Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam;
Kur'an Mushafı olmasaydı nice olurdu bu insanlığın hali? :) İyi ki Kur'an Mushafı var :)
Bakalım Kur'an mushafı neler demiş elinde hiç bir mushafı olmayan ümmetler için;
İnsanlar tek bir ümmet idi Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere Peygamberler gönderdi ve ihtilaf ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hakk ile Kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.(BAKARA-213)
Ve insanlar, sadece bir tek ümmet idiler, sonra ihtilâfa düştüler ve eğer Rabbinden bir Söz geçmemiş olsa idi, ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm kesinlikle gerçekleştirilmişti. (YUNUS-19)
Kur'an mushafında bahsi geçtiği üzere insanlık başlangıçta mushafsız,elçisiz pekala adam gibi yaşamayı becermişler. Kendilerine üflenen ruha sahip çıkarak yaşanılan hayat, ademi tavır göstermek için gereken argümanlara zaten sahip olunduğunun bir göstergesi. İnsan eksik yaratılmamış,tastamam yaratılmış.
Buda laf salatalığı diyenlere elde ki mushaftan bir pasaj daha vereyim isterim;
-nefse ve onu düzenleyene,kuşatana;
-ki O, ona fücûrunu ve takvâsını ilham etti,
-onu arındıran gerçekten kurtulmuştur.
-Ve onu örten de kesinlikle zarara uğramıştır. (ŞEMS-7-10)
söylenen o ki; insana verilenler akıl, fıtrat ve vicdan bağlamında işlevsellik gösteren nefs.Öyle bir nefs ki öğretileri iki yönlü kodlanmış bir tarafta fücuru görürken diğer tarafta takvayı da kucaklıyor. Akıl denilen mükemmel meleke işlevselliği ile öne çıkıyor. İnsan gözlemlediği, ikra ettiği hayatı ruhunun sesine kulak vererek anlamlandırıyor. Ruhunun sesine kulak verenler, kendinde var olan öze itibar edenler arınmayı gerçekleştirirken, eskilerin masallarıyla avunmayı tercih edenler ise benliğini örtüyor ve zarara uğruyor.
Kitap bilgilenmek, hatırlamak,anımsamak, unutmamak adına mevcut yaşantının ve algıların yazıya dökülmesi.
Kitapta yazılanlar yazıldığı dönemin algıları,araçları ile anlamlı. Siz 1450 sene önce yaşananları algıda seçicilik yaparak bugüne empati yaparız derseniz şahid olmadığınız,sesini işitmediğiniz elçinin ve dostlarının adına yalan beyanda bulunmuş olursunuz.
İnsan, aşkın olan gücü tarif ederken esmadan yararlanır. Çünkü yaradılışının doğasında bu dokunuş,fırça izleri vardır. Aşkın olanın ilminden beslenme vardır. Dolayısıyla,insan ruhunun derinliklerinden gelen o esenliğe kulak verirse, dosdoğru yola kendini klavuzlamış olur.
Nefs ve onu kuşatan, düzenleyen bahsiyle de anlatılmak istenen insan ve insanın davranışlarıdır. Nefs,iç benlik ide ,ego gibi tanımlamalarla da tarif edilmiş insanoğlu tarafından. İç benliğin egonun kontrolünü sağlayan yer bugün parapsikoloji de alt beyin olarak tanımlanıyor. Öyle bir yapı ki mükemmel bir biçimde yaratılmış alt beyin ve onu kuşatan düzenleyen üst beyin. İnsan nefs ile alt beyniyle düşündüklerini üst beyine transfer etmek suretiyle düşünce, algı,mimiklere dayanan içsellikte var olan gelişimleri anlaşılır hale getirir.Daha açık ifade ile insan alt beyniyle tefekkür eder, algılar,tezekkür eder bu içselinde oluşan zenginleşen birikimleri kendi diliyle anlaşılır bir kavle dönüştürür.
Alt beynin olmadığı yerde üst beyin bir şey üretemez. Yada ürettikleri kendi benliğinden, ruhundan gelenler, kendisine kodlananlardan beslenilenler değil kendisine eskilerin aktardıkları, ya da jargonların öğretileridir. Alt beyinsiz üst beyin çalışmaları hava da kalır mesnetsizdir. Alt beyinsiz esma okumaları üst beyinde masallara, hikayelere, fantastik anlatımlara dönüşür. Bir zaman sonra insan üst beyninde yer eden dışardan beslendiği edinimleri doğrular olarak anlamaya ve yaşamaya başlar. İşte bu andan itibaren alt beyin dumura uğramış ve üzeri örtülmüş olur. Arınmak, kendini yenilemek, alt beynin aktif çalışabilirliğiyle mümkündür.
İnsanlara iyiyi ve güzeli emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap'ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? (BAKARA-44)
Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. (BAKARA-269)
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. (ALİ İMRAN 190)
Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.(ENFAL-22)
Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır. (YUNUS-100)
Kur’anın onlarca hitabı aklın etkin kullanımını vaaz eder. Yaşanan hayatın anlaşılır, faydalı, üretken ve verimli olabilirliği aklın kullanımıyla mümkündür. İnsan aklını kullanır ve mevcut mamüllerden imalat yapar üretim gerçekleştirir. İnsan aklını kullanır yaşantısına düzen verir, pisliklerden kendini arındırır. Yaşantısını aklıyla yön verip bir düzene sokmayan insan için hayat kaoslarla dolu hale gelir.
İnsan yaşadığı zamanın algısı ve araçları ile akli melekeleriyle yaşantısına yön verir. Bir dönemin algılarıyla güzel, yaralı bir davranış bir başka dönemin algısı ve araçlarıyla çirkin, faydasız, zararlı olarak değerlendirilebilir.
Düşünü ki; 10-15 sene evvel sigaranın çok daha bilinçsizce tüketildiği, zararlarının kamuoyuna bildirilmediği, toplumun bilinçsiz olduğu bir dönemde bir bireyin bir paket sigarayı çalıştığı iş yeri ortamında arkadaşlarının bulunduğu masaya atıp ta “bugün sigaralar benden” demesi o günün algısıyla güzel bir davranış, arkadaşlar arasında takdir edilir bir tavır olarak görülürken bugünün araçları ve algısıyla, bilinçlenmiş toplum yapısıyla aynı eylem hiç de etik olmayan insanların sağlığına kast eden bir davranış olarak değerlendirilecektir. Eylem aynı eylem olmasına karşın eyleme karşın gösterilen tepki, algı, refleks ve mevcut araçlar, reklam araçları, toplumun bilinçlendirilmesi seminerleri vs. etkinliklerle farklı yorumlanmaktadır. Bir dönemin faydalı, güzel, sosyal paylaşımını çağrıştıran bu eylem, bir sonraki dönem çirkin,ahlaksızca, esef verici, cana kast eden bir davranışı olarak yorumlanacaktır.
Muhammed’in yaşadığı zamana ve araçlara, algılara mahsus sözleri Allah’ın değişmeyen kelamı olarak değerlendirmek öncelikle Allah tasavvuruna, aşkın olanın ilmine ve bilgisine yapılan cüretsiz saygısız, had hudut bilmez davranıştır.
Kur’an da da aşkın olana ait ilme atıf yapılırken şunlar söylenmekte;
De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi. (KEHF-109)
Öyle bir Yaratıcı tasviri var ki O’nun ilmi yazmakla tükenmez. Beşeri tasavvur, algı, tefekkür ,tezekkür ve tedebbür ile anlamlı ,anlaşılır bir lisan ile oluşan kitaba Allah’ın kitabı demek hangi bilgiyle ispatlanır? İçerisinde anlatılan kıssalarla mı?, ahiret tasavvurları ile mi?, yoksa elçilere atfedilmiş olan fantastik mucize tasvirleriyle mi? Hangileri ve hangi gerekçe ve kabullerle? Vahy olan bilgi kendini gözlem, deney, mantıksal çıkarımlarla doğrulatmak ister, Sunduğu iddialar/bilgiler gözlemle, deneyle, mantıksal çıkarımlarla delillendirilir,Ölümden sonra dirilişi ölü toprağın yeşermesi ile delillendirmesi gibi.Hülasa; bir kelam kendini günün araçları, argümanları ve algılarıyla doğrulatmalıdır. Kendini doğrulatamayan sözler yaldızlı, şatafatlı,mistik sözler olmadan öteye geçemez.
Kuran Mushafı aslında bir ipucu da vermiyor mu Kehf 109 ile.? Tükenmeyen Rabbin sözlerini 2 kapak arasına sığdırıp yazıldı bitti.Bundan sonrası .ötesi berisi yok demek nasıl bir anlayıştır?
Öyle bir Tanrı tasavvuru var ki; belirli dönemlerde konuşmuş belirli dönemlerde susmuş yada kurduğu,hazırladığı düzene müdahil olmamış. Yada son olarak öyle bir konuşmuş ki artık bundan gayrı konuşmasına ne hacet! Olanı biteni bir çırpıda söyleyivermiş J
Bir peygamber geliyor ve diyor ki; ben Tanrı’nın sözünü size söylüyorum ben peygamberim.ve de diyor ki; ben Allah adına yalan söz söylemem. Çevresinde tanınan, bilinen,sözüne itibar edilen Muhammed’e elbette yandaşları da güven duyuyorlar ve onun söylediklerinin Allah’tan olduğuna inanıyorlar.
İnsanlık tarihi hep Güçlü olana boyun eğen bir anlayışı resmeder. Yani insanlık tarih boyunca hep güçlü olan bir Tanrıya yönelmiştir ,O’na adaklar, kurbanlar adamışlar,O’nun şerrinden,öfkesinden korunmak için gereken tüm saygı ve ritüelleri uygulamışlardır. Dolayısıyla aşkın olan Güce itibar eden insana aşkın olandan gelen sözlerle konuştuğunuzda elbette sözü dinlenir,itibar gören birisi olursunuz, aksi durumda siz yalancı, düzenbaz,şair,deli gibi yakıştırmaların muhatabı olursunuz J
Dostlar, o yüzden elçileri iyi analiz edin lütfen; Onlar, son derece zeki, problemler için pratik çözüm önerileri ortaya koyabilecek kadar kıvrak zekalı, entelektüel insanlardır.
Meselelerin çözümünde insani vasıf gözardı edilemez. İnsanın var olduğu platformda insana insanca muamele yapılır anlayışından hareketle, adalet,iyilik,güzellik,hayır gibi temel edinimlerle yola çıkılmış ve bu ilkeler üzerine inşa edilen hayat; kaostan beri, huzurun, sükunetin ve üretkenliğin arttığı,salatın ikame edildiği vasat bir toplum inşasına imkan sağlamıştır. Ümmi bir elçiden Rabbaniliğe geçen bir elçi ,sıradanlıktan toplum nezdinde sözüne itibar edilir ve ardından gidilir bir elçi profiline dönüştürmüştür kendini.
Mushaf’a iman Allah’tan olduğundan bir iman ise ve de sizler bunu delillendiremiyor iseniz o takdirde kusura kalmayın ama siz Allah’a da iman ediyor felan değilsiniz. Daha doğrusu sizin Allah algınız ve tasavvurunuz da bambaşka J Sizler bu mushafın Allah’tan gelen bir kitap olduğuna inanmıyorsunuz aslın da bu size sizden önceki kuşaklardan aktarılan bir öğreti olduğu için buna böyle inanıyorsunuz. Hülasa sizin kitaba olan inancınız atalarınız böyle inandığı için var olan bir inanç.
Muhammed’in yanı başında onun sözüne itibar eden adamlar yaşayıp şahid oldukları hayata, sisteme, algılara teslim olmuşlardır.
Sözler, söyleyeni işitince anlamlıdır, hitap hatibin mimiklerinde (yüz ifadelerinde) ,ses tonunda, jestlerinde, anlamlıdır. Söyleyen yanı başında değilse ona atfen söylenen sözleri allar pullarsın, keser doğrarsın bir de bakmışsın söze kendi söylemini söyletmişsin J
Hatibini işitmediğiniz ,mimiklerini,ruh halini gözlemlemediğiniz bir elçinin sözü olan kelimeler ne kadar canlıdır? Ne kadar renklidir?
Evreni var Eden Rab, yarattığı insan ile evren üzerinden ne de güzel konuşmuştur asırlardır. Korunmuş olan zikr kağıda dökülenler midir yoksa evren kitabının işleyişi midir?
İnsanoğlu ilginç bir varlık J düşündüğü vakit, aklettiği vakit evren üzerinden nelere şahitlik edebileceğinin farkına varabiliyor. Yine aynı ilginçlikte olan bu varlık evren nedir ki deyip vurdumduymaz bir hayatı benimseyebiliyor.
Kainat kitabını yazan Rab, bu kitabın sahibinden beslenen elçi, evren kitabından okuduklarını ve yaşadığı şartların ,araçların ve algıların kendinde var ettiği tasavvurları kayda alıyor. Rab sunumunu an be an yapıyor elçilerde bu sunumdan kendilerine lazım olanlarını kendi çağlarında alıyorlar.
Kainat kitabı yerli yerinde duruyor ve Aşkın olan kelam etmeye devam ediyor o halde eksik olan ne? Yanlış olan ne? Kelam edenin kelamını işitmiyorum demek , bir elçi işitmiş oda bize aktarmış bizim ne haddimize demek, hülasa Adam olmamayı tercih etmek, Yaratıcının mimiklerine değil Muhammed ve yandaşlarının mimiklerine dokunmayı şiar kabul etmek.
Evren kitabından ruhunuza uygun okumalar yapın, ruhsuz esma denemeleri yapmayın çünkü ruhsuz esma denemeleri zan üretir. Zanna dayalı yaşam aklı devre dışı bırakan bir yaşamdır. Sorgulamanın olmadığı, akletmenin devre dışı olduğu bir hayat Aşkın olanı anlamaya ve O’na teslim olmaya engeldir. Yaşadığı hayat üzerinden gördükleri üzerinden bir şahitlik yapan için okumalar bitmez tükenmez. Oysa okuyup durduğunuz Mushaf bir solukta okunup biten bir kitap değil midir? Muhammed Rasulün okuduklarıyla değil bizler kendi okuduklarımızla anlamlı bir duruş sergileriz. Muhammed rasulü taklit etmek değil Onun sözünü tetkik edebilir olmak, idrak edebilir olmaktır asıl olan.
Esen Kalınız.
|