Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Qasr mastarından “ taqsurûn”, bir bu ayette bir de 7/202. ayette (“lâ” ön olumsuz edatıyla) “lâ yuqsirûn” olmak üzere Kur’an’da birer defa yer almaktadırlar. Buradaki “lâ yuqsirûn” fiiline, “kısaltmıyorlar” anlamını vermediklerine dikkatinizi çekerim.(haktansapmaz)
Haktansapmaz kardeşim, lütfen doğru söyleyelim. QASR mastarından üretilen yüklemler "taqsirûn"dan ibaret değil. Örneğin bkz Rhman 56:
Kâsiratu’t tarfi lem yetmıs hunne insun ve lâ cânnun.
Buradaki KÂSİRAT, meyva yüklü ağaç uçlarından cennetliklere olan uzaklığın kısaltıldığını dile getiriyor (Rahman 56).
Yani fiilimiz uzaklıkların metre sayısınca kısaltılabildiğini dile getirdiği gibi namazların rekatsayısınca kısaltılabildiğini de dile getirir.
Şekilsel namazın müzakeresinde bu tür yalan yanlış iddialara baş vurulması hiç hoş değil. Hiç dürüst değil. Kendi adıma söyliyeyim, beni müzakereden soğutuyor. İşte sizin öteki argumanlarınızı okuyamadım. İçimden gelmedi.
İnadına öne sürüldüğü izlenimi veren yalan yanlış başka bir iddiaya da aliaksoy kardeşimiz baş vurdu. Dikelerek, oturarak, yanlarınızın üzerine uzanarak ALLAH’I ANIN ifadesini Allah’ı anmanın da şekilsel olduğuna kanıt gösterdi. Lütfen düşünün. İSTER dikelerek İSTER oturarak İSTER yanlarınızın üzerine uzanarak yani hiçbir şekle mecbur olmadan anlamına gelen bir ifadeyi…
"Hasan Akçay müzakereyi neden bıraktı?" demeyin. Lütfen beni bağışlayın.
Calismalarindan dolayi tesekkür ederim Haktansapmaz kardesim. Birileri bukadar aciklamaya, yanlis meallandirmeye/kasitli meallindirmeye karsinn hala salatin ne oldugu konusunda suphe hissetmiyorlarsa, kalplerini kontrol etsinler..
Yani şimdi buda lafmı kardeşim. Nedemek "Birileri hala salatın ne olduğu konusunda şüphe etmiyorlarsa kalplerini kontrol etsinler". Herkes yanlış bir siz doğrusunuz öylemi. Ben hala salatın ne olduğu konusunda şüphe etmiyorum ne olacak şimdi.Kalbimide kontrol ettim hiç şüphe yok. Şüphe yoksa ne olacak şimdi. Dindenmi çıktım veya başka bir şeymi oldu? Yıllarca kıldınız sonra bu düşünceler sizde hasıl oldu. Namaz kıldığınız dönemler ne olacak. O zaman Allah ile dalgamı geçmiş oluyordunuz.
Arkadaşım bir şeyleri topluma anlatacaksan sakın onlarda bulunan hallerin yanlışlığını eleştirerek işe başlama. Bu taraftar kazanmak yerine insanları senden ve fikirlerinden uzaklaştırır ve yanlız kalırsın. Önce tebliğin metodunu öğrenmen lazım.
Ben namaz kılan biriyim ve bundan hiçbir zarar da görmedim. Aksine yarar gördüm. Daha önce neden kılmadığım içinde kendime kızıyorum. Ben bu sitede sadece bilgi sahibi olmak için yazılan yazıları okur kafama takılanlarıda soruyorum. Allah bilir belki ileride sizin çizginizede gelebilirim.Ama kalkıpta hemen kalplerinizi kontrol edin. Bu söylenecek en son söz.
Keşke zamanında arapça ve din ile alakalı diğer ilimleri okusaydımda sonra sizinle bu konuları enine boyuna tartışsaydım.
Yazılanların hepsine bakıp okuyorum, aklım yettiğince akıl süzgecinden geçirmeye çalışıyorum. Vardığım sonuç namaza devam etmek şeklinde. Şunu bir türlü anlamadım. Ayetlerin bazılarına Mekki diyorsunuz bazılarına Medeni. Soruyorum size Kuranın neresinden yazıyor bu ayet mekki dir bu medenidir. diye. Hani her şeyi kurandan öğreniyoruz ya .Ben baktım hiç bir surenin başında veya sonunda Medeni veya mekki diye bir ayet yok. Siz nasıl karar veriyorsunuz buna. Sadece kuranı baz aldığınızı söyleyeceksiniz sonrada o beğenmediğiniz ve yanlış yapıyor dediğiniz kitaplarda meal veya tefsir yazanların yazdığı mekki medeni sözünü işinize gelince doğru kabul edeceniz eğer gelmez ise bu yanlış diyeceksiniz. Bu sizin çelişkiniz. bir kez.
Bazı kelimeler istediğiniz manayı verecekse soyut vermeyecekse somut bunu bende yaparım yani. Zor değil.
Hem kurana apaçık diyoruz ama gelgörki salat, hac, zekat veya diğer kavramlarda tevil üstüne tevil le bu açıklığı kapalı kutu haline getireceğiz. Abdest ayetini tevil üstüne tevil ile yorumluyorsunuz.
Allah için geçmiş ve gelecek her şeyi bilen diyoruz. Allah bilmiyormuydu bu kelimelerin bu kadar değişik yorumlanacağını da kelime seçmeyi peygamberine öğretmedi haşa unuttu bu farklı manalara gelen kelimeleri peygamber kullandı. Allah bu kitabı indiren ve koruyan değilmi. Madem öyle bu dinin ve kitabın bu kadar yozlaşmasına müsade edermi? Eğerki ediyorsa Allah haşa vaadini yerine getirmedi. Çünkü kitabı Alah bozmaz insanlar bozar.
Ayetleri açıklarken tarihten yararlanıyorsunuz mekki ve medeni diyerek niye sadece kurandan değil. Diyorsunuzki Zekat bildiğimiz zekat değil. Çünkü Rasulullah zengin değildiki ona zekat ver densin. Kuranda varmı peygamber fakirdir diye bir ayet.Ben göremedim.
Geçen sayfalarda sorduğum sorulara hala cevap alamadım.
Bu nasıl bir şeydir namaz, rükunu secdesi okunacak duaları yönelinecek tarafı ve öncesindeki hazırlığı bu dine sokulmuş. Böyle bir şey mümkünmü. Bunu benim aklım almıyor.
Aklıma Hz. Ali nin oğlu Hasan a yaptığı vasiyet geliyor. "Sakın insanlara Kuranı delil getirme çünkü onun ayetleri yoruma açıktır. İnsanlar ondan istedikleri yorumu çıkarırlar. Sen onlara Peygamberin hadislerini ve sünnetini delil getir ki onlar net ve açıktır." şimdi düşünüyorum ne kadarda doğru söylemiş. Ayetlerden kastedilen muradı insanlar anlamak istemiyor veya anlayamıyorlar.
Hadis kitaplarında yer alan hadislerin tamamının doğru olduğunu söyleyemem. Ama içinde doğrularının olduğunuda kimse inkar edemez.
Bu muhabbet uzar ben namazın hiç bir zararını görmedim aksine kalbim mutmain oluyor. Allahı düşünerek kılınan namazın zevkini hiç bir şeye değişmem.
Ve inanıyorum ki salat kelimesinin kurandaki karşılığı pek çok karşılığı olmakla birlikte bazı yerlerde farklı manalar ihtiva etmesi ile birlikte kılınan namazdır. Bizim bildiğimiz kılınan namaz.
İnadına öne sürüldüğü izlenimi veren yalan yanlış başka bir iddiaya da aliaksoy kardeşimiz baş vurdu. Dikelerek, oturarak, yanlarınızın üzerine uzanarak ALLAH�I ANIN ifadesini Allah�ı anmanın da şekilsel olduğuna kanıt gösterdi. Lütfen düşünün. İSTER dikelerek İSTER oturarak İSTER yanlarınızın üzerine uzanarak yani hiçbir şekle mecbur olmadan anlamına gelen bir ifadeyi�
"Hasan Akçay müzakereyi neden bıraktı?" demeyin. Lütfen beni bağışlayın.
Selam Hasan Akçay kardeşim;
Aynı dürüstlüğü sizden bekliyorum. Sizin "tezlerinizin / yaklaşımlarınızın sonucunu" gösteren bir yargı ile beni suçlayamazsınız.
Madem ayetlerdeki her şekilsel şeyi namazın şekilselliğine yoruyorsunuz, alın bunu da öyle anlayın diye size karşı söyledim.
Şu durumda zaten müzakereden çekilmekten başka yapacağınız hiç bir şeyiniz yoktur.
Kuran gerçekten yeter bir kitaptır.
Hem dosdoğru yolu bulmaya yeter, hem de Kuran'ın dışında bir şeyleri kısmen de olsa din edinenlerin delillerini çürütmeye...
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Qasr mastarından “ taqsurûn”, bir bu ayette bir de 7/202. ayette (“lâ” ön olumsuz edatıyla) “lâ yuqsirûn” olmak üzere Kur’an’da birer defa yer almaktadırlar. Buradaki “lâ yuqsirûn” fiiline, “kısaltmıyorlar” anlamını vermediklerine dikkatinizi çekerim.(haktansapmaz)
Haktansapmaz kardeşim, lütfen doğru söyleyelim. QASR mastarından üretilen yüklemler "taqsirûn"dan ibaret değil. Örneğin bkz Rhman 56:
Kâsiratu’t tarfi lem yetmıs hunne insun ve lâ cânnun.
Buradaki KÂSİRAT, meyva yüklü ağaç uçlarından cennetliklere olan uzaklığın kısaltıldığını dile getiriyor (Rahman 56).
Yani fiilimiz uzaklıkların metre sayısınca kısaltılabildiğini dile getirdiği gibi namazların rekatsayısınca kısaltılabildiğini de dile getirir.
Şekilsel namazın müzakeresinde bu tür yalan yanlış iddialara baş vurulması hiç hoş değil. Hiç dürüst değil. Kendi adıma söyliyeyim, beni müzakereden soğutuyor. İşte sizin öteki argumanlarınızı okuyamadım. İçimden gelmedi.
........
Hasakcay kardeşim, yaptığın uyarı için teşekkür ederim.
Ben fiil olarak kastetmiştim.
Ancak aynı kökten daha başka isimler de Kur'an'da yer almaktadır.
77/74 ve 25/10: "qusur"
48/27 "muqassirin"
Bunların yanı sıra, "qâsirat" (37/48, 38/52 ve 55/56'da) olmak üzere 3 kez Kur'an'da yer almaktadır. Her 3 ayette de yer almaktadır. "qâsirat uttarfi" şeklinde geçmektedir. Her 3 ayette de aynı anlamda kullanılmıştır. Deyimsel bir ifade olup, "kocalarından başkalarına bakmayan eşler" anlamında kullanılmıştır. Anlamı için arkadaşlar, meallere ve sözlüklere baksınlar.
Sevgili kardeşim, 55/56. ayete verdiğin anlamı nereden derlediğini bilemiyorum. Lütfen beni bu konuda aydınlatırsan sana müteşekkir olurum.
48/27’de geçen “…Âminine muhalliqîne ruûsekum ve muqassirine la texafune…” Renklendirdiğim kısımda bana göre deyimsel bir ifade olup, ondan sonra gelen “lâ texafune” : “sizler korkmadan” ifadesi onu açıklamaktadır. Tıpkı, “alnım açık, başım dik” deyiminde olduğu gibi.
Elmalılı :
48/27: “Şanına kasem olsun ki Allah hakikaten Resulüne o rü'yayı hakkıyla sadık gösterdi, şanına kasem olsun ki inşâallah Mescidi harama emniyetler içinde, başlarınızı kazıtarak,kırkarak, korkunuz olmayarak sureti kat'iyyede gireceksiniz, fakat sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de ondan önce yakın bir fetih yaptı.”
Söz Fetih suresinin 27. ayetine gelmişken, ondan sonra gelen 28. ayet bana göre (meallerin verdiği anlama dayanarak) Kur’an’la çelişmektedir. Ne dersiniz?
Süleyman Ateş : 48/28’in Anlamı:
O, Rasulünü, hidayet ve hak dinle gönderdi ki o (hak di)ni bütün dinlere üstün kılsın. Şahit olarak Allah yeter.
Kur’an’da Allah kendi dininden başka bir dinden söz etmiş midir?
Din’in çoğulu Kur’an’da geçiyor mu?
Din’ini başka dinlerle tokuşturmak Allah’a yakışır mı?
O cennetlerde, gözlerini, eşlerinden ayırmayan ve eşlerinden önce ne bir insan tarafından dokunulmuş, ne bir cin tarafından dokunulmuş eşler var.
Ali Bulaç Meali
Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki, bundan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.
Diyanet İşleri Meali(Eski)
Orada, bakışlarını yalnız eşlerine çevirmiş, daha önce ne insan ve ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşler vardır.
Diyanet İşleri Meali(Yeni)
Oralarda bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.
Diyanet Vakfı Meali
Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş güzeller var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.
Edip Yüksel Meali
Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir cin tarafından dokunulmamış, bakışlarını dikmiş eşler vardır.
Elmalılı Hamdi Yazır
Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.
Elmalılı Meali (Orjinal)
Her iki Cennetin derimi de yakından
Ömer Nasuhi Bilmen
O cennetlerde nazarlarını (yalnız kendi kocalarına) hasretmiş kadınlar vardır ki, kendilerine onlardan önce ne bir insan ve ne de bir cin dokunmamıştır.
Muhammed Esed
Bu [bahçe]lerde, ne insanın ne de görünmez bir varlığın daha önce hiç dokunmadığı yumuşak bakışlı eşler bulunacak. 27
Suat Yıldırım
O cennetlerde gözleri eşlerinden başkasını görmeyen, tatlı bakışlı öyle güzeller vardır ki, daha önce cin ve insanlardan hiç kimse kendilerine dokunmamıştır.
Süleyman Ateş Meali
Onlarda bakışları kısa (yalnız kocalarına bakan) öyle dilberler de var ki, bunlardan önce onları ne insan, ne de cin kanatmamıştır.
Şaban Piriş Meali
O cennetlerde bakışlarını yalnız eşlerine çevirmiş, onlardan önce hiç bir insan ve cinin dokunmadığı eşler vardır.
Ümit Şimşek Meali
O Cennetlerde, bakışlarını kendilerine çevirmiş güzeller vardır ki, daha önce onlara ne bir insan, ne de bir cin eli değmemiştir.
Yaşar Nuri Öztürk
O cennetlerde, bakışlarını eşlerine dikmiş öyle dilberler vardır ki, daha önce onları ne cin kirletmiştir ne de insan.
Yusuf Ali (English)
56- In them will be (Maidens), chaste, restraining their glances, whom no man or Jinn before them has touched;
M. Pickthall (English)
Therein are those of modest gaze, whom neither man nor jinni will have touched before them,
Rahmân 56’da geçen kâsiratu’t tarfi* ile neyin kastedildiğini doğru anlamak için uhrevi cenneti hurilerle yaşanan bir seks yeri yapıp çıkan meallere değil ayetin siyakına bakmak gerekiyor:
46: Rabbinin makamını kâle alanlar için iki bahçe var (Ve limen hâfe makama rabbihî cennetâni).
50: O iki yerde akan iki pınar var (FîHİMA aynâni tecriyâni).
52: O iki yerde her meyveden ikişer çift var (FîHİMA min külli fâkihetin zevcâni)
54: Cennettekiler ipek astarlı döşeklere yaslanırlar (mutteki’îne alâ furuşin batâinühé min istekrakin), o iki bahçenin meyvaları ellerinin altında (ve cene’l cennetayne dâin).
FîHİMA : o iki yerde (50, 52) FîHİNNE: o ikiden fazla yerde (56)
56’da fîhinne var. Demek ki ayet ikiden fazla şeyden söz ediyor; iki bahçeden değil, dolayısıyla onların içindeki (sanal) dilberlerden değil.
FİHİNNE kelimesindeki hinne zamiri 54. ayette anılan meyva ağaçlarına gider. Çünkü ikiden fazla olan onlardır; dolayısıyla onlardaki meyvalara. Bu bir.
İkincisi, 56’daki kısık bakışlar… Bakışların kısılması… Bunun iffet adına yapıldığı öne sürülüyor. Oysa iffetli tavır Kuran’da kâsiratü’t tarfi diye değil hıfz el-ferc diye geçer (24:30-31).
Ve "kâsiretü"den üretilen kasara, kısmak değil kısaltmak anlamına geldiği halde mevcut mealler burada geçen "tarfi"yi GÖZKAPAKLARI ve "kâsiratu’t tarfi"yi de onların iffet gereği kısılması diye alıp sunarlar. Yani bakışlar (gözkapakları?) kasara edilirmiş.
Oysa gözkapakları kısalınca bakışlar kısılmaz. Gözkapağı kısalan yani geri çekilen birinin bakışları, tam aksine, genişler. O halde eğer o kişi bakışlarını gerçekten kısmak istiyorsa gözünün alt ve üst kapaklarını uzatmak zorundadır; temelli kapatmak içinse onları uzata uzata orta yerde birleştiririr.Yoksa bakışlar kısılmadığı gibi, tam aksine, gözler yuvalarından yumurta gibi çıkar; adam patlak bakışlı olur.
Doğrusu:
Ayet 56’nın "kâsiretü’t tarfi"sindeki tarfi, "taraf"ın başka bir söyleniş şekli. TARAF son demek; yani uç. Örneğin TARAFEYİN NEHAR "gündüzün iki ucu"dur. Sabah ve akşam. Yine örneğin insan vücudu bir baş, bir gövde, bir de etraf denen uçlardan oluşur. Uçlar: eller ve ayaklar.
Tıpkı bunun gibi "kâsiretü’t tarfi"deki tarfi, eğilen dalların uçları demek; dolayısıyla o dalların uçlarında elinize değecek kadar size yaklaştırılan meyvalar. Kısalmak anlamındaki KÂSİRET te o yakınlığı pekiştirip meyvaların elinizin altında olduğunu belirtiyor.
Ayet, hurileri değil cennet meyvalarını ve onlara erişmenin kolaylığını anlatıyor. Onları devşirip yemek için ta uzaklara gitmiyeceksiniz.
Meyvalarla ilgili bu kolaylık başka ayetlerin de konusu. Örneğin İnsan 14. Süleyman Ateş’in "meal"i:
Cennetin gölgeleri üzerlerine yaklaşmış ve meyvaları aşağı eğildikçe eğilmiştir (Ve dâniyeten aleyhim zılâlühé ve züllilet kutûfuhé tezlîla.)
Huriler Kuran da isim olarak kullanilmis mi? (MHT751)
Evet. Rahmân 72'de kullanılmış: Hûrun maksûratun fi'l hiyâm. Diyanet Vakfına göre onlar çadırlara kapanmış hurilerdir demekmiş bu; Y N Öztürk'e göre ise çadırlar içinde bekletilen huriler var.
Ama bu hem gramer açısından imkansız hem de siyaktaki ayetlerin anlam örgüsünden tamamen kopuk. Çünkü siyakta ahlaklı ve normal insanların aklına huri denen odalıkları getirebilecek hiç bir şey yok; iki bahçe, lekesiz meyvalar, tertemiz pınarlar, iyilikler, hayırlar var:
Bunlardan başka iki cennet daha var.
Ve min dûnihima cennetân (62).
Yemyeşil.
Mudhêmmetân (64).
O iki bahçede kayanayan iki pınar.
Fîhima aynâni naddâhetân (66).
O iki bahçede meyvalar, hurma ve narlar.
Fîhima fâkihetun ve nahlun ve rummân (68)
O ikiden çok yerde hayırlar, güzellikler
Fîhinne hayrâtun hisân (70)
*62, 64, 66 ve 68. ayetlerde o iki yerde anlamına gelen fîhima var. Ayet 70'te ise o ikiden çok yerde anlamına gelen fîhinne. Yani Ayet 70'in konusu o iki bahçe değil, 68'de anılan meyvalar, hurmalar ve narlar. Ayet 72'de de elbet bunlardan söz ediliyor.
Çadırlarda tertemiz meyvalar
Hûrun maksûratun fi’l hiyân (72)
Maksûrat: bir araya getirilmiş (meyvalar)
Hiyâm: çadırlar
Hûr: ???
hûrun ıyn: tertemiz pınarlar(56:22)
HÛR ak demek; temiz, lekesiz. "Hûr"dan üretilen bir kelime: havariler. Hz İsa’nın yardımcılarına "ak giysililer" anlamında HAVARİLER -havariyyûn (5:112)- denmesinin nedeni de bu.
Havariler günahsızlığı simgeleyen ak giysiler giyerlermiş. Şimdilerde Papa’nın yaptığı gibi.
*In verse 55:70 “Feehinna khayratun hisanun”, there is a switch to plural feminine form (feehina) in contrast to the dual form (feehima) in verses 55:62, 55:64, 55:66 and 55:68. Therefore what’s being referred to by the pronoun is not the two gardens (or what’s in them), but rather an added description of what was mentioned before in verse 55:68; these are the fruits, dates and pomegranates.
“Khayratun” and “hisanun” are adjectives, there is no noun in the Arabic text as found in English translations (mates, companions or maidens). As the verse was misunderstood, the idea of “mates”/”companions” object was perceived to be implied.
“Feehinna khayratun hisanun”= “In them goodness/benefits, most excellent”.
The two adjectives simply describe the qualities of the heavenly fruits mentioned in verse 55:68.
Verse 55:72 Hoorun maqsooratun fee alkhiyami is simply a continuation of what is being already described (fruits in 55:68, qualities in 55:70 and further attributes in this verse 55:72). There is no noun object in this verse again. “Hoorun” simply means pure in the current context.
It is not fitting to find that what is being described are “companions” who are confined and restrained in tents! This might as well be a place of very low morality –to say the least-. “Maqsooratun fee alkhiyami” is about fruits contained/piled/stacked –within reach as “maqsooratun” has also root from “qasara”: to be short- inside the tents.
Verse 55:74 is again about fruits that no one has experienced/consumed before: “No a human or a jinn has experienced/consumed/”spoilt”/touched them before”.
Ezberler bozuluyor. Üstelik hakaret / itham etmeden ve tevatüre mutlak bir delil olarak yapışmadan.
Kuran, yeter bir kitaptır.
Muhabbetlerimle...
“Salât”ı Zayi Etmeyin! / Değerlerin Derece Düzeni (XV)
İlk müfessirlerden kimileri, vahiy bağlamında zikredilen bazı
“salât”ların Kur’ân demek olduğunu açıkça beyan etmişlerdir. (İsrâ
17/107-110, Ankebût 29/45, Bkz. Taberî)
Bu ayetlerde Kur’ân yerine salât denmiş olmasının sebebi ise, izlenmesi
gereken özelliğini öne çıkarmaktır. Aslında bu, tıpkı kuşların kevni
vahyi izlemelerine salât denmiş olması gibi, nebevi vahyi izlemeye de
salât demekten ibarettir.
Meselenin daha iyi anlaşılması için vahyin, Kitab, zikir ve Kur’ân”
yakınlaştıran, bunlara bir de salâtı ekleyen ve hatta birini diğerinin
yerine kullanan genel üslubunu hatırlamak yeterlidir.
Çünkü dinde izlenmesi gereken elçiler olsa da, onların da izlediği
vardır ve bu sadece vahiydir. Zikir, kitap, ilim, hüda, sebil, din ve
millet de bu cümledendir. (En’âm 6/50, Mü’minûn 23/71, Kasas 28/49,
Bakara 2/38,120, Ra’d 13/37, Gâfir 40/7, Âl-i İmrân 3/73, Nisâ 4/125)
Vahiy, belirlemeler yapmasıyla kitap, lakin bilgilerimizi
hatırlatmasıyla zikirdir. Tebliğ edilen cihetiyle vahye Kur’ân dense de
bilinçlendirmesi yönüyle ilim denir. Sorumluluklar yüklemesiyle din,
fakat yol edinilmesiyle sebîl olur. Doğruya götürmesiyle hüdâ fakat
izlenmesi gereken özelliği ile de salât olmaktadır.
Tıpkı heva ve hevesini izleyen toplumun Şuayp peygambere itirazlarındaki salât gibi:
“Salâtın mı, atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmamamızı emrediyor sana?” (Hûd 11/87)
Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi
yapmamamızı, ardına düştüğün kitabın mı emrediyor sana? Müfessirler
kelimenin bununla birlikte din anlamına gelme ihtimaline de işaret
ederler. Bu durumda salâtı izlemeyenler heva ve heveslerine uymak
zorunda kalacaklar demektir:
“Onların ardından bir güruh halef oldu, salâtı zayi ettiler ve şehvetlerini izlediler.” (Meryem 19/59)
Bu ayetteki salât üzerine de –geleneğe rağmen- düşünmemizi gerektiren
birkaç nokta vardır. Bunlardan birisi, ayetin öncesinde vahye,
sonrasında da tövbeye yapılan vurgudur. Bu vurgu, zayi etmenin inkar
etmek anlamına geldiğine, zayi edilen şeyin de vahiyle ilgilisi
olduğuna, ayrıca zayi etmenin ancak iman ve amelle telafi
edilebileceğine işaret etmektedir.
Tekfir için kullanılabileceğinden, buradaki salâtı daraltan bir anlam
toplumsal sıkıntıları da beraberinde getirecektir. Maalesef böyle de
olmuştur.
Ayet üzerinde düşünmemizi gerektiren bir başka husus, genelde olduğu
gibi salâta mukabil “zekat verme”nin değil, karşı olarak “şehvet
izleme”nin getirilmiş olmasıdır. Bu üslup, salât için, daraltılan bir
anlamdan farklı bir arayışı gerektirmektedir.
Bunlara mutlaka eklenmesi gereken bir husus daha vardır. Bu ayetin
üslubunun tekrarlandığı başka bir pasajda “Onların ardından halef olan”
bu güruhun “kitab”a varis olduklarının açıklanmıştır. (Bkz. A’râf
7/169).
Bütün bu hususlar, “zayi edilen salât”ın, Tevrat olduğunu
göstermektedir. Nitekim İsrailoğulları’nın Tevrat’ı zayi ettikleri
tarihte meşhur bir vakıadır, rivayetlere tam da ayetteki kelimeyle
“ezau’t-Tevrâte” şeklinde girmiştir.
Salât yani izlenmesi gereken kitap ve din. “Şehvet izlemek” deyimi de
bu anlamı teyit etmektedir. Yani ayette zayi edilen şey, izlenmesi
gereken özelliği ile hatırlatılmaktadır.
Bu durumda ayetin siyak ve sibakı ile tam tevili şu olur: Kitap ehli!
Siz Kitabı zayi ettiniz. Heveslerinize uyup küfre düştünüz. Eğer
Kur’ân’a meyleder ve hayatınızı ona göre tanzim ederseniz
kurtulursunuz.
Peki “zayi” edilmemesi gereken salât eğer kitap ise, “muhafaza” edilmesi gereken “salâtlar” ile kast edilenler neler olabilir?
Devam edecek
Ahmet BAYDAR
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma