Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Aynı şekilde "300 yıl kaldılar", "309 yıl kaldılar" gibi sözlerinin eleştirildiğini hatırlayın...
kur anın onların ne kadar kaldığını en iyi Allah bilir dediğini hatırlayın.(Kehf, 18/25).
Yani; ashab-ı kehf kıssasından çıkartılacak aşikar dersi insanlara ulaştırmak yerine, teferruatla uğraşıp gerçeklerin görünmesini ve anlaşılmasını önlemekte doğru olmasa gerektir...
dolayısyla esas meseleye odaklanmak iyidir..
siz namazı kılın da hangi mezhebe uyarsanız uyun fark etmez.. yeter ki kılın.. samimiyetle kılın...
Allah kabul eder...
1400 yıllık birikimi bir çırpıda atmayın... yaşayan kur an ın tarzını ve üslubunu küçümsemeyin... orada örnekler vardır... unutmayınız...
selam ve dua ile...
Selam Bembeyaz..
"İnek kesin" emri ile "salatı ikame edin/yapın/ayakta tutun" emrini nasıl bir tutabilirsin?
Öyleyse Allah orucu, mirası, abdesti ve daha birçok meseleyi/ibadeti detaylı ve en ince ayrıntısına varıncaya kadar anlatarak size göre yanlış yapmış?
"Oruç tutun" deyip bırakması lazımmıştı size göre... Nasılsa 1400 yıllık birikim onu da açıklardı bizlere...
Hem siz nasıl olur da bizim bir mezhebe tabi olmamızı istersiniz? Allah Kur'an'da bölünmeyin, parçalanmayın diye emrederken!!!!!!!!!!!
Ben sizin Allah'a ortak ettiklerinizden uzağım!!!
Siz günler geçtikçe iyice saçmalıyorsunuz, yazmayın yeter!!
Biraz daha uykusuz kalın, biraz daha araştırın....
Mümkünse Kur'an'ın anlaşılmasının önündeki engellerden olan şüpheli ve çoğu uydurma olan hadislerden ve mezhepler(in görüşlerinden uygulayageldiklerin)den, küfür ve şirkten arının/zekat!!!
__________________ İsrâ 89
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
Öyleyse Allah orucu, mirası, abdesti ve daha birçok meseleyi/ibadeti detaylı ve en ince ayrıntısına varıncaya kadar anlatarak size göre yanlış yapmış?
"Oruç tutun" deyip bırakması lazımmıştı size göre... Nasılsa 1400 yıllık birikim onu da açıklardı bizlere..."
Sultan:
Sevgili Yunusemre,gerçekten çok güzel bir noktaya temas etmişsin.Senin bu ifadelerini Kuran Furkan suresi 32'de teyid ediyor.Ayet şöyle:
"Ve kale ellezine keferu lev la unzile aleyhi el kuranu cumleten vahidaten kezalike linusebbite bihi fuadeke verattelnahu tertile"
Kafirler dediler ki:"Kuran ona tek bir cümle halinde indirilmeli değil miydi? Biz onu kalbini sağlamlaştırmak için böyle yaptık ve onu belli bir okuma düzeniyle düzenledik.25/32
Burada kafirlerin beklentisi de senin vuguladığın gibi "kavramın içini resule doldurtma çabalarıdır." Yani "Kuran her şeyi açıklayarak sana dolduracağın hiçbir alan bırakmıyor.Oysa olması gereken Kuran sadece kavramdan söz edecek sen de içini dolduracaksın"demek istiyorlar. Kuran'ın detay vermesi kafirleri çıldırtıyor.
Bu aslında Din'i beşerileştirme çabasıdır.Resul bir şey katarsa onlara da kapı açılacak.Nitekim öyle de olmuş.Örneğin Resule aldırdıkları abdeste kendileride bir çok ilaveler yapmışlar hala da yapmaktalar.Kuran'ın anlaşılması noktasında "kriterler" sunma çabaları da bu hastalığın uzantılarıdır.Bu sapmanın örneklerini saymakla bitiremeyiz.
Bizler Din'i Allah'a halis kıldıkça bunlar da bu halisliği bozmaya çalışacaklardır.Bu mücadele kıyamete kadar sürecektir.
Sevgili Yunusemre,gerçekten çok güzel
bir noktaya temas etmişsin.Senin bu ifadelerini Kuran Furkan suresi
32'de teyid ediyor.Ayet şöyle:
"Ve kale (dediler)ellezine (kisiler)keferu (inkar)lev la unzile
aleyhi el kuranu cumleten(toptan) vahidaten(tek olarak) kezalike linusebbite bihi fuadeke
verattelnahu tertile"
Kafirler dediler ki:"Kuran ona tek bir
cümle halinde indirilmeli değil miydi? Biz onu kalbini sağlamlaştırmak
için böyle yaptık ve onu belli bir okuma düzeniyle düzenledik.25/32
selam,aslinda dikkat cekmek istedigim,cümleten;di, "Cuma" sursinde cumati,:toplanma, cem köklerinden türevlerdir.
meallerdeki eklemeleri fark edersek, daha iyi olur,insallah.
Selamun Aleykum; Arkadaşlar üsluplar iyice sertleşmeye başladı farkındamısınız. Herkes kendi inandığını söyler bunda niçin karşı tarafı rencide edecek cümleler kullanıyorsunuz. Özellikle Bembeyaz kardeşimize yazılan o kardeşlik ile ilgili cümle kabuledilir bile değil. Unutmayalımki amaçtaki şiddet gayedeki hikmeti yok eder.Lütfen biraz daha nazik olalım. Çıkacak olan her cümlenin başını ve sonunu iyice düşünelim. Selam ve dua ile
Düşünün, tevatürü bir delil olarak kabul ediyorsunuz. Sonra, gerek
siyer kitaplarında gerekse hadis kitaplarındaki bir kısım şeyleri delil
olarak kabul ediyorsunuz. Bu kadar insan toplanıp ta organize bir suç
işlemiş olamaz diyorsunuz ama bu bakış altında "kısmen de olsa" kabul
ettiğiniz kaynaklar sizi dünyanın bence en büyük "komedisi" içinde
bırakıyor. En büyük komedi dediğin şeyi hala anlamış değilim. Bu kadar insan toplanıpta organize bir suç niye işleyemesinki. Kerbela, Sıffin, Cemel bu organizasyonun örnekleri. Bu konuda aksini kimse iddia etmiyor. Ama hadis konusunda mütevatir dediğimiz olay çok farklı. Burda yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan kişilerin aynı şeyi söylemelerinin kast edildiğini hepimiz biliyoruz. O günün şartlarında biri Basrada, bir diğeri Mekkede bir diğeri Mısırda Bir başkası Yemende, Kufede, Şamda ve bunların yanına vardığında hepside aynı şeyi söylüyorsa bunlar önceden anlaştı ve bu işi organize ettimi oluyor. O günün şartlarında böyle bir şey organize edilebilirmi. Bunun mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Ayrıca hadislerin içinde sallama olanların olduğunu herkes kabul ediyor. Ebu Hureyre sanki peygamber almış yanına dinle demiş Ya Ebahir başlamış konuşmaya. Aşere-i mübeşşere nasıl bu kişileri soktularsa içine.Ama böyle olması hepsini toptan reddetmeyi gerektirmez.
Ashap kurandada övülmüyormu. Bunları biz allayıp pullamıyoruz. Ayrıca ashabın içinde bile Amr bin As gibi, Muaviye gibiler yok değil. Bizim ülkemizde nedense bir insanın Peygamberi görmüş olması o kişi için iyi olmaya delalet sanki. Hemen (R.A) sözünü yapıştırırlar niyeyse.Bu tarz yakıştırmalardan bende rahatsızlık duymuyor değilim. Ama bu ashabın yerini değiştirmez.Genellemeye de kalkılmaz bununla.
Diyorsunki:
Sonra adam merak ediyor, yahu gerçekten ne
yapmış bu insanlar... Bir bakıyor sizin delil edindiğiniz siyer ve
hadis kitaplarına... Aman Allah'ım !!!
Gökteki yıldızlar gibi
olan sahabe birbirini kırıp geçirmiş... Neymiş ? Taht kavgasıymış...
Yani vahiyden beslenen kimseler taht kavgasına düşmüşlermiş... (Bana da
taht kavgasından çok din kavgası gibi geliyor. Çünkü Peygamberin
gözetiminde vahiy terbiyesi almış müminler ancak din kavgası yaparlar.
Taht kavgası söylemi işin hakikatini makyajlamaktan başka bir işe
hizmet etmez.) İşin makyajı değil bu dediklerin niye taht kavgası etmesin bunlar engelmi var önlerinde. Vahiyden beslenen kişiler taht kavgasına düşmezler dimi. Sana kuranda örnek vereyim Taha suresi 85/87 de geçen Hz. Musa nın olayı buna en güzel örnek değilmi.
Şüphe yok ki dedi, biz senden sonra
kavmini sınadık ve doğru yoldan çıkardı Samiri.
Ali Bulaç Meali
Dedi ki: 'Biz senden sonra kavmini
deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları
şaşırtıp-saptırdı.'
Diyanet İşleri Meali(Eski)
Allah: "Doğrusu Biz, senden sonra
milletini sınadık; Samiri onları saptırdı" dedi.
Diyanet İşleri Meali(Yeni)
Allah, “Şüphesiz, biz senden sonra
halkını sınadık; Sâmirî onları saptırdı” dedi.
Diyanet Vakfı Meali
Allah buyurdu: Senden sonra biz,
kavmini (Harun ile kalan İsrailoğullarını) imtihan ettik ve Samiri onları yoldan
çıkardı. *
Edip Yüksel Meali
"Halkını, senden sonra sınadık. Samiri
onları saptırdı," dedi.
Elmalılı Hamdi Yazır
Allah: "Doğrusu biz senden sonra
kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı" dedi.
Elmalılı Meali (Orjinal)
Amma dedi: biz senin ardından kavmini
fitneye düşürdük, Sâmirî onları şaşırttı
Ömer Nasuhi Bilmen
Buyurdu ki: «Biz senden sonra kavmini
fitneye düşürdük ve onları Sâmirî saptırdı.»
Muhammed Esed
[Allah:] “Öyleyse bil ki” dedi, “senin
yokluğunda Biz kavmini sınadık; ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.” 70
Suat Yıldırım
Allah buyurdu: “Sen öyle biliyorsun
amma onlar senin izinde değiller, Zira Biz senin ayrılmandan sonra halkını
sınadık ve Samirî onları yoldan çıkardı.” [17,138] {KM, Çıkış 32,4.24; Hoşea
8,5-6; I Krallar 1,28} *
Süleyman Ateş Meali
(Allah): "Ama biz senden sonra kavmini
sınadık. Samiri onları saptırdı" dedi.
Şaban Piriş Meali
-Biz, senden sonra kavmini imtihan
ettik. Samiri onları saptırdı, dedi.
Ümit Şimşek Meali
Allah buyurdu ki: “Biz senden sonra
kavmini imtihan ettik; Sâmirî de onları saptırdı.”
Yaşar Nuri Öztürk
Buyurdu: "Biz senden sonra toplumunu
tam bir biçimde imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı."
Yusuf Ali (English)
85- (Allah) said: we have tested thy
people in thy absence: the Samiri has led them astray.
M. Pickthall (English)
He said: Lo! We have tried thy folk in
thine absence, and As-Samiri hath misled theme
Musa, öfkeli bir halde hayıflanarak
kavmine döndü de ey kavmim dedi, Rabbiniz size güzel bir farzda vaitte bulunmadı
mı, çok mu uzun sürdü sizden ayrılışım, yoksa Rabbinizin gazabının vacip
olmasını mı dilediniz size de bana verdiğiniz sözden
caydınız?
Ali Bulaç Meali
Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça
kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: 'Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde
bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa
Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana
verdiğiniz sözden caydınız?'
Diyanet İşleri Meali(Eski)
Musa, milletine kızgın ve üzgün olarak
döndü. "Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman
mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz
sözden caydınız?" dedi.
Diyanet İşleri Meali(Yeni)
Bunun üzerine Mûsâ, öfke dolu ve üzgün
bir hâlde halkına döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz, size güzel bir vaadde bulunmadı
mı? (Ayrılışımdan sonra) çok zaman mı geçti, yoksa üzerinize Rabbinizden bir
gazap inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze uymadınız (ve buzağıya
taptınız)?” dedi.
Diyanet Vakfı Meali
Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü
olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış
mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin
gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vadinizden
döndünüz?
Edip Yüksel Meali
Musa, kızgın ve hayal kırıklığına
uğramış olarak halkına döndü ve, "Halkım, Rabbiniz size güzel bir söz vermemiş
miydi? Bekleyemediniz mi? Yoksa, Rabbinizin gazabına uğramak için mi benimle
yaptığınız sözleşmeyi bozdunuz," dedi.
Elmalılı Hamdi Yazır
Hemen Musa öfkeli ve üzgün olarak
kavmine döndü (onlara şöyle) dedi: "Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaad ile
söz vermedi mi? Size bu süre mi çok uzun geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazab
inmesini arzu ettiniz de mi, bana olan vaadinizden
caydınız?"
Elmalılı Meali (Orjinal)
Derhal Musâ kavmine gadabnâk esefnâk
olarak döndü, ey kavmım dedi: rabbınız size güzel bir va'd va'detmedi mi? Zaman
mı uzadı? Yoksa üzerinize rabbınızdan bir gadab inmesini arzu ettinizde mi bana
olan va'dinize hulfettiniz
Ömer Nasuhi Bilmen
Artık Mûsa, kavminin yanına gazaplı
bir halde mahzun olarak avdet etti. Dedi ki: «Ey kavmim! Size Rabbiniz güzel bir
vaad ile vaadetmiş değil mi idi? Yoksa üzerinize zaman mı uzadı? Yoksa
Rabbinizden üzerinize bir gazap hulûlunu mu arzu ettiniz ki, bana olan vaadinize
muhalefette bulundunuz?»
Muhammed Esed
Bunun üzerine Musa öfke ve üzüntüyle
dolu olarak kavminin yanına döndü [Ve onlara:] “Ey kavmim!” diye çıkıştı,
“Rabbiniz size güzel bir söz vermemiş miydi? Peki, bu söz[ün gerçekleşmesi] size
çok mu uzak göründü? 71
Yoksa, Rabbinizin gazabına uğramanıza mı karar verildi 72 ki
bana verdiğiniz sözden böyle döndünüz?”
Suat Yıldırım
Mûsâ derhal son derece kızgın ve üzgün
olarak halkına döndü: “Ey milletim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde
bulunmadı mı? Verilen sözün üzerinden çok uzun süre mi geçti, yoksa Rabbinizin
gazabının tepenize inmesini mi istiyorsunuz ki bana olan vâdinizden
caydınız?”
Süleyman Ateş Meali
Bunun üzerine Musa, çok kızgın ve
üzüntülü bir halde kavmine döndü: "Ey Kavmim, dedi, Rabbiniz size güzel bir
va'idde bulunmamış mıydı? Süre mi size uzun geldi (zamanla verdiğiniz sözü
unuttunuz mu)? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki,
bana verdiğiniz sözden caydınız (beni izlemediniz)?"
Şaban Piriş Meali
-Musa kavmine kızgın ve üzgün olarak
döndü.-Ey Kavmim, dedi, Rabbimiz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Aradan çok
uzun bir zaman mı geçti yoksa; Rabbinizin gazabına uğramayı istediniz de bana
verdiğiniz sözden döndünüz?
Ümit Şimşek Meali
Musa kızgın ve üzgün şekilde kavmine
döndü. “Ey kavmim,” dedi. “Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Bu
ahdin üzerinden çok mu zaman geçti, yahut Rabbinizin gazabına müstehak olmak mı
istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?”
Yaşar Nuri Öztürk
Bunun üzerine Mûsa, öfkeli ve ümidi
kırık bir halde kavmine döndü. Dedi: "Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir
vaatte bulunmadı mı? Süre mi size uzun geldi yoksa Rabbinizden üzerinize bir
gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze ters
davrandınız?"
Yusuf Ali (English)
86- So Moses returned to his people In
a state of indignation and sorrow. He said: O my people! did not Your Lord make
a handsome promise to you? Did then the promise seem to you Long (in coming)? Or
did ye desire that wrath should Descend so ye broke your promise to
me?
M. Pickthall (English)
Then Moses went back unto his folk,
angry and sad. He said: O my people! Hath not your Lord promised you a fair
promise? Did the time appointed then appear too long for you, or did ye wish
that wrath from your Lord should come upon you, that ye broke tryst with
me?
Dediler ki: Sana verdiğimiz sözden,
kendimize malik olarak caymadık biz, fakat Mısırlıların ziynet eşyalarını
almıştık ya, onları, erisin diye ateşe attık, böyle telkin etti
Samiri.
Ali Bulaç Meali
Dediler ki: 'Biz sana verdiğimiz
sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs
eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri
de attı.'
Diyanet İşleri Meali(Eski)
Onlar: "Sana verdiğimiz sözden kendi
başımıza caymadık. O milletin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı.
Biz onları ateşe attık, aynı şekilde Samiri de attı"
dediler.
Diyanet İşleri Meali(Yeni)
Şöyle dediler: “Sana verdiğimiz sözden
kendi isteğimizle caymış değiliz. Fakat biz Mısır halkının mücevheratından yüklü
miktarlarda takınmıştık. İşte onları ateşe attık. Sâmirî de aynı şekilde
attı.”
Diyanet Vakfı Meali
Dediler ki: Biz sana olan vadimizden,
kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır'lıların) zinet
eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı
şekilde Samiri de atmıştı. *
Edip Yüksel Meali
"Sana verdiğimiz sözü kendi kafamıza
göre bozmadık. O halkın süs eşyaları bize taşıtıldı. Onları attık. Samiri işte
böyle bir şey ortaya çıkardı," dediler.
Elmalılı Hamdi Yazır
Onlar dediler ki: "Biz sana verdiğimiz
sözden, kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o (Kıbtî) kavminin süs eşyasından
bir takım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları (ateşe) attık. Sâmirî de (kendi
mücevheratını) böylece atmıştı."
Elmalılı Meali (Orjinal)
87,88. Biz dediler, senin va'dine
kendiliğimizden hulfetmedik ve lâkin o kavmin ziynetinden bir takım ağırlıklar
yüklenmiş idik, onları ateşe attık, kezalik sâmirî de bıraktı derken onlara bir
dana, böğürmesi var bir cesed çıkardı, bunun üzerine dediler ki işte bu sizin
ilâhınız ve Musânın ilâhı fakat unuttu
Ömer Nasuhi Bilmen
Dediler ki: «Biz sana olan vaade
kendimize mâlik olarak muhalefette bulunmuş olmadık. Velâkin biz kavmin
ziynetinden birtakım ağırlıkları yüklenmiştik, onları (ateşe) atıverdik. İşte
Sâmirî de öyle atıverdi.»
Muhammed Esed
“Sana verdiğimiz sözden biz kendi
isteğimizle dönmedik; fakat [Mısır] halkı[nın kirli] zinet yükleriyle yüklüydük;
ve bu yüzden onları [ateşe] attık; 73 aynı
şekilde Sâmirî de [kendininkini] attı.”
Suat Yıldırım
“Biz,” dediler, “kendi güç ve
irademizle sana olan vâdimizden dönmedik. Fakat biz o halkın, Mısırlıların zinet
eşyalarından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları ateşe attık. Samirî de
kendi mücevheratını atıverdi. *
Süleyman Ateş Meali
Dediler ki: "Kendi malımızla senin
sözünden çıkmadık", fakat o milletin (yani Mısırlıların) süs(eşyas)ından bize
yükler yükletilmişti. Onları (ateşe) attık. Aynı şekilde Samiri de
attı."
Şaban Piriş Meali
Onlar da:-Sana verdiğimiz sözden
bilerek dönmedik. Fakat o kavmin süs eşyasından yük yük taşımıştık. Sonra
Samiri'nin attığı gibi biz de ateşe attık, dediler.
Ümit Şimşek Meali
“Biz sana verdiğimiz sözden kendi
irademizle caymadık,” dediler. “Biz yanımıza Mısırlıların ziynet eşyalarından
bir miktar yük almıştık; onları ateşe attık. Sâmirî de aynı şekilde
attı.”
Yaşar Nuri Öztürk
Dediler ki: "Biz sana kendi
irademizle/malımızla karşı çıkmadık. Olay şu: Bize o topluluğun süs eşyalarından
bazıları yükletilmişti, onları kaldırıp attık; aynı şekilde Sâmirî de
attı."
Yusuf Ali (English)
87- They said: we broke not The
promise to thee, as far as lay in our power: but we were made to carry The
weight of the ornaments of the (whole) people, and we threw them (into the
fire), And that was what the Samiri suggested.
M. Pickthall (English)
They said: We broke not tryst with
thee of our own will, but we were laden with burdens of ornaments of the folk,
then cast them (in the fire), for thus As-Samiri
proposedd
demekki peygamber bile aralarındayken bırak taht kavgası yapmayı Allah a bile şirk koşabiliyor insanlar.Bunlarda vahiyle besleniyordu. Peygamber aralarındaydı. Ama ne oldu. Buzağıya taptılar. yoldan çıktılar. Şimdi Rasulullah vafat etmiş aralarında değil bu insanlar yani sahabelerin bazıları niye kavga etmesinlerki. Bence bunu bir daha gözden geçir.
Devamında da:
Halifeleri öldürülmüş... Peygamberin torunları
öldürülmüş, kesik başı bir mızrağın ucuna takılmış da "müslüman" (!)
kentlerde ibreti alem olsun diye dolaştırılmışmış... Biri gelmiş,
Mekkeyi kuşatmış da Kabe mancınık ateşi nedeni ile kısmen zarar görüp
yıkılmışmış... Hani şu, Ebabil Kuşları ile korunduğu iddia edilen
"Kabe"... Hani şu içine girildiğinde güvene erildiği iddia edilen
Kabe...
İçine girildiğinde güvene erilmiyormu. Burada kast edilenin mekan olarak içine girildiğinde can güvenliğini kast etmesi aynı zamanda dinin kendisi için kullanılıp inanan için Allahın azabından ve dünyanın kötülüklerinden karunma güvenliği kastedilmesi şeklinde anlamamnın nesi yanlış. Birileri bu kuralı ihlal etmişse içindekileri öldürmüşse bu ayetin yanlışlığını mı ortaya koyar.
Devamında : Haydi bunlar siyer... Bir de inanç konularına bir göz gezdirelim...
Kuran'a
abdestsiz dokunmak yasaklanmış, Peygamberin sözleri vahiy kabul
edilmiş, kitabın mushaflaşması hususundaki "iylik" (!), Kuran'ın
kaybolmaması adına Halifelere atfedilmiş... Yahu ne bileyim, bu forum
bunların en enteresan ve "reddedilmiş" misalleri ile doludur...
Peki kuranı bu güne kim taşıdı. Mutlaka insanların eli iledir. Yoksa Allah aldı bu kitabı böyle baskısını, dizgisini, ve diğer işlemlerini yaptı ve bu güne kadar bize ulaştırdı. Çok komik. Elbetteki birileri buna vesile oldu. Ama halifedir ama bir başkasıdır. Onlar olmasaydı bir başkasıyla bu işi yine yapardı. Sizin demenizle Allah katından bu kitabı böyle matbaadan çıkmış gibi önümüze koydu. Başka türlü oluru yok. Söylermisin nasıl bunlar toplanıp bir araya getirildi. Merak ettim.
Bakınız,
ben bunların hiç birini delil olarak kabul etmiyorum. Zaten öyle olduğu
için salatın ne olduğunu da Kuran'dan soruşturuyorum.
Fakat, şu veya bu şekilde bu kaynaklardan delil beğenenleri de içinde bulundukları çelişkileri nedeni ile eleştiriyorum.
Bize karşı deniyor ki; "Biz, onları inceliyoruz da, Kuran'a uyanları alıyoruz, uymayanları atıyoruz"
Güzel. Peki, geleneğin şekilsel olarak icra ettiği salatın Kuran'dan sağlamasını nasıl yapıyorsunuz ? Sorduğumuz budur.
Namazı kıldıktan sonra ayaktayken,
otururken ve yanınıza yaslanınca Allah'ı anın, tam emniyete ve huzura ulaşınca
da namazı dosdoğru kılın, çünkü namaz, müminlere muayyen vakitlerde kılınmak
üzere farz edilmiştir.
Ali Bulaç Meali
Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı
ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız'
namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir
farzdır.
Diyanet İşleri Meali(Eski)
Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta
iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince
kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz
kılınmıştır.
Diyanet İşleri Meali(Yeni)
Namazı kıldınız mı, gerek ayakta,
gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu
namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak
farz kılınmıştır.
Diyanet Vakfı Meali
Namazı bitirince de ayakta, otururken
ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı
dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.
*
Edip Yüksel Meali
Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta,
oturarak ve uzanarak ALLAH'ı anın. Güvene kavuştuğunuzda namazı gözetiniz.
Namaz, inananlar üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır. *
Elmalılı Hamdi Yazır
O korkulu zamanda namazı kıldınız mı
gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yanlarınız üzerinde hep Allah'ı zikredin.
Korkudan kurtulduğunuzda namazı tam erkanı ile kılın. Çünkü namaz müminlere
belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.
Elmalılı Meali (Orjinal)
O korkulu zamanda namazı kıldınız mı
gerek ayakta ve gerek otururken ve gerek yanlarınız üzerinde hep Allahı
zikredin, derken korkudan ıtmi'nan buldunuz mu o vakıt namazı tam erkâniyle eda
edin çünkü namaz mü'minler üzerine muayyen vakıtlarla yazılı bir farz
bulunuyor
Ömer Nasuhi Bilmen
İmdi namazı kılıp bitirdiğiniz zaman
ayakta iken ve otururken ve yanlarınız üzerinde iken Allah Teâlâ'yı zikrediniz.
Vaktâ ki emniyet haline gelirsiniz, artık namazı tamamıyla eda ediniz. Şüphe yok
ki namaz, mü'minlerin üzerine muayyen vakitlerde bir fariza
olmuştur.
Muhammed Esed
Namazınızı bitirdiğinizde Allah'ı anın
-ayakta iken, otururken ve uzanmış halde- ve yeniden güvenliğinizi
sağladığınızda namazlarınızı [eksiksiz] eda edin. Namaz, bütün müminler için
[günün] belli zamanları ile kayıtlı kutsal bir
yükümlülüktür.
Suat Yıldırım
Namazı tamamladıktan sonra, gerek
ayakta durarak, gerek oturarak ve gerek yanlarınız üzerinde uzanarak hep Allah'ı
zikredin.Derken, korkudan güvene kavuştunuz mu, o vakit namazı tam erkâniyle eda
edin.Çünkü namaz belirli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır. *
Süleyman Ateş Meali
Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta,
oturarak ve yanlarınız üzerinde (uzanarak) Allah'ı anın; güvene kavuştunuz mu
namazı (tam) kılın. Çünkü namaz, mü'minlere vakitli olarak farz
kılınmıştır.
Şaban Piriş Meali
Namazı tamamladıktan sonra, ayakta,
otururken ve yatarken de Allah’ı zikredin. Emniyete ve sükuna kavuştuğunuz zaman
namazı dosdoğru kılın. Kuşkusuz namaz, belirli vakitlerde müminler üzerine bir
farzdır.
Ümit Şimşek Meali
Namazı kıldıktan sonra da Allah'ı hem
ayaktayken, hem otururken, hem de yatarken anmaya devam edin. Tehlikeden emin
olduğunuzda namazı tam olarak kılarsınız. Çünkü namaz mü'minlere belirli
vakitlerde kılınmak üzere farz olarak yazılmıştır.
Yaşar Nuri Öztürk
Namazı/duayı tamamlayınca, artık
Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda, namazı/duayı
tam bir biçimde yerine getirin. Namaz/dua, müminler üzerine vakti belirlenmiş
bir farz olmuştur.
Yusuf Ali (English)
103- When ye pass (congregational)
Prayers, celebrate Allah's praises, standing, sitting down, or lying down on
your sides; but when ye are free from danger, set up regular Prayers: for such
Prayers are enjoined on Believers at stated times.
M. Pickthall (English)
When ye have performed the act of
worship, remember Allah, standing, sitting and reclining. And when ye are in
safety, observe proper worship. Worship at fixed hours hath been enjoined on the
believers.
Ayette belirli bir vakitten bahsediliyor. Ama ben burda bir tuhaflık görmüyorum onuda söyleyeyim. Bu ayette neye takıldın onu bir söylersen. Anlayacağım.
Deniliyor ki; "Allah - çene üzerine - yapılan secdeden bahsediyor"
Diyoruz ki, o halde secdenizi neden alnınızın üzerine yapıyorsunuz ?
Ve insanları tutarlı olmaya çağırarak, şu linkte anlattığımız iki salattan hangisini kabul ettiklerini soruyoruz.
Şu
tartışma içerisinde tutarlılıklarını korumuş iki kimse var. Biri, Hasan
Akçay bir diğeri de Savana... Hasan kardeşimiz de Savana kardeşimiz de
Kuran dışında hiç bir kaynağa dayanmaksızın, Kuran ayetlerine göre
anladıklarını bizlere ifade ettiler.
Diğer kardeşlerimizden de aynı tutarlılığı bekliyoruz.
Ve
diyoruz ki, namazın vakitlerinde, rekat sayısında ve daha nice nice
konularda tevatürün bağıra çağıra ifade ettiği şeylerden Kuran'a
dayanarak yüz çevirenler, artık salatın ne olduğu hususunda tevatüre
yapışamazlar.
İnsanların, "namaz" diye bir ritüel uydurmasındaki faydaya gelince...
İnsanların bunda hiç bir faydası yoktur. Bütün bu konular ve yaklaşımlarda hasıl olan bütün fayda Şeytan hizbine aittir.
Çünkü,
Şeytan zaten bunun için vardır. Yaldızlı sözlerle insanları aldatmak,
mesela kötülüklerden alıkoyacak olan şeyin Kuran ayetleri değil de,
bedeni hareketlerden oluşturulmuş ve adı "namaz" olmuş bir ritüel
olacağına inandırmak ancak Şeytan hizbine hizmet eder.
İnsanları
Kuran'dan uzaklaştırmak için Kuran'ın anlattığı din ile Peygamber'in
yaşayıp emrettiği "iddia edilen" şeylerin arasını açma gayreti de ancak
Şeytan hizbine fayda verir.
Mesela ben önceden de Kuran meali okuyor ve sıklıkla dinliyordum.
Fakat,
bakıyordum ki, Kuran gayet basit bir din anlatıyor. Din adı altında
bize öğretilenlerin ezici bir çoğunluğunun Kuran'da adı bile anılmıyor.
Şöyle diyordum: Demek ki, ben Kuran'ı anlayamıyorum. Çünkü
benim anladığımla o muhteşem alimlerimizin anladığı arasında dünyalar
kadar fark var.
Bu, belkide çoğumuzun ilk başlarda hissettiği bir gerçekliktir.
Şimdi
bunda insanların ne faydası var ? Peki biz bu noktaya nasıl geldik ?
İşte bunda insanların değil, Şeytan hizbinin faydası var.
Şeytan, Allah'ın dosdoğru yolunda pusu kurup oturmuş. Size, hak ile batılı karıştırarak bir din buyurmuş.
Atalarımız bunu kabul etmiş. Biz kabul etmeyelim diyorum. Bana bunun nasıl bu hale geldiğine, getirilmesindeki amacı hiç bir şekilde açıklayıcı şeyler söylemiyorsun. Dünyadaki
bütün beşer kabul etse de benim Allah'ın izniyle onların hiç biriyle
işim olmaz ve ben hangi seviyede olursa olsun Allah'ın indirdiğinin
dışında bir şeye yönelenlerden ebedi bir düşmanlık ve buğz ile
ayrılıyorum diyorum.
Allah'tan gayrı hiç bir kınayanın
kınamasına da aldırış etmiyorum. Onların tamamına ki isterse onlar
anam, babam, kardeşim, arkadaşım, patronum, filanca alim, falanca
devlet büyüğü yahut atalarımın çoğu, yahut geçmiş ve gelecek insanların
çoğu olsunlar "selam" deyip geçiyorum.
Ve diyorum ki, mahşer
meydanında azaptan kurtulmak için topunu feda etmekten çekinmeyeceğiniz
atalarınızın din diye buyurduklarını terkedin, Allah'ın indirdiğine
gelin.
O'nun iliştiği her şeyi mübarek kılan vahyi, içinde hiç
bir eğrilik olmayan, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmış bir
hidayet rehberidir.
Allah hepimizi dosdoğru yoluna eriştirsin.
Muhabbetlerimle...
Ali kardeşim yazdıklarında somut örnekler yok. Tamamen soyut ifadeler. Bana bunları somut örneklerle desteklersen konu daha iyi anlaşılacak. Sizlerin yaptığı tüm savunmalar hep aynı eksende dönüyor. Salatın rekatları nerede, Secde neden çeneye değilde alınla yapıyorsunuz, vs. bana senin salattan ne anladığını, İki doğu ve iki batıda, zülkarneynde, Süleymana tahtı getirme olayında, Allahın eli onların elinin üstündedir ayetinde, Ademden, hac dan, zekattan, mescidden, secdeden, Mescidi haramdan, miraçtan vs. ne anladığını bir izah etsen konu dahada netlik kazanacak. Selam ve dua ile
Belli sayıda bir insanın yalan üzerinde birleşmeyecekleri yargısı tamamen uydurmadır. Size karşı "İsa, Ben Allah'ın oğluyum dedi" diyen bir yığın insan gösterildiğinde bu kadar insan yalan şahitlik edemez demek ki böyle bir şey olmuştur diyebilir misiniz ?
Komedi olarak vasıflandırdığım şeyi yazımda gayet açık izah etmişim. Keza, kısmen siz de kabul etmişsiniz. Yani, Hz. Peygamber'i gören herkes sahabe olup, Kuran'da bahsedilen övgüye nail olamaz. Kuran'daki övgü sadece ve sadece tastamam iman edenler için geçerlidir.
Tek başına bir kimseyi görmüş yahut onun cemaatinde bulunmuş olmak kimse için yaptıklarına kefaret olmaz. Bununla birlikte şu bir gerçek ki, Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. O'nun Rahmeti'ne kendisinden başka hiç kimse ölçü / sınır tayin edemez.
Ashabın basit bir taht kavgası içerisinde olduğunu iddia etmek, vahiyden beslenen kimseler için bir hakarettir.
Misal olarak getirdiğiniz ashab Musa'nın ashabıdır ve onlar Buzağı'ya tutunmakla kendilerine yazık etmişlerdir. Musa kıssasının Kuran'da bildirilen sonunu da okuyun. Musa'nın bu kavim aleyhindeki duasını...
"Ey Rabbimiz, Hakikat ben kendimle şu biraderim Harun'dan başkasına söz geçiremiyorum. Bizimle şu zalim kavmin arasını ayır"
Ne vahiyden beslenmesi ?
Eğer, iyiden iyie düşünürseniz verdiğiniz misal esasen benim anlatmak istediğim şey konusunda bize delil olacaktır.
Vahiyden beslenen demek vahyi dinleyen demek değildir. Vahye tam olarak iman eden demektir. Vahyin kılavuzluğuna teslim olmuş kimseler için bu seviyede bir kavga ancak "din" için söz konusu olabilir.
Öte yandan siz verdiğiniz bu misalle, bir Peygamberin gözetimindeki insanların dahi neler neler yapabileceğine inanıyor ama aynı / benzer şeyleri Hz. Peygamber'den sonra gelenler de yapmış olabilir dediğimizde bunu çok uzak bir ihtimal olarak görüyorsunuz.
Neden ? Hz. Musa'nın kavmi "beşer" de Hz. Muhammed'in kavmi başka bir şey mi ?
Beytin güvenliğinin bu dünyaya değil de ahir yaşama ait olduğunu çok güzel tespit etmişsiniz. Zaten biz de bunu söylüyoruz. Ve diyoruz ki, Kuran'da ahirette güven ve emniyet içinde olanlar için hep vahye tabi olanlar, vahyi tasdik edenler gösterilmiştir. Şu halde, burada beyt ile kastedilen şeyin de vahiylerin inşaa ettiği sistem / hayat tarzı / millet olabileceğini neden görmezden geliyorsunuz ?
Çünkü bu ayetteki beyti somut bir bina olarak algılayanlar çoğunlukla sizin de içinde bulunduğunuz görüş sahipleridir.
Mushaf meselesini bu forumda muhtelif başlıklarda değerlendirdik. Lütfen daha detaylı görüşler için onlara müracaat ediniz. Fakat, işaret olması bakımından size şunu söyleyeyim:
Madem siz Kuran'ı size ulaştıran beşere bu anlamda minnet duyuyorsunuz, onların size ulaştırdığı tüm sahih haberlere de inanıyor musunuz ? Çünkü bu inanışa sahip olanlardan beklenen en güzel davranış, artık onların senedi sahih olan hiç bir haberine muhalefet etmemektir.
Nisa 103. ayete gelince;
Elbette bu ayette anlatılan şey, "her durumda ve her zaman" demektir. Ancak benim getirdiğim misal, Kuran'daki salatı şekilsel olarak anlamak için her zorlamaya başvuranlara karşıdır.
Dedim ki, madem Kuran'da şekilsel bir şeyi çağrıştırabilecek her şeyi şekilsel olarak anlama yanlısısınız, bu ayette bahsedilen şekilselliği neden görmezden geliyorsunuz?
Neden bu ayetleri mecaz kabul ediyorsunuz da, sizin mecaz kabul etmedikleriniz hakkında bunlar da mecaz olabilir diyenleri tekfir ediyorsunuz yahut ağır ithamlara layık görüyorsunuz ?
Geçmişte neler olup bittiği hakkında benden somut hiç bir şey duyamazsınız. Çünkü ben orada değildim. Kendimin bizzat yahut kati bir eminlikle şahit olamadığım şeyler hususunda size şahitlik edemem.
Keza, bunların içeriğinin ne olduğu beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor da... Çünkü, bunlar Allah'ın beni hesaba çekeceği şeylerin konusunu oluşturmuyor. Peki o zaman neden bunlara değinerek yazı yazıyorsun derseniz, bunun sebebi karşımızdaki kardeşlerimizin bunları delil kabul etmesidir. Onlar böyle yaptıkları için biz de onların delil edindiği şeylerin sıhhatini sorguluyoruz.
Kuran'ın diğer hükümleri hakkındaki sorunuza gelince;
Şu anda ben size bunlarla ilgili çok bir şey söyleyemem. Çünkü, ben bunları belli bir metod altında incelemeye almadım.
Ben kavrayış ve sorgulama sürecindeyim. Aynı İbrahim'in yaptığı gibi...
Yıldıza, Aya, Güneşe yani ortada dönüp dolaşan görüş ve inanışlara nazar ediyorum.
Bu görüş ve inanışların sahiplerine sorular sorup, hangileri doğuyor, hangileri batıyor titizlikle inceliyorum.
Bu inceleme işinde bir metodum var elbette...
1) Kuran'ı anlamada hangi kaynaklara başvuruyorlar ?
2) Başvurdukları kaynakları hangi ölçekte değerlendiriyorlar ? Mesela, birisi ben sahih hadisleri delil edinirim dediğinde,ona sahihliğin tanımını soruyorum. Sahihlik anlayışın nedir ? Sened yönüyle sahihlik mi, hem sened hem Kuran hem de akla uygunluk yönünden sahihlik mi ? Kuran'a uygunluk tanımın nedir ? Kuran'da anılan vecibelere ilaveler getiren haberler Kuran'a uygun mudur ? vs. vs.
3) Kaynaklarını ve metodlarını Kuran'ın bütün hükümlerine, hiç birini bir diğeri ile çelişkiye düşürmeyecek şekilde sürdürülebilir olarak kullanıyorlar mı? Yoksa işlerine geldiği gibi mi kaynak yahut metod izliyorlar ?
Gördüğünüz gibi ben bir öğrenciyim. Ama çetin bir sorgulayıcıyım da...
Sorgulama "metod"um işte budur.
Elbette Allah izin verirse, tüm bu sorgulamalarımın sonucunda bir de "izah metodu" izleyeceğim.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Bu tartışmada delil olarak Arap dil kuralları gündeme getirildiği için benim bu hususta diyebileceğim pek bir şey yok.
Arap dilinin gramer yapısı bakımından konu iyi tetkik edilmeli.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma