HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an'da İnanç Konuları
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an'da İnanç Konuları
Konu Konu: KURAN’DA SALAT NAMAZ MIDIR??? Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam Muvahhit;

Çok zor bir konuyu konuştuğumuzun farkındayım. Hatta, yeterince tehlikeli bir hususu konuşuyoruz.

Geçenlerde, bu konuda yazmadan önce bu kıble meselesinin gündeme getirildiği ayetlerle ilgili olarak eskiler ne demiş diye şöyle bir göz attım.

Biliyorsun Razi'nin tefsirinin en büyük özelliği, kendisinden önceki alimlerin de neler dediğini, kendi görüşüne ne kadar zıt olursa olsun dile getirmesidir. Razi'yi okuduğunda, ondan öncesini de okumuş olursun.

Bu ayetlerin tefsirine baktım. Ayetlerde "salat" kelimesinin neden yer almamış olduğu ile ilgili bir görüş yok. Halbuki Razi, bu hususlar da pek dikkatlidir. Farklı kıraatleri bile muhakkak yazar.

Şimdi size bazı kesitler aktarıyorum:

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx


Müslümanların daha önce yöneldikten kıble Beytü'l-Makdis idi. Hz. Pey­gamber (s.a.s)'in, Medine'yö gittikten sonra kıbleyi ne zaman değiştirdiği hu­susundaki rivayetler çok çeşitlidir. Enes b. Malık (r.a)'den rivayet edildiğine göre, hicretten dokuz veya on ay sonra; Muaz (r.a)'dan rivayet edildiğine gö­re, onüç ay ay sonra; Katâde'den rivayet edildiğine göre onaltı ay sonra ve İbn Abbas (r.a) ile Bera b. Âzib (r.a)'den rivayet edildiğine göre onyedi ay sonradır. Bu son görüş bizce, diğerlerinden daha sağlam ve mazbuttur. Bazı kimselerden ise kıblenin, Hz. Peygamber (s.a.s)'in Medine'ye hicretinden on-sekiz ay sonra tahvil edildiği, rivayet edilmiştir. Vâkıdî, kıblenin onyedinci ayın başlagıcında, Receb ayının ortasında Pazartesi günü tahvil edildiği söyle­miştir. Diğer bazıları ise, hicretten iki sene sonra kıblenin değiştirildiğini söy­lemişlerdir.

2) Ebu Müslim'in görüşüdür: Buna göre, Hak Teâlâ'nın kıbleyi, Beytü'l-Makdis'den Kâ'be'ye çevirdiğine dâir haber sahih olunca, kıblenin değiştiril­diğine hükmetmek gerekir.Şayet bu olmasaydı, ayetteki, (üzerinde oldukları) ifâdesi ile, "Yani sefihlerin üzerinde oldukları" manası murad edil­miş olabilirdi. Çünkü onlar ancak yahudiierin ve hristiyanlann kıblesini biliyor­lardı. Yahudilerin kıblesi batıya, hristiyanlarınki ise doğuya doğru idi. Herhangi bir yöne yönelmedikçe, kendi namazlarını kılmak adetleri değil idi. Onlar, Hz. Peygamber (s.a.s)'in Kâ'be'ye doğru yüzünü çevirdiğini görünce, bu yadırga­makta oldukları birşey olduğu için şöyle dediler: "Bir kimse bizce kıble olarak bilinen şu iki yönden başka bir yöne naşı! yönelebilir?" Bunun üzerine, Allah Teâlâ onlara cevaben "De ki: doğu da Allah'ındır, batı da.." (Bakara. 142) buyurdu.

Bil ki Ebu Müslim, gerçekten doğru söylemiştir. Çünkü bu zahir rivayet­ler olmasaydı, bu ifâde başka manalara da gelebilirdi. [258]




e) Alimlerden bazıları, "Yahudiler kıbleye yöneldiler.. Çünkü Allah'ın Mu­sa'ya olan nidası o cihetten gelmişti.. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Sen batı yakasında değildin..." (Kasas, 44) ayetinde zikredilen durumdur. Hristiyanlar da, doğuya yönelmişlerdi. Çünkü Hz. Cebrail, "Kitab'da Meryem'i an! Hani O, ailesinden ayrılarak doğudaki bir yere çekilmişti!'' (Meryem, 16) aye­tinin de gösterdiği gibi, doğu tarafından Hz. Meryem'in yanına gelmişti.

Mü'minler ise Kabe'ye yönelmişlerdir; çünkü bu Kabe, Allah'ın dostunun, Hz. İbrahim'in kıblesi; Allah'ın sevgili habibi Hz. Muhammed (s.a.s)'in doğdu­ğu yer, bir de burası, Allah'ın saygın kıldığı bir yerdir." demişlerdir.

Bazılarıysa şöyle demiştir: "Hristiyanlar, nurların doğduğu yere yönelmiş­lerdir. Biz müslümanlarsa nurların efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.s)'in doğ­duğu yere yöneldik.. Değil mi ki bütün nurlar O'nun nurundan yaratılmıştır."

f) Alimler şöyle demişlerdir: "Kabe yerin göbeği ve ortasıdır. İşte bu se­bepten dolayı Allahu Teâlâ bütün kullarına namazlarında yerin ortasına yö­nelmelerini emretmiştir. Bu da, her şeyde adaletin gerekli olduğuna işarettir, fşte bu sebepten ötürü Cenâb-ı Hak yerin ortasını maklukâtının kıblesi kılmıştır."

...


Sonra burada iki açıklama vardır:

a) Bu sözü, kıblenin belirlenmesi hususundaki hikmeti beyan etmektedir. Bu böyledir, çünkü Hz. Peygamber (s.a.s), Mekke'de Kâ'be'ye doğru namaz kılıyordu; daha sonra, yahudilerin kalbterini islam'a ısındırmak İçin hicretten sonra Beyt-i Makdis'e namaz kılmakla emrolunmuş, daha sonra da Kâ'be'ye döndürülmüştür. Buna göre, biz ayeti şöyle anlarız: "Biz kıbleyi, daha önce üzerinde olduğun (yöneldiğin) cihet yapmadık..." Yani biz, seni oraya ancak insanları imtihan edip denemek için döndürdük.

b) Cenâb-ı Hakk'ın, "Senin üzerinde olduğun" ifâdesinin, Beyt-i Makdis'i kıble kılma hususundaki hikmetin bir anlatımı olması da caiz­dir. Yani, "Senin işin astl olan hüküm Kâ'be'ye dönmektir. O Beyt-i Makdis'e yönelmen, bir maksad sebebiyle olan geçici bir durum idi. Biz, kıbleyi bundan önce üzerinde olduğun cihet kılmıştık ki bu cihet de Beyt-i Makdis idi. Bu, in­sanları imtihan etmek, kimin Hz. Muhammed (s.a.s)'e ittiba edip kimin etme­yeceğini ve ondan nefret edeceğini görmek için idi."

Burada Ebu Müslüm'in yaptığı üçüncü bir izah daha vardır O şöyle de­miştir: Eğer bu husustaki rivayetler olmasaydı, ayet-i kerime, Hz. Peygamber (s.a.s)'in yöneldiği kıblelerden hiç birisine delâlet etmezdi. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın,  "Siz en hayırlı bir ümmet oldunuz" (Al-i imran. 110) ayetinde olduğu gibi, bazan, manasına olmak üzere, "Allah aziz ve hakimdir" (Nisa, 165) ayetinde olduğu gibi, manasına olmak | üzere, (mâzî füi) kullanılır. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk'ın, sözünden muradının "Senin hep üzerin­de olduğunkıbleyi (yani Kâ'be'yi) ancak şöyle şöyle yaptık" olması imkânsız değildir. [275]



b) Ebu Müslim şöyle demiştir: "Bunun, Ehl-i Kitab'a bir hitab olması da muhtemeldir. Ayetteki "İmân" sözünden maksad, Hz. Peygamber (s.a.s)'in peygamberliğinden önce ehl-i kitabın kıldıkları namazları ve taatlarıdır. Daha sonra bunlar neshedilmiştir." Ebu Müslim, şeriatımızda neshin bulunmadığı­nı kabul ettiği için, bu görüşü seçmiştir. [287]

...

İkinci Mesele                
 

Alimler Hz. Peygamber'in Beyt-i Makdis'e doğru kıldığı namaz hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir grup  şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s) Mekke'deKabe'ye doğru namaz kılardı. Medine'ye gelince onyedi ay Beyt-i Makdis'e yönelerek namaz kılması emrolundu."Başka bir grup, "Daha doğrusu O, Mekke'de Beyt-i Makdis'e doğru na­maz kılıyordu, fakat Kabe'yi kendisiyle Beyt-i Makdis arasına alıyordu" de­miştir.Bir üçüncü grup ise, "Aksine O, Mekke'de sadece Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılıyordu.. Medine'de ise başlangıçta onyedi ay Beyt-i Makdis'e doğru namaz kıldı.. Sonra Cenâb-ı Allah, birçok faydası olduğu için, Kabe'ye yöne­lerek namaz kılmasını emretti" demiştir. [2]

...

Mescid-i Haram'da Namaz Kılarken Saf Tutma
 

"Tehzib" sahibi şöyle demiştir: "Bir cemaat Mescid-i Haram'da namaz kıldıklarında, imamın, Makan- İbrahim'in arkasında durması, cemaatin de Kabe et-Saf Tutma  rafında dâire yaparak durmaları müstehabtır. Cemaattan bazısı imamdan Beytullah'a daha yakın olsa bile, bu caizdir. Mescid-i Haram'daki saf uzarsa bu durumda Kabe'nin hiza­sından çıkmış olan kimselerin namazı sahih olmaz.Ebu Hanife'ye göre ise, bu kimselerin namazı sahihtir. Çünkü, ona göre, Beytullah'a doğru olmak, tam hizasında olmasa da yeterlidir. Ebu Hanife'nin bu görüşünü, allame Gazali (Allah ona rahmet etsin) İhya isimli kitabında ter­cih etmiştir.Şafiî (r.a)'nin delili ise, Kur'an, Haber ve Kıyas'tandır. Kur'an'dan detili, tefsir edilmekte olan ayetin zahirî manasıdır. Bu böyledir. Çünkü biz, "Mescid-i Haram'ın şatrından" muradın, onun tarafı olduğunu delilfendirmiştik. Bir-şeyin tarafı ise, o şeyin karşısında olan ve onun hizasına düşen demektir. Bu­nun delili şudur: Birisi, birisi ile yüz yüze gelir ve onun tam karşısında olursa, "ZeYdr yüzünü Amr'a taraf çevirdi" de­nilir. Hatta onlardan her ikisinin yüzü doğu tarafına dönük olsa da, birisinin yüzü diğerinin tam yüzünün karşısında olmasa, "O yüzünü Amr'a çevirdi" denilmez. Böylece, âyetin delaletiyle, bizzat Kâ'be'ye yönelmenin vâcib oldu­ğu ortaya çıkmış oldu.İmam Şafiî'nin haberlerden delili, bizim Hz. Peygamber (s.a.s)'den riva­yet ettiğimiz şu hadistir: Hz. Peygamber (s.a.s). Kabe'den çıkınca, Kâ'be'ye doğru iki rekat namaz kılarak, "İşte kıble budur" buyurdu. Bu, kelimesi hasr ("sadece" manası) ifâde eder. Böylece, Kâ'be'nin kendisinden başka kıble olmadığı sabit olmuştur. Kıblenin bizzat başka kıble ol­duğu hususunda rivayet ettiğimiz diğer haberler de böyledir.İmam Şafiî'nin kıyas delili ise şudur: Hz. Peygamber (s.a.s)'in Kâ'be'ye duyduğu ileri derecedeki saygısı tevatür derecesine ulaşmış bir hakikattir. Na­maz ise dinî vecîbelerin en büyüklerindendir. O, namazın sıhhatle edâ edil­mesinin, bizzat Kâ'be'ye yönelmeye bağlanması, Kâ'be'nin şerefinin fazla olduğunu gösteren hususlardandır. Bu sebeble bizzat Kâ'be'ye yönelmenin meşru olmasını gerektirir. Diğer bir husus da Kâ'be'nin kıble olduğunun her­kesçe bilinen bir gerçek olmasıdır. Onun dışındaki yerlerin kıble olması ise meşkûk (şüpheli) bir husustur. Bu durumda evlâ olan, namaz hususunda ihti­yatlı olana riayet etmektir. Binaenaleyh namazın sahih olmasının, bizzat Kâ'­be'ye yönelmeye bağlı olması gerekir. [12]

Cenâb-ı Hakk'ın. "Her nerede bulunursanız, yüzünüzü Mescid-i Ha­ram taratma çeviriniz" ayeti bütün şahıslara ve du­rumlara şâmildir. Fakat biz, namazın dışında kıbleye yönelmenin vâcib olma­yıp, Resûlullah'ın şu hadisinden dolayı, bir taat olduğu hususunda icmâ ettik:"Meclislerin en hayırlısı, kıbleye dönerek oturmadır [19]Bu durumda gsnye şu husus kalır ki, kıbleye yönetmenin vâcib olması, sadece namaza has bir özettiktir.


...

Kabe'nin İçinde Namaz Kılmanın Hükmü         & amp; amp; nbsp;     
 

Bütün alimlere göre Kâ'be'nin içinde namaz kılmak caizdir. Bu durumda kişi dilediği tarafa döner. İmam

Kâ'be'nin içinde farz namazı kılmanın Höcmû  mekruh olduğunu söylemiştir. Çünkü Kâ'be'nin içine giren kimse, Kâ'be'nin bütününe yönelmiş ol­maz, aksine bir parçasına yönelmiş, bir parçasını da arkasında bırakmış olur. Durum böyle olunca, o kimse bütün Kâ'be'ye yönelmiş olmaz. Bu sebeble de namazının sahih olmaması gerekir. Çünkü Hak Teâlâ namazda Kâ'be'ye yö­nelmeyi emretmiştir. Kâ'be'nin içinde nafile namaz kılmak ise caizdir. Çünkü nafile namazda Kâ'be'ye yönelmek farz değildir.Ekseri âlimlerin bu husustaki delili ise, Buharf ve Müslim'in Sahlh'lerine almış oldukları hadistir. Bu hadisi Şafiî (r.a) de, İmam Malik'ten, o da Nâfi'-den, o da İbn Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir. Bu rivayete göre Hz. Peygam­ber (s.a.s), yanında Üsâme b. Zeyd, Osman b. Ebu Talha ve Bilâl (r.ah) olduğu halde Kâ'be'nin içine girdiler. Kapısını içeriden kapadı ve orada bir müddet durdu. Abdullah b. Ömer şöyle dedi: "Dışarı çıktıklarında Bîlâl'e Hz. Peygam­ber (s.a.s)'in ne yaptığını sordum, o da şöyle dedi: "Bir direği soluna, iki dire­ği sağına, üç direği de arkasına aldı, o gün Kâ'be içinde altı direk (sütun) vardı."Bil ki bu haberi delil olarak kullanmak, bazı bakımlardan zayıftır:

a)  Haber-i Vahid, Kur'an'ın zahirine ters düşemez.

b) Belki de Hz. Peygamber (s.a.s)'in orada kıldığı, nafile bir namaz idi. Bu da İmam Malik'e göre zaten caizdir.

c)  İmam Malik, bu habere muhalefet etmiştir. Ravinin, rivayet ettiği ha­bere muhalefet etmesi, o habere tâ'n etmeyi gerektirmese de, bu böyle bir tâ'n'dan uzak olan haber-i vahid'e nisbetle bir nevî zayıflık ifâde eder. O hal­de böyle bir haberin (rivayetin), Kur'an karşısında durumu nasıl otur?

d) Buhari ve Müslim, Sahih'lerinde İbn Cüreyc'in Atâ'dan rivayet ettiği bir hadisi nakletmişlerdir: Atâ', "İbn Abbas'ın şöyle dediğini işittim" demiş­tir: "Hz. Peygamber (s.a.s), Kâ'be'nin içine girince, Kabe'nin her köşesinde ayrı ayrı dua etti ve namaz kılmadan oradan çıktı. Çıkınca Kâ'be'ye yönetip iki rekat namaz kıldı ve, "İşte bu kıbledir" dedi."

Bu İki hadis arasında iki bakımdan tearuz (çelişki) vardır:

1) Orada namaz kıldığını ifâde eden (müsbet) haber ile, kılmadığını ifâde eden (menfi) haber arasında zıtlık vardır.

2) Hz. Peygamber (s.a.s)'in, "İşte bu kıbledir" sözü, oraya yönelmenin kesin şart olduğuna delâlet eder. Kâ'be'nin İçinde namaz kılmayı caiz gören kimse, orada namaz kılan kimseye Kâ'be'ye yönelmeyi vacib kılmamış, tam aksine oraya sırtını dönebileceğini söylemiş olur. İmam Malik (rh.a)'in istidla­line şöyle diyerek cevap verebiliriz: Cenâb-ı Allah'ın, "Nere­de olursanız olun..." ifadesi, ya umûmi bir ifadedir veya değildir. Eğer o umû­mî bir İfâde ise, Kâ'be'nin içinde bulunan kimseyi de içine alır. Buna göre Al­lah Teâlâ sanki Kâ'be'nin içinde bulunan kimseye de Kâ'be'ye yönelmeyi emretmiştir. Binaenaleyh bunu yapan kimse de sorumluluktan kurtulmuş olur. Eğer bu ayet umum ifâde etmiyorsa, bu meseleyi de içine almaz. Dolayısıyla da ne müsbe!,ne menfî olarak bu meselede bir hükme delil olmaz. Sonra bu meselede esas nokta, tek bir insanın bir anda bütün Beytullah'a yönelmesi mümkün değtl.aksine ancak Beytullah'ın bir parçasına yönelmesi mümkün olur. Beytullah'ın (Kâbe'nin) içinde olan kimse de, aynı şekilde Kâ'be'nin bir par­çasına yönelmiştir. Binaenaleyh o da emredilmiş olduğu şeyi yerine getirmiş olur, mükellefiyetten kurtulur. [26]

...

d) Birinci emir, Cenâb-ı Hakk'ın onlara sevdikleri kıbleyi ikram ettiği hu­susuyla birlikte gelmiştir ki bu kıble, ataları İbrahim (a.s)'in kıblesidir.İkinci emir, Cenâb-ı Allah'ın "Herkesin kendisine yöneldiği bir ciheti (kıb­lesi) vardır" ayetiyle birlikte gelmiştir. Bu şu manaya gelir: "Yani her tebliğ ve din sahibi (Peygamberin) , kendisine yöneldiği bir kıblesi vardır. Binae­naleyh siz de, Allah'ın hak olduğunu bildirdiği cihetlerin (kıblelerin) en şerefli­sine yönelin." İşte bu da Allah'ın,"Her nereden çıkarsanız çıkın, yüzünüzü Mescid-t Haram tarafına çevirin ve (bil ki) o, Rabbİnden olan hak (bir kıble­dir)" ayeti ile belirttiği husustur.  Üçüncü emir ise, Allah'ın kıble hususunda kendisine düşmanlık yapan yahûdilere bir delil olmadığı beyânı ile birlikte gelmiştir. Böylece, bu üç şey, herbirine kıbleye yönelme emrinin bitişmiş olduğu üç ayrı sebeb olmuştur. Bu, şöyle demeye benzer: "İşte bu kıbleye sarıl. Çünkü o senin hep arzuladığın kıbledir. Evet bu kıbleye tutun. Çünkü bu, bir hevâ-vü heves kıblesi değil, Hakk­ın kıblesidir." Bu, "Muhakkak ki bu Rabbtn katından olan bir hak (kıble-, dir)" ayetinin ifâde ettiği husustur. Sonra ise şöyle denilir: "Bu kıbleye yapış. Çünkü senin bu kıbleye yapışman, yahudilerin senin aleyhine getirecekleri de­lillere imkân bırakmayacaktır."Buralardaki bu tekrarlar, Cenâb-ı Hakk'ın Rahman süresindeki,  ayeti ile Şuâra süresindeki, ayetinin tekrar edilişi gibidir.

e) Bu olay, dinimizde,hakkında nesih cereyan etmiş olan olayların (hü­kümlerin) ilkidir. Bundan dolayı, te'kid, iyice anlatma, şüpheleri yoketme ve açıklamayı iyice yapmak için bu hususun tekrarına ihtiyaç duyulmuştur.

....

c) Bunun mukadder bir sebebe atfedilmesidir. Buna göre sanki şöyle de­nilmiştir: "Sizi muvaffak kılmam ve size nimetimr tamamlamam için, benden korkun!.." Birinci görüş doğruya daha yakındır.

Buna göre eğer, "Allahu Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatı yaklaşınca. "Bugün ben sizin dininizi kemâle erdirdim ve size olan nimetimi tamamladım" (Maide, 3)ayetini indirmiş, nime­tini ancak o gün tamam kılmıştır. O halde nasıl bu ayette senelerce önce,  demiştir?" denilirse biz deriz ki: Her vakte lâyık olan ni­metin tamamı, Cenâbn Hakk'ın o vakte tahsis ettiği nimettir. Hadiste de,"Nimetin tamamı, cennete girmektir"[91]buyurul-muştur. Hz. Ali (r.a)'den de, "Nimetin tamamı, İslâm üzere ölmektir" dediği rivayet edilmiştir.Bil ki, Ebu Müslim (r.a)'den, Hz. Peygamberin ve ümmetinin Beyt-i Mak-dis'e doğru kılmış oldukları namaz hususunda naklettiğimiz şüphelere gelin­ce, eğer bundan maksadı, Kur'an'ın lâfızlarının buna delâlet etmediği hususu ise, o haklıdır. Çünkü, yukarıda da açıkladığımız gibi, Kur'an'ın hiçbir lâfzı bu­na delâlet etmemektedir. Eğer maksadı, bunu tamamen inkâr ise, bu hakika­ten uzak bir görüştür. Çünkü, bu husustaki haberler tevatür derecesine yaklaşmışlardır. Ebu Müslim (r.a) tevatürü kabul etmeyebilir. Bu durumda da, "Şeriatımızda neshin vuku bulduğu hususunda haber-i vahide dayanarak ke­sin hüküm vermek doğru olmaz" diyebilir. Allah en iyisini bilendir. [92]



xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx x

Bakınız, Kıble'nin Kabe olduğunun delilleri nelermiş... Neler hususunda ihtilaf edilmiş.

Tek bir yerde şu söylenmiş, tekrar edelim:

Bu, şöyle demeye benzer: "İşte bu kıbleye sarıl. Çünkü o senin hep arzuladığın kıbledir. Evet bu kıbleye tutun. Çünkü bu, bir hevâ-vü heves kıblesi değil, Hakk­ın kıblesidir."

Belki de sadece benzemiyordur. Belki de tamı tamına bunu söylüyordur.

Düşünülecek işler...

Muhabbetlerimle...



__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

muhliskul Yazdı:

 Tarih inkari insani cikmaza surukler, celiskili bilgiler yuzunden gecmisi kabullenmeyenler, vahyi nasil kabulleniyorlar. Kuran kendilerinin gozunun onunde mi indi?  



Selam Muhliskul;

Ben de bu soru ne zaman gelecek diye bekliyordum ki, hiç ummadığım bir yerden geldi...

Sevgili kardeşim; bu bahsettiğin şey daha önce geleneğe sahip çıkma amacıyla, mevdudinin söylediği bir şey olarak bu forumda dile getirildi, orada da yazdım.

Kuran'a ya inanırsın, ya inanmazsın. Kuran, kendi kendisinin sağlamasını yaptıran bir kitaptır.

Bir; bu kitabın Allah katından olduğuna inanmayanları bunun gibi bir Kuran yazmaya davet eder. Bu davet, 1400 yıldan beri yapılmaktadır.

İki; Kuran, eğer Allah katından olmasa idi elbette içinde pek çok çelişkiler barındırırdı.

Başka sağlama metodları da vardır. 

Bu sağlama metodlarını öğreten Allah'tır.

Kuran'a, onu beşerin koruduğunu düşünerek iman eden kişinin durumu şüphelidir.

Biz, Kuran'a beşer koruyup ulaştırdığı için değil, sırf Kuran'a / O'nun Allah katından olduğuna iman ettiğimiz için iman ediyoruz. Eğer buna iman etmezsen, Kuran'a iman etmenin hiç bir değeri kalmaz.

Muhabbetlerimle...


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests

 

muhliskul yazdı

Tarih inkari insani cikmaza surukler, celiskili bilgiler yuzunden gecmisi kabullenmeyenler, vahyi nasil kabulleniyorlar. Kuran kendilerinin gozunun onunde mi indi?

Evet.Kur"an" benim gözümün önünde indi ve inmeye de devam ediyor.Çünkü,ben yazılı Kur"an"ı orijinal Kur"an" ile,yani açık ilmi veriler ve Sünnetullah ile mukayese ve test ederek okuyorum.Çünkü bunlar ile, yazılı Kur"an,çok büyük bir ahenk içerisindedirler.Yani tartıştığımız elimizdeki yazılı Kur"an,Orijinal Kur"an"ın,yani Varlık ve hayat kitabının yazılı özetidir.Ancak,şeytanların kulaklarını kesip,fıtratlarını bozduğu kimseler,orijinal Kur"an"ı okuyamazlar.Onlar ancak,tarih,rivayet,nuzul sebebi,hadis,sünnet.v.s.Gibi vasıtalarla Kur"an"ın anlaşılacağına inanırlar.Daha doğrusu,onlar,yani sözüm ona "muhliskullar",saydığım vasıta veya benzerlerini Kur"an"a doğrulatmaya çalışırlar. Çünkü,bunlara telkin edilen nakiller,bunlara böyle emretmektedir.Zaten,bunların dini, imanı,kitabı,sadece nakillerden ibarettir.Çünkü,bunların,en temel dini eğitim kuralı,dinde,akla göre değil,nakle göre inanıp,nakle göre amel etmektir.

Allah nakilcilerden,islam ve insanlığı korusun  

 

Kuran'in Muhammed'in kalbine vahyini muteakip fiziksel kanunlara muhatap olusunu kimse inkar edemez. Elimizde ki metinlerin duzenlenmesi yaziya gecisinde insan rolu ve genelde oral bir toplumun yazi toplumu olusunun dogal sonucu olarak yasananlar. Butun bunlarin Tarih muhtevasindan ayri tutulmasi hangi bilimsel bakis ile bagdasabilir. Tarihsel baglantisi koparilan Kuran vahiy Kuran degildir. Kuran gunumuze degin bu hassasiyetlerce korunarak gelmistir. Bizlerde bundan bu tarihi surec sunumuyla istifade etmekteyiz.  Gunumuz mantiginin eline mahkum Kuran orjinal espirisinden yoksun sadece bir maddeye donusur. Onun ilk orjinal  hitabindaki anlami ancak o ortam anlasilirsa netlik kazanir. 

Kuran'in allah tarafindan korunmusluguna dair ileri surulen butun ayetlerin farkinda olarak bunlari soyluyorum. Bu korunma metafizik alanlara aittir, iyi incelerseniz gorursunuz.

Bu yaziyi is oncesi acele bir sekilde yazdigimdan okumadan kaydediyorum,  yazi yanlisliklarimdan oturu ozur.

Allah'a emanet.  

Yukarı dön Göster muhliskul's Profil Diğer Mesajlarını Ara: muhliskul Özel Mesaj Yolla Arkadaş Listeme Ekle
 
Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam;

Salatın namaz olmadığını düşünen bir kardeşimizin internet sitesinden bazı alıntılar yapacağım. Doğruluğunu, yanlışlığını tartışalım.

Kaynak: http://beytegiris.blogcu.com/Din/page1


xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

YADSIYAMAZSINIZ

SALÂT VE ZEKÂT

SANDIĞINIZ ŞEYLER DEĞİL

 

(İslam’da Salât’ın Namaz, Zekât’ın da Mal Yardımı Olmadığının İşaretleri)

 

Kovulmuş Şeytan’dan Allah’a sığınırım!

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım.

 

Özet:

         Hz. Lokman’ın oğluna vasiyetinden hareketle Kur’an’ın salâtı ikame emrinin namaz kılma anlamında düşünülemeyeceği, düşünülmesi durumunun Kur’an ayetlerinin hem bağlamlarından kopmasına hem de kendi içlerinde tutarsızlık ve kopukluklar göstermesine neden olduğu genel çizgileriyle belirtilmiştir. Sırayla şu noktalara değinilmiştir:

 

-         Hz. Lokman’ın vasiyeti

-         Rükû edenlerle birlikte rükû etmek / cemaatle namaz kılmak

-         Salâtı ikame tabirinin gerçek anlamını ortaya koyan 30/31 ayeti

-         Sallâ fiilinin “yüz çevirme” anlamının karşıtı olarak kullanıldığı 75/31-32 ayetleri

-         İki vakit salâtın ne anlama geldiği

-         Namazın mükerrer sünnet olup olamayacağı bahsi

 

Ve dipnot olarak sallâ fiilinin sözlük anlamları

 

 

Hz. Lokman’ın oğluna vasiyeti:

 

Yavrum! Salâtı ikame et, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret! Doğrusu, bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. (31:17)

 

Yukarıya alıntıladığım ayette Hz. Lokman’ın oğluna ilk tavsiyesi, geleneğin biçimlendirdiği Müslüman halkın zihniyetinde, namaz kılmaktır. Ne var ki, sonraki emirlerin salât ile hiçbir ilişkisi yoktur!!! Kanımızca bu sonuç, ayetlerdeki ifadeleri yalnız siyak ve sibaklarından değil kendi içlerinde bile kopuk kopuk anlamlandırmaya çalışmaktan kaynaklanmaktadır. Ayeti kendi içinde bir bütün olarak değerlendirirsek, bu ayette namazdan söz edilmiş olmaması gerektiği az çok usavurma (muhakeme) yetisi olan bir kişinin anlaması gereken bir durumdur. Peki Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğüdün ilk bölümü neyi öğütlemektedir?

 

Hemen ivedi bir yanıt buluşturmadan gerçeğin ne olduğunu anlayabilme ereğiyle salâtı ikameden söz eden başka ayetleri de okumalıyız:

 

2/92/41 Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğum (Kur'ân)a inanın ve onu ilk inkâr eden, siz olmayın; benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın ve benden sakının. 

2/92/42 Bile bile gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin. 

2/92/43 Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle (Allâh'ın huzûrunda eğilenlerle) beraber eğilin. 

2/92/44 Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? 

2/92/45 Sabırla, namazla Allah'tan yardım dileyin, şüphesiz bu, (Allah'a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir. 

2/92/46 O(saygılı insa)nlar, Rablerine kavuşacaklarını (gözetir) ve gerçekten O'na döneceklerini bilirler. 

2/92/47 Ey İsrâil oğulları, size verdiğim ni'meti ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın. 

2/92/48 Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezâsını çekmez (borcunu ödemez); kimseden şefâat (aracılık, iltimas) da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz. 

 

Yüce Allah, yukarıdaki ayetlerin bağlamında Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğütleri doğrudan anlatımla önümüze koymuyor mu? Evet, hemen hemen koyuyor. Peki… Allah Allah!.. Altını çizdiğim ayetler, arkasından gelen ayetlerle birlikte ele alındığında kopuk bir manzara gözümüzün önüne serilmiyor mu? Oysa böyle olmaması gerekir. Demek ki, bizim ayetleri algılayışımızda bir çarpıklık var. İlgili ayetlerde verilen iletileri alt alta sıralarsak belki bir yerlere ulaşırız:

 

-                       Önceki Tanrı kitaplarının devamı olan Kur’an’a inanmalı ve Allah’ın ayetlerini hiçbir şey karşılığında satmamalı, yani Tanrı’nın hükümlerini insanlardan gizlememeliyiz.

-                       Yine hakkı bâtılla karıştırma yöntemiyle de Allah’ın ilmini gizlememeliyiz.

-                       Salâtı ikame etmeli, zekâtı ödemeli, rüku edenlerle birlikte rüku etmeliyiz.

-                       İnsanlara iyiliği emrederken kendimiz o iyilikten kaçmamalıyız.

-                       Sabır ve salât ile Allah’a istiane etmeliyiz.

 

“Salâtı ikame edin!” emrinin “Bile bile gerçeği bâtılla bulayıp hakkı gizlemeyin.” emrinden sonra gelmesi belki bir şeyler çağrıştırabilir. Çünkü altı çizili eylemi yaptığımızda başka birtakım nesne ve kavramları Yüce Allah’a ortak koşmuş, yani müşrik olmuş oluruz. Yoksa 2/43 ayeti bize Müslümanları müşriklerden ayıran ilk farkın namaz olduğunu mu bildirmek istiyor?! Öyleyse namazın bir parçası olan rükû (!) etmemiz, niçin zekât verme emrinden sonra buyruluyor? Bu anlatım biçemi kambur gözükmüyor mu? Dahası rüku eylemi eğer namazın bir parçası ise, özellikle namazdan ayrı olarak anılmasının anlamı ne ola ki? Genel ulemanın bu durumdan çıkardığı anlam, rükû edenlerle birlikte rükû etmenin “cemaatle namaz kılmak, dolayısıyla cemaatle namazın fazileti” olduğu yönündedir. Ne var ki, aklıma takılmadan edemiyor: Neden rükû eylemi cemaatle namazı ifade etsin? Geleneğin literatürüne göre rükû, önceki ümmetlerin bilmediği bir fiildir. Oysa bu ayetler İsrailoğullarına seslenmektedir. Bu emrin ardından İsrail oğullarına rükû fiilinin tarif edilmesi gerekmez miydi? Sonuç, öyle olmamış, değil bu ayetlerde, başka ayetlerde bile rükûnun nasıl yapılacağı ayrıntılanmamıştır. Oysa daha namaza hazırlık (!) olan abdest konusunda açıklama işlemi gerektiğince yapılmıştı.

 

Öte yandan yukarıdaki ayetlerde zekât amelinin hangi kavramla ilişkisi olduğu görülememektedir[1]. Oysa “salâtı ikame” eylemi, 2/41, 42, 44, 45, 46 ayetleriyle güçlü ve derin bir bağ taşımaktadır. Görünürde böyle olmasa bile kanımca mühürlenmemiş (gelenek ve atalar dini ile algılaması körelmemiş, anormal durumları normal durumlar gibi kabullenmeye başlamamış) kalpler tarafından bu bağ kolayca sezilebilir.

 

30/28: Size öz benliklerinizden bir örnek verdi: Ellerinizin altında bulunanlarda, size verdiğimiz rızıklarda, sizinle aynı haklara sahip, birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz ortaklarınız var mı? İşte biz, aklını işletecek bir topluluk için ayetleri böyle açık açık sıralıyoruz.

30/29: Zulme sapanlarsa ilimsiz bir biçimde keyiflerine uymuşlardır. Allah'ın saptırdığına kim yol gösterecek? Böylelerinin yardımcıları yoktur.

30/30: O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.

30/31: O'na yönelmiş kişiler olarak O'ndan sakının! Namazı/duayı yerine getirin ve sakın şirke sapanlardan olmayın;

Müniybiyne ileyhi vettekûhü ve ekıymûssalâte ve lâ tekûnû minelmüşrikiyn.

30/32: Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.

30/33: İnsanlara bir zorluk dokunduğunda, Rablerine yönelerek O'na yakarırlar. Sonra onlara bir rahmet tattırınca bakarsın ki, içlerinden bir grup Rablerine ortak koşuyor.

30/34: Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etsinler diye. Haydi, yararlanın/zevklenin! Yakında bileceksiniz...

30/35: Yoksa onlara kesin bir kanıt mı indirdik de onlara Allah'a ortak koşmalarını söylüyor!

 

Bu da ne oluyor?! Bu ayetlerin arasında, böyle bir bağlamda namaz kılmanın işi ne ola ki?!  Acaba Yüce Allah gerçekten müşrik olmamamız için namaz kılmamızı mı buyuruyor? Öyleyse hadis kültüründe Mekke müşriklerinin namaz kılması onları niçin müşriklikten kurtaramıyor? Kırmızılaştırdığım yerdeki “ve” bağlacı birçok ayette “yani” anlamına gelmektedir. Sözün özü Yüce Allah, bu ayette bir tanım veriyor. Neyin tanımı? Salâtı ikamenin tanımını: Dinde birliği koruyup şirke sapanlardan olmamak. Dikkat ederseniz, 2/45’te sabra salâttan önce sarılmalıyız; çünkü bir şeylere sabretmeden “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutmak” olanaksızdır. Kur’an’da “salâtı ikame” tabirinin hemen her zaman “şirk” bağlamında anılmasının “Dinde birliği koruyup şirke sapanlardan olmamak” anlamından kaynaklandığı kanısındayım. Dolayısıyla vahdet kavramının peşinden gidilmelidir. Nitekim sallâ fiilinin “arkasından gitmek” anlamı[2] da vardır ve bu anlamın Kur’an’da kullanıldığı geleneğin ulemasınca görülmemiş olsa bile aşağıdaki ayetlerde görülebilir; çünkü  “yüz çevirme” anlamının karşısına konmuştur:

 

İşte o, (Peygamberin getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı (lâ sallâ). Aksine yalan saymış ve yüz çevirmişti. (75/31-32)

Ayrıca 19/59’da “yitirilen salât”ın bu anlamdaki salât olduğu anlaşılabilir. Yani, kişiler genel anlamda Allah’ın vahyini izlemeyi bırakıp kendi nefislerinin uydurduğu kurallara uymaya başladıkları için salâtı yitirmişlerdir. “Namazı yitirmek” deyimi ise dilbilgisi bakımından bir tuhaflıktan başka bir şey olamaz!

 

Böyle bir durumda, abdest alınması gereken salâtın (ki bu tür bir salâttan söz edilen ayetlerde ve bağlamlarında şirk konusuna değinilmemiştir ve belirlenen iki zaman söz konusudur: Fecr ve İ’şâ’) namaz olmadığı, bir “birlik durumuna geçme, toplanma” kavramıyla ilişkili olduğu sezilebilir. Peki, müminler niçin toplanır? Elbette Elçi’nin diyeceklerini dinlemek ve dersler çıkarmak için toplanırlar. Öyleyse abdest alınarak yerine getirilen salât eylemi bir “söylev”dir. Nitekim, salât kelimesinin anlamlarından biri de “yapılan konuşma”dır.

 

İşin özünde, Kur’an-ı Kerim’in hiçbir ayette beş vakit bir namaza vurgu yapmamış olması ve Müslüman geleneğinde ise beş vakit namazın yaygınlık taşıması, geleneğin nakline göre Elçi’den önce kılınan namazın beş vakit olmadığı ve Son Elçi’nin Kur’an’a karşın hiçbir inanana 5 vakit namazı dayatamayacağı düşünüldüğünde bu durumlar bizi namazın İslam’a bir bütün şeklinde sokulmuş olabileceği düşüncesine itmiştir. O nedenle namazın mütevatir ve tekrarlanan sünnet olarak günümüze geldiği şeklindeki savunma bizim açımızdan önem taşımamaktadır. Zira namaz, Arap yönetiminden kesin bir destek bulduğu bir ortamda (ki Muaviye ve ardıllarının İslam’ı siyasetten kovma anlayışlarını topluma dayattıklarını çok iyi biliyoruz) bütün kültleriyle İslam’a sokulduktan sonra mütevatir ve tekrarlana gelen bir eylem durumuna geçmiş de olabilir.

 

 

 

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’adır!

 



[1] Aslında bu durum doğaldır; çünkü Kur’an’da anılan zekât malla ilgili bir mevzu değil, yaşayışla bağlantılı bir gönül arındırmasıdır. Bunu nereden anlıyoruz? Elbette Kur’an’da zekât kelimesi anılarak malla ilgili bir yardım biçimini tarif eden hiçbir ayetin olmamasından anlıyoruz. İşin gülüncü genel İslam uleması sırf düşündükleri yönde hadisler var diye Kur’an’ın ifadelerini bir yana bırakıp sadaka bahsini zekât ile karıştırmışlar, hattâ nerede sadakanın kimlere, nasıl, ne kadar verileceğini tarif eden ayetlerdeki sadaka kelimesini de zekât kelimesi ile değiş tokuş etmişlerdir. Onların müntesipleri ise şunu hiç sormamıştır: Be şeyhim, Kur’an’ın bu ayetinde sadaka kelimesi geçiyor. Peki onu niye zekât olarak anlamlandırıyoruz? Eğer sözü edilen şey zekât olsa idi, Yüce Allah o ayette zekât kelimesini birebir olarak kullanmaz mıydı?

             Öte yandan zekât’ın yalnızca kulun verdiği değil, Allah’ın verdiği biçimi de vardır: Katımızdan bir kalp yumuşaklığı, bir temizlik (zekât) verdik. Korunan biriydi o. = ve hanânen min ledünnâ ve zekât ve kâne tekıyyen.(19/13) (Hatırlayın, salâtın Allah’ın müminler ve Elçi üzerine yaptığı bir biçimi vardı!)  Burada Onun korunan (yani takvalı, haramlardan uzak duran) biri olmasını sağlayan zekât göstermesidir. Öyleyse evet, zekât vermek değil, zekât göstermek (çünkü etâ fiilinin anlamlarından biri de göstermek’tir)… Burada Kur’an’da zekât’ın anlamının da düzelme anlamındaki arınma olduğu kendisini gösteriyor.

[2]ﺻﻠﻰ : Dua, dua etmek; yalvarma, yakarış; konuşma, söylev, nutuk; övgü, methiye; nimet; meydana getirmek, sebep olmak; yakından takip etmek, izlemek, uymak, bağlı kalmak; irtibata geçmek veya irtibata geçilmek; hayvanın kuyruğunun çıktığı yer, but.

             Örneğin “bir at yarışında ilk atın peşinden bir burun farkıyla giden at”a el-musalli (yakından izleyen) denir.


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam;

Aynı siteden devam ediyorum:

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

SALÂT HAKKINDAKİ KESİN DURUMLAR

                                         

Nisan 2007

İçindekiler:

 

ÖN SÖZ. 1

Abdest Hakkında: 1

Namazın Vakitleri Hakkında: 1

Namazın Öğeleri Hakkında: 2

Namazın Kılınışı Hakkında: 2

Namazın Kılındığı Tapınak Hakkında: 3

Namazın Tarihselliği Hakkında: 3

SON SÖZ. 4

 

ÖN SÖZ

 

        Geçmişten günümüze birçok din bozularak gelmiştir. Bu dinler artık Allah’ın buyurduğu anlamdaki Din olarak işlememesi nedeniyle yeni elçi ve nebiler gönderilmiştir. Hz. Allah, indirdiği dinlerin hükümlerini beyan eden kitaplar da indirmiştir. Kitaplar, seçilen nebilere indirilmiştir. Bu kitapları tahriften koruma yetkisi ise söz konusu Kitap’a bağlı olanlara verilmiştir. Aynı biçimde Elçi Muhammet’e de baştan beri vazedilen İslam dininin hükümlerini beyan etmesi için bir kitap verilmiş ve Elçi Muhammet, “Nebilerin Sonuncusu” olarak nitelendirilerek bu tabirle (İlk emri olan “Oku! = İkrâ!” emrine mutabık olarak anlamı da “okuma” olan) Kur’ân isimli Kitap’ın “Son Kitap” olduğu ifade edilmiştir. Önceki ümmetlere davranıldığı gibi Kitap’ı koruma görevi yine Kuran’a inanan kişilere verilmiştir. Bu bakımdan 15/9 ayetindeki “Zikr’i Biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz” vurgusu Allah’ın “Kuran metninin tahriften uzak olduğu” anlamını belirtmesi değil, Kuran’ın kaynağı noktasında şüphelerini belirten inkârcılara bir yanıt vermesidir. Yoksa bu sözü “metni koruma” olarak düşündüğümüzde zaten Hıristiyanlar da kendi kitaplarındaki ayet parçalarına dayanarak kitaplarının tahrif edilmediği savunmasını yapmaktadır. Zaten bu ayetin indiği bağlama dikkat edilirse ayetin neyi ifade ettiği anlaşılabilir. Ne var ki, bu metin tahrifinin gerçekleşme olasılığına karşın biz, tarihsel yaşantılardan da yola çıkarak böyle bir şeyin söz konusu olmadığı kanısını paylaşmaktayız. Mesele Kuran’ın anlam yönünden tahrifine geldiğinde ise böyle bir tahrifin büyük ölçekte gerçekleştirilmiş olduğu kanısına varmış bulunuyoruz. Bunun nedeni, geleneksel dinin dayatmaları ile Kuran ayetlerini karşılaştırdığımızda karşımıza çıkan sonuçlardır.

 

Abdest Hakkında:

 

  1. Kuran’da salâta durulacağında 5/6 ile belirlenmiş bölgeler yıkanmalı veya ıslak elle silinmelidir. Buna göre bir vaktin abdesti ile başka bir vaktin salâtı yerine getirilemez.
  2. Kuran’daki abdest eyleminde ağzı ve burnu çalkamak, kulakları ve enseyi sıvazlamak ve bunların sayıları ile ayakları yıkamak emredilmemiştir.

 

Namazın Vakitleri Hakkında:

 

  1. Allah tarafından belirli vakitlerde ikame edilmesi emredilen her salât, istisnasız olarak Elçi’ye seslenmektedir. Yani böyle emirlerin yüklemi 2. tekil kişiye yöneltilmiştir.
  2. Kuran’da yalnızca iki vaktin salât adı bildirilmiştir: Salâti’l-fecr ve Salâti’l-‘Işâ’. Bu iki vakit dışında yerine getirilen hiçbir salât vaktinden söz edilmemiştir. Kesin olarak bilinmeli ki, Kuran’da beş vakit namaz olmadığı gibi üç vakit namaz da yoktur.
  3. “Salâti’l-Vusta” kelimesinin anlamı, hadis ve rivayetlerde bile tartışmalıdır. Salâte’l-Vusta kimi rivayete göre Sabah, kimine göre Öğle, kimine göre İkindi, kimine göre Akşam, kimine göre de Yatsı namazıdır. Fakat “ikindi namazı” olduğu en yaygın görüştür. Son zamanlarda yaygınlık kazanan görüş ise “öğle namazı” olduğudur.  Ne var ki, bütün bunlar dayanaksız görüşlerdir. Vusta salât, “öğle namazı” olsaydı
    • Salâte’l-Vusta’nın (?) Arapçadaki yaygın adı “Salâtü’z-zuhr” olmaz,
    • 24/58 ayetinde Salâti’l-Fecr ve Salâti’l-‘Işâ tabirleri anıldığı gibi “Salâti’l-Vusta” ya da “Salâtü’z-zuhr” tabirlerinden biri de anılırdı. Oysa 24/58’de “öğle vakti üstünüzü çıkarttığınızda” ifadesi yer almış ve bu eylemin salât için yapıldığı ifade edilmemiştir.
  4. Ayrıca 2/238’deki “salâti’l-vusta” bir vaktin namazı olsa bile bunu ilk önce anılan salevât’ın dışında düşünmek zorunda  değiliz. “Ve” bağlacının görevleri için Mehmet Yaşar Soyalan’ın Vahiy Savunması kitabının 200-210. s. arasını okuyabilirsiniz.
  5. Kuran’da teheccüt namazı yoktur. “Teheccüd” eyleminin “namaz” için yapıldığı dayanaksız bir yorumdan oluşuktur.
  6. Kuran’da nafile namazın gerekliliğinden söz edilmemiştir. 
  7. Kuran’da vakitleri belirlenen salât için ezan okumak şart değildir. Şart olan fiil, salâta bir biçimde çağrının (nidanın = sesli çağrının) yapılmasıdır. Dolayısıyla örneğin Türkçe ezana karşı çıkılmasının Allah tarafından bildirilmiş herhangi bir sakıncası yoktur. Hattâ her çağrının, çağrının yapıldığı toplumun dili ile yapılması ilkesine uyduğundan daha insani, yani fıtrata daha uygundur.

 

Namazın Öğeleri Hakkında:

 

  1. Hiçbir ayette salâtın içerisinde Kur’an okunması buyrulmamıştır. Salât kelimesiyle anılan "Kitap'ı oku!", "Kuran'ı oku" gibi ifadeler salâtı ikamenin içerisine dahil edilmemiştir.
  2. Kuran’da namazın temel öğeleri sanılan kıraat, kıyam, rükû ve secde fiilleri tek bir ayette ya da en azından peş peşe sırasıyla söylenmemiştir.
  3. Kuran’da Elçi’nin salâtı ikame etmesi gerektiği buyrulan Fecr ve ‘Işâ’ vakitleri birebir tanımlanmışken kıyam, rükû ve secde fiilinin nasıl yerine getirileceği hiçbir ayette tanımlanmamıştır. Bu hususta tek gösterge “çeneleri üzerine secdeye kapanmak” ifadesidir ki, bunun da gelenekte kılınan namazdaki secde fiiline benzemediği ortadadır.
  4. Salâtın kuud/tahiyyat öğesi (!) Kuran’da bildirilmemiştir.
  5. Salâtın selamı diye öğesi (!) Kuran’da bildirilmemiştir.
  6. Kuran’da namaza niyet öğesi yoktur.
  7. Kuran’da iftitah tekbiri öğesi yoktur.
  8. Salât sırasında tespih çekilmesini buyuran bir ayet yoktur.

 

Namazın Kılınışı Hakkında:

 

  1. Kuran’da, yeryüzünde beş vaktin gerçekleşmediği memleketlerde namazın nasıl kılınacağı bildirilmemiştir. Bu durum bizi ya namazın yalnızca bu beş vaktin gerçekleştiği yerlerde kılınması gerektiği ya da Allah’ın doğa yasalarıyla çeliştiği sonucuna götürür. Bu da İslam’ın evrenselliğini zedeler. Bir kısım müçtehitlerin kendi kafalarından beş vaktin gerçekleşmediği yerler için bir fetva vermesi sonucu değiştirmez. Böyle bir fetva iznini Yüce Allah vermemiştir. Zira 5/101 ayeti bu konuda verilmiş bir izin değildir. Orada, sözü edilen “Allah’ın vazgeçtiği konular” belirtilmiştir.
  2. Hiçbir ayette bir yöne dönülerek salâtın ikame edilmesi gerektiği bildirilmemiştir. Onu bırakın, başka herhangi bir ayette dua için bir yöne dönülmesi gerektiği ne önceki ümmetlere ne de Hz. Muhammet’e uyanlara buyrulmuştur. Kıble ayetlerinde “Mescidi Haram’a dönün!” buyrulurken bunun “salât için” olması gerektiği bildirilmemiştir.
  3. Kuran’da karma namazı (!, salâtı) engelleyen bir hüküm yoktur.
  4. Kuran’da bildirilen salâtın tek başına da kılınabileceğini gösteren bir ruhsat yoktur. Kuran’dan edinilebilecek izlenim, vakitli salât eyleminin cemaatle gerçekleştirildiği biçimindedir. Salâtın nasıl gerçekleştirildiği zaten hitap edilen toplum tarafından bilindiği ve Allah’ın Kuran vahyi ile müdahalesini gerektirecek bir tartışmaya neden olmadığı için salâtın tek başına kılınabileceğini savunmak zordur.
  5. Kuran’da bildirilen salât, hem erkeğin hem de kadının cemaat olarak yerine getirmesi gereken bir salâttır. Cuma Suresi’nin 9. ayetindeki salâta gelme emri hem erkekler hem de kadınları kapsamaktadır. Hz. Peygamber’in böyle bir emri erkeklere özgüleme yetkisinin bulunduğu hiçbir ayette bildirilmemiştir.
  6. Kuran’daki salât için setri avret emri verilmemiştir. Kuran’da daha önce örtünme emrinin verilmiş olduğunu ve salâtı yerine getirmek için özel olarak verilmesine gerek duyulmamasını bir arada değerlendirirsek salâtın “namaz” gibi bir ritüelin adı olma olasılığı aşağı düşer.
  7. Kuran’da vakti bildirilen salâtların kaçar rekât kılınacağı söylenmemiştir.
  8. Kuran’da “rekât” kelimesi anılmamıştır.
  9. Kuran’da gelenekte rastladığımız biçimde bir “rekât” kavramı yoktur. 4/102 ayeti, normal bir salâttan değil, savaş durumundaki korku namazından söz etmektedir. Bu nedenle geleneksel “rekât” kavramı için ölçü kabul edemeyiz. Zaten bu ayette rekâtı tarif etme amacı güdülmediği ortadadır. O nedenle rükû rüknünden hiç söz edilmemiştir. Aslında böyle bir eksiklik, rükûun sahih anlamına bir emare teşkil eder. Zira 4/102’de savaşma bağlılığından (yani salâtından) söz edilmesi nedeniyle rükû kelimesi anılmaması çok doğaldır; çünkü rükûun sahih anlamı “alçak gönüllülük”tür. Savaş sırasında ise alçak gönüllü olmak gereksizdir. Savaş atmosferiyle bağdaşmaz. Öte yandan 4/102’de salâtın kuut adında bir öğesi de yoktur. Dolayısıyla normal salâtta bu öğenin bulunup bulunmadığını (başka ayetlerde de salâtın rükünlerinden söz edilmediği için) belirleyecek bir ölçütümüz yoktur. Hattâ rükû eyleminin birkaç ayette (2/43; 38/24) sanki namaz dışında ayrı bir ritüel biçimiymiş gibi anılması şüphelerimizi daha da haklı çıkarır.
  10. Kuran’da farz rekât sayısı yoktur.
  11. Kuran’da farz - sünnet rekât sayısı gibi bir ayrım yoktur.
  12. Kuran’da vakti belirli olan salât eylemi, 2/239’daki ruhsata göre, yaya ve binekte gerçekleştirilebilir. Bunun “ima” yoluyla mı yoksa başka bir yolla mı yerine getirileceği Kuran’da belirlenmemiştir. Eğer namaz, sahabe tarafından bugün Müslümanların genelince algılandığı gibi “belli bir düzen içerisinde yapılması gereken hareketlere dayanan bir amel” olarak algılansa idi, sahabeden birinin Elçi’ye “Biz yürüyerek ve binekte nasıl namaz kılacağız?” diye sormaları gerekirdi. Oysa Kuran’da sahabeden böyle bir soru gelmediğini görmekteyiz.
  13. Kuran’da salât sırasında duanın ne gibi bir önemi olduğuna dair bir ayet yoktur.
  14. Kuran’da ayrıca kıraatin en az ne kadar yapılması gerektiğine ilişkin bir hüküm de konmamıştır. Fatiha S.’nin vazgeçilmez olduğu yolunda olan kanaat, Kuran’daki başka türlü de (yedi surenin başında yer alan ha, mim başlangıç harfleri) yorumlanabilecek “sebü’l-mesâni” kelimesinden çıkarılmıştır. Bu da muhkem değildir. Muhkem olmayan bir hususta ise Allah katında kimsenin kimseye bir zorlama ve dayatma yapmaya hakkı yoktur.
  15. Namazdaki sure ve ayetlerin Arapça okunması gerektiğini bildiren bir ayet yoktur. Bu bakımdan Kuran zaviyesinden her dilde namaz (!) kılınabilmesinin önünde bir engel yoktur.

 

Namazın Kılındığı Tapınak Hakkında:

 

  1. Geleneksel İslam’a göre baş tapınak, “Kâbe”dir. Ne var ki, hiçbir yerde “Salâtınızı yüzünüzü Kâbe’ye dönerek ikame edin!” anlamını çıkartabileceğimiz muhkem bir ayet yoktur. Zira önceden namaz kılarken dönüldüğü kabul edilen Süleyman Mabedi’nin isminin verilmeyişi (ki, o devirde bir çöplüktü!) Mescidi Haram’ın Kâbe olamayacağının emaresidir. Zaten geleneksel İslam literatürü de Mescidi’l-Haram kelimesini Kâbe anlamında değil, “Kâbe’nin çevresindeki alan ya da Kâbe’yi çeviren bina” olarak algılamaktadır. Edip Yüksel gibi Yeni İslamcı kişiler ise Mescidi’l-Haram’ın ta Kâbe’nin kendisi olduğunu savunmaktadır. Kelime bakımından duruma yaklaşırsak, ka’be kelimesinin anıldığı ayetler çok ilginçtir. Zira abdest ayetinde (5/6) güya topukların (aslında ise “ayak bilekleri”nin) ifade edilmesi için kullanılırken, bir başka ayette ise “Kâbe’ye varacak bir kurban” ifadesinde anılmıştır. 5/6 ayetinde ile’l-ka’beyn kelimesinin  “topuklara dek (ayaklarınızı ıslak elle silin)” olarak algılanması bir anlatım bozukluğu oluşturmasına karşın ısrarla böyle çevrilmektedir. Oysa topuklar, ayakların içine dahildir ve bir sınır bildirmez. Sınır bildiren en yakın anlam ise zaten geleneksel olarak öyle uygulanan “ayak bileklerine dek ayaklarınızı ıslak elle silin” anlamıdır. Öte yandan 5/95’te “hedyen bâliga’l-ka’beti”, “Kâbe’ye varacak bir kurban” olarak çevrilmektedir. Hem de ayeti böyle algılamak kendi içerisinde tutarsızlık oluşturmasına karşın. Güya bir yaban hayvanı öldürmenin cezası olarak Kâbe’ye bir kurban adanmalıymış. Bir hayvanı öldürmenin cezası olarak bir başka hayvanı boğazlamak… Bu mu adalet?! Oysa alıntıladığım kısmı “hedyenin (yani yaban hayvanının) ayak bileği olgunluğu” olarak tasavvur ettiğimizde bu tutarsızlık ortadan kalkıyor ve yerine şöyle bir anlam çıkıyor: Öldürülen kara avının yaşı ayak bileği olgunluğundan iki adaletli kişi tarafından saptanacak ve buna göre bir kefaret ücreti ödenecek. Bu 5/6 ve 5/95’teki iki tutarsızlığı düzelttiğimizde geriye kalan “Ka’be” kelimesinin anıldığı son ayetteki “Ka’bete’l-Beyte’l-Haram” kelimesinin anlamı da doğru olarak açığa çıkıyor. Zira düzelttiğimiz iki ayette sözü edilen tek şey “ayak bileği” olduğuna göre “Mekke’deki kübik yapının ayak bileği” gibi bir anlam gülünç olacağından “Beyt” kelimesinin de gerçek anlamı belirecektir: Sistem. Öyleyse 5/97’de anılan “Ka’bete’l-Beyte’l-Haram”, “Sistemin Ayak Bileği Yasağı” anlamına kullanılmıştır. Peki, bu sonuç çıktığında bunlara dayanarak Mekke’ye gelip gelmediği bile düzmece olmayan tarih kaynaklarına göre meçhul olan Hz. İbrahim’in kurduğu Beyt, niçin Kâbe olarak anlaşılsın? Öyle ya, Allah’ın indinde “Kâbe” adında kübik bir yapı yok. Ayak bileği ve Sistem var.
  2. Hiçbir ayette mescidin içinde “namaz” kılınmasından söz edilmemiştir. Bu bakımdan Kuran’da namazı kılacağımız zaman mescide gitmemiz gerektiği de bildirilmemiştir.
  3. Kuran’da Mağara Arkadaşları kıssası anlatılırken mescit bina etmenin yanında, mescit almaktan söz edilir (18/21). Bu da “bina etmek” ifadesinin bir soyut anlam taşıyabileceğini gösterir. Ayrıca 18/21’de bu kişilerin niçin bina yaptığı açıklanmamıştır (Oysa bu ifade “Mağara Arkadaşları’nın teslimiyetini örnek almak” olarak anlaşıldığında ayetin kendi içerisinde bir bütünlük oluşur. Adamlar bir tartışma yapıyor ve bunun bir tapınakla ilgisi yokken, durduk yerde niçin onların üzerlerine bir tapınak dikilsin?!). Dırar mescidi de bina edilmemiş, geleneksel çeviriye göre “tutulmuştur (velleziyne’t-tehazû mesciden dırâren ...)” (9/107). İlginç değil mi?!
  4. Hiçbir ayette mescid onarımından söz edilmez; çünkü mescid onarımından söz eden her ayet ya Allah’ın mescitlerini onarmaktan söz eder ya da “Mescidi Haram”ı. Niçin özellikle “Allah’ın mescitlerini onarmak” kavramı seçilmiş olabilir? Hangi mescidin Allah’ın mescidi olduğunu nereden bileceğiz? Niye o zaman tarihte Müslüman Osmanlı Türkü, ele geçirdiği yerdeki kiliseleri mescide/camiye çevirmiştir? (Oysa, Allah’ın mescitlerini onarmak, “Allah’a itaat davranışlarını hakkıyla yerine getirmeye çalışmak” olarak anlaşılsa, hükümler Kuran’da ve tabiat kurallarında indirildiği için hangi mescitleri onarmamız gerektiği apaçık olarak ortaya çıkıyor)
  5. 2/187 ayetine göre oruç zamanı dışında mescitlerde îtikafta iken kadınlarımızla cinsel ilişkide bulunabiliriz (!). Zira bu yasak, oruç dışındaki zaman için  söz konusu edilmemiştir. Öyleyse helaldir. (Ya da insafa gelip “mescid” kelimesinin “tapınak” değil, “gönüldeki itaat yapısı/davranışı” anlamında kullanıldığını kabul edersiniz. Seçim sizin!)  

 

Namazın Tarihselliği Hakkında:

 

  1. Kuran’da önceki nebilerin de salâtı ikame ettiği bildirilmesine karşın onların hangi vakitlerde ve ne biçimde kıldığı (!) hususunda açıklama yapılmamıştır.
  2. Kuran’da müşriklerin salâtına ilişkin herhangi bir yanlışlık sayılmamıştır. Geleneksel zihniyet ise Kuran’da müşriklerin el çırpıp ıslık çalarak salâtı ikame ettiğinin bildirildiğini savunmaktadır.
  3. Öyleyse Kuran’da Elçi’nin, müşriklerin kıldığı biçimdeki namazı (!) kılmadığını bildiren bir ifadenin yokluğu da kabul edilmelidir. Dolayısıyla salâtı şekle dayanan bir ibadet olarak göreceksek, onun ıslık çalınıp el çırpılarak yapılan bir ibadet olduğunu düşünmemiz gerekir. Nitekim bu tür bir ibadet yürünerek ve binekte giderken de yapılabilir. Yok eğer bunu kabul edemiyorsanız, doğru yanıt çok açıktır: Vakitleri bildirilen salât, Elçi’nin Kuran ayetlerini müminlere bildirmek için günde iki vakit içinde düzenlediği bir konuşmadır.
  4. Kuran’da açıkça bildirilen salât vakti sayısı Salâte’l-Fecr ve Salâte’l-‘Işâ’ olmak üzere iki vakittir. Kuran’ın sunduğu salât vakitleri hakkında öngörülen ve farz kabul edilen durum bu iken Kütüp-i Sitte yazarlarının ısrarla “beş vakit namazla” ilişkili nakillerde bulunmalarının arkasında “Peygamber’in uygulaması”nı değil, gizli bir niyet aramak gerekir. Zira Hz. Peygamber’in -Kuran’daki Allah’ın emri dururken- kendi kafasından üç vakit daha ekleyip farz olan vakit sayısını beş olarak dayatması kabul edilemez bir durumdur.
  5. Kıble ayetlerinde Mescidi Haram’dan önce namaz kılmak için Kudüs’e dönme emri verilmemiştir. (Kuran dışı vahiy de olmadığına göre Hz. Muhammet, namazlarında Kudüs’e dönme kararını nasıl almıştır ve nasıl olmuş da Hz. Allah onu azarlamamıştır? Dahası Hz. Muhammet ilk namazlarında (!) güya ehl-i kitap Süleyman Mabedi’ne döndüğü hâlde niçin Kâbe’ye dönüyordu ve Hz. Allah, buna niçin onay vermişti?) Bu husus üzerinde düşünmek gerekir.

 

SON SÖZ

   

            Maddeler durumunda verdiğim gibi salât ve unsurları hakkındaki Kuransal gerçekler, bunlardır. Bunların bir kısmı tartışılabilir durumda gözükse bile derinlemesine incelenirse bu sonuçlara hak verilebilir. Ne var ki, tartışmasız maddeler, bizi geleneğin aktardığı abdest, salât, mescid, secde, rükû kavramlarının tartışmasız olarak Kuran’a uymadığı sonucuna götürmektedir. Sözgelimi secde eylemi birçok ayette mecaz olarak anlaşılmaya müsait. Keza rükû eyleminin namaz dışında da yapıldığı izlenimi veren ifadeler var: 2/43; 38/24 (ki “alçak gönüllülük göstererek itaat etmek” anlamı bu ayetlere tam tamına uyuyor). Yine salât kelimesi de birçok ayette “bağlılık, yükümlülük” ve “söylev” anlamı ile düşünüldüğünde zihnimizde boş kalan noktaları tamamlayabiliyor.


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Alıntıya devam ediyorum.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

AMAZIN FIKIH VE ULUHİYYET BAKIMINDAN NİTELİĞİ - 4

Kategori: Din

Dinde Zorlama Var mı Yok mu?

 

1.        9/5 ayetine göre (Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.) savaşılan müşriklere, zorla namaz kıldırılması ve onlardan zorla zekât alınması mı buyrulmuştur? Eğer öyle değilse bu kişilerin Müslüman olduğuna ilişkin kanıtınız nedir? “Tevbe etmek” fiili “Müslüman olmak” anlamını kapsıyor mu? Başka ayetlerde bu anlamın bir örneği var mı? Yoksa aslen olduğu gibi “işlenmiş bir suçun bir daha işlenmeyeceğine dair verilen bir söz” anlamıyla mı kullanılmıştır? Tevbenin “ihtida”yı kapsaması iddiası, 9/6 ile de çelişmez mi? Çünkü 9/5’te müşriklerden herhangi biriyle savaşılmaması için tek bir çözüm yolu önerilmişti: Namaz kılıp (!) zekât vermek (!).  Ayrıca burada normal bir durumda müşriklerden böyle bir tavır beklenmesinden değil, savaş sırasındaki durumdan söz ediliyor. Dolayısıyla harp, çatışma, çarpışma sırasında gösteriş olarak namaz kılıp zekât vermeleri (tabii zekâtı da anında bulup çıkarabilirse keselerinden!) öldürülüp hapsedilmemeleri için yeterliyse bu tuhaf bir durum oluşturmaz mı? 9/4 ayetinde “antlaşma hükümlerini bozmayan ve aleyhimizde kimseye yardım etmeyen” müşriklerden böyle bir tevbe/yöneliş beklememiş olmamıza karşın böyle bir tavır beklenme olasılığı daha az olan durumu anlatan 9/5 ayetinde çarpıştığımız müşriklerden böyle bir tavrı beklememiz saçma değil midir? Sizce müşrikler, “Müslümanların savaşmama şartlarını kabul etmek” yerine niçin münafıklığa itilerek “Müslümanların temel ibadetleri olan namaz ve zekât”la sorumlu tutuluyor? Kuran’da müşriklerden zekât alındığına ilişkin başka bir kanıt var mıdır? Ayrıca niçin kelime-i şahadetten sorumlu tutulmuyor (Hadi, “kendi seçimleriyle…” diyelim) da  bundan sorumlu tutuluyorlar? Son çıkan durum, baskı ve sindirme nedeniyle, aslında kendisini Müslüman saymayan insanları, Müslüman görünmeye zorlayıp münafıklaştırarak İslam toplumunun içtenliğe dayanacak birlik duygusunda bir gedik açılmış olmuyor mu? Hz. Allah’ın böyle bir çelişkiye düşmesi olası mı? 9/5 ayetindeki salât ve zekât çevirileri (zekât çevirisi görünüşte usul sayılabilir. Oysa bu zekât, geleneksel olarak bildiğimiz zekât ise Kuran ayetleriyle bu zekâtın niceliği, en azından “örfe göre bir miktar” söz öbeğiyle açıklanmış olmalı değil miydi? Zira, şeriatla ilgili başka ayet misallerinde bu yol izlenmiştir.) 9/4 ile 9/5 emri arasında bir tutarsızlık oluşturmuyor mu? Ayrıca 2/256 ayetindeki “Dinde zorlama yoktur” ifadesiyle de çelişki doğmuyor mu? Tüm bu ilkeleri göz önünde tutarsak 9/4 ve 9/5 ayetinin aslına uygun olarak düşündüğümüz çevirisinden “Müşrikler, ya savaşıp Müslümanları yenmek için zulmü sürdürmeyi seçecekler ya da Müslümanlarla yaptıkları antlaşmalara salâtı, yani “bağlılığı ayakta tutarak” bu hususta zekât, yani “iyileşme ve düzelme” gösterecekler.” anlamı çıkmayacak mıdır? Yüzyıllardan süregelen bu çevirinizle İlhan Arsel, Turan Dursun gibi İslam düşmanlarını haklı çıkarmıyor musunuz?

 

2.        9/11’de müşrikler, dinde kardeşlerimiz oluyor, namaz kılıp zekât vermekle!.. Peki, niçin, 9/12 ayetinde önceki (9/7, 10) yeminlerinden Müslüman olduktan sonra da sorumlu tutuluyorlar? Demek ki, dîn kelimesi İslam’a eşit değil, yalnızca “yasa = kânun” anlamında anılmaktadır. Nitekim Medine Anayasası’nda da, “Yahudilerin dinleri kendilerine müminlerin dinleri kendilerinedir” denerek federal bir devlet düzeni öngörülmemiş midir? 9/12 ayetindeki yemin (eymânehüm) İslâm’a giriş yemini olamaz; çünkü başka herhangi bir ayette eymân ya da yemin sözcüğü böyle bir anlamda kullanılmamıştır. Müslüman olanlar tek bir yeminden sorumludur: Kitap’a sahip çıkma misakı. O da yemin kelimesiyle değil, mîsak kelimesiyle ifade edilir.

 

 

Oruç Tutmak mı Evla, Namaz Kılmak mı?

 

3.        33/35 ayeti çok ilginçtir; çünkü bu ayette affedilecek ve kendilerine büyük bir ödül verilecek olan kişilerin temel özellikleri -oruç tutmaya dek- sayılmış; ama tuhaftır ki, bunların arasında “namaz kılanlar” sayılmamıştır: “Allah şu kişiler için bir affediş ve büyük bir ödül hazırlamıştır: Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler, Allah'ı çok anan kadınlar. (33/35) Bu ayetlerde “salâtı ikâme”nin anılmamış olması “Müslüman, mümin ve itaat eden olmak” ile “salâtı ikâme”nin hemen hemen eşanlamlı olması olamaz mı? Oysa sadece namaza göre değil geleneksel zekâta göre de ikinci planda kalan sadaka vermekten söz edilmiştir. Öyleyse niçin bu kişilerin arasına “namaz kılan ve zekât veren müminler de dahil edilmemiştir? Peki bir sonraki ayetin Kuran’da buyrulan hükümlere uyulmasından söz edilmesi sizin için ne anlama geliyor?: Evlerinizde Allah'ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın. Kuşkusuz, Allah Latîf'tir, Habîr'dir. (33/ 34) Allah ve resulü bir işte hüküm verdiklerinde, inanmış bir erkekle inanmış bir kadının, işlerini kendi isteklerine göre belirleme hakları yoktur. Allah'a ve resulüne isyan eden, açık bir sapıklığa batıp gitmiş demektir. (33/ 36) Son Nebi’nin ailesi kendisine itaat konusunda daha titiz davransın ki, Son Nebi, bir toplum önderi olma saygınlığını halkın gözünde yitirmesin.

 

Hz. Muhammet’in Kendi Ehlibeytine emrettiği Salâtı İkame Neydi?

 

4.        Evlerinizde de vakarlı oturun. İlk cahiliye teşhirciliği gibi kendinizi teşhir etmeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve resulüne itaat edin. Allah sizden kiri/lekeyi gidermek istiyor ey Ehlibeyt, sizi tam bir biçimde temizlemek istiyor. (33/33) Arapların hanımları zekât verecek geliri nereden kazanıyordu? Aslında bu çeviride yer almayan; ama özgün metinde yer alan “ve” bağlacı, “yani” anlamıyla salâtı ikâme ile zekâtın, Allah ve Elçisi’ne bağlılık gösteriş sonucu gerçekleştiğini açıklıyor. Buradaki salâtın da “namaz” anlamında olmadığı; ama “bağlılık” olduğu ayetteki anlatım tarzından kolayca anlaşılıyor. Zira sen mümin olarak cehdedersen Allah da senin bu çabana destek verir. Yoksa evlerde vakarlı oturmak yani Cahiliye teşhirciliği gibi kendimizi teşhir etmemek ile namaz ve zekâtın ne alakası var? Oysa bunların Hz. Muhammet’e verilen elçilik göreviyle birebir ilgisi var. Bu ayetten âtiynezzekâte kelimesinin de “Zekât verin!” değil, “Arınma/iyileşme gösterin!” anlamına geldiği ayeti bir bütün olarak yorumlayınca anlaşılabilmektedir.

 

Elçi’nin Yaptığı Konuşma Salât Olarak Değil de Başka Ayetlerde Bir Biçimde İfade Edilmiş Olabilir mi?

 

5.        www.gercekislam.com ‘daki Salât-namaz tartışması sırasında Salsale nikli birisi vebmaster Putdusmani ile olan bir tartışmasında “(Gerçek) Söylev/nutuk ayetleri” diyerek öne kimi ayetleri sürmüştü: 93/11, 71/5-10, 27/81, 3/104, 7/187, 8/1, 2/215, 17/81. Ne var ki, bu ayetleri okuyunca vakitli salât kavramına bütünüyle uyan hiçbir ayetin yer almadığını kolaylıkla görebiliriz.

 

Salât’ın Temelde İki Anlama (Bağlılık ve Söylev) Geldiği Açık Değil mi?

 

6.        74/41-43 ayetleri şöyle buyurmuştur:

Günahkârların (mücrim) durumunu: “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verir: “BİZ NAMAZ KILANLARDAN DEĞİLDİK”

Mücrim kelimesi Kuran’ın hiçbir ayetinde “Müslümanların günahkâr olanı” anlamında kullanılmamıştır. Mücrim kelimesi, Kuran’da, peygamberleri yalanlayanlara (6/147), ayetleri yalanlayanlara (7/40), Din’den çıkanlara (9/66), Allah’a karşı yalan uyduranlara (10/17), refah içinde nefsine uyanlara (11/116), peygamberlerin düşmanlarına (25/31), Allah’ın ayetleri hatırlatıldığında yüz çevirenlere (32/22), Kuran’a ve daha önceki kitaplara inanmayanlara (34/30-31), teslimiyet göstermeyenlere (68/35), Lut, Hud, Firavun ve diğer yok edilen kavimlere sıfat olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla hiçbir ayette “inananlar” için “mücrim” sıfatı kullanılmamıştır. Müşrik ve kâfirler, Kuran’ın hiçbir yerinde namaz kılmakla sorumlu tutulmazlar, zaten böyle bir sorumluluk duygusunu taşıyamazlar. Onların her şeyden önce tek olan Allah’a inanmaları gerekir. Öyle ise bu mücrimler niçin “Biz vahid Allah’a inanmazdık” demiyor da, “Biz namaz kılanlardan değildik” diye hayıflanıyor? Ayrıca 4/103 ayeti salât eylemini “insanlar” değil, “müminler” üzerine farz kılmıştır. 74/41-43 ayetlerinde namazı tasavvur etmek 4/103 ayetiyle çeliştiği gibi, sözde İslam yönetiminde Suudi Arabistan’da insanların namaza gitmeleri için zor kullanmaları da zulümdür. Peki 74/43’te mücrimler neden hayıflanıyor? Elbette “tek olan Allah’a ve O’nun elçilerine bağlılığı ayakta tutmamış olmalarına” hayıflanıyorlar. Bağlılığı ayakta tutmak ise putperest geleneği olan namazında daim olmakla değil, inanç meselesinde tek hüküm koyucunun Allah olduğuna inanmakla gerçekleşebilir. Ne var ki, çok kişi Allah’a şirk koşmadan inanır. İşte buna neden olan da başta peygamberler olmak üzere din adamlarını ve atalarını Allah’ın dışında ilahlar edinme, onlardan şefaat umma eylemleridir. Nitekim bu ayetin yer aldığı Müddesir Suresi’nde de bir tebliğ ve bu tebliğe kayıtsız kalarak şefaatçilerine sığınmaya çalışan müşriklerden söz etmektedir. Bu meselelerin arasında bir ritüel olan namazın ne gibi bir yeri olabilir? Böyle bir yeri var ise bunun mahiyeti niçin bildirilmemiştir? Görünen o ki, Yüce Allah, namazdan falan söz etmiyor; çünkü Hz. Peygamber ve sahabesi namaz kılmıyordu. Tek Allah’a bağlılığı ayakta tutmaya çalışarak her gün ikişer vakitle Kuran’la iştigal ediyordu.

 

 

Yalnız Kurancıların Namazı Belli mi?

 

7.        Şimdi kalkıp yüzyıllar boyunca Peygamber böyle kılmıştır denerek namazı o kadar zaman içindeki bağlamından koparıp farklı biçimde algılayanlar ortaya çıktı. Bunlardan biri 5 vakit namazı savunmasına karşın farklı birtakım açılımlarda bulunuyor:

Yeryüzünde şekilsel olarak namazın, 10'un üzerinde kılınış şekli vardır... Bunun yanı sıra, diğer tüm dinlerde kıyamda durmak ve secdeye varmak da vardır. Bu dinlerin ilahi olmasına gerek de yok. Her türlü inanıştan insanlar secde'ye varmaktadır... Bu zaten bilinen bir şekilselliktir... Tıpkı kamasutra gibi...

Ben Hıristiyanların da tıpkı Müslümanlar gibi namaz kıldıklarını seyrettim... Romanya’nın Sn. George ilçesinde bir kilisede kadın ve erkekler ayrı durmuşlar ve namaz kılıyorlardı. Kıyamda duruyor hep birlikte dua okuyor ve secdeye kapanıyorlar... Kılınış şeklini dediğim gibi herkes çevresinden görür. Ancak aklı selim olan mukallitlik yapmak yerine bu öğrendiğini Kuran’a götürür ve öğretileni sorgular. Kuran’a uyanı bırakır, uymayanı atar… Bu ibadet takvayı ortaya koymaktır. Tıpkı kurban gibi... Bu şekilselliği sergileyen kişi, bununla kalarak gafil olmaması gerektiğini bilir ve hayatının akışını kuran bütünlüğüne göre düzenler... İnsan sadece yat kalk yaparak bu işi yerine getirdiğini sanmasın... Bu ibadet esas yapılması gerekenin, rab huzurunda söz verme şeklidir... Allah kıyamda dur demişse, kıyamda durursun... Yok, elim nasıl bağlanmalı, yok kenara sarkıtanların namazı kabul olur mu, yok omuz mesabesinden tutanların namazı nasıl oluyor gibi kıyamda dur emrini didiklemek maalesef özellikle bizim Tr'de bir alışkanlık haline getirildiği gibi namaz içerisinde öğretilenler tabulaştırılmıştır... Ben dirsek hizasından tutarak kılarım genellikle ve namazım daha biter bitmez birinin omzuma uyarı işareti çaktığını ve elimin böyle tutulmaması gerektiğini söylediğini bilirim... Güler misin ağlar mısın..?

Evet, tıpkı iki insan arasındaki birleşme gibidir bu... Fıtrat gereği süre gelen bir ibadettir ve bu ibadet, ilk olarak Resulullah tarafından yapılmamıştır. Zaten var olan bir ibadetti. Resulullah’ın yaptığı ve bizim yapmamız gereken ise yönelişin sadece RABBE has bir şekilde yerine getirilmesi gerektiğidir. 4 tane Allaha, 4 tane peygambere, 2 tane daha peygambere namaz kılmakla bu ibadet yerine getirilmiyor... Daha önce dediğim gibi, bu işinde samimi olan, adam gibi yerine getiren, bırakın, işi olduğunda bir rekât ile yerine getirsin... Takvasını ortaya hakikat ile koyabilen mi önemli, yoksa irisini, sarısını ve Kars'ta yaylada beslenmiş olanı kesenin, kestiği buzağımı?..” ( http://forum.iktibas.info/thread.php?boardid=11&threadid =346&sid=5862070d0177a1fa4513248a8863bfb4 , lejyoner  13.09.2005, 15:54) 

Bu kişinin birtakım açılımlar yapmasına karşı değiliz; ama yaptığı açılımlar Kuran’la temelden çelişmesin. Yeryüzünde bilmem ne kadar kimsenin birtakım tanrılara birtakım yapay tapınışlarla taptığı beni hiç ilgilendirmiyor. Toplumlar arası etkilenmeler, her konuda olabilir. Hem Hıristiyanlar ve öbür topluluklar da namazı yerine getiriyorsa, nasıl kafirle Müslüman’ı ayırt edici bir ibadet oluyor, namaz? Kuran, buna “çünkü Müslümanların çoğunluğu namaz kılar” diye bir açıklama da getirmediğine göre... “dirsek hizasından tutarak kılarım genellikle” diyor zât-ı şahânemiz. Sen kim oluyorsun da Peygamber’in namazını (!) değiştiriyorsun? “Bu ibadet esas yapılması gerekenin, rab huzurunda söz verme şeklidir” diyor, peki; ama pratikte bu sözler ne kadar tutulabiliyor? Böyle etkisiz bir simgeyi Müslümanların onları Cehennem’den kurtaracak temel ibadeti konumuna nasıl yükseltebiliyor Hz. Allah? Bu ibadetin fıtrat gereği süre gelen bir ibadet olduğu hangi ayette söz konusu? Ayetlerin hepsi de hanifliğin/tektanrıcılığın fıtrata uygun olduğunu bildiriyor. “4 tane Allaha, 4 tane peygambere, 2 tane daha peygambere namaz kılmakla bu ibadet yerine getirilmiyor” Kusura bakmasın; ama Kuran’da eğer salât kelimesi namaz anlamına geliyorsa Peygamber’e nasıl kılınmasının buyrulması bir yana Allah’ın müminlere namaz kılmasından da söz ediliyor. Bu bakımdan düşünürseniz, gelenekteki bu mantık, niçin onların Kuran algılayışına aykırı olsun ki? Ayrıca rekâtları da ben icat etmedim, Peygamber icat etmiş! Kafana göre namaz kılamazsın, yoksa cemaatte karmaşa meydana gelir! Eğer namaz varsa Hz. Allah 4/101-102 ayetlerinde de rekât azaltılmasından söz ediyordur! Bir şeyin kısaltılması için o şeyin miktarının belli olması gerekir. Bu bakımdan kendi içtihadınla sünnetle bize gelen rekât sayılarını değiştiremezsin! Gelin görün ki, yenilikçi namazcılar okun yaydan çıktığı gibi zıvanadan çıktı ki, 4/102 ayetine kafa tutarcasına namazın kısaltılmasının rekâtın değil, sürenin kısaltılması da olabileceği iddiasını ortaya attılar. Görüyorsunuz ya, namaz denen şey insanı ne kadar yoldan çıkarıyor! Söylediği son söz de “gereksiz teferruat arayışları”na gönderme yapıyor. Oysa biz gereksiz ayrıntılardan değil, eğer salât “namaz” ise Kuran’da bildirilmesi büyük gereklilik oluşturan ayrıntılardan söz ediyoruz.




__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

25/3/2007 - ZEKÂT NEDİR? - 2

Kategori: Din

______________________


BAKARA [İ:92.177, R:2.177] Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz hayırda erginlik/dürüstlük değildir. Hayırda erginlik/dürüstlük o kişinin hakkıdır ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır; akrabaya, yetimlere, çaresizlere, yolda kalmışa, yoksullara, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir, namazı kılar, zekâtı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar, zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlardır özüyle sözü bir olanlar. Ve işte bunlardır korunan takva sahipleri.

 

Yorum:

1.                    Yüzümüzü “salâtı ikame için doğu ve batı yönüne çevirmememiz gerektiği” niçin bildirilmemiştir?

2.                    İkinci altını çizdiği yer verilen zekâtın izahı ise, namazın izahı nerede?

3.                    Üçüncü altını çizdiğim yer ile zekâtın darlık zamanında da verilmesi gerektiğini mi anlamalıyız? Hz. Allah, bu emrini niçin açıkça bildirmiyor da muğlak bir ifade kullanıyor?

4.                    Bu çeşit bir üslupsuzluk, 2/177’deki salâtı ikameyi “tek olan Allah’a/Kitap’a bağlılığı ayakta tutmak” ve zekâtı da “arınma göstermek” olarak anlasak, gidermiş olmaz mıyız?

_____________________________


BAKARA [İ:92.277, R:2.277] İman edip hayra ve barışa yönelik değerler üreten (‘âmilussâlehâti), namazı kılan (ve ekâmussalâte), zekâtı verenler (ve âtevüzzekâte) için Rableri katında kendilerine özgü ödülleri vardır. Korku yoktur onlar için. Tasalanmayacaklardır onlar...

 

Yorum:

         Bir önceki ayet şöyledir:

         Allah, ribadan beklenen artışı mahveder, sadakalar (sadekât) karşılığında artışlar getirir. Allah, nankörlüğe batmış günahkârların hiçbirini sevmez. (2/276)

         2/267’den 2/281’e dek yalnızca infak, sadaka ve ribadan söz edilmiştir. Ne oruçtan ne de kurbandan söz edilmemiştir. Oysa en azından kurbandan da söz edilmesi gerekirdi; çünkü geleneksel İslam, kurban kesmeyi de infak kavramının içine sokmaktadır. Ne var ki, Kuran’da kurban kelimesi, genel İslam ulemasının algıladığınca kullanılmadığı gibi, ondan bir infak biçimi olarak da söz edilmemiştir. Hatırlayın, Hz. İbrahim, Hz. İsmail’in boğazına dayadığında İsmail’in derisini yüzüp etini yoksullara dağıtma gibi bir niyeti yoktu. Peki bir infak biçimi olmayan “namaz” bu ayette ne amaçla anılmıştır. Gerçek şu ki, bu ayette “namaz” yoktur; çünkü bağlamla ilgisiz durmaktadır. 2/277’de “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutma” vardır.

         2/277’deki zekâtın “arınma göstermek” olarak algılanması ayet içi bağlama daha uygundur.

_________

 

AHZÂB [İ:97.33, R:33.33] Evlerinizde de vakarlı oturun. İlk cahiliye teşhirciliği gibi kendinizi teşhir etmeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve resulüne itaat edin. Allah sizden kiri/lekeyi gidermek istiyor ey Ehlibeyt, sizi tam bir biçimde temizlemek istiyor.

 

Yorum:

         Hz. Allah, ehlibeytten tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutmasını ve arınma göstermesini buyuruyor.

___________________

 

NİSA [İ:98.77, R:4.77] Kendilerine, "Ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin!" denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, içlerinden bir grup, insanlardan Allah'tan korkmuş gibi, hatta daha şiddetli bir korkuyla korkar oldu. Ve şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Ne diye yazdın üzerimize savaşı; yakın bir süreye kadar bizi erteleseydin ya!" De ki: "Dünya nimeti çok azdır. Kötülükten sakınan için âhiret daha hayırlıdır. Bir kıl kadar bile zulme uğratılmazsınız."

 

Yorum:

         4/77 ayetinin tümü, Müslümanlara savaşma emrinin gelmesinden söz ederken “namaz kılıp zekât vermek” ne amaçla buyrulmuş ola?! Niçin Yüce Allah’ı nerede ne diyeceğini şaşırmış bir tanrı durumuna düşürmeye çalışıyorsunuz?! Eğer genel ulemanın anladığı zekâttan söz edilseydi bunun savaş için ne fayda sağlayacağından da söz edilmeli değil miydi? Bu biliniyor olmalı ki, sözü edilmemiş. Oysa başka ayetlerde de bunun savaşta ne faydası olacağı bildirilmemiştir. Oysa “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutma” ve zekât (arınma; çünkü tam anlamıyla arınmadıkları için Allah’ın “Savaşın!” emrinden kurtulmak için bahane arıyorlar) kavramı, kendilerini Müslüman olarak tanımlayıp da Hz. Allah, “Müşriklerle savaşın!” emri verdiğinde kabul etmeyip ıh mıh edenler durumuna düşenleri bu durumundan kurtarmak için birebirdir. Gelenekte anlaşılan namaz ve zekâtın bu ayetle uzaktan yakından ilgisi yoktur. 

______________________________

 

NİSA [İ:98.162, R:4.162] Ama onların ilimde derinleşmiş olanları ve müminler, sana indirilene de senden önce indirilene de inanırlar. Namazı kılıcıdırlar, zekâtı vericidirler, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar. İşte bunlara yakında büyük bir ödül vereceğiz.

 

Yorum:

         İnanca dair hususların anlatıldığı bir ayette -geleneğin adlandırmasıyla- ibadete ilişkin bir söz edilmesi ne derece makul? Oysa 4/162 ayetinde de salâtı ikameyi “tek olan Allah’a bağlılık” ve zekât vermeyi de “arınma göstermek” olarak anlamak en usul olanıdır.

____________________________________________________________ ______

 

BEYYİNE [İ:101.5, R:98.5] Oysaki onlara, dini yalnız O'na özgüleyerek, dosdoğru yürüyen kişiler halinde sadece Allah'a ibadet etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte budur doğru, eskimez ve aşınmaz din.

 

Yorum:

         “İkisi de müşrikleşmemek anlamında ise altını çizdiğiniz ifade niçin arkaya arkaya kullanılmıştır?” diye sorabilirsiniz; lâkin iki ifade tam olarak aynı anlama gelmiyor olması bunun nedenidir. Ayrıca biz de “Zekât vermenin 98/5’te ne işi var?” diye sorabiliriz. Zira gelenekte anlaşılan “sadaka = zekât” anlamını düşünürsek yalnızca Allah’a ibadet etme kavramıyla doğrudan bir bağı yoktur. Kaldı ki, geleneğin Allah’a kulluk etmeye parçacı yaklaşımından kaynaklanan kavram evreninde “zekât”, ibadetten bile sayılmamıştır. Zira onlara göre ibadet = ritüel olmuştur. 

         Kitap verilmiş olanlar, kendilerine beyyine/açık delil geldikten sonradır ki parçalanıp bölündüler. (98/4)

_______________

 

NÛR [İ:102.37, R:24.37] Öyle erler vardır ki, bir ticaret de bir alış-veriş de onları Allah'ın zikrinden/Kur'an'ından, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerle gözlerin döneceği/yer değiştireceği günden korkarlar.

 

Yorum:

         Ticaret, bir insanı namazdan nasıl alıkoyabilir? Oysa ticaretin verdiği hırs,tek olan Allah’a bağlılığı zedeleyebilir. Dolayısıyla zekât kavramı da bu hırstan arınmayı ima etmei bakımından anılmıştır.

__________________


NÛR [İ:102.56, R:24.56] Namazı kılın, zekâtı verin, resule itaat edin ki, rahmete erdirilesiniz.

 

Yorum:

         24/55’te de Hz. Allah “Hiçbir şeyi bana ortak koşmayacaklar” demiştir ve bundan sonra “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutmayı” ifade eden “salâtı ikame” emri verilmiştir. Ayetler, anlamsız yinelemeler biçiminde değil, bir konu üzerinde ayrıntılı vurgulamalar biçimindedir.        Kaldı ki, ne siyakta ne de sibakta sadaka ve zekâttan söz edilmiştir.

____________________________________________________________ _____

 

MÜCÂDİLE [İ:104.13, R:58.13] Gizli konuşmanızdan önce, sadakalar vermekten ürperdiniz mi? Çünkü yapmadınız. Allah size tövbe nasip etti. Artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

 

Yorum:

         Sadaka” ile “zekât”ın anlamdaş olduğunu nereden çıkarıyorsunuz? Allah bize tövbe nasip ettiyse “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutmalı”, “nefis tezkiyesine” girişmeliyiz. Dikkat edin “İnne ekıymussalâte” değil “Fe-ekıymussalâte” emri var, bu da “artık namaz kıl” değil, “Öyleyse salâtı ayakta tut!” anlamına gelir (Bkz.: 108/2). 

___________________________________________________

 

MÂİDE [İ:110.12, R:5.12] Yemin olsun ki, Allah İsrailoğullarının mîsakını almıştı da içlerinden on iki temsilci/başkan göndermiştik. Allah şöyle demişti: "Ben sizinle beraberim. Namazı kılarsanız, zekâtı verirseniz, resullerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel bir biçimde borç verirseniz, kötülüklerinizi elbette örteceğim ve sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere elbette koyacağım. Artık bundan sonra küfre gideniniz yolun denge noktasından sapmış olur."

 

Yorum:

         Bu Müslümanlar (!) namaz kılmakla kafayı bozmuş! Zira elçilerine inanılmasından önceki Allah’ın emeli, namaz kıldırmak değil, tek olan kendisine inandırarak yaşatmaktır.

____________________________________________________________ _____


MÂİDE [İ:110.55, R:5.55] Sizin gönül dostunuz Allah'tır, O'nun resulüdür, bir de rükû eder bir halde namazı kılıp zekâtı vererek iman edenlerdir.

 

         Yorum:

         Rükû eder bir durumda nasıl namaz kılınıp zekât verilir? Bu ayet alçak gönüllülük içerisinde tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutarak iyileşme göstermekten söz ediyor.

_______________________

 

TEVBE [İ:113.5, R:9.5] O haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. Yakalayın onları, kuşatın onları, tüm geçit noktalarını tıkayın onların. Bunun ardından tövbe eder, namazı gereğince kılar, zekâtı verirlerse, yollarını açın onların. Kesin olan şu ki, Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.

 

Yorum:

         Hani Din’de zorlama yoktu? Müslümanlarla açıkça savaşmayan kişiler Müslüman olmak zorunda tutulmazken harp içinde olduklarımız niçin kurtulmak için şiddetle Müslüman yapılmak zorundalar? Bu apaçık tutarsızlıktır. Zekâtı ise İslam Devleti’ne verilen vergi olarak anlamaya imkân yok. 9/5’teki “salâtı ikame”, terminolojik anlamında değil, genel olarak “(antlaşmaya) bağlılığı ayakta tutmak”, zekât verme ise “düzelme gösterme, yani müminlere tacizde bulunmama” anlamındadır.

____________________________________


TEVBE [İ:113.11, R:9.11] Bununla birlikte tövbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse, artık sizin, dinde kardeşlerinizdirler. Biz ayetlerimizi, bilen bir topluluk için böyle açık seçik ortaya koyarız.

 

Yorum:

Tövbe ettikten sonra namaz kılıp zekât vermek mi gerekir, yoksa “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutmak ve arınma göstermek mi? Kaldı ki, bu ayet verdiğimiz anlamda da algılansa “Dinde zorlama yoktur” ilkesiyle çelişir. Dinde zorlama ise samimi müminlerden çok İslam toplumuna bolca münafık doluşturur. Bu nedenle buradaki salâtı ikame ve zekât göstermeyi Kuran terminolojisindeki anlamıyla değil, genel anlamıyla ele almak zorundayız. O da “(antlaşma hükümlerine) bağlılığı ayakta tutup düzelme/iyileşme göstermek” olmaktadır. Dinde kardeşlerimiz olmaları meselesi ise “yasalarımıza uyan/isyan etmeyen kişiler” olmalarından kaynaklanır. Din kelimesi Kuran’da pek az yerde “İslam” anlamıyla kullanılmıştır.


TEVBE [İ:113.18, R:9.18] Allah'ın mescitlerini; ancak Allah'a, âhiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayan kişiler onarır. İşte bunların, hidayete erenlerden olmaları beklenir.

 

Yorum:

         Oo hooo o! Biz nice, Allah’tan başka nice şeylerden korkan kimselerin tapınak onardığını gördük? Ayrıca niçin yalnızca Allah’ın mescitlerini onarmaktan söz ediliyor da hiçbir ayette mescit tamir ettirmekten söz edilmiyor? Hiçbir ayette “mescidillahi” söz kümesinden “Allah” kısmı atılarak “mescit” onarılmasından niçin söz edilmemiştir? Demek ki, Allah’ın olmayan mescitler de var… Bu durum, “mescid” kelimesinin soyut bir anlam taşıdığı sonucunu çıkarmamızı sağlar.

____________________________________________________


TEVBE [İ:113.60, R:9.60] Sadakalar/zekât malları Allah'tan bir farz olarak sadece şunlar içindir: Fakirler, düşkünler, sadakalarla ilgilenmeye memur edilenler, kalpleri yakınlaştırılıp ısındırılacak olanlar, özgürlüğünü yitirmiş olanlar, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmış kişi. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.

 

Yorum:

         Ayette kelimesi kelimesine “sadakalar” anıldığı için bunu “zekâtlar” diye yorumlamaya gerek yok. Zira kendi literatürünüze göre zekât ile sadaka bambaşka şeyler, değil mi?

_____


TEVBE [İ:113.71, R:9.71] Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyilik ve güzelliği belirlenene özendirirler, kötülük ve çirkinliği belirlenenden sakındırırlar. Namazı kılarlar, zekâtı verirler. Allah'a ve resulüne itaat ederler. Allah bunlara rahmet edecektir. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

 

Yorum:

         Hz. Allah, şirki affetmeyeceğini bildiren ayetiyle çelişerek “namaz kılıp zekat vererek (sözde) Peygamber’e itaat edenlere” mi rahmet edecek? Dikkat edin, bunlar ritüel parçaları olarak zikredilmiyor, inancın temel noktaları olarak zikrediliyor. Öyleyse salâtı ikameyi “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutmak” olarak algıladığımız biçimde zekât vermeyi de “arınma gösterme” olarak algılamamızın önünde bir engel yoktur. Nitekim “zekât” kelimesinin tüm kökteşleri Kuran’da “arınma, arıtma” anlamlarıyla kullanılmıştır. “Etâ” fiilinin yanındaki “zekât” kelimesinin aynı “arınma” olmadığına kanıt nedir, etâ fiili “göstermek” anlamını da verebiliyorken?

 

 

SONUÇ

 

Zekât hakkında Kuran’ın hiçbir yerinde “gösteriş için zekât verenler”den söz etmemiştir. Aynı durum salât için de geçerlidir. Bu sözü edilmezlik, bu kavramların gösteriş olsun diye yapılabilecek eylemler olmadıklarını gösterir.

Zekâtın gerçek anlamıyla kullanıldığı ayet ise 19/13 ayetidir:

19.13 Katımızdan bir kalp yumuşaklığı, bir temizlik (zekât) verdik. Korunan biriydi o.

19/13’teki zekâtı Hz. Allah veriyor. Çok ilginç! (Edip Yüksel ise bu ayetteki zekât kelimesini “dürüstlük” olarak çevrilmiştir) Buradan anlaşılıyor ki, etâ fiiliyle yan yana kullanılan ayetlerin anlamını kavrayamayan Bedevi Araplar, sadakadan ayrı bir sadaka icat etmişler. Tasavvurlarındaki bu kavramı kanıtlamak içinse Hz. Peygamber’e birtakım hadis ve rivayetler dayandırmışlardır. Zira Bedevi aklı, mecazları kavramakta zorlanır.

 

Âlemlerin Eğiticisi’ne Hamdolsun!

 

 

EK:

HADİSLER ZEKÂT’A DEĞİL SADAKA’YA OY VERİYOR!

 

Kuran’da Allah'ın infaktan söz ederken "zekât" demeyip "sadaka" demesi geleneksel zekât anlayışınızı değiştirmenize yetmiyorsa, Hz. Peygamber zamanında zekât olarak çevrilen; ama tam kelimeyle sadeka(t)nın anıldığı ayetlerden sadakanın anlaşıldığını şu iki rivayet de göstermiyor mu?

Abdullah İbnu Üneys radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Kendisi Hz. Ömer radıyallahu anh'la birlikte bir gün zekat hakkında müzakerede bulunmuşlardır. Hz. Ömer: "Sen, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın sadakada yapılan hırsızlık hakkında: "Kim sadaka malından bir deve veya koyun çalacak olsa, Kıyamet günü o çaldığı şeyi sırtına yüklenmiş olarak gelir!" buyurduğunu işitmedin mi ?" demiş, Abdullah İbnu Üneys de: "Evet işittim" diye cevap vermiştir."

Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bize sadaka vermemizi emretmişti. Abdullah İbnu Mesud'un hanımı Zeyneb radıyallahu anhüma: "Kardeşimin yetim çocukları ile fakir olan kocama versem bu, beni sadaka mükellefiyetinden kurtarur mu? Ben onlara şöyle şöyle infak ediyorum!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet!" buyurdular. Ravi der ki : "Zeyneb san'atkar bir kadındı, el işi yapardı."

__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

25/3/2007 - ZEKÂT NEDİR? - 1

Kategori: Din

ZEKÂT NEDİR?

 

         Kuran’da birçok ayette “Salâtı ikame edin (ekıymussalâte)!” dendikten hemen sonra “Zekâtı verin (atuzzekâte)” buyrulmuştur. Geleneksel İslam’da namaz ve zekât bir bütün olarak vurgulanmış, “namaz” Allah’a bireysel ibadetin uç noktası olarak belirirken zekât ise ibadetin toplumsal merkez noktası olarak belirlenmiştir.

 

Zekâta gelenekte atfedilen değere karşılık, “sadaka” kavramı, “zekâttan daha az bir harcama” olarak algılana gelmiştir. Öyle ki, Ahmed Fârûkî Serhendî’ye göre “Zekât niyeti ile az bir miktar vermek, dağlar kadar altını vermekten kat kat daha sevâbdır”.  Ne var ki, Kuran’da geleneksel algılamanın tam tersi bir konuma yükseltilen sadaka, Kuran’ın birçok ayetinde ayrıntılı olarak açıklanmış olmasına karşın, böyle ayrıntılar zekât konusunda yapılmamıştır. Oysa zekât, geleneksel zihniyette İslam’ın beş şartından üçüncüsü kabul edilmiştir. Bu kadar önem atfedilen bir infak biçiminin Hz. Allah tarafından açıklanmamış olması, düzgülü (normal) bir durum olarak karşılanamaz.

 

Genel İslam ulemasına göre zekâtın kimlere, nasıl ve ne zaman verileceği Kuran’da izah edilmemiş; ama bu izah, Hz. Peygamber’in beyanına bırakılmıştır. Genel İslam ulemasının savunduğu bu husus, Kuran bakımından doğru değildir (Zekâtın nelerden, ne zaman, kimlere verileceğini Hz. Peygamber’in Kuran’dan ayrı olarak izah ettiğini savunan bu alimler, ikiyüzlü davranarak Kuran’ın 9/60 numaralı ayetindeki “sadakalar” kelimesini de “zekâtlar” olarak çevirmekten geri durmamıştır. Bunun gibi 3/180 ve 9/34 ayetlerinde zekâttan söz edilmemesine karşın, bu ayeti de zekâta yormuştır). Bunun yanında Kuran’da zekâtın miktarının örfe göre belirlenmesi gerektiği de bildirilmemiştir. Zekât hakkındaki  geleneksel uygulama, zekâtın kimlere verileceği bahsinde 9/60’taki “sadakalar”ı “zekâtlar” olarak anlayıp zekâtların 9/60’ta bildirilenlere verilmesi gerektiğini öngörür. Ayrıca zekât bahsinde Kuran’da ayn-deyn ayrımından söz edilmez. Geleneğe göre ise, ayn olan (insanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır olarak bulunan) malın zekâtını ayn olarak vermek lâzımdır. Ayn olan malın kırkta biri ayrılıp verilir. (İbn-i Âbidîn )Deyn olan (başkasında bulunan) malın zekâtı, ayn olarak verilir. Yâni, başkasında bulunan malının zekâtını, hazır olan malından vermek lâzımdır. Hâzır malı yoksa başkasındaki malından zekât miktârını isteyip, teslim alıp, sonra bu fakire verilir. (İbn-i Âbidîn) Ayn olan malın zekâtını deyn olarak vermek câiz değildir. Yâni hâzır olan malın zekâtı olarak fakirdeki alacağını bu fakire bağışlamak câiz değildir. (İbn-i Âbidîn)

 

Zekâtın gerçekten ne olduğunu anlamak için ayetleri, kendi içinde bir bütün olarak ve bağlamlarını da göz ardı etmeden ele almamız gerekir. Bir bakalım:

 

(Üstbilgi: Hazır çeviri, Yaşar Nuri Öztürk’tendir.)

 

MÜZZEMMİL [İ:3.20, R:73.20] Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin durumunu biliyor. Gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte birini ayakta geçiriyorsun. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlamıştır. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tövbe nasip etti. O halde Kur'an'dan, kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın lütfundan bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O halde Kur'an'dan, kolay geleni okuyun! Namazı kılın! Zekâtı verin. Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin. Hiç kuşkusuz, Allah çok affedici, çok esirgeyicidir.

 

Yorum:

         73/20 ayetinde ne namazdan ne de genel ulemanın algıladığı zekâttan söz edilmiştir. Namazdan söz edilmediği altını çizdiğim ifadenin salâtın içine dahil edilmediği bir üslup kullanılmasından bellidir. Geleneğin anlayışına göre bu ayet tümüyle vakitli salâttan söz etmektedir. Öyleyse ve eğer zekât “sadaka” ise bu ayette ne işi var?

         “Katâde'den rivayet edildiğine göre, âyeti indi. İnsanlar bir sene veya iki sene gece ibadeti yaptılar. O derece ki ayakları ve baldırları şişerdi. Nihayet "Kur'ân'dan kolay geleni okuyun." âyeti indi de insanlar istirahat etti.” Rivayeti (Kaynak: Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır sampılı/e-kitabı, Şevket Mücahid, ilgili ayetin tefsiri) buradaki salâtı ikamenin “namaz” olduğunu değil, ilk inananlara Elçi tarafından geceleri de Kuran öğretimi yapıldığını gösterir. Zira vakitli salâttan söz eden tüm ayetlerde salâtı ikame emri yalnızca Elçi’ye yöneltilmiştir. Altı çizili yer de bu salâtın namazdaki rükû ve secde ile değil, yalnızca kıyamla yerine getirildiğini gösterir. Ayrıca 5/6’da da onun için “namazı ikame edeceğinizde” değil de “salâta duracağınızda” denmiş olmalı.

________________________

 

A'LÂ [İ:8.14, R:87.14] Benliğini arındıran/zekât veren, kurtuluşa gerçekten ermiştir. ( = kad eflehâ men tezekkâ)

 

Yorum:

         Bu ayette “etâ” fiili kullanılmamıştır. Bir sonraki ayette “sallâ” eyleminin anılması (Ve zekeresme rabbihî fesallâ) 87/14’teki “tezekkâ”nın “zekât vermek” olabileceğini düşündürmüştür. Oysa genel İslam ulemasının ilkesi  “Yalnızca ‘etâ’ fiilinin anıldığı ayetlerdeki zekât eylemi ‘harcama” anlamındaki zekât olarak çevrilebilir” şeklindedir. Bize göreyse, onlarca ayette salâtı ikamenin ardından anılan zekâtı vermenin dahi “benliğini arındırmak” anlamıyla kullanılmış olabileceği, 87/14’ten açık olarak anlaşılmaktadır.

______________

 

MÂÛN [İ:17.7, R:107.7] Ve onlar, kamu hakkına/yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar.

 

Yorum:

         Bu ayette zekât ya da onun kökteşi bir kelime anılmamıştır. Ne var ki, 107/4-5 ayetlerinde salât kavramından söz edilmesi dolayısıyla böyle bir yorumda bulunulmuştur. Tam ifadeyse “ve yemneunel mâûn” şeklindedir.

______________________________________

 

A'RAF [İ:39.156, R:7.156] "Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de âhirette! Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekâtı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım."

 

Yorum:

         Bu ayet genel bir durumdan söz ediyor, gelenekte algılanan zekât ise özel bir durum oluşturuyor. Dolayısıyla “yü’tûne’z-zekâte” ifadesi gelenekte algılandığı biçimiyle “zekât vermek” anlamına gelemez. Sakınıp korunmanın sonucunun benliğini arındırma olduğu ise herkesin malumudur.

_________________

 

MERYEM [İ:44.31, R:19.31] "Beni, bulunduğum her yerde kutsal ve bereketli kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı, zekâtı önerdi."

 

Yorum:

         Bakın, bir önceki ayet ne diyor: Sabi dedi: "Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitap verdi, beni peygamber yaptı." Öyleyse verilen Kitap’tan en evvel beklenen şey, namaz ve sadaka değil, “bağlılık” ve “arınma” olmalı, değil mi?  

________________________________________________


MERYEM [İ:44.55, R:19.55] Ailesine namazı, zekâtı emrederdi. Rabbi katında hoşnutluk kazanmış bir kişiydi.

 

Yorum:

         Bir önceki ayette (19/54) İsmail’in “vaadine sâdık” olduğundan söz edilmiştir. 19/55’teki İsmail’in, ailesine salâtı ve zekâtı buyurması, bu özelliğinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla salât, “tek olan Allah’a bağlılık”, zekât ise “nefsi arındırma” olarak kolayca anlaşılabilir.

___________

 

NEML [İ:48.3, R:27.3] O müminler ki, namazı kılar, zekâtı verirler. Ve âhirete tam bir biçimde inananlar da onlardır.

 

Yorum:

         27/1’de Kuran’dan söz edilmiştir ve 27/3 ayeti de Kuran’ı kılavuz ve muştu sayan kişilerin salâtı ikame edip zekât vermesinden söz eder. Zaten “tek olan Allah’a bağlılığı ikame edip nefsini arıtanlar” “ahirete de tam bir biçimde inanırlar”. Oysa namaz kılıp zekât verenlerin birçoğu bunları gösteriş için yaptıklarından ahirete de tam anlamıyla inanmaz.

____________________________________________________________ __________

 

LUKMAN [İ:57.4, R:31.4] Ki onlar namazı kılarlar, zekâtı verirler. Ve onlar âhirete de gözle görmüşçesine inanırlar.

 

Yorum:

         31/4 ayeti de 27/3 ayetiyle aynı bağlama sahiptir.

______________________________________________

 

FUSSILET [İ:61.7, R:41.7] Onlar zekâtı vermezler. Ölüm sonrası hayatı inkâr edenler de onlardır.

 

Yorum:

         Bir önceki ayette (41/6) Elçi ortak koşan kişilerle tartışmaktadır ve 41/7 ayetinde salâtı ikameden söz edilmeden doğrudan zekâtı vermeye geçilmiştir ki, bağlam (konteks) bakımından salâtı “tek olan Allah’a bağlılık” olarak düşünürsek 41/7’de niçin salâttan söz edilmeden zekât buyrulmakla yetinildiğini anlayabiliriz. Kâfirler zekât göstermez; çünkü ölüm sonrası yaşamı yadsımaktadırlar. Dikkat edin; zekâttan söz edildikten sonra yoksula yardımdan, Allah için harcama yapmaktan söz edilmiyor, yeniden “Allah’a ortak koşma” bahsine geri dönülüyor. Bu durum da “salât” kelimesine yüklediğimiz anlamı destekliyor.

____________________________________________________________ __________

 

ENBİYA [İ:73.73, R:21.73] Onları, bizim buyruğumuzla yol alan önderler yaptık. Onlara iyilikler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, yalnız bize kulluk ediyorlardı.

 

Yorum:

         Altını çizdiğim söz, salât kelimesinin anlamını sezdirdiği gibi, salâtı ikamenin yanında yer alan zekât kelimesinin de anlamını ikinci tümcenin baş kısmı sezdirmektedir.

____________________________________________________________ ____

 

MÜMİNÛN [İ:74.4, R:23.4] Zekâtı vermek için faaliyettedir onlar.

 

Yorum:

         “Elleziyne hüm lizzekâti fa’ılûne” ifadesinde “etâ” fiili yoktur. Bağlam içerisinde de sadaka ve infaktan söz edilmemiştir. Öyleyse nasıl oluyor da tek başına geçen “zekât” kelimesi “verilen zekât” olarak algılanabiliyor? Bu algılamanın 23/4’ün bağlamında salâttan söz edilmiş olmasından kaynaklandığının farkındayız. Ayetin siyak ile sibakında boş ve gereksiz sözden yüz çevirmek ve cinsiyet organlarını korumaktan söz ediliyor. Doğru çeviri “Onlar ki, arınmak için eylem durumundadırlar” olmalıdır.

______________________________________________

 

RÛM [İ:84.39, R:30.39] İnsanların malları içinde artsın diye riba olarak verdiğiniz, Allah katında artmaz. Allah'ın yüzünü isteyerek verdiğiniz zekâta gelince ( mâ âteytüm min zekât), işte onu verenler kat kat artıranların ta kendileridir.

 

Yorum:

         Zekât ve etâ fiili ekonomik bir sömürü olan “riba” kavramıyla bir arada anılmış; ama “artmak” kelimesi soyut anlamıyla kullanıldığı için “kat kat artırmak” da soyut anlamda kullanılmıştır. Buna dayanarak, buradaki zekâtı da somut anlamda “verilen zekât” olarak değil, “gösterilen zekât” olarak düşünebiliriz (Altı çizili kelimenin Arapça karşılığı orijinal metinde yoktur).

______________

 

HAC [İ:88.41, R:22.41] Onlar o kişilerdir ki eğer kendilerini yeryüzünde imkân ve güç sahibi yapsak namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliğe özendirirler, kötülükten sakındırırlar. Tüm iş ve oluşlar Allah'a varır.

 

Yorum:

         Yeryüzünde imkân sahibi olsak yapacağımız ilk işler namaz kılıp zekât vermek olsa mı daha iyidir, yoksa “tek olan Allah’a bağlı kalıp zekât/arınma göstererek iyiliğe özendirip kötülükten sakındırmak” mı daha iyidir? Peki, Türkiye’deki zengin Müslümanlar (!) niye böyle yapmıyor da namaz kılıp zekât vermeyi Allah’ın hükümleriyle değiştiriyor?!

____________________________


HAC [İ:88.78, R:22.78] Allah uğrunda O'na yaraşır bir gayretle didinin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim'in milletini esas alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap'ta da "Müslümanlar/Allah'a teslim olanlar" diye adlandırdı ki, resul sizin üzerinize bir tanık olsun, siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O'dur sizin Mevlâ'nız. Ne güzel Mevlâ'dır O, ne güzel yardımcıdır O!

 

Yorum:

         Müslüman olmanın gereği “Allah’a ortak koşmamak” olduğuna göre “O hâlde…” diye başlayıp süren tümce “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutmak ve nefis tezkiyesi yapmak” olarak anlaşılsa daha evlâ değil midir?  

________________________________________________________

 

BAKARA [İ:92.43, R:2.43] Namazı kılın, zekâtı verin; rükû edenlerle birlikte rükû edin.

 

Yorum:

         Ayet içerisinde göze batan bir kopukluk yok mu? Öyleyse namaz kılma-zekât verme-rükû etmenin ne gibi bir ilişki ağı içerisinde olduğunu hangi ayet açıklıyor?

2.42 Hakkı bâtılla/saçmalık ve tutarsızlıkla kirletmeyin. Bilip durduğunuz halde gerçeği gizliyorsunuz.
2.43 Namazı kılın, zekâtı verin; rükû edenlerle birlikte rükû edin.

2.44 İnsanlara hayırda erginliği/dürüstlüğü emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap'ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
2.45 Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu, kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir.

         Namaz, zekât ve rükûnun yukarıdaki siyak ve sibakla ne ilgisi var? Salâtı “tek olan Allah’a bağlılık”, zekâtı “nefsi arıtma” rükûu ise “alçak gönüllülük” olarak algıladığımızda sözünü ettiğim kopukluğun ortadan kalkması sizce bir rastlantı mıdır? Oysa inkârcıların “alçak gönüllülük” kavramının tersi duyguları olan kibirleri nedeniyle inkâr ettiklerini herkes bilir. Sabra ve salâta sarılıp yardım dilemek ise gerçek müminlerin harcıdır. Hz. Allah bizim Kâbe’ye yönelip güya kendisine dua etmemiz derdinde değildir. O’nun emeli, yalnızca kendisine kulluk edilmesi, insanlar üzerine hüküm sahibi olan başka tanrıların kendisine ortak koşulmamasıdır. Dikkat ederseniz, sabra salâttan önce sarılmalıyız; çünkü bir şeylere sabretmeden “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutmak” olanaksızdır.

____________

BAKARA [İ:92.83, R:2.83] İsrailoğullarından şöyle bir söz de almıştık: Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik ve güzellikle davranın. İnsanlara güzeli ve güzelliği söyleyin. Namazı kılın, zekâtı verin. Bütün bunlardan sonra siz, pek azınız müstesna, sırt çevirdiniz. Hälä da yüz çevirip duruyorsunuz.

 

Yorum:

Altı çizili yer İsrailoğullarından istenileni izahlı biçimde ortaya koyarken ardından gelen tümce, sözü toparlamış ve bütün kapsayıcılığı ile “tek olan Allah’a bağlılığı ayakta tutma”yı ve “nefis tezkiyesi”ni buyurmuştur.

____________________________________


BAKARA [İ:92.110, R:2.110] Namazı kılın, zekâtı verin. Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz her hayrı, Allah katında bulacaksınız. Hiç kuşkusuz, Allah, yapmakta olduklarınızı iyice görmektedir.

 

Yorum:

         2/110’un bağlamında da zekâttan söz edilmemiş. Yahudi ve Hıristiyanların durumu ve birbirlerine tavır koyuşu anlatılmış. Müslümanlardan bir kısmının da Son Nebi’den Yahudilerin Musa’dan istekte bulunduğu gibi istekte bulunmaması gerektiği öğretilmiş.

__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

23/3/2007 - NAMAZI İKAME HUSUSUNDA KISA DEĞİNMELER ve T. C. Diyanet İşleri Mealinin Eleştirisi 1

Kategori: Din

NAMAZI İKAME HUSUSUNDA KISA DEĞİNMELER

 

 

KOVULMUŞ ŞEYTAN’DAN ALLAH’A SIĞINIRIM!

RAHMAN VE RAHİYM OLAN ALLAH’IN ADIYLA...

 

Üstbilgi: Eleştirilen meal, T. C. Diyanet İşleri’nin hazırladığı mealdir. Değerlendirilen ve yeniden yorumlanan ayetler bu mealden alıntıdır.

 

2/3. Onlar, gaybe inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler.: Elleziyne yü ‘minûne bi’l-gaybi ve yükıymûne’s-salâte ve mimmâ rezaknâhüm yünfikûn.

 

Yorum:

Daha Bakara’nın 3. ayetinde salât karşımıza çıkıyor; ama birçok yerde “zekât” kelimesi ile birlikte kullanılmasına karşın genel izlenime ters biçimde “zekât” kelimesinin yerine “Allah’ın verdiği rızıktan harcama = infak” zikrediliyor. İslam’ın 5 şartından üçüncüsü “zekât” mıdır, yoksa infak ya da sadaka mıdır? Zekâtı İslam’ın 5 şartından biri yapabilmek için zekâtın ayrıntılı olarak tanımlanması gerekirdi. Oysa Kuran’da en ayrıntılı tanımlama, infak ve sadaka için yapılmıştır. Sadakanın kimlere verileceğinin bir bir sayılması İslam’ın 5 şatından üçüncüsünün sadaka olduğunun kanıtı olamaz mı? Sadaka’yı Allah tanımlıyor; ama zekâtı şüpheli hadis ve rivayetler tanımlıyor. Sizce hüccet olmakta en ileri olan Kuran mıdır, yoksa Kuran’a egemen kıldığınız atalar zihniyeti mi? Bu bakımdan geleneksel İslam anlayışındaki namaz-zekât birlikteliğini Allah’ın indirdiği Kuran olumsuzlamaktadır. Üstelik salât ve zekât kavramlarının ayrıntı ve sınırları görünüşte Kuran’da yoktur. Peki, Kuran’da bu kadar üzerine düşülmeyen namaz bahsinde, izlediği vahye sırt çevirip Hz. Muhammet mi namazın üzerine düşüyordu? Bu tutarlı mı? Namazın uygulanabilmesi için illaki somut bir örnek mi gerekir? Allah’ın anlatma yeteneği bizim tahminimizin üzerinde değil midir? Allah, namazın rükünlerinden hepsini birden hiçbir ayette açıklamamıştır. Bu bir gerçektir. Herhâlde rükünlerin adlarını tek bir ayette zikretmek için somut bir imam gerekmiyordu! Üstelik Kuran’a göre Kitap’ın imam olduğunu da çabuk unutuyoruz.

 

2/43. Namazı kılın, zekatı verin, rüku edenlerle birlikte rüku edin.: Ve ekıymü’s-salâte ve âtu’z-zekâte verke‘û ma‘arrâki‘ıyn.

 

Yorum:

Bu ayette “salât” kelimesinin dışında “rükû” kelimesinin zikredilmesi tuhaf durmuyor mu? Hz. Allah, niçin “Namaz kılanlarla birlikte namaz kılın!” buyurmuyor da “Rükû edenlerle birlikte rükû edin!” biçiminde bir buyruk veriyor? Yoksa İslam’da namazdan başka bir de rükû âyini mi var?! Üstelik “rükû etme” eylemi niçin özellikle zekâttan sonra buyrulmuştur, bu da ayrı bir tuhaflık değil mi? Ya Allah (hâşâ) kendisini ifade etmesini bilmiyor ya da “salât-zekât-rükû” kelimeleri üzerinde yaşanan geleneksel bir anlama sorunu var! Bundan sonraki ayet de Kitap’la ilişkili. Demek ki, salât’ın Kitap’la özel bir ilgisi var. Bize göre salât kelimesinin bu ayetlere dağınık biçimde serpiştirilmiş olma durumunun nedeni olabilecek özel bir ilgi…

 

2/45-46. Sabır ve namazla Allah'a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacaklarını ve Ona döneceklerini umanlar ve huşu duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir.: veste‘ıynû bi’s-sabri ve’s-salâti ve innehâ lekebiyretün illâ ‘alel-hâşi‘ıyn / elleziyne yezunnûne ennehüm mülâkû rabbihim ve ennehüm ileyhi râci‘ûn.

 

Yorum:

Bir önceki ayet bakın ne diyor: “Kitap'ı okuyup durduğunuz hâlde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?” (2/ 44) Salâtın Kuran’la ilişkili olduğu açık, değil mi? Peki, anlamı bilinmeyen sure ve ayetleri okumak dışında kaç kişiye namazda Allah’a sığınıp yardım isteyen var ya da Diyâne bunu ne derece teşvik ediyor?! 33/ 35 ayetinde Allah’ın büyük ödül vereceği kişiler sayılmıştır; ama bunların arasında musallîn yoktur. Bu ayette salât kelimesi yukarıda görüldüğü gibi tek bir kez geçer.

         Gelin şu ayet çevirilerini bağlamı içerisinde okuyalım ve bakalım hangi sonuca ulaşacağız:

2/40. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın ve ahdimi yerine getirin ki Ben de yerine getireyim; yoksa benden korkun.

2/41. Yanınızdaki Tevrat'ı tasdik ederek indirdiğim Kuran'a, inanın; onu ilk inkar edenler siz olmayın, ayetlerimi hiçbir değere karşılık değiştirmeyin ve bile bile hakkı gizlemeyin.

2/42. Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.

2/43. Namazı kılın, zekatı verin, rüku edenlerle birlikte rüku edin.

2/44. Kitap'ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilik mi emredersiniz? Düşünmez misiniz?

2/45-46. Sabır ve namazla Allah'a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacaklarını ve Ona döneceklerini umanlar ve huşu duyanlardan başkasına namaz (değil; çünkü ayette sabır ve salât birlikteliğine vurgu yapılmıştır; ama, bu) elbette ağır gelir.

Bu bağlamda açıkça İsrailoğullarına seslenilmekte ve Kuran’a inanmaları gerektiği vurgulanmaktadır. İyi de, kırmızı ışığın yanmasına neden olan 2/ 43 ayetinin burada işi ne? Normalde bu salât buyruğunun müminlere yöneltilmesi gerekirdi. Demek ki, gerçekten de “salât” kavramını tam olarak kavramamışız!.. “Salâtı ikame” emrinin kimi yerde ehlikitaba kimi yerde de müşriklere yöneltilmesi, aslında, Kuran’da çelişki olmadığına inanan ve Kuran üzerindeki algılama yanlışlarının üzerine giden birisi tarafından “Kuran’daki salâtı ikame”nin “namaz olamayacağı”nı anlaması için önemli bir göstergedir. Zira İslam’a göre bir dine girmeyen kişi o dinin gereklerinden sorumlu tutulamaz, değil mi?

 

 

2/110. Namazı kılın, zekatı verin, kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görür.

 

Yorum:

         Söylenen açık, yâni yapılan hayırlar, salâtı ayakta tutma ve düzelme/iyileşme/arınma gösterme durumlarıdır. Yoksa “her hayrı” denmez “bu hayırları” denirdi.

 

 

2/177. Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir; Lakin iyi olan, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır.: … Leyse’l-birre en tüvellû vücûheküm kıbele’l-meşrikı ve’l-magribi ve lâkınne’l-birre men âmene billâhi ve’l-yevmi’l-âhıri ve’l-melâiketi ve’l-kitâbi ve’n-nebiyyiyn  ve âtelmâle ‘alâ hubbihî zeviylkurbâ ve’l-yetâmâ ve’l-mesâkiyne ve’bne’s-sebiyli ve’s-sâiliyne ve fiyrrikâbi  ve ekâme’s-salâte ve âte’z-zekâte ve’l-mûfûne bi ‘ahdihim izâ ‘ahedû ve’s-sâbiriyne fiyl-be’sâi ve’d-darrâi ve hıyne’l-be’s.  

 

Yorum:

Hz. Allah, niçin “yüzlerimizi doğu ve batıdan yana çevirmenin iyi olmak demek olmadığı”nı vurgulamak istesin? Hz. Allah’ın böyle bir ifade kullanması kıble olan Kâbe’nin putlaştırılmaması için mi? Öyleyse bu ayette salâtı ikame niçin daha sonra anılmış? Diyelim ki, “Zaten emrin salâtı ikame için verildiği muhatap alınan toplum tarafından bilinmekte. Öyleyse bunu ayrıca bildirmenin ne anlamı var?”, o zaman niçin Mescidi Haram’a dönülmesi dört ayrı vurguyla bildirilmiş de, bir tanesi bile Kâbe ve salât kelimelerine ayrılmamış? Niçin illa Mescidi Haram ve niçin illa “Nerede olursanız Mescidi Haram’a dönün!”? Ayrıca Hz. Allah niçin “Nereden (yola) çıkarsan çık Mescidi Haram’a dön!” buyurmuştur? “Çıkma” eyleminin “yola çıkmak” anlamında olduğu ayetten doğrudan çıkarılamaz; çünkü bu kelime yalnızca o anlama sahip değildir ve “sefere çıkmak” anlamı da vardır. Dikkat ederseniz, kıble ayetlerinin savaşla ilgili olduğunu fark ederseniz.

Geleneğe göre kıble ayetleri Medine’ye hicretten sonra inmiştir. Oysa Mekke ile Kudüs arasında doğu-batı ilişkisinden çok güney-kuzey ilişkisi vardır. Dahası Kudüs de Mekke de Medine’nin batısındadır. Öyleyse Hz. Allah (tabi eğer somut anlamda namaza duracağımızda yüzümüzü çevireceğimiz bir kıbleden söz ediyorsa) niçin bu coğrafi gerçeğe uygun bir ifade kullanmamıştır? Eğer “Allah, mecaz yapmıştır” diyecekseniz, Hz. Allah’ın namaz kıblesi dışında bambaşka anlamda bir mecaz yapmadığını nasıl kanıtlarsınız? Dahası Hz. Allah, tıpkı abdest ayetinde olduğu gibi (“Salâta duracağınızda yıkayın…”) bir ifadeyle “Salâta duracağınızda her nerede olursanız Mescidi Haram’a dönün!” dememiştir? 2/115 ayeti de sanki bir yön kavramına dikkat çekmekte ve “Nereye dönerseniz orada Allah yüzü vardır” demektedir. Altını çizdiğim ifadeyi niçin “Allah’ın kendisi” olarak algılamıyorsunuz da “Allah’ın rızası” olarak algılıyorsunuz? Bu ayette bugün anlaşıldığı gibi bir kıble durumundan söz edilmemektedir; çünkü bağlam içerisinde ne kıble kelimesi geçiyor ne de salât… Nitekim,  Salât kelimesini namaz farz ettiğimizde yine rastgele zikredilmiş gibi duruyor. 2/176 ayeti Kitap’ın hak olarak indirildiğini, Kitap’ta çekişmeye girenlerin bütünden uzaklaştırıcı bir kopuş olduğu belirtilir.

         Sonuç olarak bize “Kıble, namaz kıblesi değilse niçin ‘doğu ve batı tarafına dönmek iyi olmak değildir’?” diye sorarsanız şöyle deriz: Çünkü Hz. Allah, Kitap ehlinin kıblesine dönmememizi buyurmuş; ama Kitap ehli, Müslüman olanların kendileri gibi yaşamaları, Hz. Allah’ın Muhammet’e indirdiği vahyi izlememeleri hususunda telkinde bulunmakta, onları hak yoldan geri çevirmeye çalışmaktadır. Oysa Hz. Allah, her kıbleyi kabul etmemektedir. 2/177 ayeti de bunu ortaya koymaktadır.

__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

23/3/2007 - NAMAZI İKAME HUSUSUNDA KISA DEĞİNMELER ve T. C. Diyanet İşleri Mealinin Eleştirisi 2

Kategori: Din

 

2/277. İnanıp yararlı işler işleyenlerin, namaz kılıp, zekat verenlerin Rab'leri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

 

Yorum:

         2/ 110 için yaptığımız yorum bu belgi için de geçerli.

 

 

3/39. Mabette namaz kılarken melekler ona seslendiler: "Allah sana Allah'ın emriyle (vücud bulan İsa'yı) tasdik eden, efendi, iffetli, iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler".

 

Yorum:

Bu ayette “mabet” olarak anlamlandırılan kelime mihrâb’dır. Anlaşılan Diyanet bu kelimenin bugün kullanılan anlamda olmadığını kabul etmiş; çünkü Hz. Zekeriya, mihrapta melekler ile konuşmaktadır. Namazda konuşmak ise namazı bozar. Dikkat ederseniz ayrıca mihrabda namaz kıldırmamakta, yalnızca kendi başına namaz kılmaktadır, yani bir imamlık durumu düşünülemez. Buna karşın Diyanet mihrâb’ı yine yanlış anlamlandırmıştır. Oysa 3/37’de yine mihrâb kelimesi geçmektedir ve Hz. Meryem mihrapta yiyip içmektedir. Ayrıca bu ayetten bu mihrâbda haremlik-selâmlık olduğu sonucu da çıkarılabilir. Demek ki, mihrâb’ın anlamı “özel dairedir”. Biz, ayetlerin akışını ve işaretleri ancak böyle yorumlayabiliyoruz. Bu arada bugünkü “namazdaki dua” namazdan sonra yapılır; ama 3/38’de dua, namazdan önce yapılmaktadır. Bu durum hem geleneksel namazla hem de namazın özünün dua olduğu iddiası ile çelişmektedir. Siz, ana dili Arapça olmayan kaç tane geleneksel Müslümanın namazın içinde dua ettiğini sanıyorsunuz? Namazda okunan Fatiha, Ettahiyyatü, Salli, Barik, Rabbena Atina, Rabbenagfirli birer duadır; ama ana dili ile okunmayınca dua olma niteliğini yitirmektedir; çünkü birey, duasına kendisini katamamaktadır. Oysa dua, bireyin, dileğine kendisini katmasıyla gerçekleşen bir zikirdir. Bu nedenle Arapça olarak okunan dualar, yalnızca o dua üzerinde tasarrufta bulunabilecek denli Arapça dil bilgisi yeterli olanlar için bir dua olma özelliği gösterir.

 

 

4/77. Kendilerine: "Elinizi savaştan çekin, namaz  kılın, zekat verin" denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir edemez miydin?" derler. De ki: "Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez".

 

Yorum:

         Harple ilgili bir ayet ve namaz ve zekattan söz ediyor, öyle mi? Bu ayetin ne kendisinde ne de sibak siyakında zekatın harple ilişkisi hususunda bir şey söylenmemiştir. Sizin Allah tasavvurunuz, niçin birbiriyle ilgisiz şeylerden söz ediyor? Oysa salâtı ikameyi bu ayet için “vahye bağlılık”, zekât vermeyi ise “arınma/düzelme gösterme” olarak algılarsak bu alakasızlık ortadan kalkmıyor mu?                                                  

 

4/103. Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır.

 

Yorum:

4/102’de zaten harp namazı (!) kılınmışken 4/103’te yukarıdaki gibi namazdan söz edilmesi tuhaf bir durum; çünkü 4/102’de kılınan harp namazında (!) zaten kıyamda ve otururken Allah zikredilmiş. 4/102’de namazdan değil, bütünüyle harpten söz ediliyor, Elçi ise imamlık değil, komutanlık yapıyor. Hz. Allah ise savaş taktiği veriyor. Oradaki secde, namaz secdesi değil, savaşmaktır. Verilen taktik, nöbetleşe savaşmak. 4/103’te ise harp bitmiş muharip müminlerin kimisi ayakta kimisi oturuyor kimisi de yaralı olarak yanları üzerinde yatıyor. Bir sonraki ayetteki (4/104) “Düşman topluluğu izlemekte gevşeklik göstermeyin!” emrini, 4/102’de ayakta, kuutta ve yanları üzerine bulunanların durumuyla karşılaştırırsak, bu gerçek daha iyi anlaşılır. Müminler “Nasıl olsa düşmanı yendik!” fikriyle gevşeklik gösterebilir. Hz. Allah ise 4/104 ile onları bu duruma karşı uyanık tutmayı sağlamak istiyor. Ayrıca 4/101 ile 4/102-103 ayetleri arasında irtibat var. 4/101’deki kısaltılan “min es-salât” eğer namaz olsaydı, “es” takısı aldığı için bu namazın hangi vaktin namazı olduğunun bildirilmesi gerekirdi. Oysa bu, bildirilmemiştir. Öyleyse orada söz edilmediğini savaşacak olan her kişinin hükümlerini bilmesi gereken, yani onlara belli olan bir antlaşmadan söz edildiğini düşünmek hiç de zor değil.

         Önerdiğimiz çeviri:

Salâtı bitirince ayakta, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda antlaşmayı (4/101’de uyulmaktan vazgeçilip kısaltılan salât) tam olarak yerine getirin. Şüphesiz, salât, müminler üzerine vakte bağlı olarak yazılmıştır. (4/103)

        

 

 

4/162. Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan müminlere, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah'a ve ahiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.

 

Yorum:

         Bu ayete göre, yalnızca vahye inanmanın yetmeyeceği, vahyin hükümlerine bağlılığın ayakta tutulması gerektiği belirtiliyor. Yoksa Hz. Allah’ın Kitap’a inanmaktan söz ettikten sonra, vahye sıkı sıkıya sarılmaktan söz etmeden kuru kuruya namaz ve gelenekteki zekâttan söz etmesini düşünmek mantıklı mı? 

 

 

5/12. And olsun ki, Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Onlardan on iki reis seçtik. Allah: "Ben şüphesiz sizinleyim, namaz kılarsanız, zekat verirseniz, peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimde bulunursanız, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur" dedi.

 

Yorum:

         İlginç! İsrailoğullarının en çok sıkıntı çektiği konulardan biridir “vahye uymak, onu ayakta tutmak”. Yoksa namazın peygamberlere inanmaktan önce zikredilmesinin ne anlamı var? Önce Allah’a olan bağlılığını kanıtlamak için arınma göstereceksin ki, nefsine yenilip elçileri inkâr etmeyesin, onlara karşı tavır almayasın.

 

 

5/55. Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun Peygamberi ve namaz kılan, zekat veren ve rüku eden müminlerdir.

 

Yorum:

         Yine ilgisiz bir durumda rükû var. Önceki ayet şöyledir: Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah, yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur. Allah, yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir. (5/54)

         Bu ayet dinden dönmeye değindiğine göre 5/55’teki salâtı ikameyi “vahye bağlılık” olarak anlamlandırmakta bir sorun yok. Zaten 5/56 ayeti de “Allah elçisi’ni ve namaz kılanları” değil “Allah elçisi’ni ve iman edenleri” dost edinen kişilerden söz etmektedir. Buradaki rükû edenler ise Allah’ın vahyine olan salâtı alçak gönüllü olarak ayakta tutan ve arınma gösterenlerdir.

 

6/71-72. De ki: "Arkadaşları bize gel diye doğru yola çağırırken, şeytanların yeryüzünde şaşırttıkları bir kimse gibi geriye mi dönelim. Allah bizi doğru yola eriştirdikten sonra, bize faydası olmayan, zarar da veremeyen Allah'tan başka şeylere mi yalvaralım?" De ki, "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Alemlerin Rabbine teslim olarak namaz kılın, Allah'tan sakının diye emrolunduk." Kendisine toplanacağınız O'dur.

 

Yorum:

         Ne yapmamız gerektiği açık değil mi? Hidayete erdikten sonra ilk yapmamız gereken niçin “vahye bağlılığı yerine getirmek” değil de “namaz kılmak” olsun?

 

 

8/2-3. İnananlar ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler; namaz kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf ederler.

 

Yorum:

         Ayetleri okumakla zekât vermenin ne ilgisi var? Ayetleri okuyan kişi, Hz. Allah’ın her şeye egemen olduğunu kavrar ve Rabbine güvenerek o ayetlerdeki hükümlere olan bağlılığını ayakta tutup nefsini arıtır, davranışlarını iyileştirir ve şükrünün önemli bir göstergesi olarak Allah’ın nimetini paylaşmak için harcama, adaletli bir alışveriş yapar. 

 

 

9/5. Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.

 

Yorum:

         9/5 ayetine göre savaşılan müşriklere, zorla namaz kıldırılması ve onlardan zorla zekât alınması mı buyrulmuştur? Eğer öyle değilse bu kişilerin Müslüman olduğuna ilişkin kanıtınız nedir? “Tevbe etmek” fiili “Müslüman olmak” anlamını kapsıyor mu? Başka ayetlerde bu anlamın bir örneği var mı? Yoksa aslen olduğu gibi “işlenmiş bir suçun bir daha işlenmeyeceğine dair verilen bir söz” anlamıyla mı kullanılmıştır? Tevbenin “ihtida”yı kapsaması iddiası, 9/6 ile de çelişmez mi? Çünkü 9/5’te müşriklerden herhangi biriyle savaşılmaması için tek bir çözüm yolu önerilmişti: Namaz kılıp (!) zekât vermek (!).  Ayrıca burada normal bir durumda müşriklerden böyle bir tavır beklenmesinden değil, savaş sırasındaki durumdan söz ediliyor. Dolayısıyla harp, çatışma, çarpışma sırasında gösteriş olarak namaz kılıp zekât vermeleri (tabii zekâtı da anında bulup çıkarabilirse keselerinden!) öldürülüp hapsedilmemeleri için yeterliyse bu tuhaf bir durum oluşturmaz mı? 9/4 ayetinde “antlaşma hükümlerini bozmayan ve aleyhimizde kimseye yardım etmeyen” müşriklerden böyle bir tevbe/yöneliş beklememiş olmamıza karşın böyle bir tavır beklenme olasılığı daha az olan durumu anlatan 9/5 ayetinde çarpıştığımız müşriklerden böyle bir tavrı beklememiz saçma değil midir? Sizce müşrikler, “Müslümanların savaşmama şartlarını kabul etmek” yerine niçin münafıklığa itilerek “Müslümanların temel ibadetleri olan namaz ve zekât”la sorumlu tutuluyor? Kuran’da müşriklerden zekât alındığına ilişkin başka bir kanıt var mıdır? Ayrıca niçin kelime-i şahadetten sorumlu tutulmuyor (Hadi, “kendi seçimleriyle…” diyelim) da  bundan sorumlu tutuluyorlar? Son çıkan durum, baskı ve sindirme nedeniyle, aslında kendisini Müslüman saymayan insanları, Müslüman görünmeye zorlayıp münafıklaştırarak İslam toplumunun içtenliğe dayanacak birlik duygusunda bir gedik açılmış olmuyor mu? Hz. Allah’ın böyle bir çelişkiye düşmesi olası mı? 9/5 ayetindeki salât ve zekât çevirileri (zekât çevirisi görünüşte usul sayılabilir. Oysa bu zekât, geleneksel olarak bildiğimiz zekât ise Kuran ayetleriyle bu zekâtın niceliği, en azından “örfe göre bir miktar” söz öbeğiyle açıklanmış olmalı değil miydi? Zira, şeriatla ilgili başka ayet misallerinde bu yol izlenmiştir.) 9/4 ile 9/5 emri arasında bir tutarsızlık oluşturmuyor mu? Ayrıca 2/256 ayetindeki “Dinde zorlama yoktur” ifadesiyle de çelişki doğmuyor mu? Tüm bu ilkeleri göz önünde tutarsak 9/4 ve 9/5 ayetinin aslına uygun olarak düşündüğümüz çevirisinden “Müşrikler, ya savaşıp Müslümanları yenmek için zulmü sürdürmeyi seçecekler ya da Müslümanlarla yaptıkları antlaşmalara salâtı, yani “bağlılığı ayakta tutarak” bu hususta zekât, yani “iyileşme ve düzelme” gösterecekler.” anlamı çıkmayacak mıdır? Yüzyıllardan süregelen bu çevirinizle İlhan Arsel, Turan Dursun gibi İslam düşmanlarını haklı çıkarmıyor musunuz?

 

 

9/11. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse, sizin din kardeşiniz olurlar. Bilen kimseler için ayetleri uzun uzadıya açıklıyoruz.

 

Yorum:

         9/11’de müşrikler, dinde kardeşlerimiz oluyor, namaz kılıp zekât vermekle!.. Peki, niçin, 9/12 ayetinde önceki (9/7, 10) yeminlerinden Müslüman olduktan sonra da sorumlu tutuluyorlar? Demek ki, dîn kelimesi İslam’a eşit değil, yalnızca “yasa = kânun” anlamında anılmaktadır. Nitekim Medine Anayasası’nda da, “Yahudilerin dinleri kendilerine müminlerin dinleri kendilerinedir” denerek federal bir devlet düzeni öngörülmemiş midir? 9/12 ayetindeki yemin (eymânehüm) İslâm’a giriş yemini olamaz; çünkü başka herhangi bir ayette eymân ya da yemin sözcüğü böyle bir anlamda kullanılmamıştır. Müslüman olanlar tek bir yeminden sorumludur: Kitap’a sahip çıkma misakı. O da yemin kelimesiyle değil, mîsak kelimesiyle ifade edilir.

__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 

<< Önceki Sayfa 72 Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats