Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
78 : 33 ayetini el kabeynu ifadesi için vermişsiniz. Mevcut mealler "göğüsleri tomurcuklanmış yada olgunlaşmış yaşıt kızlar olarak çevirmiş. Fakat arapçasına baktım göremedim. Arapça metinini yazabilir misiniz? Eğer ayette bu ifade var ise...ayak bileğinin olgunluğu ifadesinde olduğu gibi kızların olgun olduğu yani erşikin olma durumunda kullanılması gayet doğaldır.Namaz için yönelinen "Kabe" ile alakası nedir?
Kevâibe atrâba
Kaynak: Yaseen’in Companions of Heaven adlı makalesi*
78:33’teki ve kevâibe atrâba, Süleyman Ateş’e göre göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar demek ama ayetin siyakı ve sibakı bu anlamı geçersiz kılıyor:
Sorumlu davrananlara ödüller var -İnne l-müttekıyne mefâzâ (78:31)
Görüldüğü üzere bir önceki ayet olan 78:32’de bahçeler, üzüm asmaları anılıyor. 78:33’teki kevâib işte o asmalarla ilgili.Kevâib, çoğuldur; üzüm daneleri demek. Tekil hali olan ka’be ise "dane"dir.
Ka’betü e’nab: üzüm danesi
"Ka’be"nin üzüm danesi anlamına geldiğini anadili Arapça olan herkes bilir. Çoğulu "kevâib"dir; üzüm daneleri anlamına gelir. Ka’be nin bir başka çoğulu olan unkûd ise"üzüm salkımı"dır.
Sonra, şuna dikkat edelim: 78:33’tekız anlamına gelen bir isim yok; yaşıt diye algılanan atraban ise sıfattır; ayette bulunmayan "kız"ı değil bulunan "kevâib"i tanımlar.
Açıkça görülüyor ki 32, 33 ve 34 ncü ayetler arasında mantıki bir anlatım ve anlam örgüsü var:
Bahçelerde asmalar (78:32)
Asmalardan devşirilen dane dane üzümler ki her biri ötekine denktir (78:33)
Ve üzümlerden yapılıp dolu dolu kadehlerde sunulan içecekler (78:34)
Bu üç ayetin üçü de bahçeleri, meyvaları ve içecekleri anlatıyor: son derece uyumlu bir bütünlük içinde. Araya sokuşturulan yaşıt (kızlar) ise bahçelerin, asmaların ve içki kadehlerinin uyumunu bozar; yaşıt (kızlar)ın bu anlatım ve anlam örgüsü içinde asla yeri olamaz.
Atraban kelimesine gelince, nedense hep yaşıt diye algılanmış bu kelime. Oysa denk anlamına da gelir. Ki bu içerikte meyvaların biribirine denk olduğunu vurguluyor. Örneğin her bir üzüm danesi ötekilere renk, boyut ve tad bakımından denk olup biri ötekine oranla biraz çürük, çelimsiz, tadsız değildir.
Sevgi ile,
Hasan Akçay
_______________________________________
*In some translations or Quranic dictionaries, we found one of the worst and most insulting descriptions of the word “kawa3ib” –verse 78:33- to imply it is describing women/companions’ breasts.
The previous verse (78:32) mentions gardens/orchards and grapevines. The singular form of “kawa3ib” is “ka3ba”, this word does not only describe the shrine that God cited in the Quran (el ka3ba); in its simplest form it also means a singular or an individual grape.
“Ka3batu 3inab”= one “individual” grape.
This is not a rare hidden meaning, where I come from (North Africa); it is still how the fruit of grapes “3inab” is described (in a bunch (3unqood) and a single grape (ka3ba). It is easy to notice again that there is no noun in verse 78:33 to imply magnificent women/voluptuous spouses –but “kawa3iba” could be the noun to the attribute “atraban”-.
It seems that there is a logical link between the sequence of verses 78:31, 78:32 and 78:33:
Within the gardens, there are grapevines (78:31).
From the grapevines, one can obtain individual grapes –all matching- (78:32).
From the grapes, drinks –full to the brim- can be “extracted” (78:33).
The three verses are describing gardens, fruits and drinks: a very harmonious combination. The “positioning” of “companions of equal age” between gardens and grapevines (78:31) and a full cup –of drink- seems out of place and out of context.
Verses 78:31-36 are also in contrast with verses 78:22-27: The former describes the righteous (78:31) and their achievement –in gardens with fruit and drink-, the latter describes the abode of the transgressors where they taste neither coolness nor any drink (78:24) savefor boiling drink and a paralysing cold (78:25).
The attribute “atraban” was always taken to mean same/equal age. The other simple meanings are “matching” in all aspects and attributes or: “not aging”, in the context of individual pieces of fruit such as grapes from the grapevines, this will be more about describing: “matching” individual grapes which will not degrade or loose their goodness (please refer to verse 55:70 analysis).
Also: the concept of “Time”, “the passing of time” and “aging” for human beings is tied up to our existence in this earth and universe. We have no full grasp of the hereafter or “Time”, “aging” and “physical” dimensions.
aliaksoy kardeşim "salât" meselesi üzerinden "yöntem" ile ilgili bir başlangıç yaptığımı düşünüyorum.
Bu başlangıcı yapmak için 209 sayfa okudum.
Sizin bu girişe, (ali, hasan akçay, hasan öktem) bir eleştiriniz, eksik bulduğunuz birşeyler var mıdır?
Veya sizlere göre bundan sonra yazacaklarım nereden başlamalı?
Bir şeyler üzerine "ilke" olarak anlaşmalıyız diye düşünüyorum.
Elbette önce edeb, sevgi ve saygı. Bu sınırların aşılığı yerde "ilim"de olmaz, "alim" de.
Sevgili kardeşim "Rad" bundan böyle sizi "muhatab" alarak hiçbir şey yazmayacağım. Sizde lütfen bana birşeyler yazmayınız. Allah yar ve yardımcınız olsun.
Selam ve dua ile,
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
Şimdi malumunuz forumumuz, Kuran'ın dinde tek kaynak oluşunu prensip edinir.
Kuran'ın beyanını "din" sahası için kafi görür. Tartışmamızın temel ekseni, "salat" konusuna sadece bu pencereden bakıldığında ne görüldüğüdür.
Ekseri kardeşlerimiz dediler ki; salat dahi sadece Kuran penceresinden bakılmakla anlaşılır. Bu nedenle, salatın vakitleri, rükünleri hep Kuran'dan anlaşılmalıdır. Her ne kadar bir kısım ayrık fikirler oluşsa da temel olarak şeklen gelenekçi anlayışa yakın bir namaz tarifi ortaya koydular.
Benim de içlerinde bulunduğum bir grup ise, sadece Kuran'a bakılarak bu gün fiilen bildiğimiz namazın anlaşılamayacağını beyan ettiler. Onlar, salatın ne olduğu hususunda işte burada 200 küsur sayfa boyunca bir kısım izahlar getirdiler ve Kuran ile şekilsel "namaz" formunun anlaşılabileceğini söyleyen kardeşlerimize yine sadece Kuran!a dayanarak bir kısım sorular yönelttiler.
Bu soruların bir çoğunun aslında Kuran çevirilerinde bazı kelimelerin "kavramsallaştırılmasının" yani her "salat" kelimesinin "namaz", her secdenin de "namaz secdesi" olarak değerlendirilmesinin katkısının yüksek olduğu aşikardır.
Fikri Takip sitesinde sayın Ahmet Baydar ise, bu forumda şekilsel salatın var olduğunu iddia eden kardeşlerimizin buna "delil" olarak ileri sürdükleri bir çok ayetteki "salat" kavramının aslında "namaz" dan çok başka bir şey olduğunu yorumları ile ortaya koymuştur.
Gerek orada benim "Yasin" rumuzu ile yaptığım bir kısım itirazlar, gerekse burada işin zaman içerisinde aldığı görünüm bizi Kuran'ı anlamada "metodoloji" meselesine getirmiştir.
Mesela, bu forumda şekilsel namazın ve içeriğinin ne olduğu hususunda "tevatür"ü bir delil olarak kabul eden kardeşlerimiz olmuştur.
Bizim bu noktadaki itirazımız ise, bu forumda bir çok meselede "Kuran" delil kabul edilerek "tevatür"e dayalı bir çok inanış yahut uygulama reddedilmişken, namaz konusu mevzu bahis olduğunda tevatürün delil niteliğinin kabul edilmesine yani kısaca "usul" meselesine olmuştur.
Usul / Metodoloji deyince kastettiğimiz şey;
1) Kuran'ın anlaşılmasında ve hayata geçirilmesinde hangi kaynakları delil olarak kabul edeceğiz ? Olası her bir kaynak için "sahih"lik anlayışımız nedir ?
2) Birinci tesbitin Kuran'ın tümüne sürdürülebilir bir şekilde tatbiki mümkün müdür ?
Yani biz Kuran'ı anlama ve hayata geçirme eylemimizde öyle bir metod ileri sürmeliyiz ki, delillerin takdirinde keyfilikten uzak, kuralları belirlenmiş bir metod olsun, Kuran'ın tüm hükümlerine tatbik edildiğinde Kuran'ın bir beyanını yahut hükmünü, diğer bir başka beyanı yahut hükmü ile çelişkili bir duruma sokmasın.
Çünkü Kuran'a iman etmiş kimseler için Kuran'da çelişkinin olmayacağı mutlak bir kabuldür. Tatbik edilen herhangi bir metod, Kuran hüküm ve beyanlarında bir çelişki ortaya koyuyorsa bu; Kuran'da bir çelişki olduğunun değil, tatbik edilen metodun yanlışlığının delilidir.
Bu nedenle, Kuran'ı anlamada tatbik etmemiz gerekli olan usulü, salat tartışmasını "şimdilik" erteleyerek ayrı bir başlıkta tüm yönleri ile ele almalıyız.
Bu hususta mesela siz, yukarıda saydığım minval üzerinde Kuran'ı anlama ve hayata tatbik eyleminizde kullandığınız metodolojinizi temel prensipleri itibariyle belirtirseniz, diğer kardeşlerimizin katılımı ile güzel bir çalışma ortaya koyabileceğimizi düşünüyorum.
Kuran'a dönüş çabasının bu gün için en mühim meselesinin metodoloji olduğu kanaatindeyim.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Aliaksoy kardeş,size sonuna kadar katılıyorum ve esaslı bir metodoloji çalışmasının/tartışmasının başlaması gerektiğine inanıyorum.Yalnız Kuran diyen biz müslümanların böyle dağınık bir görüntü/profil çizmesi hiç şık değil,artık elimizi taşın altına daldırmamız gerekiyor.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Öncelikle bu sitede yazı yazan birçok kardeşim gibi sizinde “İlahi Kelam”a olan bağlılığınızdan şüphe etmediğimi belirtmek isterim.
Verdiğiniz cevabı, çalışma düzenim nedeniyle çok geç bir saatte ve merakla okudum.
Yazınızdan “Maun suresi”nin “anlamı ve yorumu” ile ilgili, kardeşimiz “haktansapmaz”a yönelik eleştirilerime katıldığınızı anlıyorum.
Burada “Ayet-i Kerime”lere veya “Sure”lere, mekan ve zaman tayin ederken bir çok kerede “muhatab”ta tayin ettiğimizin anlaşılmış olduğunu ümid ediyorum.
Elbetteki zaman, mekan ve muhatabların tayini anlamın ve yorumunda tayini olmaktadır.
dersek.Sizin yukarıdaki maddelere itirazınız, eklemek istediğiniz var mıdır?
Bu konuda da anlaşabilir miyiz?
Selam ve dua ile,
Selam Baybora,
Kardeşim, değerli emeğiniz ve Kur'an'dan neşet eden bu güzel görüşleriniz için teşekkür ederim. Allah razı olsun.
Ali Aksoy kardeşimin bir paragrafından başlayarak görüşümü belirtmek istiyorum :
Ali Aksoy yazdı :
Ekseri kardeşlerimiz dediler ki; salat dahi sadece Kuran penceresinden bakılmakla anlaşılır. Bu nedenle, salatın vakitleri, rükünleri hep Kuran'dan anlaşılmalıdır. Her ne kadar bir kısım ayrık fikirler oluşsa da temel olarak şeklen gelenekçi anlayışa yakın bir namaz tarifi ortaya koydular.( Ali Aksoy)
Baybora Kardeşim,
görüşlerimi Ali Aksoy kardeşimin bu paragrafına da cevap teşkil edecek bir şekilde açıklamak istiyorum :
işte buradan başlayarak diyorum ki, salat veya salat ile ilintili tüm kavramları ve bu kavramların İCRA biçimlerini Kur'an'da önümüzde hazır bulmak suretiyle inanmakta ve Kur'an'da gösterildiği biçimde uygulamaktayız. dışarıdan yani Kur'an dışındaki gelenekçi bilinç ve rivayetçi görgülerden etkilenip namazı icad etmiş değiliz. biz bu uygulamayı yaparken, örneğin : kıyamlı salat'lardan olan namazı İCRA ederken , gelenekçi anlayışın bize yakın durup durmaması bizi asla enterese etmez. bu konuda gelenekçi anlayışın, bizim için ne uzaklaştırıcı nede yakınlaştırıcı hiçbir etkisi yoktur. biz, belki her tür zanni bilgiyi de okur / görür ve Kur'an bazlı olarak yorumlar, değerlendiririz de. fakat asıl ve mutlak bilgi , iki kapak arasında bulunan mahfuz sahifelerden başkası değildir ve olmayacaktır.
Baybora yazdı :
Merhaba Aliaksoy(yasin),
Merhaba hasakcay,
Merhaba hasanoktem,
Özür dileyerek başlamak istiyorum.
aliaksoy kardeşim "salât" meselesi üzerinden "yöntem" ile ilgili bir başlangıç yaptığımı düşünüyorum.
Bu başlangıcı yapmak için 209 sayfa okudum.
Sizin bu girişe, (ali, hasan akçay, hasan öktem) bir eleştiriniz, eksik bulduğunuz birşeyler var mıdır?
Veya sizlere göre bundan sonra yazacaklarım nereden başlamalı?
Bir şeyler üzerine "ilke" olarak anlaşmalıyız diye düşünüyorum.
Elbette önce edeb, sevgi ve saygı. Bu sınırların aşılığı yerde "ilim"de olmaz, "alim" de.
Sevgili kardeşim "Rad" bundan böyle sizi "muhatab" alarak hiçbir şey yazmayacağım. Sizde lütfen bana birşeyler yazmayınız. Allah yar ve yardımcınız olsun.
Selam ve dua ile
Baybora Kardeşim,
size bu konuda katıldığımı, sizinle hemfikir olduğumu üstteki satırlarımda da ifade etmiştim. kendi nam-u hesabıma söylüyorum ki : yazılarınızda eksik olan şudur, demek haddim değildir. fakat çok beğendiğim salat konusundaki yazılarınızı , detaylarını havi olacak bir biçim de, sistematik bir disiplin içinde kıyamlı salatlardan olan namaz'ı hem teorik ve hem de ( kıyam-rüku-sücud vb.) şekilsel pratiğini tazammun eden / içine alan bir metin şeklinde düzenleyecek yeni bir konunun açılmasının faydalı olacağını düşünüyorum...
yalnız ve ancak Kur'an'ı esas alan bu konuyu açtığınızda( inşaAllah) ben ve konuya ilgi duyan diğer kardeşlerimizin bu konuya katkıda bulunacağına ve salat, kıyamlı salatlardan olan namaz, abdest, gusül, teyemmüm, nida vb. konularında, hepimizin karşılıklı olarak yapacağımız bilgi paylaşımlarından istifade etmek suretiyle kendimizi olumlu anlamda daha ileri noktalara götürebileceğimizi umut etmekteyim .
Sevgilerimle
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
6- Kıble'nin değiştirilmesi ile ilgili Ayetlerin Kur'an dışı vahye delil olduğu İDDİASI:
Bakara 142-145 : 142 İnsanlardan bazı beyinsizler: "Onları, üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da batı da Allâh'ındır. O, dilediğini doğru yola iletir."
143 Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şâhid olasınız. Elçi de size şâhid olsun. Biz, Elçi'ye uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Ka'be'yi kıble yaptık. Bu, Allâh'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allâh sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allâh, insanlara şefkatli, merhametlidir.
144 (Ey Muhammed), biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Nerede olursanız, yüzlerinizi o yöne çevirin. Kitap verilenler, bunun Rableri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Allâh onların yaptıklarından habersiz değildir.
145 Sen Kitap verilenlere her türlü âyeti(21) getirsen yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zâlimlerden olursun. 21 Mu'cizeyi, delîli.
Kıble'nin değişmesini konu edinen bu Ayetlerin, Allah'ın Rasûlü'ne Kur'an'dan başka vahiyler verildiğinin delili olduğu İDDİA edilmiş ve değişmeden önceki mekanın kıble yapılmasının, yani Mescid-i Akasa'nın kıble olarak belirlenmesinin Kur'an dışı vahiy yoluyla olduğu İDDİA edilmiştir. bu İDDİA, Kur'an dışı vahyi savunan hemen bütün kaynaklarda dile getirilmektedir.
bu konu, gerek ifade ediliş biçimi ile gerekse, ileri sürülen argümanlar açısından insanı GÜLÜMSETEN ilginçlikler yanında ÇELİŞKİLERLE de doludur.
örneğin, '' katade'den nakledilen rivayete göre, Hz.Peygamber, Mekke döneminde Kudüs'e yönelerek namaz kılmıştır. İbn Cüreyc ise, O'nun önceleri Kabe'ye, daha sonra Kudüs'e yönelerek namaz kıldığını söylemiştir. bu iki rivayet çerçevesinde, Ensar'ın de hicretten önce iki veya üç yıl boyunca Kudüs'e doğru namaz kıldığı belirtilmiştir. İbn Abbas'tan nakledilen bir rivayete göre ise, -bu rivayet, daha önce aktardığımız iki görüşü telif eder mahiyettedir. Hz.Peygamber, KA'BE'yi önüne alarak Kudüs'e doğru namaz kılmıştır.Mekke dönemiyle ilgili rivayetlerin ÇEŞİTLİLİĞİNE karşın hicretten sonra belli bir süre Kudüs'ün kıble olduğu hususunda görüş birliği vardır.'' denilmiştir.
bu rivayetlerde görüldüğü gibi, bu anlayışın öncüleri, öncelikle kendi anlayışlarındaki açmazı örtmek için, '' Hz.Peygamber ve arkadaşları Mekke'de iken de namazlarını hem Kabe'yi hem de Kudüs'ü kıble edinerek kılıyorlardı '' yani '' Kabe'yi kendileri ile ir şey İDDİA edilmiş olsaydı bile, çok sağlıklı olmadığı hemen anlaşılırdı. çünkü : '' öküz altında buzağı arayan '' müşrikler, '' niçin Kabe'nin sadece bir yerinde namaz kılıyorsunuz? Kudüs arasına alıyorlardı '' diyerek, ta başından beri Kudüs'teki mescidin kıble edinildiğini söylemeye çalışıyorlardı. FARKLI RİVAYET'lere rağmen kendi anlayışlarını bir hakikat olarak sunmaya devam ediyorlardı. ancak FİL ve KUREYŞ surelerinin indiği bir ortamda, Müslümanların Kabe'yi bırakıp Kudüs'e yönelmelerinin fiziki olarak imkansız olduğunu göz önünde bulundurmuyorlardı. çünkü Mekki döneme ait çok sayıdaki Ayet'te, Kabe'nin önemi vurgulanıyordu. Kabe'nin kıble edinilmediği bir ortamda, üstelik müşrikler O'nu kıble edinmeye devam ederken; Kabe'nin öneminin vurgulanmasının , hatta ona yemin edilmesinin ne önemi ve anlamı olabilirdi ki!... eğer o dönemde Müslümanlar, Kabe'yi bırakıp Kudüs'e yönelselerdi, bunun tartışması bir şekilde yapılırdı. bu tartışmalar hem rivayetlere hem de Kur'an Ayetlerine yansırdı. ancak böyle bir tartışmayı ve yansımalarını hiçbirinde GÖRMÜYORUZ. bu ÇELİŞKİYİ yok etmek için, '' Müslümanlar, Kudüs'le aralarına Kabe'yi alıyorlardı. '' İDDİASI aslında tam bir KOMEDİDİR. çünkü azıcık düşünüldüğünde, bu yorumun da açmazı kapatmayıp daha da büyüttüğü görülecektir. çünkü Mekke'de Kabe'ye yönelinen her yön kıble olmaktaydı. Müslümanların özellikle, Kabe'nin SADECE BATI TARAFINDA namaz kıldıklarına dair ortada herhangi bir belge olmadığı gibi, Müslümanlar da sadece BATI yönünde İKAMET etmiyorlardı. böyle b'' diyerek Müslümanların bu davranışlarını polemik konusu yaparlardı. halbuki böyle bir polemiğe rastlamıyoruz. ayrıca daha önemlisi,.....................
ayrıca daha önemlisi, Müslümanlar Ka'be dışında namaz kılmıyorlar mıydı? veya hep Ka'be'nin batısında mı ikamet ediyorlardı. Ka'be'nin dışında farklı yönlerde oturanlar, hem Ka'be'yi hem de hem de Kudüs'ü aynı hizaya getirme işini nasıl yapıyorlardı? hiç Ka'be'nin doğu yönüne yolculuk etmiyorlar mıydı? veya Medine'den gelip biat ederek, tekrar Medine'ye giden Müslümanlar nereye yöneliyorlardı? mutlaka Müslümanlardan biri veya birkaçı Ka'be'nin doğusunda bulunmuş veya ikamet etmiş, dolayısıyla vakti geldiğinde de namazını kılmış olmalıdır. bu durumda , bu kimseler Ka'be'ye sırtını dönerek mi namazlarını kılmışlardır? böyle bir şeyin imkansızlığı her şeyiyle ortadadır. örneğin daha önce Habeşistan'a hicret eden Müslümanlar veya Şam tarafına yolculuk yapanlar KIBLE olarak nereye yöneliyorlardı. Kudüs'e yöneldiklerine dair herhangi bir bilgiye rastlamıyoruz. bu nedenle böyle bir şey söz konusu değildir. Müslümanlar, Medine'ye hicret edinceye kadar Ka'be'ye yönelerek namazlarını kılıyorlardı. o halde kıblenin değişmesi denilen hadise nedir? Allah'ın Râsulü ve Mü'minler büyük bir sıkıntı çektikleri, Mekke'den Medine'ye hicret ettiklerinde , Kur'an Ayetlerinin sürekli Ehl-i Kitab'a vurgu yapmasının; bu bağlamda Medine'deki Yahudi ve Hristiyan topluluklarla yeni bir başlangıç yapma isteğinin de etkisiyle, güven oluşturmak amacıyla namazlarında Kudüs'e yönelmeye karar vermiş olabilirler.Medine sözleşmesi'nde bu yakınlaşmanın izlerini görüyoruz.
bu kararlarında, Müşriklerin katı tutumlarının, onların Mekke'den uzaklaşmalarında ve yeni bir başlangıç yapmalarında mutlaka etkisi olmuştur. Mekkelilere karşı bir tepki hareketi de olabilir.
ancak biraz zaman geçtikten sonra ve hem Medine'deki yahudilerin tavrını gördükten, hem de Mekke ile ilişkilerini daha sağduyulu bir şekilde değerlendirmeye başladıktan sonra, Kudüs'e yönelmek, '' yüzünü göğe doğru çevirip duruyorsun '' ifadesinden de anlıyoruz ki Peygamberimizin de içine sinmemektedir. ancak konu ile ilgili herhangi bir vahiy de olmadığı için bir karar verememektedir. sonuçta iki mekan da ilahi iradenin sembolüdür. birisi Hz.İbrahim'in getirdiği dinin merkezi, diğeri de Hz.Musa'nın getirdiği dinin merkezidir. herhangi bir vahiy olmadan bu konuda bir tercihte bulunamamaktadır. 88 De ki: "Andolsun eğer insan(lar) ve cin(ler) bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine arka ol(up yardım et)seler yine onun benzerini getiremezler. bu Ayetler aslında, Hz.Peygamber'e, Kur'an dışında bir vahiy gelmediğinin en önemli delillerinden biridir. MADEM, İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ KUDÜS, daha önce Kur'an dışı bir vahiyle kıble edinildi, o zaman daha sonra NİÇİN AYNI TÜR BİR VAHİYLE Kıblenin merkezi değiştirilmedi? Râsul niçin yüzünü gökyüzüne dikerek Allah'tan konu ile ilgili bir vahiy gelmesi beklentisi içine girdi. bu olay bile böyle bir vahiy türünün mevcud olmadığının açık göstergesidir.
gelen Ayet, Allah'ın Râsulü'nün tereddüdünü gideriyor ve kıblenin eskiden olduğu gibi Mescid-i Haram olduğunu ifade ediyor. KUR'AN DIŞI VAHİY, BUNUN NERESİNDEDİR ?
Selam hasanoktem,
Bu yazı, “Kur’an Dışı Vahyin İmkansızlığı”ndan çok ,“Kur’an Dışı Vahiy “in varlığının savunması niteliğindedir.
Allah Rasulu, Vahy’in ,Allah’ın kontrolundan çıkmış, ne yaptığını bilemeyen, duygusal davranan, dugularının esiri olmuştur. Ona vahiy eden Rabb’ı da O’nun duygularına uyar olmuş…Rasul kendi hevesine göre nasıl bağımsız davranabilir? Bunca ayeti nasıl devre dışı yapabilir?
Bu Kur’an dışı uyduruk namaz kıblesi ve kıble değişikliği kabul ederek Vahiy savunması yapamazsınız. Ancak Allah’ı ve Elçi’sini mütereddit, şaşkın yaparsınız. Allah’ın Rasulunu, 17-18 ay Ehl-i Kitab’ın, Vahi dışı davranıp, sözde kıblesine döndüreceksiniz, sonra da “içime sinmedi” dedirtip yaptığına bin pişman ettireceksiniz. “ …Sen de onların kıblesine uyacak değilsin…” ayetinin ne hükmü kalır ? Demezler mi; “sen değil miydin daha dün 17 ay bizim kıbleye uyan, şimdi ne oldu da geri caydın? Böyle rasul olur mu?...”
Allah Rasulu, şu ayetlere nasıl muhalefet edebilir, Allah bunu nasıl görmezden gelir
:6/50: “…Ben ancak bana vahiy olunana uyarım..”
6/56: “…De ki; ben sizin hevalarınıza uymam, o takdirde sapmış olurum..”
7/203: “…De ki: Ben ancak bana vahiy olunana uyarım..”
10/15: “…Ben sadece bana vahiy olunana uyarım, ben Rabb’ime karşı gelmekten; o korkunç günün azabından korkuyorum…”
46/9: “ De ki: Ben diğer rasullerden farklı değilim; bana ve size ne yapılacağını ben bilmiyorum. Ben sadece bana vahiy olunana uyuyorum ve ben kesin bir uyarıcıyım.”
Gerçi, Metodoloji başlığında tartışacağız inşaallah ama, Kuran'ı anlamada nüzul ortamının önemi değerlendirildiğinde "nüzul ortamı" kod adlı uydurmalar Kuran'ı anlamayı neredeyse imkansızlaştırıyor. İşte bu kıble meselesi bunun en ibret verici örneklerinden.
Denemesi bedava... (Bedava derken biraz can sıkıcı olabilir tabi)
Gidin kaynaklara bakın,
Hz. Peygamber Mekke'de hangi kıbleye yönelmiş ?
Kıble değişimi ne zaman ve nerede vukuu bulmuş ?
Bu kadar mühim bir meselede bile kırk çeşit rivayet piyasada dolaşabilirken hangi "usul" anlayışı nüzul ortamı ile Kuran'ı anlayabilecek ?
Hoşumuza gideni seçmek, hoşumuza gideni, aklımıza yatanı "sahih" kabul etmek "usul" ise, biz ondan almayalım.
Çünkü "nüzul ortamı" yahut "nüzul bağlamı" sahası sadece Kıble meselesinden ibaret değil. Bırakın, Kuran'da anlatılan meselelerde ihtilafa düşürmeyi, anlatılmayanlarda da ihtilafa düşmemeniz mümkün değil.
Daha önce de söylediğim gibi, fiili bir kıble değişimini savunmak nesih ve Kuran dışı vahiy inancını destekler. Konunun açmazları ancak bu iki "malzeme" ile kapatılabilir.
Zaten atalarımız da öyle yapmışlar.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Allah Rasulu, şu ayetlere nasıl muhalefet edebilir, Allah bunu nasıl görmezden gelir
:6/50: “…Ben ancak bana vahiy olunana uyarım..”
6/56: “…De ki; ben sizin hevalarınıza uymam, o takdirde sapmış olurum..”
7/203: “…De ki: Ben ancak bana vahiy olunana uyarım..”
10/15: “…Ben sadece bana vahiy olunana uyarım, ben Rabb’ime karşı gelmekten; o korkunç günün azabından korkuyorum…”
46/9: “ De ki: Ben diğer rasullerden farklı değilim; bana ve size ne yapılacağını ben bilmiyorum. Ben sadece bana vahiy olunana uyuyorum ve ben kesin bir uyarıcıyım.”
Selam Haktansapmaz,
yukarıda vermiş bulunduğunuz Ayet'ler ile ilgili '' sıkça sorulan sorular '' bölümünde geniş açıklamalar mevcuttur. bu Ayet'leri Kur'an dışı vahye delil olarak sunmak beyhude bir çabadır. Kur'an dışı vahiy diye birşey yoktur. bu düşünce uydurma rivayetlerden, zanni bilgilerden, Kur'an dışı bilinç ve görgülerden kaynaklanmaktadır. lütfen ilgili bölümleri tekrar okuyunuz. cevaplar orada ayrıntılarıyla mevcuttur.
ilgisiz bir konu başlığı altında olsak da...sadece şu kadarını söyleyeyim :
1- yazıda da sorulduğu gibi, madem, İDDİA edildiği gibi Kudüs, daha önce Kur'an dışı vahiyle kıble edinildi, o zaman daha sonra niçin aynı tür bir vahiyle kıblenin merkezi değiştirilmedi?
2-madem, Rasûl'e başta Kur'an dışı (!)VAHİY gelmiş, niçin gelmiş olan bu vahiyden bir elçi sıfatıyla memnun olmuyor da, yeni ve memnun olabileceği farklı bir vahiy beklentisi içine girerek yüzünü gökyüzüne çeviriyor?
3-kısa bir süre içinde TEKRAR değişecek bir kıble tayinini '' haşa'' Yüce Allah niçin bir kerede sabitlememiş? (2.ve 3. Sayın Mahmut Akar'ın sorularıdır)
selam ile
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
Gerçi, Metodoloji başlığında tartışacağız inşaallah ama, Kuran'ı anlamada nüzul ortamının önemi değerlendirildiğinde "nüzul ortamı" kod adlı uydurmalar Kuran'ı anlamayı neredeyse imkansızlaştırıyor. İşte bu kıble meselesi bunun en ibret verici örneklerinden.
Denemesi bedava... (Bedava derken biraz can sıkıcı olabilir tabi)
Gidin kaynaklara bakın,
Hz. Peygamber Mekke'de hangi kıbleye yönelmiş ?
Kıble değişimi ne zaman ve nerede vukuu bulmuş ?
Bu kadar mühim bir meselede bile kırk çeşit rivayet piyasada dolaşabilirken hangi "usul" anlayışı nüzul ortamı ile Kuran'ı anlayabilecek ?
Hoşumuza gideni seçmek, hoşumuza gideni, aklımıza yatanı "sahih" kabul etmek "usul" ise, biz ondan almayalım.
Çünkü "nüzul ortamı" yahut "nüzul bağlamı" sahası sadece Kıble meselesinden ibaret değil. Bırakın, Kuran'da anlatılan meselelerde ihtilafa düşürmeyi, anlatılmayanlarda da ihtilafa düşmemeniz mümkün değil.
Daha önce de söylediğim gibi, fiili bir kıble değişimini savunmak nesih ve Kuran dışı vahiy inancını destekler. Konunun açmazları ancak bu iki "malzeme" ile kapatılabilir.
Zaten atalarımız da öyle yapmışlar.
Muhabbetlerimle...
Sevgili Ali Aksoy kardeşimin bu açıklamalarına katılmamak mümkün değil. Allah razı olsun.
Selam ve Dua ile
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma