Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Mutezile Yazdı:
''Böylece Kur'ana uygun olmayanları atıyor, ona ters düşmeyenleri mantığımı ve izanımı da işleterek kabul ediyorum. ''
Vehbi'nin Kerrakesi bu cümlede gizli. Sana göre -ve birçoklarına- göre bir hadis -siyer tefsir-islam tarihi T A S N İ F İ yapılmalı. Bu tasnif AKLA VE KURANA UYGUNLUK BAKIMINDAN YAPILMALI. Şimdi bu İslam anlayışı ortada binlerce tasnif edilmiş Hadis/tefsir vs götürecektir. Zira herkesin Aklı ve İmanı kendine yettiğinden, herkesin Ku'ran anlayışına kendine göre güzel ve uygun olduğundan ortalık kategorize edilmiş ama birbiriyle çelişen binlerce ''seçmece'' kaynakla dolacaktır. Bu TASNİFİ yapmaya mücaz olan birini-kurumu-mercii tanıyor musun? Eğer tanımıyorsan senin kendinde yapmaya selahiyet ve hak gördüğün bu tasnifi başka müslümanlar niye yapmasın? Son olarak bu tasnifi herkes k e n d i İzan ve bilgisi dahilinde yapar ve islamı öyle yaşar diyorsan eğer; Ku'randa ki vahiy hükmü bu mu? ''Her Mü'min kendi İslam'ını mı'' yaşasın der Ayetler?
|
|
|
Selam Mutezile
Konu hakkında ne düşündüğümü çok güzel özetlemişsin. Kur’an ve Akla uygun bir tasnif mutlaka yapılmalı. Şahısların yorumlarını din sayma anlayışı ve bu yorumlarla Kur’anı algılama zorunluluğun dayatılması anlayışı mutlaka son bulmalı. Mezhepler, cemaatler, tarikatler kendi liderlerinin görüşlerini dinleştirme yanlışına sapmadan onları sadece bir yorum, bir paket fikir olarak almalı. Önde, merkezde, odakta daima birilerinin yorumları değil kendi aklı ile değerlendirdiği Kur’an olmalı. Zira Allah Kur’anda insan tekiline seslenmektedir. Mesaj insanların imam, şeyh, dabbet saydıkları kişilere “bunları kullarıma iletin ve açıklayın” vazifelendirilmesi önkoşulunu içermiyor. Bu yüzden Allah beni muhatap alıyor ve bana akletmemi ve böylece iletisinin hikmetini düşünmemi öneriyor. Bu bağlamda kendisi ile kulu arasına aracılar sokulmasını da yasaklıyor. Tabiki “aracısız” derken bilgi, yorum, düşünce üretenlerin kale alınmaması gerektiğini kastetmiyorum. Zira örneğin Resuller Kitaptaki Hikmeti açıklamakla vazifeliler. Müminler de –kaynağı kim olursa olsun- hikmeti ve hikmetli yorumları “yitik mal” addederek kabullenmek, sözü dinleyip güzeline uymakla yükümlüler. Odakta olan “ben” her türlü üretilmiş bilgiyi dikkate değer sayarak Kur’anı anlamaya ve yaşamaya çalışmalıyım. Eğer böyle bir kapasitem yoksa o halde ben, Kur’anı ve aklımı odakta tutmanın zorunluluğunu gözardı etmeyerek, samimi bulduğum ve güvendiğim birilerinin paket fikirlerini dinleştirmeden almalıyım ve hayatımı bu seçtiğim “ışık kaynağına” göre düzenlemeliyim.
(Evet, Kur’an ve Akla uygun bir tasnif mutlaka yapılmalı. Ölçüt=Furkan atalarımızdan devraldığımız bilgi birikimi değil Kur’a+Akıl olarak belirlenmeli. Müminliğin gereği olarak, önce ve önde Kur’an, çünkü iman “önkoşulsuz” kabuldür malum. Sonra akla, çünkü Allah bizlerden ayetlerinin hikmetini araştırmamızı, bildirdiği mesajı mirasyedi yada ataist formatta değil düşünerek kabullenmemizi istemektedir. Kur’an düşünenlere değer vermekte ve en büyük ve temel ibadeti düşünme olgusu olarak ilan etmektedir.Ayrıca tabiki ayetler sadece Kitapta olanlar değil. Kur’anda “insan” ve “evren” de okunması gereken ve Kur’an ile entegre edilerek bir üçlü halinde değerlendirilmesi gereken bir kitap yada ayetler bütünüdür)
Senin de değindiğin gibi böyle bir tasnif yapıldığında ortaya bir curcuna ve sonucunda cıngar çıkması olası gibi duruyor. Fakat her kafadan bir ses çıkamayacaktır çünkü her kafa “büyük kafa” değil malum. İnsanların çoğunluğu bilgi üreticisi olmaktan yana değil üretilmiş bilgiyi tüketmekten yanadır. Bu yüzden curcuna, tekil anlamda fertler arasında değil üreticiler ve yoldaşları arasında olacaktır.
Bu sahada tek otorite sahibi olarak bir kurumu, bir merciyi de işaret edemeyiz. Yorum yapabilme kabiliyeti olanların tamamının -zenginliğin temini adına- önü açılmış olmalıdır. İçtihat=Yorum Üretme hakkı Yorum Üretebilecek kapasitede olan herkesin hakkı olmalıdır. Fakat malumdur ki bu kapı “açık olduğu iddia edilmesine rağmen” kapatılmıştır ve üstelik kapıya kilit de vurulmuştur. Müslüman Coğrafyalarda Yorumların dinleştirilmesinin, donukluğun, durukluğun ve aklın öneminin yadsınmasının tarihi belki de bu vahim yanlışla başlar.
Pekala curcuna ve cıngar çıkmaması olası değil mi? Aslında tabiki olası. Özgür düşünebilen, başkasının bilgisine yada bilgi kaynağına ve yaşamına saygı duyabilen kısacası medeni davranabilen bireyler olunsa tabiki hırgür olmayacaktır. Farklılıklar ve aykırılıklar çatışma vesile değil zenginlik göstergesi sayılsa tabiki kavga çıkmayacaktır. Bu düşünce yapısında olabilsek bu bağlamda tabiki sorun kalmayacaktır. Burada akla şöyle bir soru geliyor. Bahsettiğimiz bu ideal, Müslüman Coğrafyada tarihsel süreç içinde hayata tatbik edilebilmiş mi? İstisnalar gözardı edilirse ne yazık ki edilememiş. Acı ama gerçek…
Ben iletişimin ve etkileşimin maksimum düzeye geldiği günümüzde Müslümanların artık kozalarından çıkacağına, bu acil çözüm bekleyen en önemli sorununu mutlaka çözeceğine inanıyorum. Şimdi değilse bile gelecekte… İnanıyorum çünkü 10 yıl öncesine, 30 yıl öncesine göre ilerleme var. İnanıyorum çünkü etkileşimin bu düzeyde olduğu bir ortamda değişimin önünde durulamaz. Değişim de gelişimi mutlaka doğuracaktır.
Dindarlık anlayışımızı köklü bir şekilde gözden geçireceğimiz ve bu sahada köklü reformlara imza atacağımız günler umarım yakındır. Zira bu yamuk dindarlık anlayışımızla hem kendimizi hem de dinimiz ziyan ettik. Hem de insanların dinden soğumasına hatta dinsiz olmasına vesile olduk.
Benzer mevzuda önceden yazmış olduğum bir yazıyı da buraya eklemek istiyorum.
Alperen Yazdı:
HANGİ İSLAM
Öncelikle Allah’tan olan ile kuldan olanı ayırmamız gerekiyor. Din ile diyanet farkını bilmemiz gerekiyor. Dinin sahibi Allah mı yoksa Allah+peygamber+mezhep imamları+şeyh efendiler ve diğerleri mi? Öncelikle işte bunu belirlememiz gerekir kanaatindeyim.
Bizler dinimizi yalnız Allah’a mı özgülüyoruz yani hanif miyiz yoksa dinimizin temel dayanaklarında Allah yanında başka birileri de mi söz sahibi. İşte bu temel ayrım noktası çok önemli.
Tek Mutlak, Tek Sahih, Tek Temel kaynak olarak Kur’anı belirlememiz esastır. “Tüm kitaplar tek bir kitabı daha iyi anlamak için okunur” denir ya bunun gibi diğer her türlü materyal yada bilgi kaynağı Kur’an yanında sadece birer malzemedir. Kur’ana eş, onun yanında ikinci yada üçüncü kaynak olamaz.
Evet işte bu en temel ayrım noktasında fırkalaşıyoruz. Her birimizin elindeki farklı bir İslam, değişik bir din oluveriyor. Her cemaat/klik/meşrep Kur’an ayetlerinden işine gelen bazı kısımlarını öne alıyor. Bununla birlikte din adına yetkili saydığı, söz sahibi saydığı bir takım beşere de ÖLÇÜ/KAİDE koyma yetkisi tanıyor. Ve bu ölçü ve kaideleri dinin bir gereği sayıyor. İşte böylece herkesin elinde kendilerine özgü bir İslam oluşmuş oluyor. Herkes kendi eliyle şekillendirmiş olduğu bu ucube yapı ile seviniyor, övünüyor ve kurtulacağını umuyor. Bu kul yapımı ucube İslam ile birilerini suçluyor, cehenneme yolluyor.
Sözün özü iki farklı İslam var. Sahibi Allah olan ve Kitabı Kur’an olan İslam ve sahipleri Allah+beşerden bazıları olan ve bol miktarda sahih kitapları olan İslam. Yani bir Hanif Din var bir de Şirk Dini var. Dindarlık adına, Allah rızası için Rabbimize şirk koşulması çok acı bir durum ama acı gerçek bu. Hanif Dinde tek bir öncül vardır: Kur’an. Şirk dininde ise bir çok öncüller vardır.
Şimdi şöyle bir soru sorulabilir. Hanif Din=Hanif İslam diyen insanlar da parça parça bunun sebebi nedir? Bunun sebebi Kur’an ayetlerinin yanında kişisel kanaatlerin de, ferdi yorumların da Allah Kelamına denk tutulmasıdır.
Kur’an ayetlerinden müteşabih olanlarını farklı insanlar farklı şekillerde anlayabiliyor. Buraya kadar bir sakatlık yok. Herkes gayet doğal olarak kendi bakış açısına ve kapasitesine göre yorumlayabilir. Sorun bu kişisel yorumları MUTLAK DOĞRU sayma noktasında başlıyor. İşte tam bu noktada Hanif Din=Hanif İslam diyenler de ayrışıyorlar. Ne yapılması gerektiği gayet açıktır. Muhkem ayetler ortak paydamızdır. Müteşabih olanlar hakkındaki fikirler de sadece birer YORUMDUR. Allah’ın bu ayetlerdeki muradının tam olarak ne olduğunu bilebilmek hiçbir beşerin tekelinde değildir. Hiçbir kimsenin bu konudaki yorumu Allah’ın kelamı sayılamaz. İşte bu konuyu böyle anlar ve kabullenirsek fırkalaşmadan Hanif Din olan İslam üzere olabiliriz. Yoksa herkesin bir dabbeti, herkesin bir resulü ve mehdisi olursa ve bunların yorumları “en doğru” bile değil, “tek doğru” sayılırsa fırkalaşmak kaçınılmaz olarak doğar.
Ama yorumları dondurmadan sadece yorum olarak alırsak sonuçta ayetlerle ilgili her türlü bakış açısı bizim bir kazancımız, zenginliğimiz olmuş olur. Bu güzel bakış açısıyla yorumların birini diğerine göre öne çıkarıp dondurmadan her birinden faydalanmak suretiyle çapımızı genişletebiliriz.
Bu dondurma işlemi neden yapılıyor acaba? Tekelleşme sevdasından…
Hasılı Kelam bence din adına yapılan yorumlarla din karıştırılıp ikisine birden iman edildiğinden ötürü fırkalaşmış durumdayız.
Evet şimdi en baştaki sorumuzu cevaplayabiliriz. Hangi İslam? Kur’andaki İslam. Ama… Amasını yukarıda anlatmaya çalıştım. Ah bu amalar olmasa...
|
|
|
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|