Yazanlarda |
|
halukgta Uzman Uye
Katılma Tarihi: 25 eylul 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Günümüzde başörtüsü konusu topluma bazı çevreler tarafından istedikleri doğrultuda o kadar dikta ettirilmiş ki özellikle kadınlarımıza, ya başörtüsü Allah emriyse kuşkusu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu konu üzerinde değişik bir bakış açısından bakmak istiyorum bu sefer.
Kuranı anlayarak okuyan bir insan kuranın hiçbir yerinde Allah kadın saçını örtmelidir diye tek bir söz bulamaz. Ne yazık ki başörtüsünün Allah emri olduğunu söyleyenler kurandan delil bulabilmek için Nur suresi 31. ayette geçen hımar yani örtü sözcüğüne başörtüsü anlamını vererek delil bulma çabasına girmişlerdir. Bir kısım meal tefsirinde (Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.) (Başörtülerini (göğüs) yırtmaçlarının üstüne koysunlar.) Bazılarında ise, (Örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar.) diye çevirmektedirler. Doğrusu Allah herkesin kendisinden sorumlu olduğunu söylüyor da, bizleri düşünmeye akıl yürütmeye davet ediyorsa bizlerde kimsenin etkisinde kalmadan bunu yapmalıyız. Aradığımız cevap, ya gerçekten Allah kadının başını örtmesini istiyorsa sorusuna cevap olduğuna göre, düşüncemizi ve araştırmalarımızı en kötü ihtimalden yola çıkarak yapmayı deneyelim. Aslında kuranda hımar sözcüğü ve ondan türetilen tüm kelimeler mecaz anlamları dâhil, örtü anlamında kullanılmasına rağmen biz korktuğumuz sorunun doğruluğundan yola çıkarak gerçek doğruyu bulmaya çalışalım.
Önce şöyle düşünelim acaba peygamberimiz bu ayetten ne anlamış ve bu ayeti nasıl tebliğ etmiş olabilir onu düşünelim. Güzel huylu, akıllı ve bizlere örnek olan peygamberimiz acaba kadınları toplayıp bu ayeti tebliğ ederken, Ey iman eden kadınlar, başörtülerinizin alt kısımlarını göğüs yırtmaçlarının üzerine salınız ki göğüs dekolteniz görünmesin bu Allahın sizlere bir ayeti bir emridir mi demiş olabilir sizce? Bir an, evet aynen böyle tebliğ etmiştir çünkü birçok mealde başörtülerinizle diye başlıyor ayet diyebiliriz. Önce şunu hatırlatmak isterim kuran ın anlatım biçimi, izahı ve kullandığı kelimeler o kadar özel ve özenle seçilmiştir ki, emri alan hiç kimse kendisine konuyu anlamakta zorlanmaz ve başka anlamlar asla çıkaramaz yeter ki insanlar kendisine öğretilenleri kurandan aramak adına sözcüklerin anlamları ile oynamasın. Şimdi yukarıda peygamberimizin kadınlarımıza özellikle tebliğ ettiğini kabul ettiğimiz şekli ile ayeti hatırlayalım. Eğer bu din özgür insan, köle ya da cariye diye ayırt etmeden tüm iman edenlere inmiş ise ki kuran böyle olduğunu söylüyor, bu ayeti peygamberimiz iman eden özgür, köle, cariye tüm iman edenlere bu şekliyle tebliğ ettiğini kabul etmemiz gerekir, ayrıca eğer böyle tebliğ etmiş ise, peygamberimizde bu ayetten başörtüsünün Allah emri olduğunu anlamış olmalı diye de düşünmeliyiz biran. Bu tebliği eğer bu şekilde yapmış olsaydı bakın cariyeler nasıl bir soru soracaktı o zaman peygamberimize? Ey Allahın resulü, siz başörtülerinizi göğüs yırtmaçlarının üzerine salınız diyor ve bunun Allah emri olduğunu söylüyorsunuz, ama biz köle ve cariyelere başın örtülmesi yasaktır bildiğiniz gibi. Özgür ve cariye kadınların ayırt edilebilmesi için bizlerin başını örtmemiz yasaklanmıştır, bu durumda bizler nasıl örtelim göğüs dekoltesini, bizim başörtümüz yok diyeceklerdi. Şimdi düşünmeye devam edelim. Sizce peygamberimiz bu ayetten kadın saçını örtmelidir emrini anlamış olup bu ayeti bu şekliyle iman edenlere tebliğ etmiş ise, cariyelerin hala başının açık gezmelerine izin verir miydi dersiniz? Bunu hatırlattığım bazı arkadaşlar yine beşerin öğretisini savunmak adına kuranı delil almaktan uzak, cariyelerin ve kölelerin hakları, kanunları ayrıdır deme yanlışlığını, hatasını gösterebiliyorlar. Hâlbuki Allah her şeyden nice örnekler verdim dediği kuranda, onların lehine elbette bazı ayrı kuralların uygulanmasını açıklamıştır. Örneğin aynı suçu işlemiş köle ya da cariyeye cezanın yarısını verin emrini vermiştir. Onların da evlendirilmesi, özgürleştirilmesi için kurallar koymuştur. Ama ne hikmetse başörtüsünden hiç ama hiç söz etmemiştir. Eğer peygamberimiz bu ayetten başın örtülmesi Allah emridir anlamını çıkarsaydı, asla ayrım yapmadan cariye, köle herkesin başının örtülmesini emrederdi. Bunun tersini düşünmek hem ayetin anlamını kendi düşüncene göre saptırmak, hem peygamberimize, İslam dinine saygısızlıktır. Allah eğer bu ayette kadın başının örtülmesini emretseydi bunu ayrım yapmadan emrederdi. Ayrıca Allah nice örnekleri değişik ifadelerle açıkladım anlayasınız ayrılığa düşmeyesiniz ayetlerine de uymaz. Allah kadının saçını örtmesini emretmiş olsaydı, açıkça kadın saçını örtmelidir derdi.
Bizler kuranı anlayarak okumadığımız ve Allahın emrettiği gibi özgür irademizle düşünmediğimiz sürece, bize öğretilenlerin etkisinden kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Peygamberimiz devrini düşünün, o devirden gelen hadislerde bile, kadın erkek birlikte abdest aldıkları örnekleri verilir. Birlikte abdest alan kadın başını mesh ettiğinde saçını açacaktır, kadının erkeğe saçını göstermesi haram olsa bunu nasıl yapar lütfen düşünün. Yine o devri hatırlayın, kadınlar saçını uzatıp örgü yaparlar ve arkalarına atarlardı yani açıkta kalırdı saçlar. Eğer kadın saçının günümüzde söylendiği gibi bir telini göstermesi haram olsa peygamberimiz nasıl müsaade ederdi tüm bunlara, bunları hiç mi düşünen yok?
Peygamberimiz eğer Nur suresi 31. ayette geçen hımar sözcüğünden başörtüsü anlasa ve bu ayetten kadının saçını örtmesi Allah emri olduğunu çıkarmış olsa, bunu tüm iman edenlere uygulatırdı. Allah ta kadının saçını örtmesini isteseydi açıkça kadın saçını örtmelidir derdi, çünkü Allah ayetlerini bakın nasıl gönderdiğini söylüyor?
Kehf Sur54. ayet; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.
İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.
Sizlere sormak istiyorum bırakın onlarca ayeti, yukarıdaki iki ayet ede uyuyor mu? Nur suresi 31. ayette geçen sözlerden kadın başını örtmelidir emrini nasıl çıkarabiliriz? Hani Rabbim insan için her türlü örneği değişik ifadelerle vermişti? Hani her benzetmeden nice örnekleri sıraladım diyordu? Doğrusu rahman da böyle yapacaklarını bildiğinden bakın bu sözlerin sonunda ne diyor? Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Evet Rabbim senin asla söylemediğin sözleri senin sözün diye ortaya sürdüler, elbette bunun hesabı çetin olacaktır. Doğruyu gerçek doğruyu Rabbim bilir, bizlere düşen peygamberimizin bizlere tebliğ ettiği kuranı, bir insan olarak diğer canlılardan farklı oluşumuzun tek özelliği olan, Rahmanın bizlere bahşettiği aklımızı kullanmaktır. Onu kullanmıyorsak bakın onlar için neler söylüyor Rabbim?
Enfal sur.22. Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.
Kuran kadının saçını örtmesini emretmez, ama örtmek isteyene e kimse aç diyemez. Başın örtülmesi tıpkı Araplarda olduğu gibi bir gelenektir ve iklimin gerekliliğidir. Bakın bu konuda sorduğum bir soruya Diyanetin cevabından bir alıntı vermek istiyorum. (İslâm dini tesettüre böyle önem vermekle birlikte, örtünmenin şekli konusunda ayrıntıya girmemiş, bunu örf ve âdete bırakmıştır. Böylece her çağda ve her bölgede bu emrin yerine getirilmesine imkân verilmiştir. Sonuç olarak tesettür evrensel, sürekli bir hüküm; örtünmenin şekli ise yereldir.) Allah örtünmeyi emreder hatta açıklamaya çalıştığımız ayette dikkat edin göğüs kısmının bile örtülmesi ayrıntısına girer kuran. Namus ve iffetli yaşamamızı emreder erkek ya da kadın olarak. Dikkat edin Diyanetin açıklamasında olduğu gibi örtünme hem örf ve adet, hem de bölgeye iklime göre değişen bir olgudur. Amaç iffetli ve namuslu yaşamaktır. Namus ve iffet kuranın bahsetmediği saçta değil, cinsel organlarımızı ve özellikle kuranın zikrettiği göğüs dekoltesini korumak ve kollamakla cinsel cazibeli dolaşmamakla namusumuzu koruyabileceğimizi ve Allahın emrettiği iffetli insanın bu şekilde olacağını bilmeliyiz. Başı örtenin iffetli sayıldığı zihniyetin tezahürünü günümüzde çok iyi görmekteyiz. Başını örtüp tüm cazibelerini sergileyenler yanlış zihniyetin bir ürünüdür. Daha 20 sene öncesine kadar analarımızın ve nenelerimizin başını nasıl örttüklerini hatırlayınız lütfen. Birde şimdiki halini düşünün, ne oldu da bir tek saç telinin görünmesi cehennemlik yaptı insanları, yoksa hâşâ birisine vahiy mi indi dersiniz? İşte güzel Kuran, işte güzel İslam dini. Onu anlayarak okursan sana rehber ve bir güneş olur. Eğer anlamadan okursan, rahmanın ne söylediğini ilk elden almıyorsan, beşerin sözlerine kanıyorsan, asla doğru yolda olduğunu bilemez ve kuranın rehberliğinden ve ışığından faydalanamazsın. Allah onun rehberliğinde ruhumuzu teslim eden kulları arasına alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
10.2.2008
“Fahişe örtülü değil, başı açıktır”
(Eski Asur Yasaları)
“Mü'min kadınlara da söyle;
gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar:
Görünmesi zaruri olanların dışında zinetlerini
açmasınlar ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar;
zinetlerini, kocalarından veya babalarından yahut
kayın babalarından yahut oğullarından yahut
üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut
kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut
kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden
veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya
henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından
habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler;
gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. ” (Kuran-Nur Suresi)
Şimdi
sadece “folklorik değer” kabul edilen eski toplum giyim-kuşam
biçimleri, tarihte bireyin, konumuz bakımından kadının, “hangi toplum
birim aidi ve sosyal konumunun ne olduğu” sorularına doğrudan yanıt
sunan belirlenim araçları olarak kullanılmıştır. Saç, sakal, bıyık
biçimleri; boyun, kol ve ayak takıları; giysi renkleri ve giyiniş
tarzları vb. eski toplumda, bir bakıma günümüzün modern kimlik kartları
anlamı taşımaktadır. Hızma, küpe, alındaki döğme, kolye, bilezik,
alınlık, şapka, yaşmak, madeni takılar, el, tırnak, yanak, göz boya ve
kınaları vb. sonraki bozulmuş halleriyle ‘süs ve ziynet’ araçları
haline gelmeden önce, eski toplumun her bireyi bakımından, kullanımı
zorunlu ve bu bakımdan kader ve belirleme sembolleriydi.
Geçen
yüzyılın sosyoloji araştırmaları, henüz bir örtünme duygusu ve olanağı
bulunmayan Amazon, Avusturalya ve Afrika yerli topluluklarının
birbirlerini bu tür belirleme araçları üzerinden tanıdıklarını
doğrulamıştır.
Bu
belirleme sembolleri, hem bireyin hangi toplum birimine ait olduğunu ve
hem de o toplum birim iç yapısı bakımından bireyin sosyal hak ve
yükümlülüklerini anlatıyordu. Şimdiki (torun) bireyler, kuş tüyü,
hayvan kemikleri veya ulusal özellik taşıyan renklerde manevi,
metafizik anlamlar bulsalar da, bu araçların hepsi geçmişte, her bir
(gerçek) topluluğu ve onun erkek ve kadınlarını belirleyen sembollerdi.
Daha gelişmiş hallerde ise genç kız ve delikanlıyı, ‘yurttaş’ (o toplum
birimin aidi) erkek ve kadından; dul ile kaynanayı öteki kadınlardan
vb. ayıran, sınıflayan ayraçlardı.
Kimi
Afrika kabilelerinde, bir kadının kaç kez dul kaldığını kesilmiş parmak
sayısından anlamak mümkündür; çünkü her dul kalışı, bir parmağını
adamasını gerektiriyordu. Sonradan birer ceza yaptırımı halini alacak
olan el, parmak, burun ve kulak kesmek, göz oymak (bunlara erkek ve
kadın sünneti ve bekaret zarının korunması da dahil olacaktır); toplum
birime geçiş (iniciation*) törenlerinin başlangıçtaki kutsal adak
eylemleri olarak, bireyin sosyal konumunun belirlenmesini sağlayan
unsurlardı.
Toplum
birimlerin bu tür belirleme araçları, eski insanın karşılıklı
ilişkisinde kullanılmaları zorunlu araçlardır da... Çünkü bu
belirlenimlerden yoksun birey, hiçtir. Günümüzün bazı modern
topluluklarında, sokağa çıkmadan önce kadının ‘süslenmesi’, takıp
takıştırmadan evden çıkmama alışkanlığı, geçmişin, uygulaması zorunlu
bu tür geleneklerinden güç alır.
Turuva’lı
Paris’in kaçırdığı Hellen, evlendiği gün tanrıça Afrodit’in verdiği
altın işlemeli yaşmağı başına geçirmişti; tarihte kadının evlenmesi ile
‘başının bağlanması’ arasında bir ilişki vardı. Bu tür araç-semboller,
ya kadının aidi olduğu eski birimin belirlenme göstergelerini (örneğin
saç biçimini) gizlemek için veya artık şimdi aidi olduğu yeni birimi
vurgulamak için kullanılıyordu. Aynı zamanda da, o kadının, üzerinde
diğer erkeklerin cinsel ilişki hakkı olan bir genç kız değil de, artık
bir erkekle evli bir kadın olduğunu da anlatıyordu. Anglosakson
cermenik boylarda da şapkanın ve değişik şapka biçimlerinin (veya
üzerindeki farklı sembollerin) kadının aidi olduğu birimin ve toplumsal
konumunun belirleyicilerinden biri olarak kullanıldığına pek şüphe yok.
Törenlere neredeyse şapkasız çıkmayan şimdiki İngiliz kıraliyet
kadınlarının ünlü şapka çeşitleri, eski cermenik toplum kadınlarının
aidiyet belirleyicisi olarak kullanmış oldukları şapkaların devamı
olmalıdır. Latin Amerika kimi yerlileri arasında da, şapkasız bir
kadın, neredeyse çıplak bir kadınla eş tutulur.
Dinsel hüviyetin
bir çok farklı toplum birimini toparlamaya başladığı noktada, eskiden
açıkça gösterilmesi zorunlu olan geçmiş toplumun bu tür belirlenim
araçları artık “gizlenilmesi” gereken bir “ağırlık” halini almaya
başlar. Başlangıçta farklılıkları vurgulamayı gerektiren ve taşınması,
takılması zorunlu semboller, şimdi artık birleştirici değil, ayrımcıdır
ve dini semboller, eski toplum birim ifadelerini, ya
takıp-takıştırmayarak ya da gizleyerek, ortadan kaldırmalıydı.
Yalnızca
kadınlar bakımından değil, erkekler için de geçerli bu “kapanma süreci”
(İslam’da takva giysisi), “tanrıların tekleşme süreci”ne koşut olarak
gelişmiştir ve yazılı veya sözlü kurallarla da yönetim tarafından da
toplum buna zorlanmıştır. Dolayısıyla, örtünme
anlamıyla ‘kapanma’, bu tarihsel dönem bakımdan, özünde sadece, toplum
birimin ve bireyin “farklılık sembolleri”nin gizlemesinden başka bir
anlam taşımaz. Bu işlemin doğrudan “erkek şehvetini artırma” veya
“cinsel iştiha” bağıntısı, (aydınlarımız , kadında ‘ziynet ve süs’ün
gizlenmesinin ne anlama geldiğini de sorgulamamışlardır genellikle!)
farklılık sembollerinin, kabileler arası eski ilişkilerden kaynaklanan,
kadın ve erkek arası evlilik-cinsel ilişki hak ve yükümlülüklerini
anımsatması bakımındandı ve Muhammed, kendi döneminde bu bağlantıyı son
derece net ifade etmiştir:
“Ey
peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; dış
elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler!
(Görünmesi zaruri olanların dışında zinetlerini açmasınlar...)
Bu, onların tanınma(ma)larına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. “ (Ahzab ve Nur Sureleri)
Kadının
kapanması ile ‘erkek şehveti’ arasındaki ilişkinin yanlış
gerekçelendirildiği, eski tapınak erkek giysisi kukuletalı pelerinlerin
de “kutsal giysi” olarak kullanıldığı dikkate alınırsa, çok açıktır.
“Kapalı” olan kutsal dini erkek giysileri, geçmişi “Sümer-Akkad”
dönemine dayanan ve Hıristiyan kilise ve
manastırlarında da kullanılan bir giyim tarzıydı ve erkeğin, eski
toplum birim nişanelerini gizleme giysisi olarak öne çıkmış olmalıdır.
Hıristiyan Hacı’sı olmak, Fıransızca’da “pelerine
bürünmek” anlamına gelen ‘pélérinage’dır; İslam’da da hacı olunduğu
sırada bütün erkek ve kadınlar ortak ak kutsal giysilere (ihram)
bürünerek farklılık belirleyen bütün araç-sembollerden arındırılmaya
çalışılırlar.
Hacı
olmak, eski dar toplum birim aidiyetinden kurtulmanın ve yeni bir “din
aidiyet birliği” içinde (Müslüman, Hıristiyan, Budist olmak gibi) yer
almanın sembolik ifadesidir. Mason localarının, şimdi bile
kullandıkları, ‘ceketleri çıkaralım’ deyişi, “oturup anlaşalım, kardeşleşelim; aidi olduğumuz birimlerden, onun sembollerinden arınalım” çağrısının bulanık bir anlatımı olarak günümüze ulaşmıştır. Mason birliklerinin ‘dinsizlik’le itham kaynağı da budur.
Öte
yandan, “Sümer tablet yazımları”ndan (onların doğru yorumu ile)
öğreniyoruz ki, eski toplum birimler arası, tipik biçimi ile
‘kardeşleşme’ süreci, bir toplum birimin kendi kadınlarını kendi
erkeklerine yasaklayarak, öteki toplum birimin erkeklerine ayırması (ve
tersi) üzerinden tam barışçı zemine oturtulabilmişti. Hiç olmazsa,
“kendi toplum biriminden kız alma yasağı” bulunan bazı “Sümer-Babil” toplumlarında bu böyle olmuş olmalıydı. Bunun izlerini, pirenseslerini ‘yabancı’dan
seçerek onlarla ittifak kurup ‘dost’ olan yakınçağ kıral-pirens
evliliklerinde bile izleriz. Fakat bu ilişkiler, eski toplumda
sanıldığı kadar kolaylıkla ‘töre’ler haline getirilemez.
Uruk
tanrıçası İnanna, geçmişte oluşturduğu çözümle, bütün “Sümer ve Babil
toplulukları”nın gönlünü fethetmiş ve binlerce yıl boyunca değişik
isimler altında tapılan tanrıça haline, süreç içinde gelmiştir. (Dini
kitapların “Havva anası” da, bu Tanrıça
İnanna’lardan birisiydi). İnanna, büyük olasılıkla, Eridu’nun (Ki-Enki,
Dingir-ra, Tanrı Şehri) “Balık” totemli toplum birimi erkekleri için
Uruk’ta bir “aşk evi” inşa ederek, onların ölüm korkusu duymadan, oraya
gelişlerini (“yabancı toprağa ayak basma”) bir savaş nedenine
çevirmeden, Uruk’a girebilmelerini sağlamıştı. Sümer İnanna’sı,
Babil’in İştar’ı, Balık totemli erkeklerinin
“gündüz geçip de gece gelince, ay ışığında” Uruk’lu kadınlarla
buluşabilmeleri için, korkusuzca ve güven içinde bu “aşk evi”ne
gelebilmelerine olanak yaratmıştı. Eski “Sümer” tabletleri bu nedenle,
Uruk’tan sürekli olarak “gönül okşayan güzel kız ve fahişeler şehri”
olarak bahseder.
Bu
basit “aşk evi”, giderek kutsal tapınakların içine girecek, hatta
bizzat kutsal tapınakların bizzat kendisi olacaktır. İnanna ile Uruk
tapınak modeli; aşk, evlilik, üreme tanrıçaları ve kutsal tapınaklar
çoğalacak, önce “Sümer” sonra da Babil’de, kadın ve erkek arasındaki evlilik-cinsel ilişki, dokunulmazlığı olan bu kutsal tapınaklarda gerçekleştirilmeye başlanacaktır. Avrupalı uzmanlarımızın, MÖ. 2500-2000’li
yıllarda “Sümer ve Babil” topraklarında keşfettikleri, sahipleri kadın
olan ‘Taverna’lar ile eski yasaların özel bir kategori olarak
bahsettiği ‘meyhaneci kadın’ kurumları, bu kez tapınakların, artık “aşk evleri” olma özelliğini kendisinden ayrıştırmaya başladığı süreci yansıtmaktadır.
Toplum
birim yöneticilerinin, “kutsal fahişe” olmayacak olan kızlarını evlilik
tercihlerinde özgür kılabilmek için, bir bölümünü “kutsal fahişe”
olarak tanrı ve tanrıçalar adına tapınaklara adamaları; ‘yabancı’
erkeklerin, bütün kadınları üzerinde olan eski cinsel ilişki haklarını, sadece bu adanmış ‘kutsal fahişeler’ üzerinden kullanmaları sonucunu doğurmuş olmalıydı.
“Sümer
ve Babil” döneminde topluma iyice yerleşen ve başlangıçta yalnızca,
“yabancı erkek”lere sunulmuş bu ‘kutsal fahişeler’, kutsal fahişe
olmayan öteki kadınları yeni tür evlilik ilişki biçiminde bir bakıma
özgürleştiren güçlerinden ötürü, başlangıçta toplumdan büyük destek
görmüşlerdi. Süreç içinde de, kendi arasında çeşitli kademelere sahip
olan yasal hiyerarşilerini yaratmışlardı. Eski yasalarda ve özellikle
Hammurabi yasalarında, farklı tapınaklara adanmış ve daha o zamandan
farklı düzeylere çoktan ayrışmış bir dizi kutsal fahişelik kurumuna
(‘tanımına’) rastlıyoruz.
Sümer’ce Nin. dingir. ra (baş rahibe)- Akkadca
Entum; Ga. gi. a (Rahibe), Lu. kur, Nu.nig, Entum, Naditum, Sal.Zikrum,
Kadiştum, Kulmaşitum gibi farklı sıfatlar altında, bir bölümünün
evlenme hakkı da bulunan, fakat henüz yasal olarak evlenmemişlerse, bu
bakımdan ‘kız’ sayılmaya devam edilen, farklı
tapınaklara adanmış bu ‘kutsal fahişeler’ tapınaklara veya baba evine
ait olan (evlenilen kocaya verilmeyen) (‘tanrısal’) çocuklar da
doğurabiliyorlardı.
Günümüzde, henüz yasal olarak evlenmemiş oldukları için 70 yaşında bile olsalar,
hukuken ‘kız’ (mademoiselle) sayılan Fıransız bayanların ‘bakire’
olmaları nasıl mutlaka gerekli değilse, eski Tapınak görevlisi kutsal
fahişelerin çocuk sahibi olmaları da 'kız’ sayılmalarına engel
çıkarmaz. “Akkad ve Sümer kıralı” Sargon, (Sar-u-kanu, Yasal Sar)
kutsal Tapınak görevlisi bir anadan olduğunu, üstelik bir
üstünlük belirtisi olarak açıklamıştı. Zeus da, babalarının kendisi
olduğu, yani Zeus adına açılmış tapınaklardaki kutsal rahibe-fahişe’ler
tarafından doğurulmuş ve sonra ünlü olmuş, ölümlü ve ölümsüz bir çok
çocuğu olduğunu açıklamıştı. Örneğin, Tanrılara denk bilici-danışman
Peirithos'un babası Zeus'tu ve anası daha sonra İksion'la evlenmişti;
Danae isimli kadından da üstün yiğit Perseus doğmuştu; Semele ,
Dionysos'u; Thebai'de oturan Alkemene de üstün yürekli Herakles'i hep
Zeus'tan doğurmuşlardı.
Musa
ve İsa’nın annelerinin de kutsal Tapınak görevlileri olduğu
anlaşılmaktadır. Meryem’in bakireliği, kutsal fahişelerin
evlenmedikleri sürece ‘kız’ olarak değerlendirilmesine bağlı bir
‘bakire’lik; ’kız’ olmak ile, ‘bakire’ kavramının süreç içinde
eşitlenmesinden kaynaklanmış olmalıdır.
“Sümer-Babil
toplumları”nda ödevi ‘yabancı’ erkekle yatmak olan Tapınak görevlisi
fahişe kadınlar, başlangıçta, kendi toplum birimlerinde aşağılanmak
şöyle dursun, kutsaldırlar ve örneğin miras hakkından yoksun ‘tapınak
fahişesi olmayan’ kız kardeşlerinin tersine, evlenmedikleri sürece
(veya doğurduğu erkek çocukları üzerinden) erkek kardeşiyle birlikte
baba mirasından pay alabilme hak üstünlüğü taşımaktadırlar. Tapınak
fahişeleri, evlenmedikleri sürece, kendilerini o tapınağa adayan toplum
birimin parçası olarak kabul ediliyordu.
Bu
süreçte ‘kutsal fahişe’lerin bir bölümü, tapınaklar içinde kutsallaşıp,
giderek “tanrı(sı)yla evli”lik yolunda fahişe olmaktan çıkarken,
ötekiler, sahipleri o dönemde ancak kadın olabilen, Avrupalı
uzmanlarımızın ‘kabare’, ’taverna’ dedikleri buluşma ve aşk yuvalarının
‘sokak kadını’ haline dönüşmeye ve aşağılanmaya başlarlar.
İşte
“Assur yasaları” devreye, tarihsel sürecin tam bu noktasında girmiştir.
Ve Türban’a veya daha anlamlı haliyle, kadınların İslami giyiniş
tarzlarının temellerine ilişkin tarihteki ilk yazılı kaynakları bu Asur
toplumunda buluyoruz.
Orada çok net bir şekilde,
“Fahişe örtülü değildir, başı açık (olmalıdır)”
diye
yazan Assur yasalarının 40 ve 41. maddelerinde, ‘(tanrılara adanmış)
fahişe’ olmayan kadınların kapanması kuralı yasal zorunluluk noktasına
çıkarılır.
Demek
ki, fahişelerin örtünmemesi ve fahişe olmayanların kapanması kuralı
böyle bir tarihsel sürecin ifadesiydi ve Sümer-Babil topluluklarında,
kadının, ‘kutsal fahişe’ ve ‘kutsal fahişe olmayan’ biçimindeki ayrışma
sürecine bağlı olarak şekillenmiş bir konuydu. O toplumlarda bir
kadının ‘kutsal fahişe’ olup olmadığının, ‘açık’ veya ‘örtülü’
olmasıyla anlaşılması için Assur yasaları bu belirtiyi zorlamakta; eski
dönemin kutsal varlığı tapınak fahişelerinin, öteki kadınlardan
belirgin kılınması için çaba harcamaktadır. Anadolu’da başörtüsüz, başı
açık kadının, ‘kötü kadın’
olarak damgalanması eğilimi, anlaşılıyor ki, temelleri günümüzden hiç
olmazsa 32-35 asır öncesine uzanan, bu tür eski toplum değerlerine
dayanmaktadır.
Assur yasalarının ilgili maddeleri şöyleydi:
Ҥ
40) - İster evli kadınlar, ister dul kadınlar, veya Assur'lu kadınlar
olsun sokağa çıkarlarken başlarını açmayacaklardır. Adamın kızları… ya
bir şal, ya bir ... veya bir Gulinu ile örtüneceklerdir.
Sahibi ile sokağa giden esirtu 'lar (cariye, esire) örtülüdürler. Kocaya varan Kadiştu'lar, (bir ‘kutsal fahişe’ kategorisi) sokakta örtünmelidirler.
Kocaya varmamış Kadiştu'ların sokakta başları açıktır, örtünmemelidir.
Fahişe
örtülü değildir, başı açıktır. Örtülü bir fahişeyi gören olursa, onu
tutuklayacak, şahitler bulacak; onu saray mahkemesine götürecek,
ziynetlerini almayacaklar, onu yakalayan (sadece) elbisesini alacaktır.
(Örtülü fahişeye) elli sopa vuracaklar, başına zift dökecekler.
Eğer
bir adam örtülü bir fahişeyi görür, onu serbest bırakır (yakalamaz) ve
saray mahkemesine götürmezse o adama elli sopa atılacaktır. (Adamı)
ihbar eden elbisesini alacak, (Adamın) kulaklarını delecekler, iplik
geçirecekler, arkasına bağlıyacaklar. Bir ay süreyle kıralın hizmetini
yapacaktır.
Esire’ler
örtünmeyecekler, örtülü esire’yi gören yakalayacak ve onu saray
mahkemesine götürecektir. Kulaklarını kesecekler. Onu yakalayan
elbisesini alacaktır.
Eğer
bir adam, örtülü bir esire görür ve onu serbest bırakır (da) o,
yakalanmaz ve saray mahkemesine götürülmezse, onu (adamı) suçlayıp,
ispat ettikten sonra, ona(adama) elli sopa atacaklar. Kulaklarını
kesecekler, iplik geçirecekler, ensesine bağlayacaklar. Onu ihbar eden
elbisesini alacak, o adam bir ay süreyle kıralın hizmetini yapacaktır.
§
41)- Eğer bir adam esire'sini(esirtu) örtmek isterse, beş veya altı
arkadaşını oturtup, onların önünde onu örtecek ''O benim karımdır''
diyecek, O, onun karısı olacaktır. (Başka) adamların önünde örtülmeyen
ve kocası ''bu karımdır'' denmiyen esire, eş değildir. esirtu'dur.
Eğer
adam ölürse, örtülü karısının evlatları yoksa, esire'lerin evlatları,
(öz) evlattırlar ve (mirastan) hisselerini alacaklardır.” (Kadriye YALVAÇ-Mebrure TOSUN. Sümer, Babil, Assur Kanunları. TDK. Ankara)
Burada, eski toplumun işleyiş ve yapılanmasına ilişkin bir dizi önemli nokta bulunuyor.
Fakat
Assur yasalarında dikkat çeken en önemli yan, bütün kadınların
örtünmesi doğrultusunda değil, bir bölüm kadının örtünmesi ve fakat bir
bölüm kadının da (fahişe ve esire’lerin) özellikle “açık” olması için
çabalamasıdır; “örtünen” fahişeler yasalarda şiddetle
cezalandırmaktadır. Demek ki, örtünme fahişelerin (ve esire’lerin)
tanınmasını önleyen, gizleyici bir unsur olmuş ve tam da bu nokta, eski
toplumun fahişe olmayan kadınlarının örtünmesini istemesinin temel
gerekçesini oluşturmuştur.
Assur
yasaları, kesin bir şekilde, eski kutsallıklarını artık giderek
tartışmalı hale getirdiği ‘fahişe’leri, öteki kadınlardan giyim-kuşam
tarzıyla tam olarak ayırmaya, onları belirgin kılmaya çalışmaktadır.
Fahişe’lerin
veya esire’lerin evlenmesi, onların şahitler huzurunda örtünmesiyle
eşitlenmekte; örtülü kadın, kocası dışındaki erkeklerden korunmaya
çalışılmaktadır.
Alındaki
dövme, burundaki hızma, koldaki künye, boyundaki kolye, o kadının hangi
kabile ve boya ait olduğunu gösteren bir belirlenim aracıydı. Çarşaf
burada gizleyici ve dolayısıyla koruyucu olarak ortaya çıkar; herhangi
bir erkeğin, yalnızca kadının ait olduğu toplum birimini öğrenmesiyle,
o kadınla cinsel ilişki hak talebinde bulunabilmesini önler. ‘Ziynet ve
süs’ler, bir kabile mensubu erkeğe, o kadın (veya erkek) üzerinde
cinsel ilişki hakkı olup olmadığının habercileriydi. Bu tür toplum
birim göstergelerinden yola çıkan bir erkek, eski cinsel ilişki
haklarını kullanmak isteyebilirdi ve bu bakımdan, ‘ziynet ve süs’ler bu
noktada kadınların erkekler tarafından “tanınıp da eziyet edilmelerine”
yol açabilirdi. Hızma kullanan ve döğme yaptıran Arap topluluklarında
tüm yüzü örten bir peçe ile tam “kapanma” zorunluluğu da buradan
kaynaklanır.
İslam,
ortaya çıkış döneminde, kadınları genel olarak kapanmaya zorlayarak
(‘ziynet ve süslerini’ de kapsayacak şekilde) eski toplumda,
örneğimizde Asur toplumunda, binlerce yıl önce başlayan bir süreci
devam ettirmektedir ve erkek ve kadınlar arasında eski geleneksel “evlilik” haklarının (cinsel ilişkinin) kullanılmasına set çekmeye çalışmaktadır.
Muhammed’in
“kutsal uydurma”ları olmayan bu gerçek toplumsal olgu, bize aynı
zamanda, toplumsal değer ve uygulama dönüşümlerinin, nasıl derinden ve
zamana yaygın olarak ilerlediğini de, gösteriyor.
18.12.2003
safakacmaz@yahoo. com
(*Iniciation;
Bireyin bir sosyal durumdan ötekine geçiş hali... Eski toplumda, doğum
öncesinden ölüme değin birey, içinde yer aldığı toplum birim ile
ilişkişinde farklı nitelikte bağlantılar kurma dönemlerinden geçer. Bu
bakımdan Iniciation, tek bir geçiş hali değil, genel olarak farklı
geçiş hallerinin ortak paydası anlamında kullanılmaktadır.)
TÜRBAN VE ASUR YASALARI...
Kuran'da 'Süs' Kavramının Yorumu..
Türban ve Halhal…
Erkek Başörtüsü 'Keyfiye'
'Saç-sakal' Ve Erkek-Kadın Türbanı
Eski Toplumda 'Saç Kesme'..
"Ey anamın oğlu, saçımdan sakalımdan tutma!” İncil'de Kutsal Baş Tıraşı Ritüeli
Kuran’da Saç Tıraşı
İslamda Kurban'da Baş Tıraşı Yasağı ve Nedenleri...
Saç Kesim Biçimleri Ve ‘Alın-kader yazısı’...
Eski Toplumda Alın Saçı Kesim Biçimi “elinizde bir belirti ve alnınızda bir anma işareti” : «Kel Oğlan» Motifleri Üzerine
saç-şapka-takı Eski toplumda saç-şapka biçimleri Hitit şapka biçimleri... Saç Biçiminde Totem Etkileri... Eski Toplumda Boynuzlu-Kulaklı Tanrılar..
Kıl Kültünün Kökenleri Kıl Kültünün Kökenleri-2 Kıl Kültünün Kökenleri -3
Kıl Kültü ve Peygamber'in Sakal-ı Şerifleri..
'Saç-sakal' Ve Erkek-Kadın Türbanı Bir Yas İşareti Olarak Saç-Sakal Kesme Bir Yas İşareti Olarak Saç-Sakal Kesme-(Yorumlar) Saç Tıraşı Ve Kâhin Giysisi Olarak ‘Başlık’-Takke..
Kızılbaş kavramı ve Erkek Başörtüsü 'Keyfiye'
'Saç-sakal' Ve Erkek-Kadın Türbanı
Muazzez İlmiye Çığ'ın Yargılanması
Muazzez İlmiye Çığ Yargılanmasın
“Başörtüsü İslam’dan önce de vardı”
ESKİ YAZILI YASALAR
"Kuran'da Başörtüsü Farz Değil"
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
ebu turab Uzman Uye
Katılma Tarihi: 08 eylul 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 529
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam,
nur suresi 31.ayetten hiçbir şekilde saç kılının örtülmesi manasının çıkmadığı asıl farz olanın göğüsler olduğu,abdest uzuvlarının örtülmesinin sözkonusu olmadığı, o dönemim yaşayışını anlatan siyer kitaplarında(hadis ve siyer arasındaki farkı anlatmama gerek yok sanırım)kadınlarla erkeklerin aynı ortamda serbestçe abdest aldıkları gibi verilerden yola çıkarak ilgili ayetleri şii ve sunni ulemanın tamamen arap toplum geleneğinin etkisiyle yorumladıkları apaçık ortadadır.bundan gayrısı siyasi politik mülahazalardan başka birşey değil vesselam.
__________________ "sadece iki şey sonsuzdur evren ve insan ahmaklığı..
ilkinden o kadar da emin değilim." (albert einstein)
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
eğer şöyle bir toplumda yaşıyor olsaydık...
bu toplumda çarşaf giymek çok ahlak dışı görülüyor ve herkes onları rahatsız edebiliyor olsaydı...
sırf bu giyisiyi giydiği için özellikle eziyet ediliyor olsaydı insanlar...
öte yandan açık giyinmek özellikle iffet belirtisi ve saygınlığı ve dokunmazlığı ifade ediyor olsaydı...
acaba allah bu topluma giyimleri konusunda nasıl bir tavsiyede bulunurdu...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
Metehan2003 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam,
Asım bey yazılarınızı büyük bir keyifle okuyorum.
Allahın size verdiği zekanın yanısıra,kimblir başka
imkanlarda verseydi,imam hatip mezunu bir dişci değil belkide meşhur bir üniversitede Felsefe Anabilim dalı
Prof.Asım bey olacaktınız kimbilir:))
Umarım yukarıda ki sözlerimi yanlış
anlamazsınız...kıvrak zakanızı takdir etmek amacı ile
sarfedilmiştir.
Şu bir gerçek ki ilgili ayetler indiğinde tam da
bahsettiğiniz şartların tersi mevcuttu o günün ARAP
toplumunda.Oysa Turk toplumunda Kadının konumu çok daha
üstündü.
Yeni ufuklar kzandıran yazılarınızın devamını dilerim.
selametle...
__________________ "Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz"
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
askeriyede bir kural vardır...
ikinci bir emre kadar diye...
çok üst düzey bir komutan bir sandalyeyi bakımsız görür bunu boyayın bir de başına bir er nöbetçi koyun yirmidört saat nöbet tutsun bilmeden oturup üzerlerini boyamasınlar der...
o sandalye boyanır ve başına bir er nöbetci dikilir...
artık o sandalye bir nöbet yeridir...
kimse oraya oturtulmaz ve yirmidört saat başında nöbet değişimi yapılmaya devam eder....
bu yıllarca devam eder...
emreden komutan bile ölmüş gitmiştir...
ama hala her gelen o emri devam ettirir...
niye burada nöbet tutuluyor diye sorulamaz...
askerde mantık aranmaz derler...
vardır bir hikmeti emredilmiş yapılacak...
emri veren çok üst düzey bir komutan olduğu için onun altındaki hiç bir komutanda bu emri değiştiremez...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
inzar Yeni Uye
Katılma Tarihi: 14 ocak 2009 Gönderilenler: 1
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
forumdan çekildiğim için
|
Yukarı dön |
|
|
halukgta Uzman Uye
Katılma Tarihi: 25 eylul 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sayın İnzar kardeşim siz eminim çok değerli, inançlı bir kardeşimizsiniz ama size öğretilenlerin o kadar etkisinde siniz ki, adeta transa geçen ve çevresinde olup bitenlerin farkında olmayan durumu yaşıyorsunuz çok üzgünüm lütfen bu sözümden alınmayınız. Değerli kardeşim bakın ne yazmışsınız? (Sizler Allah'ın size öfkeli olup olmadığını biliyor musunuz? O, kesinlikle sizin yolunuzda mı? Sizin yanınızda mı? Emin misiniz? Hayır. Bu besbelli bir sapıklık. ) Siz sorunuzu sormuş ve cevabını kendiniz vermişsiniz. Bende size soruyorum acaba siz Allahın size öfkeli olup olmadığını biliyor musunuz? Bu soruya ben sizin gibi cesaretle cevap veremem, çünkü Allah ayetinde ne diyordu hatırlayalım. ( Kalem sur. 7: Senin Rabbin, evet O'dur kendi yolundan kimin saptığını en iyi bilen. Ve O'dur kimin doğruya ve güzele kılavuzlandığını en iyi bilen.) Bakın kardeşim Allah kimin yoldan saptığını, kimin doğru yolda olduğunu en iyi ben bilirim diyor, ama siz sizin gibi düşünmeyenleri sapıklıkla suçlayabiliyorsunuz.
Sayın arkadaşım Allah kuranda her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız, doğru yolu bulasınız diyor da Kuranın ipine sarılın diyorsa, demek ki her şey kuranda açıkça emredilmiş ve açıklanmıştır. Eğer kuranda açıklanmayan bir konu hakkında sorumlusunuz diyenlere de kurandaki bu tür yüzlerce ayetleri örnek vererek inanmamamız gerektiğini rahman söylüyor ve sakın onların ardına düşmeyin diyor. Daha güzeli açık ve net sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim yani sorumlu tutacağım diye de açıklıyor. Siz ise tüm bu ayetleri görmezden gelerek kuranın hiç bahsetmediği birçok emrin kuran dışından peygamberimiz tarafından verildiğine inanıyor ve bunları söyleyenlerin yolundan gidiyorsunuz. Size sormak isterim eğer bizlere kuran yetmeyecek olsaydı O güzel peygamberimiz tıpkı kuran gibi onları da bizlere yazılı olarak ulaştırmaz mıydı? Birileri yüz küsur yıl son bunu fark etti de, yani hâşâ peygamberimizin eksiğini tamamlamak ve kuranı anlamak için mi tüm bu sözleri topladı dersiniz? Peki, hangi mezhebin kiler daha güvenli dersiniz? Çünkü birinin söylediğini diğeri tam tersini söylüyor. Sizin garantiniz nedir bu sözlerin doğruluğuna dair? Allah kuranı ben koruyorum garantisi benim diyor, sizin inandığınız bilgilerin yani bir rivayete göre diye başlayan ve dine ilaveler yaparak hükümler koyan sözlerin garantisini kim ya da kimler veriyor, siz de hiç düşünmeden doğruluğuna iman edebiliyorsunuz? Bakın Allah ne diyordu kuranda, bizi nasıl uyarıyordu? (İsra suresi 36. ayet: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.) Yüceler yücesi rabbim ne kadar güzel uyarıyor bakın kardeşim hakkında bilgin olmayan sözlerin ardına düşme, yoksa sorumlu tutarım seni diyor. Şimdi sizin iman ettiğiniz ve çok güvendiğiniz, dine ilaveler yapan ve kuranda hiç olmayan bahsedilmeyen sözleri kimler koruyor ya da hangisi doğrudur dersiniz? Kuranın hükümlerinin açık ayetlerinin hiç mi hükmü yok sizce kardeşim. Allah neden kuranda bireye, bizzat şahsa hitap ederek ayetlerin sonunda bizleri düşünmeye, aklımızı kullanmaya davet etmiştir dersiniz, bunu hiç düşündünüz mü? Sizin bir rivayete göre diye başlayan ve neredeyse hâşâ kuran hükmünde gördüğünüz sözleri Diyanet İşleri başkanlığı bir bir hurafe diye iptal ediyor. Şuanda da yeni bir çalışma içinde acaba sizin hiç düşünmeden iman ettiğiniz hangi hadisleri iptal edecek dersiniz? Daha sonra hangilerinin iptal edileceğini bilen var mı? Ülkemizde ki hurafe diye iptal edilen hadislere, diğer Müslüman ülkeler hiç düşünmeden iman etmeye devam ediyor, sizce bu yol İslam dininde kargaşa yaratmıyor mu? Allah neden kuranın ipine sarılanı doğru yoluna iletecektir demişken, bizler beşerin kitaplarına sarılmaya devam ediyoruz düşündünüz mü hiç? Burada çok büyük bir yemin ettiniz sırf size öğretilenlerin doğruluğunu kanıtlamak adına, bu garantiyi Allah yalnız kuran için veriyor, ama sizin yemin ettiğiniz ve iman ettiğiniz kuranda hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan sözler için size kimler garanti verdi kardeşim söyler misiniz bana lütfen? Bence bir daha böyle yeminler etmeyiniz ve Allah a tövbe ediniz, çünkü Allah sinirle ettiğiniz yeminlerden bizleri sorumlu tutmaz ama doğruya dönmemiz şartıyla ve af dilersek tabii ki affedecektir eminim, doğruyu yalnız rabbim bilir biz aciz kulları onun çizdiği yoldan en az hatayla gitmeye çalışıyoruz Allah şaşırtmasın.
Değerli kardeşim hiç kimse Allah ın elçisini görmezden gelemez, Hz. Muhammet bizlerin rehberi ve başöğretmenidir. Rahman dan aldığı kuran ile bizleri uyarma görevini almış ve bu görevi de başarıyla tamamlamıştır. Onun örnek hayatı bizler için bir ibrettir, onun yaşamı, davranışları ve olaylar karşısında verdiği kararlarda bizlere birer nasihat tır. Bunları öğrenmeli ve onun gibi dosdoğru bir insan olmanın çabası içinde her zaman olmalıyız. Bu doğrultuda gelen hadisleri yani kurana uyan, onun süzgecinden geçen her sözü kabul eder ve baş tacı yaparız bunda hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ama hiç kimse onun sözüdür diyerek bizleri asla aldatamaz, çünkü peygamberimiz yürüyen bir kurandı. Hayatı, davranışları ve yaşantısı kuranın dışında asla olamazdı. Bizlere göstereceği yolda kuranın yoluydu. Onun yasakladığını yasakladı, serbest bıraktıklarını asla yasaklamadı çünkü böyle bir yetki ona zaten verilmemişti. Bakın Allah gönderdiği resullere nasıl bir görev vermiş, daha nasıl açıkça yazsın sizce anlaşılmıyor mu?
(Yasin sur.17: "Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir" dediler)
(Enam sur. 48. ayet: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz…) (Kehf Suresi 56. ayet; Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz…)
Değerli kardeşim bakın Allah elçilerin görev tanımını ne güzel yapıyor ve ayrıca sizin gibi yanlış anlamış olanlara da ne söylemesini istiyor lütfen dikkat edin acaba kuranın bahsetmediği konular hakkında peygamberimiz hüküm verebilir miymiş onu açıklıyor. (Enam suresi 57. ayet: De ki: "Ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeyim. Ama siz onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.) Bakın kardeşim Allah özellikle bunu söyle diyor peygamberimize, hüküm yalnız Allahın dır hakkı o anlatır ve ayırt edip çözüm getiren Allah tır diyor, ama size bunun tam tersini öğrettiler lütfen bunu da düşünün, Allah bunu söyleyip bir başka ayetinde bunun tersini söyler mi hiç? Bunu söylemek bile kuranda çelişki yaratmaktır bununda cezası çetin olsa gerek Allah korusun.
Size şu ayeti de hatırlatmak isterim bakın sizin bir rivayete göre diye başlayan sözlere iman edişinize ve bu sözleri münakaşa konusu yapmanıza, bakın Rahman ne diyor. (Mümin sur.56: Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Kuşkusuz O, işiten ve görendir.) Değerli kardeşim Allah kesin kanıt olarak yalnız kuranı muhatap almamızı istiyor ve onu ben koruyorum diyor, ya sizin kanıt olarak gösterdiğiniz sözleri söyleyip, bunlarda Allah katındandır diye münakaşa ettiklerinizi kimler koruyor bu konuda kanıtınız nedir bunu söyleyebilir misiniz? Allah yalnız ve yalnız kuranın ipine sarılın demesine rağmen bunlar yapılıyor. Sizin sarıldığınız kitapların sizi doğruya ulaştıracağından nasıl emin oluyorsunuz, size Allah tan başka kim garanti verdi?
Sayın arkadaşım ettiğiniz yemin gerçekten üzücü onun için lütfen Yüce rabbim den af dileyin, o bağışlayıcı ve affedicidir yeter ki doğruya, kurana yönelerek onun ipine sarılın yeter. Hepimiz bir beşeriz şaşabilir yanlış yapabiliriz, ama hiçbir zaman beşerin sözleriyle değil Rahman ın sözleriyle doğruya ulaşacağımızı aklımızdan çıkarmamalı ve dostlarımızı Kuran ile uyarmalıyız, çünkü KURAN bizler için BİR REHBER, BİR GÜNEŞ ve BİZLERİN GÖNÜL GÖZÜDÜR. Eğer kuranın güneşinden ve rehberliğinden faydalanmayıp, beşerin kitaplarına sarılır onun rehberliğinden faydalanırsak asla doğruyu bulamayız. Çünkü Kuranın ışığı gözlerdeki perdeyi, kulalardaki ve gönüllerdeki mührü kaldırır gerçekleri görmemizi sağlar. Kuranı sen anlamazsın diyenlere kanarak beşerin kitaplarına sarılanlar, bu ışığı asla alamazlar onlar ne yazık ki doğruyu eğri, eğriyi doğru gördüklerinden asla rahman ın yolunu bulamazlar bunu Rabbim söylüyor.
Allah gözlerinde perde olmayan, gönül gözü açık kullarından eylesin cümlemizi yoksa asla doğrunun ve güzelin yolunu bulamayız. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
|
Yukarı dön |
|
|
akarkadir Newbie
Katılma Tarihi: 13 mart 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 36
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhaba,
Sevgili kardeşlerim, öncelikle yazıya nasıl başlasam diye düşünüyordum. Sonradan farkettim ki başka bir forumda tespit ettiğim noktalar bu forumda da mevcut. Aramızda bir öfke duvarı örülmüş durumda. Ali taraftarları ve Muaviye taraftarlarının, mızrakların ucuna Kuran ayetlerini takıp savaşmalarının bir benzerini görüyorum.
Birbirinize Kuran ayetleri ile saldırmayı lütfen bir kenara bırakınız. Bu savaşlar yapıldı ve insanlar paramparça oldular. Haçlı seferlerinin yapılış gayesinin farklı olduğunu mu düşünüyoruz? Her iki taraf ta Yüce yaratıcının kendilerinin yanında olduğunu düşünüyorlardı. Sizce kim haklıydı?
Acizane diyorum ki: Bu tarzda yaklaşımlar ile aramızdaki uçurumu büyütmek, öfke duvarını yükseltmek yerine makul tartışma ortamlarında buluşalım. Birbirimizi suçlamak yerine delillerimizi ortaya koyalım. Yanlış düşünmek insana özgüdür. Kendini düzeltmek yine aynı varlığa has bir davranıştır. Bakış açınıza göre yanlışlar ve doğrular yer değiştirir. Size göre yanlış olduğunu düşündüğünüz insanları da lütfen dinleyin ve onlara güzel sözlerle karşılık verin.
Rabbim diyor ki:
Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. Isra 53
Sevgiyle
|
Yukarı dön |
|
|
Metehan2003 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
inzar Yazdı:
Selamun Aleyküm
Sizler Allah'ın size öfkeli olup olmadığını biliyor
musunuz? O, kesinlikle sizin yolunuzda mı? Sizin
yanınızda mı? Emin misiniz?
Hayır. Bu besbelli bir sapıklık.
Allah, rasulünü sevmiştir. Allah'ın O'na olan sevgisi
sizin tahmin edemeyeceğiniz düzeydedir. İşte bu yüzden
Allah O'na "Ahmed" = "En övülen" adını vermiştir.O
yaratılanların en hayırlısıdır. O makam-ı mahmudun
sahibidir. O sizin liderinizdir, eğer O'na ümmet
olacaksanız. Lakin ben sizi peygamberine eziyet eden
Musa'nın kavminden farklı görmüyorum.Eğer Allah,
rasulünün sünnetine uyulmasını istiyorsa
ve siz de bu hususta yanılıyorsanız haliniz nice olacak?
Ben Allah'ı şahit tutuyorum ve yemin ediyorum ki;
ALLAH, RASULÜNÜN SÜNNETİNE UYMAMIZI BİZDEN
BEKLEMEKTEDİR. EĞER BEN YALANCILARDAN İSEM ALLAH'IN
LANETİ BENİM ÜZERİME OLSUN.
Haydi siz de şahitliklerinizi ve yeminlerinizi dökün,
eğer sadıklardansanız.
Selametle... |
|
|
selam,
sayın inzar,Allah kendi sünnetine uymamızı bizden
beklemektedir ve Resulude Allahın sünnetine tabii ki
uymuştur.Ve bize Kuranı bırakmıştır. Sizi böyle büyük
Yeminler etmeye iten nedir? Bildiklerinizi bizimle
paylaşın lütfen. Muhabbetle...
__________________ "Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz"
|
Yukarı dön |
|
|
|
|