
soruyu hatırlayalım. Tabîî ki, Kur'ân anlaşılmak için inmiştir ve onun
“tenzîl” niteliği, Allah’ın insanlığa “tenezzülü”nü yansıtmaktadır.
Kur'ân bir yandan tenzîl olunurken yani indirilirken, aynı zamanda da
idrakimize indirgenmiş bir kitaptır. Ancak, bu teorik tespit bizim
yapacağımız çalışmalarda öldürücü ve tembelleştirici bir afyon
fonksiyonu icra etmemelidir. Madem ki Kur'ân, bir müslüman için hem
bilgi hem de iman objesidir, o halde hiç olmazsa diğer kitaplar kadar
ciddiye alınarak okunmaya değmez mi?
Dipnotlar:
1-Tevbe 9/122
2-Ateş, Süleyman, Kur'ân-ı Kerim ve Yüce Meâli, İstanbul, ty, s. 205
3-Bkz: Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul, 1979, c. 4, s. 2644.
4-Nitekim
Elmalılı Mealini sadeleştirenler, müfessirimizin “Fıkıh tahsil
etsinler...” ifadesini, “dinde derinleşsinler...” şeklinde
sadeleştirmişlerdir. Bkz: Yazır, Muhammed Hamdi, Kur'ân-ı Kerîm ve Yüce
Meâli (Sadeleştirenler: M. Sadi Çöğenli ve Nevzah H. Yanık), İstanbul,
1996, s. 205.
5-Bkz: Halefullah, Muhammed Ahmed, el-Kur'ân v’es-Sevratus-Sekafiyye, Kahire, 1974, s. 57-61.
6-Benzer mütalaalar için bkz: Derveze, Muhammed İzzet, et-Tefsîru’l-Hâdîs, Kahire, 1963, c. 12, s. 239
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Katılma Tarihi: 16 haziran 2006 Gönderilenler: 751
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selam Aliaksoy
dışardan nasıl göründüğünüzü ve forumu nereye götürdüğünüzü
göstermek için yazıyorum.
seçtiğiniz konular, konuları işleme biçiminiz ve alıntılarınızla
gösterdiğiniz performans ve yansıttığı bilgi birikimi
haktan değilde sureti haktan bir çizgi gösteriyor.
hemen tümü klasik anlayıştaki israiliyatı göstermek ve göya yıkmak ama
yerine modern israiliyatı koymak.
bu insanı hakka çağırmaktan ziyade zihin bulanıklığı yaratmaya
çalışanların uygladığı bir yöntemdir.
örneğin yukardaki makale...
formun başlığıyla ilgisi ne.
vazgeçtim formun konusundan.
makaleden çıkartılması gereken sonuç ne.
din adamı olmalımı olmamalımı sizce.
öylesine sunduysanız ayrı başlıkta değilde niye salat konusunun içinde.
hiç aklınıza bile gelmediyse bu nasıl yararlılık endişesi öyleyse.
bu yüzden biraz soluk alın bence
hatırı sayılır bilgi birikiminizle değerli birisiniz
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma