Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KUR’AN’DAKİ
HİKMET SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMI -2
Hakkı
YILMAZ
“Hikmet”
sözcüğünün gerçek anlamı:
“ حكمةHikmet”
sözcüğü, hemen tüm kitaplarda her nedense sözcük
anlamı dışında oluşturulmuş kişisel yorumlarla anlaşılmaya
gayret edilmiş olduğundan, doğru anlaşılamamış, üstelik
de yozlaştırılmıştır. Aslında “hikmet”in ne olduğunu
anlamak için sözcük anlamını bilmek yeterlidir.
“Hikmet”
sözcüğü, “ حكمhukm”
sözcüğünün bir türevi olup, “Bina-i
Nev’i; İsm -ün Nev’i” kalıbındadır. Bu kalıp
kullanıldığı fiilin bütün anlamlarını temsil eden bir
isim niteliğindedir. Bu kalıptaki bir çok sözcük
Arapça’daki anlamlarıyla Türkçe’ye geçmiş
ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Örnek olarak; “Bid’at,
cinnet, fikret, fitne, firkat, gıybet, hizmet, hicret, illet, iffet,
kıymet, kısmet, kisve, minnet, mihnet, ni’met, rif’at,
ric’at, sirkat, şirket, şiddet, zînet” sözcükleri
bu kalıpta olan sözcüklerdir. Diğer taraftan “hikmet”in
türetildiği “hukm” sözcüğünden türetilmiş
olan; “hâkim, hakem, hâkimiyet, hükümet,
muhkem, tahkim, muhakeme, mahkeme, ihkam ve tahakküm” gibi bir
çok sözcük de Türkçe’ye geçmiş
ve Türkçeleşmiş olarak kullanılmaktadır.
“Hukm”
sözcüğüne, sözcük ve terim anlamı olarak
bugün elimizdeki Arapça sözlüklerde verilen
karşılıklar şunlardır:
-
Hükmetmek, yargılamak.
-
İşi sağlama almak, sağlamlaştırmak.
-
Yüzün ön kısmı, alın, şan, şeref.
-
Çağırmak, mahkemeleşmek.
-
Hakemlik etmek, tecrübeli uzman.
-
Hikmet sahibi olmak, hakim olmak.
Allame
İbn-i Menzur’un Lisan ül Arab adlı eserinde (2. cilt, s:
539-543, “Hukm” maddesi), “ حكمhakeme”
sözcüğünün esas anlamının “ منعmenea
(engel oldu)” demek olduğu yazmaktadır. Bu durumda “hakeme”
sözcüğünün mastarı olan “hukm” sözcüğü;
“engel olmak” anlamına gelmektedir. Araplar bu sözcüğü
“insan veya hayvana mani olmak, onu kontrol altına almak”
anlamında kullanmışlardır ve İslâm öncesi Arap
şiirinde bunun yüzlerce örneği vardır. Ayrıca
hayvanların kontrolünü sağlayan “gem” denilen alete
de Araplarca “ حكمةhakeme”
denmiştir.
Kur’an
döneminde ise bu sözcüğün anlamı biraz
özelleşmiş ve sözcük; “zulüme ve fesada engel
olmak” anlamında kullanılmıştır. “Hakeme” sözcüğünden
türetilen sözcükler de o dönemde özelleşmiş
anlama uygun olarak, meselâ;
-
hâkim; zulüme ve fesada engel olan kişi,
-
mahkeme; zulüme ve fesada engel olunan yer,
-
ihkam; zulüme ve fesada engel oldurma,
Sözcüğün
Kur’an’ın indiği dönemde, özelleşmiş bu anlamda
kullanıldığına dair, peygamberimizin ağzından nakledilmiş
meşhur bir hadis bile bulunmaktadır: “ حكّم
اليت 1610;م كما تحكّم ولدكHakkimül
yetime kema tühakkimü veledeke (Kendi çocuğunu
engellediğin gibi yetimi de engelle! Yani kendi çocuğunun
zulümüne, fesadına, kötü yetişmesine mani
olduğun gibi yetime de mani ol, o da iyi yetişsin, kötü
birisi olmasın.)”
“ حكمHukm”
mastarının tüm türevleri bu anlam ile uyumludur ve Sarf
ilmi kurallarına göre yüzlerce hatta binlerce sözcük
türetilebilir. Nitekim, “hukm” mastarının farklı
türevleri Kur’an’da 210 yerde geçmektedir ve dikkatle
incelendiği takdirde hepsinin de “zulüme ve fesada mani olma,
engelleme” anlamında kullanıldığı açıkça
görülmektedir.
“Hukm”
mastarından türemiş olan “ حكمةhikmet”
sözcüğü ise, yukarıda bahsettiğimiz gibi “Bina-i
Nev’i; İsm-ün Nev’i” kalıbında olduğu için
fiilin, yani “zulüme ve fesada engel olma”nın adı olmak
durumundadır. Öyleyse “hikmet”; “zulüm ve
fesadı engellemek için konulmuş olan; kanun, düstur ve
ilke…” demektir.
“Hikmet”
sözcüğü, hepsi de gerçek, sözcük
anlamıyla kullanılmış olarak Kur’an’da 19 ayette 20 kez
geçmektedir. Sözcük Kur’an’da ilk defa, 37.
sırada Mekke’de inen Kamer suresinde yer almış ve bu ayetten
sonraki ayetlerde geçen “hikmet” sözcüklerinin
iyi anlaşılması için Rabbimiz bu ayette “hikmet”in ne
olduğunu en güzel şekilde açıklamıştır.
“Hikmet”
sözcüğünün geçtiği Kamer suresinin 5.
ayeti şöyledir:
Kamer;
5: En üstün seviyede ve yeterli bir hikmet.
Fakat uyarılar fayda vermiyor.
Ayetteki
altı çizili bölüm, görüldüğü
gibi bir cümle olmayıp, bir cümlenin parçasıdır.
Bu durumda, sözcüğün ne anlama geldiğini
anlayabilmek için, sözcüğün yer aldığı altı
çizili bölümün, hangi cümlenin parçası
olduğunu ve dolayısıyla sözcüğün öge olarak
cümle içindeki konumunu tespit etmek gerekir.
Bilindiği
gibi Kur’an’ın her ayeti mutlaka bir cümle değildir.
Kur’an’da beş-altı ayetten oluşmuş cümleler vardır.
Meselâ beş ayetten oluşan Felâk ve altı ayetten oluşan
Nass sureleri, birer cümleden ibaret sureler olarak, bu duruma
en güzel ve herkesin bildiği bir örneği teşkil
etmektedirler.
İşte
burada da birden fazla ayetten oluşmuş cümlenin tespit
edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla Kamer suresinin 5. ayetinin,
3. ve 4. ayetlerle birlikte değerlendirilmesi, aranan cümleyi
ortay çıkarmaktadır:
Kamer;
3: Ve yalanladılar, hevalarına (nefislerinin arzularına,
tutkularına) uydular. Halbuki her emir kararlaştırılmıştır.
4:
Ant olsun ki, onlara kendisinde alıkoyuculuk özelliği olan
nice önemli haberler gelmiştir.
5:
En üstün seviyede ve yeterli bir hikmet. Fakat
uyarılar fayda vermiyor.
Burada
dikkat edilmesi lâzım gelen bir husus da, 3. ayetteki “
امرemr”
sözcüğünün, pek çok mealdeki gibi
sözcüğün tali (ikincil) anlamı olan “iş” olarak
değil, esas (birincil) anlamı olan “emir, buyruk” olarak
çevrilmesi gerektiğidir.
5.
ayetteki altı çizili ifadenin, hangi başka ifade ile
birleşerek bir cümle oluşturduğu konusu, bir çok
kişinin üzerinde durduğu bir konudur. Örnek olarak,
klâsik kaynakların anası durumundaki İmam Razi’nin
açıklamaları şöyledir:
“Ayetteki,
"gayesine ermiş bir hikmet" ifadesi hakkında şu izahlar
yapılabilir:
1)
Önceki ayette gecen, "nice mukim haberler"
ifadesiyle Kur`ân`ın kastedildiğini söyleyenler, bu
"hikmet-i baliğa" ifadesinin ondan bedel olduğunu
söylemişlerdir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki,
"Andolsun onlara, herbiri gayesine ermiş bir hikmet gelmiştir"
demiş olur.
2)
Bu ifade, önceki ayetteki mâ edatından bedeldir.
3)
Bu, mahzûf bir mübtedanın haberi olup, takdiri, "Bu,
bir hikmet-i balığadır” şeklindedir. Mananın böyle olması
halinde.mahzûf olan "bu" zamiri hakkında da şu
izahlar yapılabilir:
a)
Peygamberler gönderme, ilgili delilleri ortaya koyma ve
gelip-geçmiş, milletlerin başına gelenlerin haberi ile
mevcut insanları uyarmadaki sıralama; bir hikmet-i balığadır.
b)
Önemli haberlerin yer aldığı şeyi inzal etmek, bir
hikmet-i baliğadır.
c)
Yaklaşmakta olan kıyamet ve ona delalet eden deliller, bir
hlkmet-i balığadır
d)
Bu ifade mansub olarak şeklinde de okunmuştur. Bu durumda,
"hal" olur. Bunun zi`l-hâli ise, geçen
ayetteki mâ edatıdır. "Bu size bir hikmet-i baliğa
olarak geldi" demektir.
Buna
göre şayet, "Eğer bu mâ ism-i mevsûl kabul
edilirse, marife olur. Bu durumda da onun " zi`l-hâl"
olması yerli yerinde olur. Fakat ifade, "Onlara, kendisinde
caydırıcılık özelliği bulunan önemli haberler
gelmiştir" manasında olursa, bu mâ, nekire olur. Halbuki
"zi`l-hâl`in nekire olması (nahiv bakımından) uygun
değildir" denilirse, biz deriz ki bu durumda mâ`nın,
ayette, ifadesiyle tavsif edilmiş olması, bunun "zi`l-hâl"
olmasını sağlamış olur.”
Bize
göre ise “ حكمة
بالغ 1577;hikmetün
baliğatün (en üstün seviyede ve yeterli bir hikmet)”
ifadesi, üçüncü ayetin son bölümü
olan “ve küllü emrin müstekırrun (halbuki her emir
kararlaştırılmıştır” ifadesinin devamıdır. Yani “ve küllü
emrin” mübtedasının ikinci haberidir (ikinci yüklemidir).
Bu durumda iki ifadenin oluşturduğu cümlenin takdiri şöyledir:
“Ve küllü emrin müstekırrun hikmetün
baliğatün”. Yani; “Halbuki her emir kararlaştırılmıştır,
(kararlaştırılmış olan her emir) en üstün seviyedeki
yeterli bir hikmettir.” Burada “hikmet” yerine, bu sözcüğün
Kur’an’ın indiği dönemdeki özelleşmiş anlamı
konacak olursa, ortaya; karalaştırılan her emrin, zulüm ve
fesadı engellemek için konulmuş bir kanun, bir düstur,
bir ilke olduğu anlamı çıkmaktadır.
Bu
tarz ifadelerin Kur’an’da yüzlerce örneği mevcut olup,
bizim yukarıdaki şekilde birleştirdiğimiz ifadelerin de içinde
yer aldığı 3-5. ayetlerin birleşik anlamı ise şöyle
olmaktadır:
“Her
emir kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli
bir hikmet olduğu halde onlar yalanladılar ve tutkularına uydular.
Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna
rağmen uyarılar fayda vermiyor.”
Görüldüğü
gibi “hikmet” sözcüğü, Kur’an’daki ilk
geçişinde; Rabbimizin kullarına verdiği, her biri zulüm
ve fesadı engelleyen bir yasa olan “emir” olarak açıklanmıştır.
Zulüm ve fesadı engelleyen bu yasaların, yani “hikmet”lerin
bir kısmı, İsra suresinde somut olarak örneklenmiştir:
İsra;
23: Rabbin kesin olarak şunları karar altına aldı: Kendisinden
başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan
biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara
“öf” deme, onları azarlama. İkisine de tatlı
ve güzel söz söyle.
24:
Merhametinden dolayı onlara alçak gönüllülük
kanatlarını indir. Ve de ki: “Ey Rabbim! Onlar beni küçükten
nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet et.”
25:
Rabbiniz içinizdekileri çok iyi bilir. Eğer iyi
kimseler olursanız elbette O tam anlamıyla dönenleri
bağışlayıcıdır.
26:
Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Ve saçıp
savurma.
27:
Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir.
Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
28:
Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti arayarak, onlardan (akraba,
yoksul ve yolda kalmıştan) yüz çevirirsen, o vakit de
onlara yumuşak ve tatlı (onların ağırına gitmeyecek) bir söz
söyle.
29:
Elini boynuna bağlanmış kılma (cimri olma), onu büsbütün
de saçma (israf etme). Aksi halde kınanmış ve
yaptığına pişman olur kalırsın.
30:
Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediğinin rızkını
genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından gerçekten
haberdardır, hakkıyla görendir.
31:
Bir de fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.
Onları da, sizi de Biz rızıklandırırız. Şüphesiz ki
onları öldürmek, çok büyük bir günahtır
(suçtur).
32:
Zinaya da yaklaşmayın. Şüphesiz ki o iğrençliktir
ve kötü bir yoldur.
33:
Ve hak ile olmadıkça, Allah`ın haram kıldığı canı
öldürmeyin. Kim zulümedilerek öldürülürse,
Biz onun velisine bir güç (yetki) vermişizdir. O da
öldürmede aşırı gitmesin. Şüphesiz o (dinin
kendisine verdiği yetki ile) yardım olunmuştur.
34:
Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da
yaklaşmayın. En güzel bir şekilde olması müstesna.
Ahdi de yerine getirin. Şüphesiz ahitte (verilen sözde)
sorumluluk vardır.
35:
Ölçtüğünüz zaman tam ölçün
ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve
uygulama olarak daha güzeldir.
36:
Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme!
Şüphesiz kulak, göz, gönül, bunların her biri
ondan sorumludurlar.
37:
Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme!
Şüphesiz ki sen asla yeri yaramazsın ve boyca
dağlara erişemezsin.
38:
Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin katında
hoşlanılmayan şeylerdir.
39:
İşte bunlar (yukarıda belirlenen ilkeler, emirler),
Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerden (zulüm ve fesadı
engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden)
bazılarıdır. Allah’la beraber başka bir ilâh edinme. Aksi
halde kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın.
Rabbimiz
tarafından zulüm ve fesadı engellemeye yönelik olarak
konulmuş olan kanun, düstur ve ilkelerden bazıları yukarıda
23. ayetten itibaren sıralanmış ve 39. ayette, bunların
“hikmet”ten bir bölüm olduğu açıklanmıştır.
O halde “hikmet” sözcüğü, Rabbimizin açıklamaları
doğrultusunda anlaşılmalı ve başka arayışlara girilmemelidir.
“Hikmet”
sözcüğü Kur’an’da Kamer suresinin 5. ve İsra
suresinin 39. ayetleri dışında, aşağıda çevirisini
verdiğimiz 17 ayette daha geçmektedir ve bu ayetlerde de
“zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun,
düstur ve ilkeler” anlamında kullanılmıştır:
Sad;
20: Biz onun mülkünü de pekiştirdik. Ve ona
hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeleri) ve hakkı batıldan ayıran sözü
söyleme imkânını verdik.
Lokman;
12: Ant olsun ki biz, Lokman’a “Allah’a şükret!” diye
hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeler) verdik. Kim şükrederse
kendisi için şükreder. Kim de nankörlük
ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç
değildir, daima övgüye en lâyık olandır.
Zühruf;
63: İsa apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben
size hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) getirdim ve hakkında
ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını
size açıklayayım diye geldim. O halde Allah’a karşı
takvalı olun, ve bana itaat edin.
Nahl;
125: Rabbinin yoluna hikmetle (zulüm ve fesadı engellemek
için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle) ve güzel
öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde
mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en
iyi bilendir ve O, hidayette olanları da en iyi bilendir.
Bakara;
129: Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden bir
peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun, onlara
kitabı ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğretsin, onları
arındırsın. Hiç şüphesiz Aziz sensin, hikmet sahibi
(zulüm ve fesada engel olacak yasaları koyan) Sensin.
Bakara;
151: Nitekim içinizden size bir elçi gönderdik ki
size ayetlerimizi okuyor, sizi arındırıyor, size kitabı ve
hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeleri) öğretiyor. Ve size
bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.
Bakara;
231: Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde,
artık onları ya iyilikle tutun veya iyilikle salın. Yoksa
haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları
tutmayın. Her kim bunu yaparsa kendi nefsine zulmetmiş olur. Sakın
Allah’ın ayetlerini oyuncak edinmeyin, Allah’ın üzerinizdeki
nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği
kitap ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) hatırlayıp, düşünün.
Hem Allah’a takvalı davranın ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla
bilir.
Bakara;
251: Derken, Allah’ın izniyle onları bozdular. Davud, da Calut’u
öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve
hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeleri) verdi. Ona dilediği şeylerden
de öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir
kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada
uğrardı (bozulur giderdi). Fakat Allah, âlemler üzerinde
büyük bir lütuf sahibidir.
Bakara;
269: Dilediğine hikmet (zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeler) verir. Ve kime hikmet
verilirse gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir.
Özlü akıl sahiplerinden başkası da iyice düşünmez.
Âl-i
Imran; 48: Ve (Allah) ona kitabı, hikmeti (zulüm ve fesadı
engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri)
ve Tevrat ile İncil`i öğretir (öğretecek).
Âl-i
Imran; 81: Hani Allah peygamberlerden söz almıştı: “Ant
olsun ki size kitaptan ve hikmetten (zulüm ve fesadı
engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden)
verdim, sonra yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir elçi
geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu
ikrar edip de kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize
aldınız mı?” demişti. Onlar da: “İkrar ettik”
demişlerdi. (Allah da): “Öyleyse şahit olun, ben de sizinle
beraber şahit olanlardanım” buyurmuştu.
Âl-i
Imran; 164: Ant olsun ki Allah, müminlere kendilerinden, onlara
kendi ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve
hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeleri) öğreten bir peygamber
göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa
onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde
idiler.
Ahzab;
34: Ve evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti (zulüm
ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve
ilkeleri) anın. Şüphe yok ki Allah her şeyin
inceliklerini bilir ve her şeyden haberdardır.
Nisa;
54: Yoksa onlar insanları, Allah lütuf ve kereminden verdi diye
mi kıskanıyorlar? Şüphesiz Biz, İbrahim soyuna da kitap ve
hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeleri) vermiştik. Hem de onlara büyük
bir mülk (hükümranlık) verdik.
Nisa;
113: Eğer senin üzerinde Allah’ın lütuf ve
merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni sapıtmaya
çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını
saptırmazlar ve sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana
kitabı ve hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) indirmiş ve sana
bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın senin üzerindeki
lütfu büyüktür.
Cumua;
2: O (Allah), ümmîler (anakentliler; Mekkeliler) içinde,
onlar, daha önceden apaçık bir sapıklık içinde
iken kendilerinden olan ve onlara Allah’ın ayetlerini okuyan,
onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti (zulüm ve fesadı
engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri)
öğreten bir elçi gönderendir.
Maide;
110: O zaman Allah şöyle diyecektir: “Ey Meryem oğlu İsa!
Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi
hatırla! Hani Ben seni Ruhu’l-Kudüs ile desteklemiştim.
Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşuyordun. Hani sana
kitabı, hikmeti (zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri), Tevrat’ı ve İncil’i
öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde
bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş
oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına
yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim
iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani
İsrailoğullarına apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan
inkâr edenlerin: “Bu ancak apaçık bir sihirdir”
dedikleri zaman seni, onlardan korumuştum.
“Hikmet”,
Kur’an’dan ayrı bir şey değildir:
Kur’an’ı
iyi tanımayanlar ve art niyetli kesimler, yukarıda sunduğumuz
ayetlerdeki “ الكتاب
وا 1604;حكمة kitabı
ve hikmeti …” ifadesinden, “hikmet, Kur’an’dan ayrı
bir şeydir” sonucunu çıkarmışlar ve bu sonuca uygun
olarak “hikmet”in; “sünnet, hadis, hadis-i kutsi, …
(yukarıda 50’den fazla madde halinde sıraladığımız şeyler)”
olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Oysa
“hikmet” sözcüğü, sözcüğün bu
bilgisiz veya art niyetli kişilerin öne sürdükleri
anlama gelmediğini açıkça gösteren yukarıdaki
ayetler dışında, Âl-i Imran suresinin 79. ve En’âm
suresinin 89. ayetlerinde de mastar hâlinde “ الكتاب
وا 1604;حكم والنّبوّ 77;
el-kitabe ve-l- hukme ve-n-nübüvvete” şeklinde
kullanılmış ve “nübüvvet (peygamberlikten)”ten ayrı
bir şey olarak nitelendirilmiştir. Ancak bu husus araştırmacıların
gözünden kaçmış ve böylece, peygamberimizden
asırlar sonra uydurulmuş ve peygamberimizin adı ile topluma zerk
edilmiş hezeyanlar, Kur’an’dan başka bir din kaynağı hâline
gelmiş ve peygamberimiz din oluşturmada Allah’a ortak edilmiştir.
Kur’an’ı iyi tanımayan veya art niyetli kimselerin bu yöndeki
çabaları, sadece kendilerinin şirk batağına düşmeleri
sonucunu vermekle kalmamış, ne yazık ki Kur’an’ın arı duru
saf dini ile, peygamber dili ile uydurulmuş on binlerce yalanın
karıştırılmasından oluşmuş kalp bir dinin ortaya çıkmasına
da yol açmıştır.
İşin
aslında ise “hikmet”in Kur’an’dan ayrı bir şey olması söz
konusu olmadığı gibi, “hikmet” de “kitap” da Kur’an’ın
bölümleridir. “Hikmet”in Kur’an’ın içinde
olduğunu yukarıda İsra suresinin 39. ayetinde görmüştük.
Burada bilmemiz gereken nokta; “kitap” denildiğinde
Kur’an’ın bütününün anlaşılmaması
gerektiğidir. Çünkü Kur’an’da belirli
ayet gruplarına da “kitap” denmektedir:
Hud;
1: Elif-Lâm-Râ. (Bu), Ayetleri hikmet içertilmiş
sonra da Hakim (hikmetler koyan), Habîr (her şeyden haberdar
olan Allah) tarafından detaylandırılmış bir kitaptır.
Zümer;
23: Allah, sözün en güzelini müteşabih,
ikişerli bir kitap halinde indirdirmiştir. Ondan
Rablerine saygısı olanların derileri ürperir. Sonra derileri
de, kalpleri de Allah`ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu
Allah`ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini doğru yola çıkarır.
Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek
yoktur.
Mekke’de
52. sırada inen Hud suresinin 1. ayetinden kitabın tümünün
muhkem olduğu yönünde, Mekke’de 59. sırada inen Zümer
suresinin 23. ayetinden ise kitabın tümünün müteşabih
olduğu yönünde bir anlam çıkmaktadır. Halbuki
Âl-i Imran suresinin 7. ayeti, kitabın bir bölümünün
müteşabih bir bölümünün de muhkem
ayetlerden oluştuğunu bildirmektedir. Öyleyse “kitap” ne
demektir?
Aslında
Kur’an iyi incelendiğinde, Rabbimizin Kur’an’ı ÜÇ
ANA BÖLÜMde tanıttığı görülmektedir.
Kur’an’da bu üç ana bölümden bazen biri,
bazen ikisi ve bazen de üçü bir arada söz
konusu edilmektedir. Bu üç ana bölüm bir arada
olarak Kur’an’da; Nisa suresinin 113. ayetinde peygamberimize
verilenlerin tasnifi şeklinde, Bakara suresinin 151. ayetinde de
peygamberimizin topluma verdiklerinin tasnifi şeklinde açıkça
belirtilmiştir:
Nisa;
113: Eğer senin üzerinde Allah’ın lütuf ve
merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni sapıtmaya
çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını
saptırmazlar ve sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana
KİTABI ve HİKMETİ (zulüm ve fesadı engellemek
için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) indirmiş ve
SANA BİLMEDİĞİN ŞEYLERİ ÖĞRETMİŞTİR. Allah’ın
senin üzerindeki lütfu büyüktür.
Bakara;
151: Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik ki
size ayetlerimizi okuyor, sizi arındırıyor, size KİTABI ve
HİKMETİ (zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri) öğretiyor. Ve SİZE
BİLMEDİĞİNİZ ŞEYLERİ ÖĞRETİYOR.
Ayetlerde
vurgulanan ÜÇ ANA BÖLÜM şunlardır:
-
Kitap
-
Hikmet
-
Peygamberimizin ve toplumun bilmedikleri hakkında bilgi
Nisa
suresinin 113. ve Bakara suresinin 151. ayetlerinde, üçüncü
sırada zikredilmiş olan “peygamberimizin ve toplumun bilmedikleri
hakkında bilgi”, birinci ve ikinci sırada zikredilmiş olan
“kitap” ve “hikmetin” açılımı değildir. Çünkü
söz konusu edilen “bilgi” ayetlerde bedel veya atf-u beyan
şeklinde değil, “vav” bağlacıyla, “kitap” ve “hikmet”e
ek üçüncü bir madde olarak ifade edilmiştir.
Rabbimizin
Kur’an’ üç ana bölümde tanıttığı bizzat
Kur’an ile anlaşıldıktan sonraki mesele, bu bölümlerin
neleri ifade ettiği meselesidir. Bunun için ise bu bölümlerin
ayrı ayrı ele alınmasında yarar vardır:
a)
Kitap
“Kitap”
sözcüğü; “yazılan-okunan” anlamına geldiği
için, bir defa buradan hemen anlıyoruz ki, Kur’an ayetleri
ilk vahyden itibaren yazıya geçirilmiştir. İkinci olarak;
Kur’an’nın henüz tamamlanmadığı dönemlerde eldeki
mevcut olan bölümler de Kur’an’da “kitap” olarak
tanımlandığı için anlıyoruz ki, “kitap” sözcüğü
Kur’an’ın tamamını temsil etmemektedir. Nitekim yukarıda
sunduğumuz ayetlerin bazılarındaki “kitap ve hikmet” kalıbına
karşılık, Ahzab suresinin 34. ayetinde; “…Allah’ın
ayetlerini ve hikmeti anın” şeklinde “ayetler” sözcüğü
kullanılarak bir kalıp oluşturulmuştur. Yani “kitap” ve
“ayetler” sözcükleri, Kur’an’ın bölümleri
için kullanılmıştır.
Bizim
görüşümüze göre “kitap ve hikmet”
kalıbıyla verilen ayetlerdeki “kitap”; Zümer suresinin 23.
ayetinde bahsedilen “müteşabih kitap”tır. Yani mucize
nitelikli, anlamları gayet açık olmasına rağmen birbiriyle
benzeşen bir çok anlamı ifade edebilen eşsiz sanat
mucizeleri konumundaki müteşabih ayetlerin oluşturduğu Kur’an
bölümüdür.
b)
Hikmet
“Hikmet”in
ne olduğunu, Kur’an’da hangi anlamda kullanıldığını (zulüm
ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve
ilkeler), yukarıda Kur’an kaynaklı olarak ayrıntılarıyla
sunmuş idik. Ayrıca bilmekteyiz ki, Kur’an’da Hud suresinin 1.
ayetinde olduğu gibi başka ayetlerde de, Kur’an için
“hakim /hikmetler sahibi” ifadeleri kullanılmıştır. Bu
bilgiler ışığı altında bize göre “hikmet”; Kur’an’ın
ikinci ana bölümünü oluşturan MUHKEM
(hikmet içeren) AYETLERdir.
c)
Peygamberimizin ve toplumun bilmedikleri hakkında bilgi
Bu
gruptaki ayetler, muhkem ve müteşabih olmayan, bizleri
bilgilendiren ve ibret almamızı sağlayan, haber ve kıssa
ayetleridir. Bu ayetleri bize yine Kur’an tanıtmaktadır:
Hud;
49: İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.
Onları bundan önce ne sen bilirdin, ne de kavmin/ toplumun.
O halde sabret, akıbet (final) kesinlikle takva sahiplerinindir.
Yusuf;
3: Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en
güzelini anlatıyoruz. Halbuki sen bundan önce
kesinlikle haberi (bilgisi) olmayanlardandın.
Yusuf;
102: İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa
onlar yapacaklarına karar verip mekir (kötü plan)
yaparlarken sen yanlarında değildin.
Kasas;
44: Musa’ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde
değildin. Şahitlerden (hazır bulunanlardan, görenlerden) de
değildin.
Kasas;
45: Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri
uzadıkça uzadı. Sen onlara ayetlerimizi okuyarak, Medyen
halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz (elçi)
gönderenleriz..
Kasas;
46: (Musa’ya) seslendiğimiz zaman da, Tur`un yanında değildin.
Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı (peygamber) gelmeyen
bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (orada
geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik).
Umulur ki öğüt alırlar.
Âl-i
Imran; 44: İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.
(Yoksa) “Meryem’i kim himayesine alıp koruyacak?” diye
kalemlerini (kur’a için) atarlarken sen yanlarında
değildin. Tartışırlarken de sen yanlarında bulunmadın.
Şura;
52: İşte biz böylece emrimizden olan ruhu vahyettik. Yoksa
sen “kitap nedir? İman nedir?” bilmiyordun. Fakat biz onu
bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola
iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de doğru bir yola götürüyorsun.
Sadece
Kur’an’a dayanarak yaptığımız bu tahlil sonucuna göre;
kitap, hikmet ve bilgi ayetleri, Kur’an harici
bir şey olmayıp, Kur’an’ın parçalarıdır. Kur’an’ı
doğru anlamak isteyenler “hikmet” sözcüğünü
“sözcük anlamıyla” ele almalı, sonradan üretilen
anlamlar ve kavramlar için ise başka adlar bulmalıdırlar.
&nbs p;
&nbs p;
&nbs p;
Allah, doğrusunu en
iyi bilendir.
http://www.istekuran.com/
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|