Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sevgili Hasakçay,sakin olursak daha iyi anlaşırız.
Sözünü ettiğin kiliseye, Allah “Beytim” dememiş. Bu Beyt’in sahibi Allah, onun özelliklerini sayarken bunlardan biri de “güvenli” vasfıdır. “İnsanlar için emndir” derken, geçmiş yada gelecek demeden emninden sözediyor. Allah’ın Kuran’da Beyti için saydığı özellikler,yeryüzündeki bir konut için uygun düşmüyor.
Allah Beyti için şu vasıfları sıralamış:
1-İnsanlar için sığınaktır.
2-İnsanlar için güvendir.
3-Alemler için mübarektir.
4-Alemler için hüda / doğruyu, hakkı gösterendir.
5-İnsanlar için qıyam / ayakta tutan / hayat verendir.
6-İçinde açık ve net ayetler vardır.
7-İçinde İbrahim’in makamı vardır. / İçinde İbrahim oturuyor.
Ayrıca Allah, İbrahim’e beytinin yerini: “Kendisine hiçbir nesneyi ortak yapmamak” olarak göstermiş ve ondan Beytini tertemiz tutmasını istemiştir. Kirleyince / kirletilince süpürüp yıkamasını, silip boyamasını değil. Taharetin Kuranda maddi anlamda temizlik olmadığını erbabı anlar.
Bütün bular, sözünü ettiğim ev için de geçerlidir diye bilirsin. O zaman ben de, bu vasıflar, senin anlayışına göre, bizim Baykan’daki Veysel Karan türbesi içinde aynen geçerlidir, derim. Çünkü türbenin ziyaretçileri Kabe’yi tavaf eder gibi onu tavaf ediyor, ona adaklar adıyor, kurbanlar kesiyor, inançlarına göre de sevap kazanıyorlar. Kabe’ye nazaran artısı da var; Yapının ortasında demir kafes olarak yapılmış tabandan tavana 5-6 m yüksekliğinde 1.5 m çapında bir kumbarası var; bir veya bir kaç ayda bir Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğü oradan çuvallarla para götürüyor. Hele Ramazan ve bayramlarda ciro patlaması yapıyor.
Bir ev içinde oturanı varsa mamurdur, aydınlıktır. Evin aydınlığı, yol göstericiliği evin kendinden olmayıp içinde oturandan ötürüdür. Şayet Allah’ın sözünü ettiği Mekke’deki bu mabetse bu ev, o ev ise, İbrahim’in ölümü ile karanlığa gömülmüştür. Muhammed’le yeniden ışık saçmaya başlamıştır diyorsanız, öyleyse O’ndan sonra ebediyen karanlığa gömüldü derim.
Vallahi, muhterem Hasan Akçay’ın evine aydınlanmak üzere gelen kişi, Hasan Akçay öldükten sonra da o boş eve gelmeye devam ederse havasını alır. Hasan Akçay’a hürmeten evinin etrafında dönmeye başlarsa ona en azından deli derler, en azından..
Aklımızı kullanalım, boş bir yapıtın insana hakkı, doğruyu gösteremeyeceğini akıl edelim artık. Allah’ın evine, girmek isteyen her insan her zaman ve her yerde ona gidebilmeli,girebilmeli sığabilmelidir. Allah nasıl her zaman, her yerde bulunuyorsa, istendiği zaman O’nun evi de orada olabilmelidir.
Hac/33’te “ecelen musemma”ya sen, “hayvanların Kabe’ye varacağı süre” deme hakkını nerden alıyorsun, söyler misin? Bu ve bundan önceki iki ayette hayvanları çağrıştıracak bir lafız geçiyor mu?
Şimdi Hac Sure’sinin 32 ve 33. ayetlerini elindeki bir mushaftan Arapça’sından takip et: 32’de “ŞEAİRALLAH”tan sonra bir tane uzatmalı “H” gelecek, işte bu “H” “ŞEAİALLAH”a tazima döner. Bu şeairullah’a tazim, kalplerin takvasından olan tazimdir. 33. ayetten okumaya devam ediyorsun, “LEKUM FİHA MENAFİU”. Buradaki uzatmalı “H” de aynı yere “ŞEAİRALLAH” a dönüyor. Ondan sonra da “MENAFİU”yu okuyorsun. Dört kelime sonra da “MEHİLLUHA” geliyor. Burada da uzatmalı bir “H” görüyorsunuz. Bu “H”nin mercii de “MENAFİ’”dir. İşte “Allah’ın şeairine /öğretilerine göstereceğiniz tazimin ulaşacağı yer ELBEYTÜLATİQ’dir. Ben Elbet’ül- Atiq’a cennet diyorum, siz de O EV diyorsun. Ben oraya ulaşana Allah’ın şeairi /Dini, ona olan tazim diyorum, sen hayvanlar diyorsun. İyi anlaşılsın diye de çocuğa anlatır gibi sana anlatıyorum. Benim çocuklaştığım gibi (!)
Şimdi anlata bildim mi benim cennete hayvanları göndermediğimi, senin ise anlamadığın için hayvanları Kabe’ye gönderdiğini. İlgili ayetlerin hiç birinde “o hayvanların varacağı...” manasını ima dahi edecek bir ifade yer almıyor. “mehilluha”daki “Hé” zamirini dört ayet önce geçen “ENÂM”a gönderemezsiniz. Buna kimsenin yetkisi de yoktur. Asıl rablık taslamak bu olsa gerek. Arapça bilmeyişin iletişimde zorluk yaratıyor. Sizin ona “o ev” demeye ne kadar hakkınız varsa benim de ona “cennet” demeye o kadar hakkım vardır.
Sözünü ettiğin “kadim” sözcüğüne gelince, konumuz olan kelime bu değil, “ATİQ” sözcüğüdür. Sen atiqa eski anlamında “kadim” diyorsun. Bense kısaca “özgür” diyorum ve bu söylediğim onun luğat manasıdır.
Muhabbetle.
“ ...FE HUVE ATİQ.” Cümlesini alıntıladığım kaynak:
Luğatın Adı: EL MUNCİD Fİ-L-LUĞATİ VE-L-EDEBİ VE-L-ULUM”
Müellifinin Adı: EL EB LUVİS ME’LUF EL YESU’İ
Bak.: ATEQA (AYN-TE-QAF) maddesi, sahifa :486.
Abdurrahman ÖZLÜK
|