Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
BÜYÜK GÖLGELİ KÜÇÜK ADAMLAR
Gölgeler insanı aldatır. Gölgelerin oluşturduğu sanı, gölgenin oluşmasını sağlayan ‘’nesne’’ kavrandığında, yok oluverir.
Esas muteber olan, nesnenin kendisi, aldatan ise gölgesidir.
Gölgeler, insanlık tarihi boyunca ‘’egemenleştiği’’ her dönemde, insanlık büyük bedeller ödemiş, fiili olarak günümüzde de bu duruma müsaade edildiğinden halen ödemektedir.
Gölgeler, insan fıtratının bünyesinde var olan hiçbir gerçeği yansıtmaz. Sadece bir ‘’karanlıktan’’ ibarettir. İşin en ilginci ise, yeryüzündeki her rengi ihtiva edebilecek bir nesnenin gölgesi dahi ‘’karanlıktır’’…
Yüce Yaratıcı ile insan arasındaki münasebet, bu ikili ilişki nazarında ele alındığında ortaya bambaşka bir görüntü çıkacaktır.
Asırlar boyunca dışlanmış, inanç sistematiğinin bünyesinde yer edinmemesi adına hertürlü yönteme maruz bırakılmış olan Kuran’ın sayfalarında veri taraması yaptığımızda, ortaya çıkan ‘’insan’’ modeli ile günümüzde egemen anlayış halini alan ‘’Kuran dışı dinciliğin’’ ürünü olan ‘’insan’’ ı kıyas ettiğimizde, ortaya çok farklı bir sonuç çıkacaktır.
Gölge açılımını bu şekilde daha iyi kavrayabiliriz J
Günümüzde mübahlaştırılan, beşeri ihtirasları ‘’dinselleştirme’’ sapıklığını, Kuran çok sert bir dille eleştirmektedir.
Din kurumu, ilahi mekaniğin madde-mana dialektiğini kavramış zihinlere atfettiği, araç mahiyetinde bir düzenleme kurumudur.
Bu kurumun suistimali neticesinde ortaya çıkan durum şöyledir;
Çoğunluğunun dindarlık iddiası taşıdığı bir toplumun ‘’fakr’u zaruret’’ içerisinde kıvranışı, ve buna rağmen yine aynı iddiayı güden ‘’servet sahiplerinin varlığı’’, ve tüm bu sınıfsal ayrılıklara rağmen ‘’dini özgürlüklerin bu ölçüler dahilinde yaşanmadığı iddiası’’…
Birilerinin dini özgürlüğü sadece ‘’başörtüsü’’ olmuş ise, bu durum yeterince açık bir şekilde ‘’dinin yok olma arefesinde’’ olduğunu gösterir.
Din, var olduğu süreç dahilinde, hiçbir zaman ‘’sistem içi’’ olmamıştır. Sistem içi; beşeri ölçülerin ve kıstasların(algının) ürettiği tahakküme verilen genel addır. Bu yaklaşımı ısrarla reddeden din, öncül olarak; sistemin ‘’beton duvarlarını yerle bir etmiştir!’’
Bu realiteyi yok etmek için inşa edilen ‘’Arap-Emeci dinsizliği’’, dini; Küresel sorunlara müdahale etmeyen bir oyuncak haline getirerek, şekilperest bir dincilik akımı üretmiştir.
Çünkü, dinin yıktığı sistemi yeniden inşa etmenin tek yolu budur! Aksi düşünülemez!
Şunu samimiyetle iddia ediyorum; geleneklerin etkisinden kurtulmak sureti ile ‘’Kuran’’ı okuduğunuzda, sorunun ‘’Ben merkeziyetçilik’’ ve bunun ürettiği yığıncılık olduğunu net biçimde göreceksiniz…
Bunun için size bazı deliller de sunacağım elbette;
(MEÂRİC suresi 17. ayet) Çağırır, sırtını dönüp uzaklaşanı,
(MEÂRİC suresi 18. ayet) Mal toplayıp kasada yığanı,
(MEÂRİC suresi 19. ayet) Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı.
(HÜMEZE suresi 2. ayet) Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayan, insanları arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin (hümeze ve lümezenin) vay haline!
(HÜMEZE suresi 3. ayet)Sanır ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini.
(HÜMEZE suresi 4. ayet)Hayır, iş, sandığı gibi değil! Yemin olsun ki fırlatılıp atılacaktır o kırıp geçirene, yalayıp yutana/Hutame'ye.
(ENBİYÂ suresi 13. ayet) Kaçmayın, içinde servet şımarıklığına düştüğünüz yere, meskenlerinize dönün ki, hesaba çekilebilesiniz.
(MÜ'MİNÛN suresi 64. ayet) Sonunda, servet ve refahla şımarmışlarını azapla yakaladığımızda, hemen bağırıp dövünmeye başlarlar.
(ZUHRUF suresi 23. ayet) İşte böyle! Senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek oranın servetle şımarmış kodamanları mutlaka şöyle demişlerdir: "Biz atalarımızı bir ümmet/bir din üzerinde bulduk; onların eserlerine uyarak yol alacağız."
Zuhruf Suresinde bulunan ayette gördüğünüz gibi, ‘’elçilere ilk tepki, servet sahiplerinden gelmiştir’’. Çünkü, elçiler, serveti ‘’Allah yolunda, yani halk için harcamaya çağırmış, bu servet biriktiren yığıcıların düzenini bozmuştur’’…
Kuran, bu dağıtımı ‘’infak’’ olarak tanımlamış, ‘’ihtiyaçtan artan paranın dağıtılması’’ olarak sınırlamıştır.(Bkz.Bakara Suresi 219.ayet)
Yani, elde edilen gelirin, ihtiyacınızdan artan kısmının ‘’Allah rızası için dağıtılması öngörülmüştür’’. Peki, Allah rızası için dağıtım nasıl olur ?
(BAKARA suresi 215. ayet) Sana, neyi infak edip vereceklerini soruyorlar. De ki: "İnfak ettiğiniz mal ve nimet; ana-baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizlerle yolda kalan için olmalıdır. Hayır olarak yaptığınızı Allah en iyi biçimde bilmektedir."
Allah’ın rızası, bu dağıtımın yapılması sureti ile oluşan durumun adıdır. Allah’ın rızası, süslü camiler yaptırma, yanlı okullar açma, sistem ile göbek bağı olan finans kuruluşları inşa etme ile değil, bu sistematiğin karşıtı olan ‘’kitlesel dağıtımı’’ öngören adımlar atma ile mümkündür.
Çünkü, bireyi-bireyciliği öngören sistematiğin mensupları ile göbek bağını kopartmamak sureti attığınız hiçbir adım, ‘’din dairesi içinde olmayacaktır’’…
Şimdi gelin de bunu anlatın!
Ya zekat ne derler, zekat verdikten sonra neyi dağıtacağız, malının 1/40’ını yılda bir kere verdikten sonra, istediğin gibi malını kullanabilirsin..vs. derler…
Elbette diyecekler, aksi halde bu yalanı nasıl meşru kılabilirsiniz ?
Kuran’da zekat’ın ölçüsü hakkında hiçbir ayet yoktur. 1/40 oranı, Kuran’da geçmeyen, Emevilerin Yahudi ulemaya uydurttuğu bir masaldır…
Bunu ısrarla savunacaklar varsa, hertürlü ilmi münazaraya varım, getirin delillerinizi, ben ise Kuran ile geleceğim!
Aynı zamanda Kuran’ın yoğun eleştiri sunduğu karşı misyonun önderlerine yapılan atıfları iyi anlamak gerekir;
“Kahrolsun Ebu Lehep iktidarı; kahrolsun!
Zenginlik ve iktidar onu kurtaramayacak!
O kıpkızıl bir ateşe atılacak!
Çenesi düşük karısı da yanında olacak!
Gerdanında fitillisinden bir de ip olacak!” (Leheb; 111;1-5) (R.İhsan Eliaçık)
Hedeftekilerin tamamı, ‘’kendisinin nesnel gerçekliği hakkında bir fikri olmayan, Büyük gölgelerin küçük insanlarıdır’’…
Bu realiteyi ihmal edersek, din dediğimiz olgu, içi boş bir oyuncak halini alır. Dileyenin, kendi arzularına yönelik kurgulayabileceği bir kurum, bir araç haline dönüşür.
Genel olarak, günümüzdeki muhaliflerin bütünü ; ‘’dini siyasete alet ediyorlar’’ biçiminde bir çıkış yapmaktadır. Ancak, eksik olan olgu şudur; kendileri de dini, onların algıladığı ölçüler dahilinde ele almakta ve bunun gerçek din olduğu sanısı ile hareket etmektedirler.
Vahyin dininin gerçek yüzüne dair hiçbir adım atmayan, hatta gerektiğinde; dinin gerçeklerinin açığa çıkmasını istemediğinden cellatlaşacak ‘’sömürü bezirganları’’ kadar sertleşebilen muhaliflerin bu tutumu, toplumları ‘’GAYYA kuyusuna’’ hapsetmektedir.
Muhammedi çıkış, öncesinde tekerrür etmiş çıkışlara paralel olarak, yeryüzündeki oluşların bütününün özünce cereyan eden; ‘’sahte benlik/gölge ile evrensel akıl arasındaki mücadelenin timsali konumundadır’’…
Bu realiteyi idrak etmeksizin atılacak her adım, Küresel hegemonyanın çıkarlarına hizmet edecektir.
Makaleyi çok fazla uzatıp, veri yağmuruna tutmayacağım; ancak okuyuculara önerim; ‘’Ebuzerr Gıffari’’yi okuyup anlamalarıdır.
Peygamberin en yakın sahabelerinden olan bu şahıs, sermaye yığıp kendi çıkarları için kullananlar ile yaptığı mücadele nedeni ile, Rebeze çöllerinde ölüme terk edilmiş ise, birileri ‘’Dindarlık adına Dinsizlik’’, Müminlik adına Müşriklik yapıyor demektir.
Hemde Allah’ın elçisi Muhammed adına yapılan bu hayasızlığı anlamak mümkün değil.
Küresel Kapitalizm ile kolkola yürüyen, halkın çıkarlarını gözetmeksizin mal yığan bozguncuları başımıza dindar diye getiren halkımızın cehaleti ortadadır.
Allah’tan hepsine ‘’basiret’’ diliyorum…
Eren Erdem
http://www.bagimsizyorum.com/?mxz=YaziD&hid=16
|