Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
kavramlara getirilen mecazi yaklaşımları ilgiyle takip edebiliriz...
bu anlamlandırmaları birer zenginlik ve güzellik olarak kabul edebiliriz...
hatta bu tür çalışma ve gayretler işin özünü kavrama ve yaklaşma adına çok yararlı olabilir...
fakat bu mecazi anlamı tek doğru olarak kabul ettiğiniz de sorunlar başlar.
salatın tavafın kıyamın rukuun secdenin mecazi anlamlarını kavramak ve daha iyi anlamak için kendi iç dünyamızdaki anlamlarını yorumlarını paylaşabiliriz...
bu sadece bizim anladığımız şey olur...
gerçek ise bundan çok farklı da olabilir...
namaz yoktur demek oruç yoktur demek tavaf yoktur demek hac yoktur demek...
muhammed as hiç namaz kılmamıştır hiç oruç tutmamıştır hiç tavaf etmemiştir hiç hac etmemiştir demektir...
ebu bekir ömer osman ali ve diğer arkadaşları hiç bir zaman bunları yapmamıştır demektir...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
namaz yoktur demek oruç yoktur demek tavaf yoktur demek hac yoktur demek...
muhammed as hiç namaz kılmamıştır hiç oruç tutmamıştır hiç tavaf etmemiştir hiç hac etmemiştir demektir...
ebu bekir ömer osman ali ve diğer arkadaşları hiç bir zaman bunları yapmamıştır demektir...
Sevgili Asım;
Siz, o sırada orada idiyseniz görgünüze dayalı tanıklığınızı bizimle paylaşın lütfen !
Bu gün Hıristiyanlar ve onların ataları ve atalarının ataları, "İsa çarmıha gerilerek öldürülmüştür, İsa, Allah'ı "baba" yapmıştır, İsa Allah'ın oğludur, kendisi de böyle söylemiştir" diyor... Kuran, "yok böyle bir şey" diyor ve biz Kuran'a inanıyoruz.
Bu gün, museviler ve onların ataları ve atalarının ataları, "Süleyman büyücü bir kraldı, peygamber falan değildi, Buzağıyı da Harun yaptı, Allah İbrahimle güreş tuttu" diyor... Kuran "yok böyle bir şey" diyor ve biz Kuran'a inanıyoruz...
Mekke müşrikleri ve onların ataları ve atalarının ataları, "Şu putlar / temsiller ve bunları Allah'a ortak, aracı kıldığımız dinimiz atalarımıza Allah tarafından öğretilmiştir" diyordu... Kuran ise, "yok böyle bir şey" diyor... Ve biz Kuran'a inanıyoruz...
Sahi sizi kim hesaba çekecek ? Atalarınız mı Allah mı?
İman ettiğiniz kitapta nasıllığı açıklanmamış ve çelişkilerini açığa çıkardığımız bir ritüeli Kuran'da bulamadınız da icad etmek için başka kaynaklara mı koşturacaksınız ?
Sahi, vasiyet edecek kişinin yolculuk halinde vasiyetini aktaracağı iki kişinin "ne diyerek" yemin edeceklerini bile öğreten şu iman ettiğiniz kitap, size dininizin direği (!) olan namazınızın neresinde ne okuyacağınızı öğretmiyor mu?
Sahi, şu buzağı kıssasın ne işi var Kuran'da ? Yoksa o bir tarih yahut hikaye kitabı mıdır ?
Yoksa, bu Kuran, Yahudilerin muhakeme zabıtnamesi midir ?
Yahudiler ile ilgili getirilen her kıssanın teker teker bu ümmetin başına geldiğini, Allah'ın müminlere bir hidayet olmak üzere - kulak verenler / iyiden iyie düşünenler için - bunları önceden haber verip uyardığını görmüyor musunuz ?
Allah bizi hidayetinden mahrum kılmasın.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
o sırada orada olsam ve size şahitlik edip bunlar var dı desem korkarım ki bana yine inanmayıp kuranı gösterip sanamı inanacağım yoksa buna mı diyeceksiniz...
çünkü hali hazırda ki binlerce şahide aynı yalancı şahit muamelesini çok rahat yapabiliyorsunuz...
hz muhammed hiç bir zaman namaz kılmadı diyorsunuz...
diyorsunuz çünkü namaz yoktur demek aynen bunu söylemektir...
çünkü olmayan birşeye var diyen yapılmayan bir şeye yapıldı diyen yalancı dır sahtekardır..
bunların içinde şimdiki ve tarihteki müslümanın diyen ve namaz kılanların hepsi var...
hatta müslüman olmayan yabancı araştırmacılarda elbirliğiyle bu yalancı ve sahtekarlara dahil olmuşlar...
bizim elimize hep bu sahtekarların eliyle gelmiş kuran...
biz bu sahtekarları sadece yazdığı kurana bakarak bunların sahtekarlığını ortaya çıkarabiliyoruz...
evet hepimiz allaha hesap vereceğiz...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Şimdi farzederek düşünelim ki, siz hiçbir yerden namaz denen ritüeli duymadınız ve görmediniz ama parelelinde aldınız elinize Kur'an ı ve dilinizde arapça, okuyarak namaz denen ritüeli nereden çıkarabilirsiniz? Bu zaviyeden bakarak, Allah Resulunu değerlendirecek olup ve parelelinde şu ayetleride dikkate alacak olursak netice sizce ne olabilir?
69/38.Hayır, sandıkları gibi değil! Yemin ederim gördüklerinize,
69/39.Ve görmediklerinize!
69/40.Ki o, çok soylu bir elçinin sözüdür.
69741.Bir şairin sözü değildir o. Ne kadar da az inanıyorsunuz!
69/42.Bir kahinin sözü de değildir o. Ne kadar da az araştırıp düşünüyorsunuz!
69/43.Alemlerin Rabbi’nden bir indiriştir o.
69/44.Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi,
69/45.Andolsun ondan sağ elini koparırdık.
69/46.Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.
69/47.Sizin hiçbiriniz ona siper de olamazdınız.
69/48.Gerçek şu ki o, sakınanlar için tam bir uyarıcı ve düşündürücüdür. (y nuri öztürk)
Muhabbetle...
__________________ Benliğin galebe çaldığı hiçbir yerde, vahiyden, adaletten ve merhametten bahsedilemez.
her halde yapacağım en son şey kitabın japonca tercümesine bakıp ondan sonra bütün müslümanları bu kitabı yanlış anlamakla itham etmek olurdu...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
sayın asım; o halde recm olayını kabul ediyorsunuz. çünkü hz ömerin bu konuda sahih hadisleri var, hatta insanlar kurana ekleme yaptı demesinden korkmasa recm olayını kurana yazacakmış. onun namaz kıldığını gören, recm konuşmasınıda duymuştur. sakın şekille söz birdeğil demeyin, her ikiside rivayet, her ikisinde de bizler orada değildik. işimize geldiğinde yalnız kuran deyip işimize gelmediğinde '' canım hz ömerin namaz kıldığını gören var'' dersek olmaz. o zaman peygambere atfedilen onca yalanı, ömere aliye atfedilen onca yalanıda kabullenmek zorundayız. mademki japonlara dinlerini öğretemiyorsunuz, araplarada recmin olmadığını öğretemezsiniz o halde değilmi.. o halde recm var, ohalde arapların her yaptığı doğru, o halde kuranı okumanıza ne gerek var?? arap ne yapıyosa takip eder öğreniriz. onlardan iyi anlayacak değilizya.. selamlar..
Bir kısım dostlarımızın şimdilerde 22/26 ayetinden hareketle adeta buldum buldum nidalarıyla, namaz denen ritüele delil niteliğinde olduğunu iddia eder oldular.
Oysa şahsen benim nazarımda farklı bir değer olan ve kendisinden geçmişte çokca istifade ettiğim yürekli, cesur ve bir o kadar da samimi olan sayın Edip Yüksel bey de zamanında 22/26 ayetinden hareketle namazı savunanlardan dı! Şimdilerde ise dini kitap yazmamakla birlikte (yazıyorsada ben bilmiyorum), bazı dostlarımın ifadesine göre, namazın dinin emri olmadığıyla ilgili farklı kişilerce yazılmış makalelerin, kendisine ait olan "19 org" sitesinde, o kişilerin ismiyle birlikte makalelerini yayınladığı bilgisini edindim. Tabi göremedim çünkü ben bilgisayarı pek bilmeyen ve yeni yeni kullanmya çalışan biri olarak ve bahsi geçen siteye girişin yasak olmasından. Lakin girenler varmış farklı programlar kullanarak.
Ben şahsen sayın Edip Yüksel beyin yine köklü bir devrim daha yaparak, bu konuyla ilgili gerekli açılımlarda bulunacağı kanaatindeyim. Belki o zaman bu konuya ilişkin çok daha farklı düşünecekler olacağından eminim.
Muhabbetle...
__________________ Benliğin galebe çaldığı hiçbir yerde, vahiyden, adaletten ve merhametten bahsedilemez.
Teşekkür ederim bu medeni cesaretinizden dolayı size. Çünkü Kur'an ın buyrukları ile müslümanız diyen kitlelerin yaşam şekilleri tamamen zıtlık arzediyor.
Muhabbetle...
__________________ Benliğin galebe çaldığı hiçbir yerde, vahiyden, adaletten ve merhametten bahsedilemez.
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selam ögrenci,
Yine harareti yukselen bu guzel tartışmayı bir Biografi
ile kesiyorum.Tum arkadaşlardan ozurdileyerek...
Burada cok kisi Hayatından bahsetti...
Birde şunu dinleyelim:)
Edip Yuksel, J.D.
yuksel@yuksel.org
Bitlis'ten Arizona'ya Hayatımın Kısa Bir Öyküsü
1957 yılında Bitlis'in Norşin (Göroymak) ilçesinde,
herkes gibi ağlayarak dünyaya geldim. Anam şeyh Masum
Mutlu'nun kızı, babam ise ünlü Molla Sadreddin
(Istanbul'a göç ettikten sonra, Sadrettin Hoca).
Doğduğum ilçe, yaşayanlarından çok ölüleriyle ünlü bir
merkezdi. "Marqad-a Hazret," yani Hazret'in Türbesi
olarak bilinen puthane Eyüp Sultan puthanesi kadar
popüler olmamasina rağmen, türbedeki kemiklerin
zürriyeti olan dayılarımın Bitlis vilayetindeki politik,
sosyal ve ekonomik gücünü kutsallaştırmada önemli bir
sembolik role sahipti . . . Bir şeyh torunu olarak,
dayılarımın Kürtçe "dest-pe" (el-ayak) olarak
tanımladığı köylülerin çocuklarından farklı yetiştim. Ne
var ki karpuz kabuklarından yaptığım arabaları ve kamyon
diye bindiğim Kulongo yaylasının volkanik kayalarını
unutamıyorum hala.
Sekiz yaşındayken İstanbul'a göçtük. Babam, Türkçe'yi
çabuk öğrenmemiz için evde sıkıyönetim ilan edip Kürtçe
konuşmayı yasaklayınca ne olduysa gariban anneme oldu.
Okuma-yazma bilmeyen zavallı annem Türkçe'yi
öğrenemediği gibi Kürtçe'yi de unuttu. Sonunda, annem
Kürtçe ve Türkçe karışımı yeni bir dil (Kütürkçe!)
konuşmaya başladı. Kendisini galiba bizden başka anlayan
yoktu. Zaten başkasının anlamasına pek ihtiyacı da
yoktu; zira, annem evden hemen hemen hiç dışarı
çıkmazdı. Çıksa bile ne değişirdi. Kütürkçe konuşan
peçeli-çarşaflı annem hem fiziksel ve hem de zihinsel
olarak ömür boyu güneşsiz bir zindana mahkumdu. Ne yazık
ki, Şafii hazretlerinin mezhebi yoluyla Allah adına
uygulanan bu mahkumiyeti benimsemişti artık.
Babam beni İstanbul İmam-Hatip Lisesine verdi. Yetmiş-
seksen kişilik sınıflarda bir kısmı psikopat veya
paranoyak olan hocaların terörü altında ders talim
ediyorduk. Ezberciliği bir türlü benimsemediğim için
beni Kuran dersinden her yıl ikmale bırakan Müzekka
hocanın bir kez bile gülümsediğine tanık olmadım. İmam
veya müezzin olmaya hiç niyetim yoktu.
Daha orta sondayken fizik ve kimya derslerine aşırı ilgi
duymaya başladım. Evin depo olarak kullandığımız bir
odasını laboratuvara çevirdim. Defalarca sigorta
patlatmama rağmen demir çubuklara kablo sardıktan sonra
prize takıp mıknatıslar yaptım. Motor ve jeneratorler
imal ettim. Hatta tahtadan filim oynatıcı bir
projeksiyon makinası yaptım. Bu arada, kendi kendime
kendi kendine çalışan bir makine icad etmenin yollarını
düşündüm. Jenerator ile motorun eksenlerini
birleştirdikten sonra ilk hareketi verirsem diye
umutlanıyordum. Bu makinanın Devr-i Daim olarak
bilindiğini ve yapılmasının mümkün olmadığını öğrenince
ayaklarım yere bastı. Daha sonra, Milli Nizam
Partisi'yle laik devlete karşı cihat ilan eden Erbakan
bana meslek konusunda kutup yıldızı oldu. Ben de onun
gibi makina mühendisi olacak ve vatanı masonlardan,
hainlerden kurtaracaktım.
Orta Doğu Teknik Üniversitesine 7'nci olarak girdim.
Devletten burs almama rağmen Milli Selamet Partisinin
gençlik örgütü Akıncılar teşkilatının üssü olan bir
yurda girince derslerime çalışacağıma sokaklara yazı
yazmaya, bildiriler yazıp dağıtmaya, sex filimleri
oynatan komşu sinemanın camlarını kırmaya, protesto
mitingleri düzenlemeye, polis ile köşe kapmaca oynamaya
verdim kendimi. Etkinlikleri altındaki yurtlarda kalan
temiz kalpli üniversite öğrencilerini kendileri için
gece gündüz bedava çalışmaya teşvik eden politikacıları
kahraman bildim. Akıncılar örgütünün Ankara şubesinde ve
genel merkezinde aktif bir eleman oldum.
O günün ODTÜ'sünü tamamıyla kontrol altında bulunduran
silahlı sol örgütlerinin despot tavırlarını sınıfta
eleştirme saflığını gösterdim. Öğrenci temsilcisi
olduğum Ankara Cebeci'deki 300 kişilik Milli Gençlik
Vakfı yurdunun önündeki caddede afiş aşan bir grup
solcunun yanına sokularak yurdun yüz metre sağına ve
soluna afiş asmamalarını nazikçe rica edince çevirile
çevirile dövüldüm, kurşunlandım. Bu arada, sağcıların
egemen olduğu semtlerde bildiri dağıttığım için onlardan
da nasibimi aldım ve postu zor kurtardım. Konya belediye
secimlerinde, Elazığlı bir Akıncının bana verdiği
kullanmasını bilmediğim tabancayla sandık başında
kovboyluk yaparken yakalanıp hapishaneye girdim.
Belediye başkanı seçilen Keçeciler'in bana ve
arkadaşıma hergün gönderdiği kızarmış tavuk ve bir kilo
baklavayı koğuştaki cinayet ve soygun gibi suçlardan
mahkum olanlarla paylaştım. (O bir aylık sürede bir
romanı dolduracak kadar ilginç olaylar yaşadım).
1979 yılında tekrar sınavlara girerek ilk tercihim olan
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesine
girdim. Ne var ki, o günün gençliğini birbirine can
düşmanı yapan kaosundan kurtulamadım. Beni öldürmek
isteyen sağ ve sol örgütlerin düzenlediği bir çok
süikast eylemine rağmen yaşadım. Ne var ki bana çok
benzeyen bir arkadaşım solcular tarafından sokak
ortasında öldürüldü, bana hedeflenen ateşlere muhatap
olan bir arkadaşım yaralandı, beni Kartal 2'nci Zırhlı
Tugayı Cezaevinde öldürmek isteyen bir sağcı militan
yanlışlıkla bir arkadaşımı ciğerinden şişledi.
1978 yılında, 50-60 lise öğrencisini o günkü politik
amaçlarım doğrultusunda eğitmek ve kullanmak amacıyla
örgütledim. Fatih Camisinin etrafını saran kubbeli
Vakıflar Yurdunun büyük bir odasını bu örgütün
kütüphanesi olarak kullandım. Kaderin ilginç bir cilvesi
olarak bu grubu FT/19 olarak adlandırdım. Akıncılar
teşkilatının ünlü lideri kardeşim Metin Yüksel Cuma
namazından sonra Fatih camisinden çıkarken sağcı
militanlarca avluda şehit edildi. Bu acı olay sonucu
kendimi tümüyle o günün gençlik kavgasına adadım. Beni
yıldırmak isteyen polis ve asker tarafından sürekli
rahatsız edildim. Sekiz-dokuz kez askeri tutukevlerinde
göz altına alındım. Günlerce, haftalarca beton tabanlı
hücrelerde yattım. İşkencelere muhatap oldum. 1979 ve
1980 yılları polis ve askerle saklambaç oynamakla geçti.
Bu arada Iran'daki sözde Islam devrimini kopya etmenin
hayallerini kurdum. Nihayet, 1980 yılının ilkbaharında
Pasdaran'ın (Devrim Muhafızlarının) lideri tarafından
gizlice İran'a davet edildim. İki haftalık ziyaretim
boyunca devrimin ileri gelen liderleriyle görüştürüldüm.
İran topraklarında Türkiye'ye yönelik yayın yapacak bir
radyo istasyonu gibi kültürel yardımlar beklerken
Türkiyeli Akıncıların Iran topraklarında silahlı eğitimi
görmesi önerisine muhatap oldum. Türkiye'ye döndükten
sonra benimle irtibata geçen bir İranlı'nın Türkiye'deki
askeri tesisler hakkında malumat toplamamı istemesi beni
iyice rahatsız etti. Beni casusluk gibi sinsi ve hain
bir iş için kullanmaya çalışmalarını yadırgadım.
1980 yılının Ağustos ayında, Gençlik ve Spor
Bakanlığının Çanakkale'deki tesislerinde düzenlenen
Dünya İslam Gençlik Konferansına katıldım. İki hafta
kadar süren bu konferans Müslüman Kardeşler örgütü
tarafından düzenleniyordu. Kırkı aşkın ülkeden gençlerin
katıldığı bu konferansta Güney Afrikadaki İslam
Propaganda Merkezi'nin lideri Ahmet Deedat tarafından
verilen seminer benim müthiş ilgimi çekti: Kuran'daki 19
Mucizesi. Kurucusu olduğum örgütümün ismi olan 19
rakamının Kuran'daki bir matematiksel sistemin kodu
olması ve eğer doğruysa böyle bir olayın felsefi
boyutlarının müthiş olacağı gerçeği karşısında
heyecanlandım.
Konferanstan bir hafta sonra, 11 Eylül 1980 gecesi,
Fatih sokaklarında, Müslüman Kardeşler teşkilatına üye
olan Mısırlı ve Suriyeli arkadaşlarla dolaşırken, beni
arayan polis tarafından göz altına alındım.
Karakoldayken askeri bir darbe olduğunu öğrendim. Tevhit
ve Hicret dergilerinde çıkan laikliğe aykırı
yazılarımdan dolay yargılandım. Avukatımın "yorum
yapalım kurtaralım" teklifini "tükürdüğümü yutmam"
diyerek tersledim ve yarım saat boyunca Selimiye'deki
sıkıyönetim mahkemesinde düşünce ve inanç özgürlüğü
konusunda nutuk çektim (savunduğum "şeriatın" düşünce ve
özgürlüğün amansız düşmanı olduğunu hiç düşünmeden!).
Sıkıyönetim hakimleri 163'üncü maddeden 6 yıl hapse
mahkum ederek beni yanıtladılar. Toplam dört yıl süren
hapishane hayatımı burada özetlemem mümkün değil. (1986
yılında bu konuda Kitap Dergisinde yapılan bir söyleşi
"Kitap Okumanın Zararları" adlı kitabımda
yayınlanmıştır). Siyasi suçlardan hüküm giymiş kişilere
yüksek öğrenimi yasaklayan YÖK kararından da payımı
aldım.
Sakıncalı piyade olarak yaptığım bir buçuk yıllık
askerlik dönemi de apayrı bir macera. Hayatımın en
önemli olaylarından birisini askerdeyken 1 Temmuz
1986'da yaşadım. Amerika'daki Dr. Reşad Halife ile
sürdürdüğüm mektuplu tartışmaların sonunda nihayet o
gece "dini yalnızca Allah'a has kılmaya" karar verdim.
Hadis ve Sünnet denilen ortaçağ Arap kültürü ve
öğretilerini Kuran'a ortak koşmaktan vazgeçtim.
1987 yılında, geleneksel-mezhepçi İslam'a olan ilk
eleştirilerimi "İlginç Sorular-2" kitabıyla yayımladım.
Kitapları yıllarca "best seller" olan ve dinci kitle
tarafından bir kahraman olarak bilinen genç bir yazarın
bu cüreti bağışlanmadı. Sünnetçi-müslüman bir dergi önce
babamın hakaret dolu bir eleştirisini yayımladı. Bunu
daha sonra diğer mezhepçi yazarlar izledi. Kısa sürede
kendimi müthiş bir saldırı karşısında yalnız buldum.
Hakaretleri tehditler izledi. Dost bildiklerim düşman
oluvermişti. Entellektüel geçinen yazar arkadaşlarım
tarafından bile aforoz edildim. Kitaplarımın dağıtımı
durduruldu. Kitaplarım kitapçılardan toplattırıldı. Bana
yöneltilen eleştirilere verdiğim cevaplar hiç bir dergi
ve gazetede yayımlanmadı. Hatta kendi imkanlarımla
yayımladığım "Sakıncalı Yazılar" adlı kitabımın ilk
baskısı matbaadan çalındı. Haftalık popüler bir derginin
kapak konusu olduktan sonra kendimi tarikatçı ve
mezhepçi gazetelerin manşetlerinde din adamları
tarafından "mürted" olarak ilan edilir buldum. Hadisçi-
Sünnetçi dinin terminolojisine göre "mürted" ilan
edilmenin "ölüm fermanı" ile eş anlamlı olduğunu çok iyi
biliyordum. Sonunda, Allah'in izni ve yardımıyla 1989
yılında Amerika'ya hicret etme imkanı buldum.
Amerika'da bulunduğum süre içinde, Türkiye'de YÖK'lenen
Yüksek Öğrenimimi devam ettirmeye karar verdim. Lise'yi
dışardan bitirerek Arizona Üniversitesine girdim. İki
bölümü, Felsefe ve Yakın Doğu Bilimleri bölümlerini
iftiharla bitirdim. Bu arada Arizona'daki liselerde
part-time öğretmenlik, üniversite'de belleticilik ve
assitanlık yaptım. Kuran'dan başka dini kaynakları
reddederek İslam'da reform hareketini destekleyen
Renaissance Institute, International Community of
Submitters ve The Monotheist Productions için İnglizce
kitaplar ve makaleler yazdım. Boston'daki Massathusetts
Universitesinde baslattığım Eleştirel ve Yaratıcı
Düşünme master programını ailevi nedenlerle kesmek
zorunda kaldım. 1998 yılında Arizona Üniversitesi Hukuk
Fakültesinden hukuk dalında doktora aldım.
İran asıllı Amerikalı bir diet (gıda) uzmanıyla evliyim.
Oğlum Yahya ve Metin, üç dilin (İnglizce, Farsça ve
Türkçe) konuşulduğu bir evde yetişiyorlar. Oğlum Yahya
şu anda birkaç alanda beni geçmiş durumda: kompüter
oyunlarını benden daha iyi biliyor, "roller blade" ile
hockey oynayabiliyor, piyanoyu benden daha iyi çalıyor,
klarnet ve violin dersleri aliyor, İnglizce'yi Amerikan
şivesi ile konuşabiliyor ve beni pek yakında satrançta
yeneceğine inanıyor. Küçük oğlum Metin'in marifetlerini
ise yakında göreceğiz. En güzeli, her iki oğlum hanımla
birlikte kıldığımız namazlara arada bir seve seve
katılıyorlar ve özgürce düşünebilmenin ve korkmadan
herşeyi soruşturabilmenin ve eleştirmenin keyfini
yaşıyorlar. Darısı tüm çocukların başına. . . (Inglizce
bölümde CHILDREN kategorisinde Yahya'nin günlüğünü ve
Metinle birlikte resmini bulabilirsiniz).
__________________ "Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz"
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma