Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Hz. Muhammed vefat ettikten sonra 20 yıl geçmeden tartışmalar içeriden başlamıştır.İlk vefat esnasında sorun çıkarmak isteyenler olmuşsa da Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ömer döneminde bir sorun çıkmamıştır.En yakın arkadaşlarının henüz yaşaması ve etkin olmaları sebebiyle kimsenin dine bir zarar verme teşebbüsü de olamazdı.Halife seçilirken bile yaşı 71 olan Hz.Osman’ın halife olması 30 yılık adil ve kurani anlayışın bozulmasını isteyenler için bir firsat oldu.Kendisi çok bilinçli olmasına rağmen aşırı yumuşak huyluluğu ve yaşının ileri olması bazı tavizlerin verilmesine sebep oldu.
İslamın ilk yıllarında müslüman tüm bilinçli sahabeler bulundukları yerlerin valilik görevlerinden alınarak yerlerine Emevi soyundan çoğu Müslümanlığı bile bilmeyenler getirildi.Halkın tüm isteklerine rağmen yönetim kimseyi dinlemedi.Mervan denen şahsın Halifenin Sekreteri olmasıyla sahip olduğu etkinlik sebebiyle Hz.Osman’ın ikinci altı yılını Mervan dönemi bile sayılabilir.Merkezi yönetiminin tüm hatalarına rağmen halifelik hukuku bilinmediğinden azledilme olayı düşünülmemiştir.Mervan’ın, Hz.Osman’ın haberi olmadan onun mührünü kullanarak merkezi yönetimin hatalarına karşı açık muhalefet edenlerin öldürülmelerini istemeleri bunların Medineyi basmalarına sebep olmuştur.Hz.Alinin tüm çabalarına rağmen Mervan tipliler yönetimde kalmış, neticede bir grup Hz.Osmanı şehid etmiştir.
Hz.Osman’ın şehadeti bir kısım için büyük bir fırsat olmuş .bunlar,onun kanını bahane ederek merkezi Halifeyi tanımamışlardır.Hz.Ali önce iç düzenin sağlanması gerektiğini sonradan katillerin hesabını sorulması gerektiğini söylemiştir.Ancak Hem Şam Valisi Muaviye ki bu Emevidir hem de Talha Zübeyr ve Hz.Aişe gibi bilinçli sahabelerden de bazıları karşı çıkmış Cemel denieln savaşında Hz.Alinin güçlü kanıtlarıyla vazgeçmişlerdir.
Ancak Muaviye Hz.Alinin haklı olduğunu gösteren nice kanıtlara rağmen vazgeçmemiş ve amacının İslami olmadığı net anlaşılmıştır.Amr.bin asın da etkisiyle yaşanan tüm olumsuzluklarda büyük etkileri olmuştur.Sıffında karşılaşan bu ordu da Muaviye kantlara rağmen savaşa devam edince yenilme sürecine girdi.Amr tam zaten yeniliyorken bir diplomasi dehasını da burada kullanmış ve mızraklara kuran sayfaları eklemeyi aralarında hakem olunmasını istemiştir.İlk başta düşünülmeyen bu durum tam yeniliyorken düşünülmüş Hz.Ali tarafından çoğu bedevi bazı saf müslümanlar Hz.Aliye rağmen buna kanınca kabul edilmiştir.Bir kısım ise Buna karşı çıkmış ve Hz.Ali Hakem olayını kabul etti diyerek ayrılmıştır.Çoğu bedevilerden oluşan kendileri dışında herkesi kafir gören bunlarla da hz.Ali mücadele etmek zorunda kalmıştır.Ancak bunlar fazla sorun olmadan ortadan kalkmıştır.Kalıntılarından biri olan ibni Mülcem ise H.zAliyi şehid etmiştir.
Emevi dahisi amr burada Muaviyenin hakemi olmuş, Alinin hakemi Ebu Musa ya tuzak kurmuştur.Antalaşmalarında her iki taraf ta azlolunacaktı.Amr Ebu Musaya sen ilk Müslümansın falan diyerek ilk Ebu Musanın karar vermesini istedi.Ebu Musa karara bağlı kalarak ikisini azletti.Emevi Amr ise Emevi Muaviyeyi seçerken Hz.Aliyi tek azletmiştir.hem karara bağlı kalmamış hem işi daha da körüklemiştir.Artık İsla alemi iki başlı bir yönetime sahip olmuştur.Merkez de olan ve herksein kabul ettiği Hz.Ali.Şamda olan ve çoğu İslamı iyi bilmediğinden duygusal olarak heyecanlanmaya açık ooan yerde de Muaviye...Hz.Osman’ın kanının mescide getirmiş ve öcü alınmadan işin bırakılmayacağını söylemiştir.
Hz.Alinin şehid edilmesiyle meydan artık Muaviye ye kalmıştır.Bundan sonra yönetimin tüm kadrolarında Emeviler hakimdir.Karşı çıkan herkes tektir ve bir kadrosu da yoktur.Bunun için Hz.Hüseyin,Abdullah bin Zübeyir,karşı çıkmışlarsa da başaramamışlardır.Biri nerdeyse tüm soyuyla feda olmaktadır hem de Hz.Muhammedin torunu oldukları halde...Diğeri kabede krunmak istemiş ancak emeviler Kabeyi mancınka tutarak hem onu şehit etmiş hem de Kabeyi basmıştır.Hutbelerde artık hz.Ali ve soyu sövülerek vaazlar okunmuş yaşları 80-90 olan bir kısım sahabe dayanmayarak karşı çıkmış karşı çıkanlar mescidin içinde asılmıştır.Medine dahi basılmış bazı kitaplara göre bazıların namusuna geçilmiştir.Ömer bin Abdülaziz dönemi tek ideal İslam uygulanmıştır ama hemen zehirlenmiş ve hükmü sadece 2 yıl sürmüştür.Diğerlerinin içinde kimi kuranı oka tutmuş kimileri sultan olduktan sonra kurana artık senle son görüşmemiz demiştir.
2.İnanç olarak Emevileşme süreci.
Hz.Osman döneminden başlar ve Hz.Ali döneminde had safhaya ulaşır.Hz.Ali sonrasında ise yerine oturur.Şimdi ele alalım
1.Ehliyet :Resmen Hz.Osman döneminde, fiilen Mervan döneminde Yöneticilikteki ehil olma prensibi göz göre göre yıkılmıştır.Hz.Peygamber- ehil olsa- burnu kesik ve siyahbiri dahi olsa ona uyun derken bunlar bunu yıkmıştır.Rivayeti Muviyeye dayanan Halifelik Kureyştendir hadisini uydurmuşlardır.Vedaa haccında söylenen ve ele aldığımız ehliyeti öneren, sağlamlığı çok kişiye dayanan mütevatir hadis duruken, Muaviyeye dayanan ve tek yolla gelmiş bir rivayetin neden daha çok benimsendiğini anlamış olmalıyız.Yanı sıra Muaviyeden sonra Hz.Hüseyin başta olmak üzere bilinçli ve ilim sahibi daha iyi halifeliği uygulayacak çok insan varken keyifçi olduğu sabit oğlu yezidi kendisine veliaht tayin etmesi de bu prensibi yıkan en önemli bir etkendir.İslam bir yönetim biçimini önermemekle beraber yöneticilikte ehliyet diğerleri ile istişare anlamında şura ve tüm halk üzerinde adalet tavsiye edilirken,ehliyet zaten anlattığımız şeklinde yıkılırken hiçbir kararda Emevi Hanedanı dışında kimse ile danışılmamış ve Arap olmayanlara da Köleler anlamında Mevali denilerek adaletsizliğin katmerlisini uygulamışlardır.
2.Hadis Uydurmacılığı: HZ.Peygamberin Allah’ın hükümlerini bize anlatmada birinci olduğunu biliyoruz. Vahyin muhatabı olan Zat elbette onun gerçeklerini bizden daha iyi bilecektir. Ancak neyin nerde söyleneceğini ve söylendiğini iyi anlamak gerekir. Yaygın görüşe göre Rasulullah sözlerinin Kuranla karışmaması sebebiyle yazılmamasını istemiştir. Ancak söylediklerinin hazır olmayanlara ulaştırılmasını -başta veda Haccında olmak üzere –ise telkin etmiştir. Bu bağlamda Hadis olayının sözle nakledilmesi hedef edilmiş, diğer taraftan ise kendisine yalan isnat edeninde büyük bir vebal altına gireceğini belirtmiştir. Hadis nebevi metodun sözlü kısmıdır ve Kuranın genel kuralları ile çelişmez. Öyle gözüken hadis olursa önce tarihselliği bağlamında düşünülüp yorumlanır, aksi takdirde hadis olmadığı anlaşılır.
Hadis tarihinin geneline girmeden söyleyecek olursak sözlü sünnetin yazıya geçirilişi düşünülen bir metod değildir.Çünkü Kuranda hükümler açıklanmış ve Efendimiz de var olan sorunları bizzat çözdüğünden yazılmamıştır.Kuranın yazıya geçirilmesi ,biraraya getirilmesi ve çoğaltılması olaylarında hadislerle ilgili bir gelişme görülmez.Bu yazılı olmamasının da bir sonucudur.
Hıristiyanlığın ilk üç yüz yılı, Roma devleti ile şiddetli çatışmalar içinde geçti. Milano fermanıyla Roma'ya iltihak eden Hıristiyanlığın adeta kimyası bozuldu ve başkalaştı. Bu süreçten sonra, din ile devlet el ele vermiş, biri diğerini palazlandırarak, önceleri politeist temelde bir tanrı devlet anlayışına dayanan Roma siyasal düşüncesi, bu defa Hıristiyan teolojisine dayalı bir tanrı-devlet konsepti geliştirdi. Önce aklı işlevsizleştirerek, dogmatizm ve fanatizmi yaygınlaştırarak, Sümer Nemrutlar hanedanının ve Mısır Firavunlarının köleci düzenini yeniden kurdu. Böylece Hıristiyanlık, Romalı egemenlerce tanrı-devletin yeniden inşasının temel taşı haline getirildi. Bu statü, Batı'da aydınlanma sürecine dek varlığını sürdüredurdu.
Hz. Muhammedin İslam vahyi, Hıristiyanlığın ilk üç yüz yıldaki pratiklerini kutsayarak; ilk üç yüz yıldan sonraya ait pratiklerini de lanetleyerek ortaya çıkıyor; tanrı-devlet konseptine karşı duruyor, Hıristiyanlığın tanrı-devletin yapı taşı haline getirilişine karşı bir duruş sergilemiş oluyordu. Kuşkusuz tanrı-devlete karşı geliştirilen bu yaklaşım ve duruş tarzı, vahiy geleneğinin başat karakteristik özelliği idi. Babil-Mezopotamya kültür ortamında tanrı-devlete karşı ilk siyasal muhalafeti geliştiren peygamber, Hz. Muhammed'in de atası olan İbrahim peygamber idi. Tanrı-devlete karşı bu duruşu Mısır firavunlarına karşı Hz. Musa sürdürmüş, Roma Sezarlarına karşı da Hz. İsa sürdürmüştü.
İslam vahyi, önce akla gerektiği rolü vererek ve aklı tanrı-devletin köleleleştirici boyunduruğundan özgürleştirmenin formüllerini ortaya koyarak işe başladı. Kur'an'ın akla çok sık referans vermesi ve aklını kullanmayanların pislik (rics) içinde kalacaklarını söylemesi ( Yunus Suresi: 100) bu kabildendir. Ne var ki köleleştirici tanrı-devlet ağlarını kurmuş, pusuda beklemekteydi. Hz. Muhammed'in vefatı üzerinden daha çeyrek asır geçmeden, tanrı-devletin ayak sesleri duyulmaya başladı ve Emevileşme süreci ile birlikte bu defa İslam payandalı bir tanrı-devlet zuhur etti. Bundan sonraki İslam Halifeleri de, Sümer Nemrutları, İran Kisraları, Mısır Firavunları ve Roma Sezarları gibi kendilerin tanrı ya da yarı tanrı haline getirmekte gecikmediler. Genetik kodlarını daha çok Roma'dan alan İslam hilafet sistemleri yakın zamanlara dek varlığını sürdürdü.
Türkiye'deki Cumhuriyet süreci, İslam patentli tanrı-devletin önemli bir kırılma noktasıdır. Hilafetin dağılması ile birlikte, bütün bir İslam coğrafyasında gelişen özgür din yorumları sayesinde İslam teolojisinde bir yenilenme meydana geldi ise de Ortadoğu'da gelişen vahiy geleneğinin ruhuna uygun ya da Ortadoğu vahiy geleneğinin özünü içinde barındıran Kur'an merkezli bir özgürleşmeden söz etmek henüz oldukça zor....
selamlar,<<sahabelerim gökteki yıldızlar gibidir>>hadisini belkide bunun için birileri uydurmuştu.yani onların sorgulanmaması,onlara ilahi ve dokunulmaz güçlerin verilmesi için uydurulmuştu.bu uydurma sözlere inanmakta yine onlara pahalıya patlamıştı. Hz_Ebu Bekir'e seni Allah'ın yolundan saparsan seni bu kılıçlarımızla doğrulturuz>> diyenler bir müddet sonra bu gökteki yıldız safsatasına inandıklarından olsa gerek Hz_Osman'ın hilafeti dönemindeki adil olmayan icraatlarına itaat edilmişti ve azledilmemişti kısacası osman bu dokunulmazlıklardan en çok yararlanan biriydi ve artık ümeyyeoğulları onun iktidarı döneminde devletin en kritik ve stratejik makamlarını ele geçirmişlerdi. zaten bu güç onlara,Hz_Ali'nin hilafetine kafa tutacak seviyeye getirmişti.öyleki Hz Ali bile onlardan çekiniyor olmalıki Hakem teklifini kabul etmişti.Aslında Kur'anın hükümlerine göre etmemesi gerekiyordu çünkü onların ülülemre itaat etmeleri gerekiyordu,halifeye ise sadece haramı emrettiğinde itaat edilmezdi,ama Ali haram bir şey emretmemiştiki,dediğim gibi Osman zamanında şımartılmışlığın çıkışlarıydı bunlar. yüce Rabbim<<etıyullahe ve etıyu rrasüle ve ülül emri minküm>> buyurmamışmıydı,ümeyyeoğullarıda dahil tüm halkın bu ayete göre halifeye itaat etmeleri gerekiyordu,ama bu itaate riayet etmeyenler suçlanacakları yerde bu duruma karşı çıkan haricileri suçlamıştı bay sünni geçinen güruhlar.Haricilerin hakem olayını kabul edenleri kafir olarak suçlamaları belki yanlış bir şeydi,ancak Allah'ın ayetlerini savunan hariciler maalesef kılıçtan geçirilmişlerdi. Bence Ali'nin en büyük stratejik hatası bu olmuştur,dostlarını artırma siyaseti yapacağı yerde düşmanlarını artırma siyaseti güderek hem pek çok müslümanın kanına girmiş,hemde hilafeti uzun ömürlü olamamıştır.adeta emevilerin iktidara gelmesine bilmeden veya bilerek zemin hazırlamıştır. selamlar,sevgiler.
önce tarihi bilelim.muaviye hiçbir zaman ali ye beyat etmemişdir.ali osmanı öldüren grubun elemanlarını vali ve ordusuna komutan ilan etmedimi?halifeyi öldürenlerden intikam alması gerekirken o grubu yok etmesi gerekirken..ne yaptı?vali ve komutan.arkasına osmanın kanını almak zorundamıydı?hilafet buna değermiydi?
muaviye ve emevi düşmanlığı gözünüzü kör etmiş....yalan yanlış herşeyi konuşun bakalım...
muaviye ile ali arasındaki mücadelenin hükmünü ALLAH verecekdir.kılıcımın ve kanımın bulaşmadığı bir mücadeleye dilimide fazla bulaştırmak istemiyorum...
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
selamlar,kıymetli el_turki kardeş, 1-o sözünü ettiğin vali ve kumandan yaptığı kimselerin adını öğrenebilir miyim? 2-Ali'nin yanlış politikalarından birinide sen itiraf etmişsin.o halde bizim tenkidimizin nesini tenkit ediyorsun? 3-Bu itirafının sonucunda bir şey daha anlaşılıyorki hariciler,diğer kendini sünni gören güruhlara karşı daha haklı pozisyondadırlar.ama maalesef kader ve talih onlardan yana olmamış,haksız yere kılıçtan geçirilmişlerdir.Huzuru mahşerde onların kanının hesabını nasıl ödeyeceklerdir.Allah azizün züntikamdır.Allah mazlumların intikamını alacaktır. selamlar,sevgiler.
kays bin saad,muhammed bin ebu bekir,muhammed bin ebu huzeyfe ,el eşter en nehai......
talha ve zübeyir ilk başta aliye biat etmişlerdi.sonra aliye karşı savaştılar.çünki biatları zorla ve zorbalıkla olmuşdu.ogünlerde mısır,küfe basradan gelen ve halife osmanı öldüren asilerin kılıçlarının gölgesinde biat etmişlerdi.ali çok yanlış yaptı.bu şekilde halife olmayı kendisine yedirmemesi gerekirdi.hilafetten vazgeçip gerçek ve güçlü bir halifenin seçilmesini sağlayabilirdi.sonrada o asileri yerle bir edilmesini sağlamalıydı.
ama kendisi o asilerin omuzlarında halife olmayı tercih eddi.....dünya garip işte.muaviye düşmanlarıyla dolu.herkesin hatası vardır.muaviyeninde olmuşdur.alininde...benimde seninde...
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
Hariciler kimdir? ideoloji veya inançları nelerdi? İbn Teymiyye der
ki: “ Onların mezhebinin temeli Kur’an’ı yüceltmek ve ona uymaya
çağırmaktı. Fakat sünnetten ve cemaatten uzaklaştılar. Onlar, recm,
hırsızlık nisabı vb. gibi konularda Kur’an’a aykırı olduğu gerekçesiyle
sünnete uymayı doğru bulmuyorlardı.” (Mecmuatu’r Resail) hariciler Hakem kurandır.dediler.Hz. ali ve Muaviye taraftarlarını küfürle suçladılar. Hz. ali ayet doğru tevil yanlıştır dedi. Sonra 10 bin hariciyi kılıçtan geçirdi haricilerin içindede yüzlerce hafız vardı. Kıymetli arkadaşlar,bunlar (çatışmalar)aslında olayın inançsal veya siyasi boyutlarıydı,gelelim iktisadi boyutlarını da ihvanı safa risalelerinden öğreniyoruz. <<Üçüncü halife Osman bin Affan’ın, ikinci halife Ömer bin Hattab’ın toprak politikasında yaptığı iki önemli değişiklik, sonraki yıllarda büyük toprak sahipleri ve onlara ikta edilmiş topraklarda çalışan işçiler, emekçiler, toprak köleleri yani marabalar ordusu oluşturmuştu.
Ömer bin Hattab’ın özellikle Kureyş’in toprak sahibi olamayacağı ve Medine’den çıkamayacağı yolunda getirdiği yasağın kalkmasının İslam tarihinde sanıldığından çok fazla etkisi olmuştur.
Halife Osman’dan sonra Emevîler ve ardından Abbasîler bir ganimet, rant ve toprak ağaları devletine dönüşmüştü. Arabistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın, Mısır’ın verimli topraklarına tek başlarına sahip olan aristokrat bir zümre ortaya çıkmış, saray hayatı, debdebe, tantana almış başını gitmiş, ezilen halk kitleleri adeta kaderine terk edilmiş, Afrika’dan (zenc), Hind’den (zutt) getirilen köleler bataklıklarda, pirinç tarlalarında, maden ocaklarında karın tokluğuna çalıştırılmaya başlanmıştı.
Sadece doğu eyaletindeki Hindukuş gümüş madenlerinde 10 bin işçi çalışmaktaydı. Altın batıdan, özellikle Nubya ve Sudan’dan getiriliyordu. Bakır Isfehan çevresinden elde ediliyordu. Basra körfezinden inci çıkarılıyordu. Altın ve zenci köleler Doğu Afrika’dan, misk Tibet’ten, kaliteli kumaş Malaga’dan, ipek elbiseler, toprak mamulleri ve kağıt Çin’den, kilim ve yaygılar Ermenistan’dan, baharat değerli taşlar, ilaçlar, mızraklar ve kafur Hindistan’dan, pamuk, ipek dokumalar, kağıt, kürk ve Asyalı köleler Maveraünnehir’den, kilimler, başlıklar, meyveler ve içecekler İran’dan, keten elbiseler, eteklikler ve yaygılar Bizans’tan getirilmekteydi.
Böylece muazzam servetlere sahip tüccar tabakası oluşmuş, bir kısmının serveti milyonlara varmıştı. Mustağni bir sermayedar sınıf (bahçe sahipleri) oluşmuş, anonim şirket (Şirket el-Daman), bağımsız şirket (Şirket el-Muvefaza) türünde doğudan batıya uzanan dev şirketler (küresel sermaye!) meydana gelmişti.
İmparatorluk topraklarında yaşanan muazzam gelişmenin (büyüme!) Karmatîlerin felsefi proğramı olan İhvan-ı Safa Risaleleri’nde sınıfsal analize tabi tutulduğunu görüyoruz. İhvan-ı Safa o günkü toplumu üç tabakaya ayırır: Zenginler, orta halliler ve yoksullar…
İmparatorluğun büyük şehirlerinde böylesi bir gelişme ve büyüme yaşanırken iç bölgelerde sefalet de alabildiğine derinleşmişti. “Ipıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, yıkık damlar” kendi haline terk edilmişti. Buralarda binlerce kişi zor şartlarda çalışmakta ve yaşamakta idi.
Statükocu fıkıh zekatı 40/1’de dondururken tarih akıyordu. Tarihin gerisinde kalmama çabası demek olan içtihat, bu uçurumu gidermek ve sefaleti ortadan kaldırmak için bir türlü işletilmiyordu. Böylece zekat kısa sürede nostaljik bir dini ritüel haline geldi, fıkıh kitaplarının sarı sayfalarına hapsoldu. Ama hayat durmadı, alabildiğine gelişti, karmaşıklaştı, çelişkiler derinleşti. Böylece İslam’ın yayıldığı yerlerde peygamberin rüyasının aksine zengin ile yoksul arasındaki uçurum kapanmak bir yana iyice açıldı…
Erken dönemlerden itibaren Mevâlîler, Şiîler, Haricîler, Mutezilîler, Horasanlılar, Hürremîler, Zenciler, İsmailîler, Karmatîler gibi isyan hareketlerinin yatağının işte bu “ıpıssız aşıyanlar, kimsesiz köyler, yıkık damlar” olduğunu görüyoruz. Sosyal hayat boşluk kabul etmez; İslam’ın imparatorluklarla birlikte ortaya çıkan müreffeh yüzüne karşılık, öteki yüzünün de beraberinde yükseldiğini, tarih boyunca isyanlarla kendini gösterdiğini görüyoruz.
Sünnî zihin “ıpıssız aşiyanlardan, kimsesiz köylerden, yıkık damlardan” çıkan bu hareketlerin tarihini bilmez. Saray tarihçileri bu hareketleri aşağılık yaftalarla mahkum ederler. Bu tür kitaplarda “zındıklık, sapıklık, dinsizlik, servet düşmanlığı, malda ve kadında ortaklık, namazı inkar, sünneti red, Kabe’yi yıkma, çapulculuk, haydutluk, teröristlik” gibi ithamların bini bir paradır.
İslam tarihini galiplerin gözüyle okuyanların beyinlerinin böyle yıkandığını, İslam’ın öteki yüzünün özenle yok sayıldığını görüyoruz. Bu amaçla el-Muhtare örneğinde olduğu gibi şehirleri yok edilmiş, kitapları yakılmış, tarihe sarayın penceresinden bakmamız sağlanmıştır.
Not:Bu yazının bir kısmı(<< >>)işaretli kısmı,bu sitede yorumları bulunan asım adlı yorumcu arkadaşın yorumlarından alıntıladım.asım kardeşime de bu güzel araştırması için teşekkür ediyorum.
Bir toprağı işlersen, TEK BAŞINA işlediğince tamamı senindir. Ancak o toprağı diğerleriyle beraber işlersen onlar seninle, o toprak üzerinde aynı hisseye sahiptir ve sen diğer toprakları da işlersen ondan gelecek olan kazançlarda senindir. Diğerlerinin bilmediğini bilip, bu bilgini kazanç için sarfettiğinde senin hissen onlardan biraz daha fazladır. Ve sen her emeğin karşılığının olduğunu olacağını bilip öyle çabalarsan, o emeklerin de karşılığını yine diğerlerinden fazla bir pay olarak alacaksındır.
Oysa günümüzde, emeğin değerliliği gözardı edilmiştir. Emek değersiz görülmüş ve hatta öyle belletilmişse, toprağı işleyen adam, diğerlerinin iş verenidir. İş veren ise onların sahibidir. Onlar bir sahibe sahip iseler, o işverenin kullarıdırlar. Ve kulun kulları ise anılmaya layık değillerdir.
Çocuklarınızı rızık kaygısıyla öldürmeyin çünkü rızkı veren verecek olan biziz uyarısı, çocuklarınızın da sizin de sahibi biziz anlamına gelir. Kazanç dağılımının anormalliğini, hak hukuk din sistem yasa ve asayiş çamuruyla örten kimseler elbet ölümlüdürler. Ölümlü adamların kuyrukları sıkıştırıldığında yasalarına en büyük hasımlığı yine onlar işlerler. Evet evet evet.. yanlış yaptık derler lakin onlara dedirtmek gerek.
selamlar,kıymetli dostlarım: Sünnilerin şöyle bir iddiaları vardır.Haricilerin öldürülme
veya kılıçtan geçirilmesi meşruymuş,çünkü onlar örneğin Hakem olayını
kabul ettikleri ve Allah'ın hükmü ile hükmetmedikleri gerekçesiyle Hz.
Ali ve taraftarlarını küfürle suçlamışlardı.pekala şimdi böyle bir
durumda bu iddia doğru mudur?Yani bir insan sizi kafirlikle suçlamış
olsa onu öldürme hakkına sahip olur musunuz?isterseniz bu meseleyi biraz
irdeleyelim.küfür ne demektir,önce onu öğrenelim,küfür genel olarak
inkarcılık,doğruyu ve hakkı kabul etmemek veya reddetmek olarak
bilinir.Yani birisi sizi hakkı reddetmekle suçladığı zaman sizin onu
öldürmeniz meşru olabilir mi?isterseniz bu sorunun cevabını Kur'anda
arayalım bakalım Kur'an bizi bu konuda nasıl aydınlatıyor. Nisa92:''Bir mü’minin diğer bir mü’mini öldürmeye hiçbir şekilde hakkı yoktur.Hata ile öldürmenin de cezası vardır. Hata
ile bir mü’mini öldüren kimsenin mü’min bir köleyi esaret
boyunduruğundan kurtararak hürriyetine kavuşturması ve ölenin
ailesine,vârislerine teslim edilebilecek bir diyet vermesi
gerekir.(Ahmet Tekin Meali) Maide32:'' İşte
bu yüzdendir ki,İsrâiloğulları’na şu hükümleri,yazılı kural haline
getirdik.Kim
haksız yere,kısası gerektiren bir sebep ortada yokken veya
yeryüzünde,kanının heder edilmesini gerektirecek bir
bozgunculuğa,anarşiye
karışmamış bir kimseyi öldürürse,bütün insanları öldürmek gibi ağır bir
cinayet işlemiş olur, sorumlu tutulur.Bir kimseye hayat
veren,yaşamasına sebep olan da, bütün insanlara hayat vermek gibi büyük
bir
hayır işlemiş olur, mükâfatlandırılır.Andolsun ki,Rasullerimiz
onlara apaçık delillerle geldiler.Yine de,bundan sonra,onların
birçoğu yeryüzünde Allah’ın emirlerine âsi oldular,kural
tanımadılar,ağır-adaletsiz hükümler içeren kurallar uyguladılar,cahilce
aşırı
davranışlarda bulundular.(Ahmet Tekin Meali) isra33:''Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın.''(Diyanet işleri eski meali) Kehf74:''Musa: "Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın" dedi.
nisa93:''Kim bir mümini kasden öldürürse cezası,içinde
temelli kalacağı cehennemdir.Allah ona gazabetmiş,lanetlemiş ve büyük
azab hazırlamıştır.''buyurulmuştur. Kıymetli
dostlarım,demekki kendini ehli sünnet diye vasıflandıran aslında
sünnetüllahtan bihaber olan bu güruhun bu iddiaları batıldır,doğru
değildir.yukarıdaki ayetlerden de anlaşılmaktadırki Rabbime göre
öldürmeye,sadece nefsi müdafa durumunda izin verilmiştir,bunun
dışındakiler kesinlikle uydurmadır.Nefsi müdafa da bile bu durum
araştırılır,Neler mi araştırılır? 1-katilin,maktülü öldürme değil de etkisiz hale getirme imkanı var mıydı? var idiyse niye bu yola başvurmadı?,
2-gerçekten nefsi müdafa pozisyonu var mıydı? yani
katil 3 kişi de maktül bir kişi ise bunda nefsi müdafa durumu zor aranır
veya aranmaz çünkü onu etkisiz hale getirme imkanları görünmektedir.
3-maktül gerçekten katile silah çekti mi?güç
kullandı mı?yoksa sadece sözlü sataşmada mı bulundu?sözlü sataşma
öldürme için haklı gerekçe sayılamaz. selamlar,sevgiler.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma