Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
12 Eylüle alakalı her nereye baksam benzer sözler şunlar;
650 bin kişi gözaltına alındı. � 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. � Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. � 7 bin kişi için idam cezası istendi. � 517 kişiye idam cezası verildi. � Haklarında idam cezası verilenlerden 50 devrimci asıldı. � 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. � 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. � 144 kişi cezaevlerinde öldü... vbOlmayaydı ama olduda, asıl unutulan noktalar var.. bilen bilir, unutan hatırlar, bilmeyende bilir en azından diyerek,
12 Eylülde,
İnsanlar en derin uykusundayken, radyolardan ve tek
kanal siyah beyaz televizyonda askeri marşlar çaldı. İlk olarak ABD
Başkanı tüm dünyaya duyurdu ve �bizim çocuklar başardı� dedi. ( dememişte olabilir, kim bilir? :) hem dese ne olur demese ne olur, sonuç açısından fark yok ki netekim, binealeyh :) )Takvim
yaprakları 12
Eylül 1980′i gösteriyordu. Türkiye�de generaller darbe yaptı. İktidara
el koydu. O gün askerler grev çadırlarını sökerken, Türkiye İşveren
Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) başkanı �şimdi gülme sırası bizde�
diyordu. Tüm ülkede sıkıyönetim ilan edilmişti. Beş kişilik konseyin
başkanı ve darbenin lideri General Kenan Evren 1 No�lu sıkıyönetim
bildirisinde şu çağrıyı yaparken; patronlar gerçekten çok
sevinçliydiler, yüzleri gülecekti.
�İşçilerin her türlü grev ve boykotu yasaklanmıştır. Karşı gelenler ve emre uymayanlar en sert biçimde cezalandırılacaktır.�
12 Eylül�de iktidara el koyan generaller, niçin darbe yapmışlardı?
�Rayından çıkan demokrasiyi yeniden rayına oturtmak, anarşi ve teröre
son vermek, memleketi uçurumun kenarından kurtarmak� olarak
gerekçelerini sıralıyordu c**tacılar. Gerçekte ise şu temel noktalarda
bir düzenleme yapmak için darbe yaparak iktidara el koymuştu generaller.
Birincisi;
24 Ocak Ekonomik Kararlarını uygulayarak, krize giren Türkiye
kapitalizminin dünya kapitalizmine entegre olacak biçimde önü
açılacaktı. Bunun için de işçi ve emekçilerin hak ve özgürlükleri rafa
kaldırılacak, işçi hareketi ve toplumsal muhalefet bastırılarak, toplum
yeniden şekillendirilecekti.
İkincisi;
ABD emperyalizmiyle ilişkileri güçlü bir şekilde bölgedeki Amerikan çıkarlarına uygun olarak yeniden düzenleyeceklerdi.
Neydi 24 Ocak Ekonomik Kararları:
1980 yılının Ocak ayında, iktidarda, Süleyman Demirel�in başkanlığını
yaptığı üçüncü Milliyetçi Cephe hükümeti vardı. Türkiye�de sermaye ve
siyasal iktidar büyük bir ekonomik kriz yaşıyordu. Başbakan Süleyman
Demirel�in değimiyle yetmiş sente muhtaçlardı. Büyük sermaye ve
kapitalist sistemin sahipleri çıkış arıyordu. Patronlar görüşlerini
açıklıyor, hükümetle görüşüyor, neler yapılması gerektiğini telkin
ediyordu. Patronların reçetesi belliydi. Krizin yükü işçilere,
emekçilere ve halk yığınlarına fatura edilecek, Uluslararası Para Fonu
IMF�den borç alınarak kapitalizm onarılacaktı. Süleyman Demirel
hükümetiyle, patronlar görüş birliğine vardılar. Krizden çıkış için bir
paket hazırlanacaktı. Hükümet bu hazırlık görevini patronların çok
güvendiği birisi olan Turgut Özal�a verdi. Daha önce de İşveren
Sendikaları Konfederasyonu başkanlığını yapan Turgut Özal, o günlerde
Devlet Planlama Teşkilatı�nın başkanıydı. Özal, günlerce çalıştı. Bir
paket hazırladı. Bu paket 24 Ocak günü bir gecede Demirel hükümetinin
bakanlar kurulu tarafından onaylanarak kamuoyuna açıklandı. Türkiye
kapitalizmi için bir dönüm noktası olarak sunuldu.
O gün dönemin ana muhalefet partisinin genel başkanı Ecevit de dahil
olmak üzere, sendikaların ve tüm emek örgütlerinin bu pakete karşı ilk
tepkileri neredeyse ortaktı:
�Böyle bir paket ancak sıkıyönetim ve askeri diktatörlük koşullarında
uygulanabilir� denildi. Bu tespit doğruydu. Gerçekten de paketin
içeriğine bakıldığında tüm toplumsal muhalefeti susturup baskı altına
almadan paketin uygulanması mümkün olamazdı. Çünkü aşağıda da
değineceğimi gibi, örgütlü işçi hareketi vardı, sendikalar
vardı. Devrimci ve sosyalist hareket vardı. Demokrasi güçleri vardı.
Kısacası emekten yana güçlü bir eşitlik ve özgürlük kavgası vardı.
24 Ocak Ekonomik kararlarında kısaca şunlar vardı:
-Türk lirası yüzde otuz develüe edilecek, Türk parasının değeri düşürülecek.
-Türk ekonomisinin dışa açılmasının koşulları yaratılacak, rekabet gücü artırılacak.
-Akaryakıt başta olmak üzere, şeker, tüp gaz, tütün gibi tüm KİT ürünlerine zam yapılacak.
-Tarım kesimine ayrılan destekleme ve teşvik primleri kaldırılacak.
-Kamu harcamaları kısılacak. Ücretler üzerinde tedbirler alınacak. Toplu
iş sözleşmeleri, ekonomik durum gözetilerek yapılacak. Bunun içinde
toplu iş sözleşmeleri işçilerin ve sendikaların baskısından
arındırılacak, işverenlerin koşullarını hesaba katar noktada olacak.
Kısaca içeriği böyle olan bu kararların uygulanması karşılığında,
Özal ve Demirel Hükümeti Uluslararası Para Fonu IMF�den 300 milyon dolar
alacaktı.
1980 Şubat ayından itibaren kararlar uygulamaya konulduğu anda, işçi
sınıfının, sendikaların ve toplumsal muhalefetin direnciyle karşılandı. O
günlerde ve sonrası günlerde işçilerle patronlar arasında yapılan tüm
toplu sözleşmeler uyuşmazlıkla sonuçlanıyor, grevler peş peşe
yayılırken, işçi sınıfı ve dostları İzmir Tariş Direnişi, Fisko Birlik,
Ant Birlik, Çuko Birlik direnişiyle, yanıt veriyordu. Hükümetin
kararları işçi sınıfının grev ve direniş dalgasına çarpıyordu. 24 Ocak
kararlarının mimarı Turgut Özal çok rahatsızdı. On binlerce işçi greve
çıkarken, o grevlerden rahatsızdı. Generallere brifing verirken şunları
söylüyordu:
�İşçisine yüzde 150 zam veren KİT�ler var. Bu yanlıştır. Bence toplu
sözleşmelere zamla ilgili madde artık konulmamalıdır. Sendikaların
çoğunun grevi ideolojiktir. Bunlar belli günlerde greve gitme
eğilimindedir. Grev alanları ve mevzuatı mutlaka gözden geçirilmelidir.
İşçilerin grevleri ve anarşi ülkedeki yatırımları birlikte
önlemektedirler. Demokrasi bir başıbozukluk rejimi değildir.�
EVREN: İÇ DÜŞMANLARLA UĞRAŞIYORUZ
Generaller de grev ve direnişlerden rahatsızlardı. 1980 Ocak ayında
İzmir�de direnen Tariş işçileri için, o gün Genelkurmay Başkanı Kenan
Evren, �biz dış düşmanlarla değil, iç düşmanlarla uğraşıyoruz� diyerek,
işçileri iç düşman olarak gördüklerini itiraf ediyordu. Kenan Evren bu
konuşmasını kış tatbikatı için gittiği Erzurum da söylüyordu.
On binlerce işçinin grevi ertelendi. Ancak bu ertelemeler patronlara
yeterli gelmiyordu. Patronlar daha güçlü, daha etkin önlemler alınmasını
istiyorlardı. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu TİSK Genel
Kurulunda şunlar dillendiriliyordu:
�Konfederasyonumuzun görüşüne göre ücret politikalarındaki başıboş
gidişe bir çözüm getirmenin zamanı gelmiş ve geçmek üzeredir. Grev hakkı
sınırsız bir hak olamaz. Eğer grevlerin verdiği zarar toplumu
etkiliyorsa, bu zararın önlenmesi hak ve hukuk kurallarının bir icabı
olmalıdır.�
DARBECİLERİN İLK İŞİ GREV ÇADIRLARINI SÖKMEK OLDU
Patronların istediği gün, 12 Eylül faşist darbesiyle geldi. Patronların her türlü hak ve hukukun kaldırılması isteği 12 Eylül darbesi ve c**tasıyla gerçekleşecekti. 12
Eylül�de iktidara el koyan generallerin ilk işi, grev çadırlarını
sökmek oldu. O gün 45 bin işçi grevdeydi. 60 binin üzerinde işçinin de
grevi ertelenmişti. Grev çadırları sökülürken, Türk-İş dışında tüm sendikalar ve emek örgütleri, dernekler kapatıldı.
Sendika yönetici ve temsilcileri gözaltına alındı. Grevler yasaklandı,
toplu sözleşmeler iptal edildi. 27 Aralık 1980 tarihinde 2364 sayılı bir
kanunla tüm sendikalı işçileri kapsayan Yüksek Hakem Kurulu�na geçildi.
Bu kurul işveren ve devlet temsilcilerinden oluşuyordu. Tek taraflı
olarak patronların lehine karar alınan bu kurulda, yıllarca sözüm ona
işçilerin hakları da görüşülecekti.
12
Eylül c**tasının sermayeden yana işçi ve emekçilere ilişkin hak
gaspları, baskı ve şiddeti, darbenin ilk günleriyle sınırlı kalmadı.
Sermayenin uzun süreli çıkarlarının korunması ve Türkiye kapitalizminin
dönüşümü için anayasa ve yasalar değiştirildi. 1982 yılında göstermelik
olarak referanduma sunulan ve burada sayamayacağımız kadar her maddesi,
her satırı anti-demokratik, ırkçı, yasakçı maddeler yer aldı. Bu c**ta
anayasasına, patronlar için lokavt bir hak olarak konuldu. Lokavtın bir
hak olarak yer alması, c**tacıların ileriye dönük kimlerin çıkarını
güvence altına aldıklarının da yeterince bir göstergesi oluyordu.
SENDİKA, GREV, TİS YASAKLARI
c**tacılar, darbe öncesi işçilerin, grev, sendika ve toplu sözleşme maddelerini düzenleyen 274-275 sayılı sendikalar
yasasını iptal ettiler. Yerine 2821-2822 sayılı bir düzenleme
getirdiler. Ama ile başlayan her maddesi yasaklarla düzenlenmiş bu
yasalar sözüm ona işçilere sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkı
tanırken, gerçekte bu hakları ortadan kaldıran yasalar olacaktı. Bugün
hala, darbeden 30 yıl sonra da yürürlükte olan c**tanın bu yasalarıyla,
çok sayıda işkolunda grev yasağı getirildi. Genel grev, dayanışma grevi,
hak grevi yasaklandı. Sendikaların yetki alabilmesi için işkolu
düzeyinde yüzde on barajı kondu. İşçilerin bir sendikaya üye olabilmesi
için notere gitme şartı getirildi. İşçinin sendika seçme hakkı olan
referandum hakkı kaldırıldı. Uyuşmazlıkla sonuçlanan toplu iş
sözleşmeleri bağıtlama yetkisi iktidarların ve patronların oluşturduğu
Yüksek Hakem Kurulu denilen kurula devredildi. Ve 1 Mayıs yasaklandı.
12
Eylül öncesi işçilerin sendikalaşma oranı yüzde 40 iken, bugün bu
yasaların altında sendikalı işçi sayısı yalnızca yüzde 6′dır. c**tadan
sonra 30 yıldır iş başına gelen tüm sermaye partileri de bu yasaları
devam ettirdiler. AKP HÜKÜMETİ DE DEVAM ETTİRİYOR. Kısacası, 12 Eylül sabahı gülen patronlar, hala gülmeye devam ediyorlar.
ABD �İSTİKRARLI BİR TÜRKİYE� İSTİYORDU
12 Eylül Darbesi Amerikancı bir faşist darbeydi:
1980 yılına gelindiğinde Amerikan emperyalizminin çıkarları Orta Doğu
ve Asya�da tehlike altındaydı. 1979 yılında İran�da Devrim olmuştu.
Hümeyni önderliğindeki İslami devrim anti-Amerkancıydı. 1980 yılının
başlarında Sovyetler Birliği Afganistan�ı işgal etmişti. Orta Doğu�da ve
Filistin�de emperyalizmin işbirlikçisi İsrail devletine ve emperyalizme
karşı güçlü bir halk direnişi vardı. Türkiye�deki anti-emperyalist
devrimci, sosyalist hareketle de bağları gelişiyordu. Amerikan
emperyalizminin Asya ve Orta Doğu�daki çıkarları tehlikedeydi.
Afganistan�da o gün, Sovyetler�e karşı İslami direnişçileri destekleyen
ABD, Asya ve Orta Doğu�da çıkarları için yeşil kuşak projesi
geliştirmişti. ABD için Türkiye�nin istikrarlı hale gelmesi
gerekiyordu.
O günlerde ABD�nin dış politikasının mimarı Brezinki, Türk iş
adamları heyeti ve General Kenan Evren�le yaptığı bir görüşmede şunları
söylüyordu:
�İstikrarlı bir Türkiye istiyorum. Gelişmeler bu yönde gitmiyor.�
Gerçekten de Amerika için iyi gitmiyordu. Çünkü, Türkiye�de güçlü bir
anti-emperyalist muhalefet vardı. Türkiye, bu yüzden Orta Doğu�da ve
yakın bölgesinde Amerikan çıkarlarını yeterince koruyamıyordu. Örneğin
Amerika�nın Orta Doğu için istediği Çevik Kuvvet bir türlü
oluşturulamıyordu. Amerikan emperyalizminin Türkiye�de istediği istikrar
bir askeri darbeydi ki, Brezinki, daha sonra yayınlanan anılarında
Türkiye�yi de örnek göstererek, istikrardan ne anladığını şöyle
anlatıyordu:
�En iyi çözümün zamanla sivilleştirilecek bir askeri yönetim olduğunu
savundum. Ordu, disiplinli, iyi örgütlenmiş ve güçlüydü. Pakistan,
Türkiye, Brezilya, Mısır ve başka yerlerde ordu hem iktidara geçmiş, hem
de başarılı olagelmişti.�
12 Eylül c**tasından sonra Amerikan Senatosu Askeri Komite Başkanı John Tower da şunları söylüyordu:
�Türkiye ABD ilişkileri tarihinin en iyi dönemini yaşadı.�
12
Eylül faşist darbesinden sonra c**tacıların emperyalizm ve NATO lehine
çözdüğü en büyük sorun, Yunanistan�ın NATO�ya dönüşünü sağlamak oldu.
Yunanistan�ın NATO�ya dönüşü ABD ve NATO için çok önemliydi. Türkiye�nin
bu konuda yıllardır itirazı ve şerhi vardı. c**tadan önce seçimle iş
başına gelen hiçbir hükümet buna cesaret edemezdi. Edemiyordu.
Tüm bunlardan dolayıdır ki, 12 Eylül c**tası bir Amerikancı c**taydı. Zaten faşist darbeyi de dünya kamuoyuna ilk olarak Amerikan Başkanı duyurmamış mıydı?
İŞTE 12 EYLÜL�ÜN RESMİ
12 Eylül c**tası, toplumu ideolojik ve kültürel olarak yeniden düzenlemek istedi.
Darbeciler korku rejimi kurarken, toplumda ahlaki ve kültürel
yozlaşmaya da kaynaklık etti. Muhbirlik teşvik edildi. Yaygınlaştırıldı.
Sol ve sosyalist ideoloji ile özgür düşünce bastırılıp şiddetle
cezalandırılırken, Türk-İslam sentezi gerici ideoloji geliştirilip,
yaygınlaştırıldı. Kürt ulusuna karşı tarihin gelmiş geçmiş en büyük
sömürgeci politikasıydı 12
Eylül�dü. Kürtçe konuşma yasaklandı. İmam hatip liseleri sayısı 7′den
717′ye çıkarıldı. Bunları yapan darbeci generaller aynı zamanda
Lutfen Forumu zor duruma sokmayalimçüydüler. Tüm konuşmalarında �Lutfen Forumu zor duruma sokmayalim ilke ve devrimleri�
nutukları atıyorlardı.
Sol ve demokrat görüşlü, özgürlükten yana sanatçılar, devlet
tiyatrolarından uzaklaştırıldı. Tüm ülke çapında etkinlik gösteren 23
bin kültür ve dayanışma derneği kapatıldı. Varlıklarına el kondu.
Başta Yılmaz Güney�in filmi olmak üzere 973 film �sakıncalı� bulunarak yasaklandı.
133 kitap toplatıldı. Yüz binlerce kitap yakıldı. İmha edildi. Yayınevleri ve matbaalar kapatıldı. Sahipleri tutuklandı. Sol yayınlarının yöneticilerinden İlhan Erdost Mamak Cezaevinde işkencede katledildi.
39 ton gazete ve dergi yakıldı. İmha edildi.
12
Eylül c**tasıyla, ülke açık hapishane oldu. zindanlar dolduruldu.
Darağaçları kuruldu. Gözaltı ve işkencede ölümler doğal hale getirildi.
c**ta, siyasal istikrarı insanlık dışı şiddet ve baskıyla gerçekleştiriyordu. Öyle ki, 12
Eylül c**tasıyla birlikte, Türkiye adı tüm dünyada işkenceyle birlikte
anıldı. Bütün kentlerin, bütün kasabaların, köylerin, yerleşim
yerlerinin her köşesi adeta işkence merkeziydi. İnsanlar ya işkencede
öldürülüyor ya da sorgusuz sualsiz kurşuna diziliyordu. Gecenin bir
saatinde götürülenlerden haber alınamıyordu. İşte, 12 Eylül c**tasının belirlenebilen ve rakamlara yansıyan İnsan Hakları Karnesi, işte zulmünün resmi:
-Bir milyon insan fişlendi. 650 bin insan gözaltına alındı.
-300 insan gözaltında ve cezaevlerinde kuşkulu biçimde yaşamını yitirdi. Öldürüldü.
-170 insanın işkencede öldürüldüğü belgelendi.
-152 insanın �kaçarken� ve �çatışmalarda� öldürüldüğü açıklandı.
-Cezaevlerinde yaşamını yitiren 299 insandan 43′ü için intihar
açıklaması, 73′ü için ise doğal ölüm raporu verildi. 14 insan açlık
grevi ve ölüm orucu direnişinde yaşamını yitirdi.
-210 bin dava açıldı. 230 bin insan yargılandı.
-7 bin insana idam cezası istendi. Bunlardan karara bağlanan 50 insan
idam edildi. 173 insanın dosyası meclise gönderildi. İdam edilenler
arasında yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren de vardı.
-300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci silahla öldürüldü.
-400 gazeteci yargılandı. 31 gazeteci tutuklandı. Gazeteciler için
toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapis
cezası verildi.
-Gazeteler toplam 300 gün kapatıldı. Yayın yasağı konuldu.
-380 bin insana pasaport verilmedi. 30 bin insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı. 14 bin insan yurttaşlıktan çıkarıldı.
-142 üniversite öğretim üyesi ve profesörün görevine son verildi. Yüksek
Öğretim Kurulu (YÖK) kuruldu. Üniversiteler, özgür öğretim ve bilim
yerleri olmaktan çıkarılarak kışlaya dönüştürüldü. c**tacıların YÖK�Ü
hala devam ediyor.
-Tiyatro oyuncuları, öğretmenler, kamunun değişik yerlerinde çalışan beş bin insan 1402 sayılı yasa ile işlerinden atıldılar.
-30 bin işçi sakıncalı olduğu gerekçesiyle işten çıkarıldı.
İşte 12
Eylül 1980 faşist darbecilerinin ve c**tacıların resmi buydu. Gecenin
en karanlık anında, saat 04.00′de, tüm kentlerin sokaklarını tanklarla
kuşatanlar, insanlığın düşmanı olarak, tarihin kara sayfalarında böyle
yerlerini alıyorlardı. İNSANLIK UNUTMAYACAK, HEP LANETLE ANACAKTI!
Alıntıdır..
__________________ "Asılan hırsız değil, yakalanandır."
Çek Sözü
|