Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hanif dostlara selam !
Selam RabbeKul , Gayb’e iman etmek ile, Gayb’i bilmek arasında belirgin farklar olmalı’dır diye düşünüyorum. İman etdiğimiz gayb ’ bir şekilde varlığını belli etmelidir bence. İlkin Allah’ın varlığına emin olmak gerekir , gaybe iman etmeden önce Allah’ın varlığından habersiz olan birininin , eğer gaybe iman etmiş olsa bile somut bir inanc’a kavuştuğu şüphe oluşturur. Gayb konusu’na belki başka yerde devam edebiliriz inşaAllah. Şimdi İlm-ü Ledün konusu ile ilgili Hakkı Yılmaz’ın bir çalışmasını alıntı yapıyorum.
KUR’ÂNDAKİ MUSA & ÂLİM KUL KISSASI
Kehf suresi 60-64. âyetlerde bahsedilen Musa’nın yolculuğa çıkışı, genç yardımcısı, iki denizin birleştiği yer, sahra, balık konularıyla ilgili açıklamalar da önemli olsa da mevcut meal ve tefsirlerdeki açıklamalar imanı, tevhidi zedeleyecek boyutta değildir. Onun için o kısmı burada açıklamıyoruz. Yanlışa, batıla ve hurafeye malzeme yapılan bölümü inceliyoruz. Ana konumuzu işlemeye başlarken önce pasajın tüm âyetlerini (60-82. âyetler) meal halinde sunup daha sonra (65-82. âyetler) tefsirlerini sunacağız.
Âyetlerin mealleri:
60- Ve bir vakit Musa genç hizmetçisine Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, yahut senelerce gideceğim demişti.
61- Bunun üzerine iki denizin birleştiği yere vardıklarında ikisi de balıklarını unuttu. O zaman o denizde bir deliğe doğru yolunu tutmuştu.
62- Bu şekilde geçtikleri zaman genç hizmetçisine: Getir kuşluk yemeğimizi gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk dedi.
63- Genç: Gördün mü Büyük Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unuttum onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu. O, şaşılacak bir şekilde denizdeki yolunu tuttu dedi.
64- Musa, İşte bu, aradığımızdı dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
65- Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
66- Musa ona: Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen şartıyla sana tabi olabilir miyim dedi.
67- O: Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin.
68- Ve havsalanın almadığı şeye nasıl sabredeceksin dedi.
69- Musa: İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem dedi.
70- O: O halde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana ondan söz açıncaya kadar.
71- Bunun üzerine ikisi beraber gittiler; nihâyet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı. Musa: A, içindekileri boğmak için mi yaraladın onu? Doğrusu kötü bir şey yaptın dedi.
72- O: Demedim mi ki sen benimle beraber olmaya sabredemezsin dedi.
73- Musa: Unuttuğum şeyle beni suçlama ve bu işimden dolayı bana güçlük çıkarma dedi.
74- Yine gittiler nihâyet bir delikanlıya rastgeldiler; tuttu onu òldürüverdi. Musa: Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın Doğrusu çok kötü birşey yaptın dedi.
75- Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana dedi.
76- Musa: Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme Doğrusu tarafımdan beyan edilecek son özre erdin.
77- Bunun üzerine yine gittiler. Nihâyet bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Ancak onlar, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, tutup onu doğrulttu. Musa: İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın dedi.
O: İşte bu, seninle benim ayrılmamız olacak Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim
Önce gemi, denizde çalışan birtakım zavallılarındı. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim; çünkü ötelerinde bütün sağlam gemileri gaspedip alan bir kral vardı.
Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korktuk.
İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin.
Ve gelelim duvara; o, şehirde iki yetim oğlanındı, altında onlar için bir define vardı ve babaları iyi bir zat idi. Onun için Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi.
Bu, Rabbinden bir rahmet olmak üzeredir ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması dedi.
65-82. âyetlerin tefsiri:_Konuya girişte de belirtmiştik bu serüven, zaman içerisinde binlerce menkıbeye kaynak olmuştur. Uydurulan senaryoların bir kaçı Buharî, Müslim ve Tirmizî’ye bile girmiştir _Ubeyy b. Ka’b rivâyeti . Eğer Ka’b’ın bu rivayeti olmasa idi halimiz perişan olacaktı. Bu mübarek âyetleri hiç kimse anlayamayacaktı. Bu âyetlerin Kur’ân’da var oluşunun bir anlamı olmayacaktı. Sağ olsun var olsun, Ka’b durumu kurtarıverdi. Sayesinde bu konu anlaşıldı. Kur’ân anlaşılmaz olmaktan kurtuldu. Hızır adında bir süpermenimiz oldu. Ve de elifi görse mertek sanan İlm-i Ledün sahibi bir çok evliyâmız yetişti. Bunlar köşe bucaklarda post serip ucuz ucuz cennet pazarladı. Hatta velilerimiz peygamberlerden bile üstün tutuldu. Hepsi de havada uçtu, karada kaçtı, suda yürüdü, dağların arkasını, yıllar sonrasını ayan beyan gördü, anlattı. (!) Rivayetin tümü rivayet tefsirlerinde özellikle de İbn-i Kesir’de uzun uzadıya mevcuttur. Merak edenler oralardan baksınlar.
Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Musa ile yardımcısının Sahra’da (iki denizin birleştiği yerde) buldukları kendisine rahmet ve bilgi sahibi kul, bir peygamberdir. Bize bu kulun (peygamberin) adı verilmiyor. Bize bir çok peygamberin adı ve kıssası bildirilmemiştir (Nisa suresi âyet 164 ve Mü’min suresi âyet 78). Bu peygamber de bunlardan birisidir.
Bu zatın peygamber oluşunun kanıtı, Rabbimizin onun için “Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik” buyurmasıdır. Ki kula rahmet verilmesi onun peygamber olduğunu, ona vahy edildiğini gösterir. Şu âyetleri iyi anlayalım.
Zuhruf 31, 32 _Yine dediler ki Bu Kur’ân, şu iki kentin birinden, bir büyük adama indirilmeli değil miydi
Ne Yoksa Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar Şimdiki hayatta, onların geçimliklerini aralarında paylaştıran, birbirlerine iş gördürmeleri için, kimini kimine derecelerle üstün kılan biziz. Rabbinin rahmeti, onların topladıklarından daha iyidir
Kasas 86 _Sen, Kitab’ın sana verileceğini hiç ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir. Öyleyse, sakın inkarcılara arka çıkma
Bu iki âyetten rahmet ile neyin kasdedildiğini öğrendikten sonra görüyoruz ki 65. âyette biz ona katımızdan rahmet vermiştik buyuruluyor. Yine aşağıda göreceksiniz 82. âyette duvar doğrultma olayı Âlim Kul’un kendi isteğiyle yaptığı bir eylem değildir. Duvarın altında iki yetime ait gömünün varlığı, onun korunmasının gereği, onun içinde duvarın doğrultulmasının icabı Alim Kul’a (peygambere) vahy ile telkin edilmiştir.
66- Musa ona Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen şartıyla sana tabi olabilir miyim dedi.
Musa ve Âlim Kul tanışmışlardır. Musa, onun çok bilgin birisi olduğunu, doğru bulma yol konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu öğrenmiştir. Ve ondan “doğru yolu bulma konusunda ona öğretilenlerden öğrenmek için” Âlim Kul’un öğrencisi olmayı istemektedir.
O ‘Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin. Ve havsalanın almadığı şeye nasıl sabredeceksin dedi.
İfadelerden anlıyoruz ki Âlim Kul o yörenin insanıdır. Musa ise oraya uzak diyardan gelmiştir. Bilge Kul ile yeni tanışmıştır. Bulundukları bölge hakkında ve Alim kul hakkında bilgisi yoktur. Âlim kulun kimliği ve görevi ile ilgili de detaylı bir şey bilmemektedir. Ki Âlim Kul’un yapacak işleri vardır. Musa’yı beraberinde götürdüğü takdirde bazı olumsuzluklar olabilecektir.
Musa’ İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem dedi.
O: O halde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana ondan söz açıncaya kadar.
Pazarlık yapılmış Âlim Kul Musa’yı beraberinde götürecektir. Kıssanın bundan sonraki bölümlerinde Musa’nın genç yardımcısından söz edilmez olmuştur.
Bunun üzerine ikisi beraber gittiler; nihâyet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı. Musa: A, içindekileri boğmak için mi yaraladın onu? Doğrusu kötü bir şey yaptın dedi.
Âlim Kul’un o çevreyi tanıdığı gibi, Âlim Kul’u gemi sahipleri ve yolcular da tanıyorlar ve ona güveniyorlar ki onlar Âlim Kul’un gemiyi yaralamasına engel olmuyorlar. Âlim Kul ve o yöre hakkında bilgisi olmayan Musa ise bu işe karşı çıkıyor.
Olanlar gâyet olağan şeylerdir. Bu olayda herhangi bir olağanüstülük, esrarengizlik yoktur. Kulun gaybı bilmesi vs. cinsinden herhangi bir şey söz konusu değildir.
O: Demedim mi ki sen benimle beraber olmaya sabredemezsin dedi.
Musa: Unuttuğum şeyle beni suçlama ve bu işimden dolayı bana güçlük çıkarma dedi.
Yine gittiler nihâyet bir delikanlıya rastgeldiler; tuttu onu öldürüverdi. Musa: Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu çok kötü birşey yaptın dedi.
Âyette geçen غلام Gulâm sözcüğü:
Kelimenin orijinal anlamı, Cinsel ilişkiye alabildiğine düşkün ve arzulu olan” demektir. Bu özellik, çocukluk yaşından çıkmış kimselerde olur. Bu da delikanlılık çağıdır. Gulam/delikanlı sözcüğü, şeyh/ihtiyar sözcüğünün zıt anlamlısı olarak kullanılır.
Âyetteki Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın ifadesinden de Gulam’ın erişkin birisi olduğunu anlıyoruz. Zira çocuk yaşta birisi başkasını öldürürse ona kısas yapılmaz. Buradaki olay kısasa uygun görüldüğüne göre gulam, çocuk değil erişkin bir delikanlıdır.
Delikanlının öldürülmesine de Musa’dan başka karşı çıkan olmuyor. Demek ki, Âlim Kul’un delikanlıyı niçin öldürdüğünü o beldenin insanları, öldürülen delikanlının yakınları; ana-babası herkes biliyor. Aksi halde bir yabancının gelip memleketlerinde kendilerinden bir delikanlıyı öldürüp elini kolunu sallayarak çekip gitmesine kimse kayıtsız kalmazdı. Öldürme gerekçesi aşağıda 80, 81. âyetlerde açıklanacak.
Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana dedi. Musa: Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme Doğrusu tarafımdan beyan edilecek son özre erdin
Bunun üzerine yine gittiler. Nihâyet bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Ancak onlar, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, tutup onu doğrulttu. Musa: İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın dedi.
Âlim Kul bu köyün/beldenin yabancısıdır. O köyü tanımıyor, köylüler de onu tanımıyor. Onun için Âlim Kul ve Musa’ya ilgisiz kalıyorlar.
O: İşte bu, seninle benim ayrılmamız olacak Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim.
Gemi olayına gelince, denizde çalışan birtakım zavallılarındı. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim çünkü ötelerinde bütün sağlam gemileri gaspedip alan bir kral vardı.
Âlim Kul, o bölge insanlarından biriydi ki geminin sahiplerini tanıyor ve öteki kıyıdaki gâsıp/zalim kralı biliyordu. Geminin sahiplerinin uğrayacağı zararı da biliyordu. Bu bilgileri nedeniyle gemiyi yaralamıştır. Gemi sahipleri ve gemideki yolcular da Âlim Kul’u tanıdıklarından ve ona duydukları güvenden dolayı onun yaptıklarına engel olmamışlar ve ondan verdiği zararın karşılığını talep etmemişlerdir. Burada gaybı bilme vs. gibi olağan dışı bir şey yoktur. Ayrıca kesin olan şu ki Alim Kul kişisel bilgisi ve kendisine duyulan güven nedeniyle kendi iradesiyle gemiyi yaralamıştır. Onun için Ben onu kusurlu hale getirmek istedim demektedir
Âlim Kul doğru davranmıştır. Âlim Kul bu konuda “İki fesat tearuz ettikte ehaffi irtikab ile a’zamın çaresine bakılır = Biri büyük diğeri daha hafif iki zarar bir anda söz konusu olduğunda, hafif olan zararı işleyerek büyük zarardan kurtulma yoluna gidilir (Mecelle Madde 28) genel ilkesine göre hareket etmiştir. Gemi yaralama olayında olağan üstü; gayba ait bir şey yoktur.
80- Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkara sürüklemesinden korktuk.
İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin.
Âyetlerden anlaşıldığına göre delikanlıyı öldürme olayı resmi otoritenin; toplum olarak yasalara göre verdikleri bir karar gereği olmuştur. Âlim Kul bu kararın infaz memurudur; tabiri caizse cellattır. Onun için olayı açıklarken korktuk ve istedik ki diye kamuyu içeren bir ifadeyle çoğul ifade kullanmıştır. Eğer delikanlının öldürülmesi o delikanlının yaşadığı kentte yasal bir icraat olmasaydı, hem delikanlının yakınları hem de şehir halkı (kamu otoritesi) Alim kul için gerekli tepkiyi gösterir ve onu cezalandırma yönüne giderdi.
Gelenekçiler korktuk ve istedik fiillerinin öznelerini uyduramamışlardır. Alim kulu Hızır veya melek yapınca korkanlar Allah ile Hızır veya Allah ile melek olmaktadır. Buna rağmen bu sözcüklerin üzerinde durmamışlar olayın üstüne gidememişlerdir.
Bu olayların bilinmeyecek, yadırganacak, batın ilmi vs. gibi açıklanacak bir yanı yoktur. Normal şer’î bir icraattır. Musa Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?” diyerek sadece kısas ile insan öldürülebilineceğini ileri sürmüştür. Halbuki şer’an/yasal açıdan insan, sadece, kısas için öldürülmez. Allah’a savaş açanlar da öldürülür. Bakınız:
Maide 33: Allah ve Rasülüne karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası ancak öldürülmek veya çarmıha gerilmek ya da el ve ayakları çap raz olarak kesilmek ya da yeryüzünden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Öteki dünyada da onlar için büyük bir ceza vardır.
Burada 80. âyete dikkat ederseniz “Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. delikanlının bunları azgınlık ve küfür ile sarmasından korktuk denilmektedir. Bundan da delikanlının, mümin anne ve babasını dinden çıkarmak için çaba sarfettiği (Allah ile savaştığı) anlaşılmaktadır. Bu durumda da onun öldürülmesi meşru bir olaydır.
Ve gelelim duvara; o, şehirde iki yetim oğlanındı, altında onlar için bir define vardı ve babaları iyi bir zat idi. Onun için - Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi.
Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması!" dedi.
Kendisine rahmet (peygamberlik) verilen ve Allah tarafından bilgilendirilen kul, duvar meselesini açıklarken Onun için Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım. diye açıklamıştır.
Demek oluyor ki, bu üç olaydan sâdece, duvar olayı vahy ile bildirilmiştir. Duvar doğrultma işini Âlim Kul kendi bilgisiyle ve iradesiyle gerçekleştirmemiştir.
Âyetin orijinalindeki ve mâ fealtühü an emrî ifadesi tefsirlerin ve meallerin ekserisinde (hemen hemen hepsinde) maalesef yanlış olarak ve ben bunların hiçbirini kendi görüşümle yapmadım . diye olayın her üçünü de vahye müstenit ifadeler ile açıklanmaktadır. Doğrusu ise “Ve ben ONU (duvarı doğrultmayı) kendi görüşümle yapmadım şeklindedir. Rivâyetçilerin ve dirâyetsizlerin yanlış meal ve tefsirlerinin doğru olabilmesi için âyetin orijinalinin Ve ma fealtühünne an emrî” şeklinde olması gerekirdi. Ancak bu takdirde cümlenin anlamı, Ben onları kendi görüşümle yapmadım şeklinde olurdu. Halbuki âyetin orijinali böyle değildir. Zaten böyle olması da düşünülemez. Zira böyle olduğu takdirde 79. âyetteki ben, ....diledim ve 80, 81. âyetlerdeki istedik, korktuk ifadeleriyle çelişki doğardı. Ayrıca eleştirdiğimiz anlamın doğru olabilmesi için ayetin 'İşte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması bölümü Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım. bölümünden evvel söylenmiş olmalıydı.
Demek oluyor ki, rivâyetler, masallar, menkıbeler âyetin orijinal anlamını ihmal ettirtmiştir. Bundan sonrası ile ilgili bilgi verilmemiştir. Yani bundan sonra Âlim Kul nereye gitti, Musa nereye gitti bilmiyoruz.Kısanın aslı Kur’ân’da işte böyledir.
http://www.istekuran.com/index.php?page=8c3bb2e15d9fc663f0e0 522ef168dc9a&id=10
__________________ Cinn 20= Deki Şüphesiz ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O'na hiç kimseyi ortak koşmam
|