Arap edebiyatında İslâm’dan önceki döneme Cahiliye dönemi denmektedir1.
Bu dönem, birinci ve ikinci Cahiliye dönemi olmak üzere ikiye ayıranlar vardır. Bunlara göre; I.Cahiliye devri, tarih öncesinden miladi V.yüzyıla kadar sürmüştür. ve II.Cahiliye devri ise ; miladi V.yüzyıldan İslam’ın doğuşuna kadar sürmüştür2.
Bu döneme “Cahiliye dönemi” denilmesinin nedenini anlamak için bu kelimenin sözlük ve terim anlamını bilmemiz gerekmektedir.
Cahiliye kelimesi, cehl kökünden türetilmiş olup eski sözlüklerde bu kelimeye ilmin zıddı olarak genellikle “bilgisizlik” anlamı verilir. Rağib el-isfahanî cehlin üç değişik anlamından söz ederek “nefsin bilgiden yoksun olması” şeklindeki anlamın kelimenin asıl manası olduğunu ifade eder. Diğer iki anlamı ise “bir konuda doğru olanın tersine inanma” ve “bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma”dır.
Ancak, modern araştırmacıların çoğu, eskiden beri kabul edilen “bilgisizlik devri” şeklindeki bu anlayışa cahiliye devri şiirlerinden, Kur’an-ı kerim ve hadis gibi ilk islami kaynaklardan örnekler vererek yeni bir yorum getirmişlerdir. Onlara göre, eski Arap şiirinde “cehl”, “ilm”in zıddı olarak da kullanılmakla birlikte bu kelimenin ikinci derecedeki anlamıdır. Cahiliyye’yi “barbarlık dönemi” olarak anlayıp tercüme eden Goldziher, Hz.Peygamberin İslam’ı barbarlığın karşıtı olarak açıklamış olduğunu hatırlatır ve bu anlamdaki cahiliyenin asıl karşıtının hilm olduğunu belirtir. Hilim kelimesi “metanet, güç fiziki bütünlük ve sağlık, teenni, sükunet, bağışlama, yumuşak huyluluk, ahlak ve karakter sağlamlığı, fazla duygusal olmama, ihtiyat ve ılımlılık” gibi anlamlara gelir. Buna göre, halim, günümüzde “medeni insan” diye adlandırılan kişidir. Bunun zıddı olan cahil ise “azgın, arzularının esiri, hayvani içgüdülerini takip eden, vahşi, şiddet taraftarı ve aceleci bir karaktere sahip” yani “barbar kimse”dir3.
1- Cahiliye Döneminde Sosyal Ve Kültürel Hayat
Arap yarımadası’nda yaşayan Arapları iki gurupa ayrılır. Hazarî (yerleşik) ve Bedevî (göçebe) Araplar.
Hazarî Araplar, Hicaz, Yemen, Irak, Şam ve az da olsa Arap Yarımadası’nın ortasında istikrarlı bir hayat yaşamışlardır. Aynı zamanda, şehir hayatı bir kabile hayatı gibiydi. Yesrib (Medine), Evs ve Hazrec kabilelerin; Mekke’de Kureyş kabilesinin yerleşim alanıydı.4 Bedevî Araplar ise; hayvanlarına yedirecek ot aramak üzere devamlı göç halindeydi.
Cahiliye döneminde Araplar, ister şehirlerde yaşamış olsun ister göçebe hayatı sürmüş olsun; hürler, esirler ve mevali olmak üzere üç sınıftan oluşmaktaydı5.
Hürler, bunlar aile topluluğunun veya kabilenin ortak adını taşıyan aynı haklara sahip kimselerdi. Esirler, hürlerin sahip oldukları şeref ve haklardan mahrumdular. Bu sınıf kölelerle cariyelerden müteşekkildi. Mevali ise; esirler ile hürler arasında orta bir sınıftı. Genel olarak mevali, azad edilmiş köleler veya cariyelerdir6.
Kabile bireyleri birbirlerine çok bağlıdır7. Ve seçtikleri reislerine kayıtsız şartsız bağlanırlardı ki bu durum onların müstakil düşünce ve hareketlerini büyük ölçüde engelliyordu8.
Araplar, cömertlik, vefakarlık, misafirperverlik ve komşuyu korumak gibi güzel huyları ile övünürlerdi. Cömertliliği ile tanınan pek çok kimse vardı. Onlardan biri Hatim et-Tai’dir9.
Öç almak Arap toplumunda geçerli bir davranıştı. Kişi öldürülen akrabasının öcünü alırdı. Ve diyet ödemeyi de bir boyun eğme ve şerefsizlik sayarlardı. Kabile erkek çocuklarıyla övünür, onları cesur ve savaşçı yetiştirmeye çalışırdı. Ama aynı kabile, kız çocuklarını utançtan veya fakirlikten korktuğundan dolayı diri diri toprağa gömebiliyordu.10 Bu devirde, içki içmekle övünen Araplar; içkiye medhiyeler dizmişlerdir. İçki ticaretini yapanlar da Yahudi ve Hıristiyanlardır. Içkileri de, Bosra, Şam Hire ve Irak’tan getirirlerdi11. Kumar’da Araplar arasında yaygındı.
Araplar, Hz. İbrahim’in ve onun oğlu Hz. İsmail’in dinini unuttuktan sonra putlara tapmağa başlamakla beraber kainatın yaratıcısı ve yüce koruyucusu olan Allah’a inanıyorlar ve hac zamanında onun adına telbiye ediyorlardı. Arapların putlardan başka, Tağut denilen tapınakları vardı. Tağutlar Kâbe’den ayrı olup Hicaz’da ve diğer yerlerde yüz kadar vardı. Araplar, Kâbe’ye gösterdikleri gibi onlara da saygı gösterirler, etrafını tavaf ederler, önlerinde kura çekerler, hediyeler sunarlar ve kurbanlar keserlerdi. Böyle olmakla beraber Kureyşliler Kâbe’nin bütün tağutlara üstün olduğunu bilirler ve Hz. İbrahim’in mescidi olduğunu tasdik ederlerdi12. Bununla birlikte, putlara tapmayıp tek tanrıya inananlar vardı. Bunlara “el-Ahnaf” ve dinlerine “Hanefiyye” denilmekteydi. Bu inanca mensup olanlardan bazıları şunlardır: Zeyd Bin Amr Bin Nefil, Kıs Bin Sa’ide, Sırma Bin Ebi Enes, Ümeyye Bin Ebi’l Salt, Halid Bin Sinan el-Absi ve Varaka Bin Nevfel’dir13. Ayrıca, Hıristiyan ve Yuhudi olanlar da vardı. Yahudiler Yesrip’te ve Hayber’de; Hıristiyanlar ise Yarımadanın kuzeyinde Rebi’a ve Gassan kabilelerinin topraklarında taraftar bulmuştu. Diğer taraftan güneyde Necran ile kuzeybatıda Hire de Hıristiyanların görüldüğü yerler arasındaydı14.
Araplar, bazı ilimleri kendi icatları olmakla beraber bir kısmını da başka uluslardan almışlardır. Soydizimi bilgisi, şiir, hitabet ilimleri Arapların kendilerine mahsus ilimlerdir. Diğer uluslardan alınma ilimler ise; Astroloji, tıp, meteoroloji, mitoloji ve kehanettir15.
2- Cahiliye Döneminde Dil ve Edebiyat
Arap dili ve edebiyatı, nesir ve nazım olmak üzere iki kısma ayrılır.
a- Nesir
b- Şiir
Bilerek ve istenilerek söylenmiş vezinli ve kafiyeli söze nazım denir. Bu manada nazım; şiir kelimesinin müradifidir.
1- Cahiliye Şiirinin Lehçesi
Arap yarımadası’nda birçok lehçe kullanılmıştır. Ancak, edebi ürünlerini bir tek lehçe kullanarak ortaya koydukları görülür. Bu lehçe ise Kureyş lehçesidir. Şair, şiirini kabilesinin lehçesi ile değil bu edebi lehçe ile şiirini nazm ederdi. İbn Haldun şöyle demiştir: “Kureyş lehçesi, en açık ve en fasih lehçe idi. Çünkü, acem ülkelerinden bütün yönlerden uzaktı „
Kureyş lehçesinin böyle bir misyona sahip olmasının temel nedenlerden biri Kâbe’ye ev sahipliği yapmasıdır. Böylece, Kureyş toprakları bir uğrak yeri haline gelmiş ve bir ticaret merkezi olmuştur. Bunlara ilaveten, Arap kabileleri, komşu Bizans ve Pers imparatorluklarının Arap Yarımadası sınırlarına saldırmalarını görünce Mekke çevresine bir gönül bağı oluşturmuştur .
Bütün bu nedenler, Kureyş lehçesinin diğer kabile lehçelerine üstünlük kurmasına yol açmıştır. Ve böylece, Kureyş lehçesi ile dualarını, düşüncelerini ve hislerini ifade etmeye başlamışlardır.
2- Cahiliye Şiirin Rivayeti ve Tedvini
Araplar, Cahiliye döneminde veya öncesinde, Nebati yazısını geliştirerek Arap yazısını meydana getirdiler. Bunu kanıtlayan birçok yazıt bulunmuştur. Birçok şairin de Atlal’ı ve evin izlerini bir yazıya benzettiğini görürüz. Buna örnek olarak ta el-Murakkaş el-Ekber’in şu beytini gösterebiliriz:
الدََََّ 14;ارُ قَفْرٌ والرسومُ كما رقَّشَ فى ظَهرِ الأَديمِ قََلمُ
Kendisinin yazı yazabildiği de söylenir. Ayrıca, esir düştüğü bir sırada bazı göçebe araplara bir kasidesini yazdığı da rivayet edilir. bir diğer örnekte ise ; Lebid Bin Rebi’a’nın muallakasının ilk üç beytini verebiliriz. şair şöyle demiştir :
عَفَتِ الديار محلُّها فمُقَامُ 07;ا بِمِنً 1609; تأَبَّدَ غَوْلُها فرِجامُه 75;
فمدافعُ الرَّيَّ 75;ن عُرِّىَ رَسْمُها&nbs p;خَلَقاً كما ضمِنَ الوُحِىّ 14; سِلامُها
وجلا السيولُ عن الطلول كأنها زُبُرٌ تُجِدُّ متونَها أقلامُها
Şair, evin izlerini; ince taşlara yazılmış yazılara benzetmektedir. Bu tür benzetmeler, birçok şiirlerinde görülmektedir. Bu da birçok şairinin yazıyı bildiklerine delalet edebilir. Şüphesiz ki, yazı özellikle Mekke’de yaygındı. Bilindiği üzere, Hz. Muhammed (S.A.V), Bedir Savaşı’nda esir düşen ve okuma yazma bilen müşriklere, on müsluman çocuğa okuma yazma öğrettikleri zaman serbest kalabileceklerini söylemişti. bütün bunlar, Cahiliye döneminde Araplar yazıyı bildiklerini göstermektedir.
Ancak, Cahiliye döneminde, şiirleri muhafaza altına almak için yazmış olabilecekleri yönünde kesin bir delil yoktur. Sadece bazı kasideleri veya kıt’aları yazmış olabilirler. Bunun ötesine geçip te gelecek nesillere aktarılmak üzere divanlar yazdıkları konusuna şüphe ile bakmak gerekir.
Bu bağlamda, cahiliye şiiri, tedvin edilinceye kadar şifahi olarak rivayet edildiği anlaşılmaktadır. özellikle şair olmak isteyenlerin bir şairin ravisi olur ve onun şiirlerini rivayet ederdi. Böylece ravi, kendisini yetiştirirdi. Bunlara misal olarak Evs b.Hacer et-Temimi’inin ravisi Züheyir b.Ebi Sülma el-Muzeni, Zuheyr’in ravisi de Oğlu Ka’b ve el-Hatı’e, el-Hatı’e’nin ravisi de Hudbe b.Haşrem el-Uzri, Hudbe’nin ravisi de Cemil, Cemil’in ravisi de Kuseyyir’dir. Görüldüğü üzere; şair, şiirini rivayet ettiği şairin şiirini muhafaza etmiş ve aynı zamanda kendisi de bir başkasına da aktarmıştır. Hatta kabilenin birçok mensubu kendi şairlerinin şiirlerini rivayet ederlerdi. Çünkü şiirler, kendi kabilesinin üstünlüklerini ve düşmanlarının kötülüklerini anlatırdı.
Hatta diğer kabile mensupları da birçok şairin şiirini rivayet ettiği kaydedilmektedir. Bu şiirleri, toplantılarında, panayırlarında ve benzeri yerlerde inşad ederlerdi.
Araplar, İslam’ın doğuşu ile artık Kur’an’la meşgul oldukları için eskisi gibi şiirleri ile ilgilenmemişlerdir. Fakat bu durum onların şiirlerini büyük ölçüde unutmalarına neden olmamıştır. Hatta Hz.Muhammed (S.A.V.) şairi Hassan b.Sabit ve diğer Ensar Şairlerini, Kureyş şairlerine karşılık vermelerini ve onları hicvetemelerini isterdi. Ayrıca, sahabeler, şiir inşad ettikleri ve cahiliye dönemindeki ahbardan bahsettikleri söylenir. Hz. Ömer, Divanları tedvin etmeye başlayınca, soydizimi bilgilerine ihtiyaç duymuştur. Çünkü, bu bilgiler askerlerin maaşlarını ve Kasra ve Kûfe gibi yeni şehirlerdeki kabilelerin merkezlerini bilmelerinde yardımcı olacaktı. Araplar arasında soydizimi bilgisi ile meşhur kimseler vardı. Fakat özellikli bu dönemde bu kimselerin rolü çok büyüktü. Çünkü Araplar, soylarını bu insanlardan öğreniyorlardı. Ve çoğu zaman onlara neseplerini belirten bir şiir kıtalarını görürülerdi. Bu soydizimi bilginlerin en meşhurları ise; Ukeyl b.Ebi Talib, Mahrime b.Nevfel, Dağfel ve en-Neccar b.Evs el-Uzri’dir. Bu bigilerin çerçevesinde, islam dönemi başlangıcında da şiir, rivayet edilmeye devam edilmiştir.
Emevi döneminde ise, bu kültür hazinesine gereken önem verilmiştir. Emevi Halifelerinden Muaviye ve Abdulmelik b.Mervan ve diğer halifeler, kendilerine gelen kabile temsilcilerine, bazı şiirlerinden kendilerine inşad etmelerini isterlerdi. Hatta Muaviye’nin Yemen’den Ubeyd b.Şeriyye el-Cirhemi’yi getirtip ondan eski krallardan ve ahbardan bahsetmesini isterdi. Ve bahsetmiş olduğu Kralların hayatları, eski Arap hadiseleri ve şiirleri kaydedilmesi için defterlere yazılmasını sağlardı. Ayrıca, hikayecilerin (kassas), Camide oturup vaaz verirlerdi. Bu vaazlarını daha da güçlendirmek için cahiliye şiirlerinden kıtalar okurlardı. Ve Peygamberin savaşlarını ve savaşları hakkında söylenen şiirleri aktaran Ebban b.Osman b.Affan ve Urve b. ez-Zubeyr gibi bir grup vardı. Bunlara ilaveten, yeni nesillere cahiliye şiirini öğreten el-Kemmit ve et-Tırmah gibi hocalar yetişti.
Bütün bu ravilerin yanında; rivayeti bir meslek haline getirenler vardı. Bu raviler, sadece cahiliye şiirini değil bunun yanında cahiliye dönemi ahbarı ve eyyamı hakkında da bilgileri rivayet ederlerdi. Mescitlerde halkalar oluştururlar ve şiirlerde geçen garip kelimeleri açıklarlardı.
Bu ravilerin en meşhurları ise Ebu Amr b. el-Ala’, Hammad er-Raviye, Halef el-Ahmer, Muhammed b.es-Sa’ib el-Kelbi ve el-Mufaddal ed-Dabbi’dir. Rivayet ettikleri şiirleri, Kabileler ve Bedevi’lerden almışlardır. Bu şiirleri elde etmek için bazıları yola düşer ve kaynağından alırdı. Ayrıca, bazı bedevilerin Kûfe ve Basra’ya kendisi gidip bu ravilere bildiği şiirleri aktarırdı. Cahiliye şiirine duyulan bu ihtiyacın sebeplerinden en önemlisi ise; Kur’an-ı Kerim’de geçen kelimelerin tefsirinde kullanılmasıdır. İbn Abbas’tan beri Kur’an-ı Kerim’in kelimelerini açıklarken şiirlerden istişhadlar getirilmeye başlandı. Ve de Arapça gramer kaidelerini ortaya çıkarırken de cahiliye şiirinden yararlanıyorlardı. Ancak, zamanla bu iki amaç için değil de salt şiir için raviler şiirleri rivayet etmeye başladılar.
Abbasi döneminde ise Kûfe ve Basra olmak üzere iki rivayet merkezi oluşmuştu. Kûfe ravileri, Basra ravileri kadar titiz davranmadıkları söylenir. Bu nedenle, Kûfe ravilerin rivayet ettikleri şiirlerinde intihale raslanır. Ebu Tayyıb el-Leğavi “ Kûfe’deki şiirler Basra’ya göre daha çoktur. Fakat çoğu uydurma... Bu da Divanlarında bellidir.“ demiştir. Kûfeli ve Basralı raviler, intihalle birbirlerini suçlamışlardır.
Bu konuda, Basralı ravilerin Kûfeli ravilere göre daha güvenilir oldukları hususunda bir görüş mevcuttur. Buna rağmen, bütün Kûfeli ravileri suçlamak haksızlık olacağı gibi bütün Basralı ravileri de güvenilir saymak yanlıştır. Bütün bunların nedenine gelince; Basralı ravilerin başında Ebu Amr b. el-Ala’ bulunuyordu. Kendisi de güvenilir telakki edilen ravilerin başındadır. Buna karşı, Kûfeli ravilerin başında Hammad er-Raviye gelmektedir. Kendisine de şüphe ile bakılmaktaydı.
4- Cahiliye Şiirinde İntihal
Arap dilcileri, şiirleri tedvin etmeye başladıklarında intihale* dikkat çekmişlerdir.
5- Cahiliye Şiirinin Kaynakları
Basralı ve Kûfeli dilciler, eski şiirlerden kalanı gelecek nesiller için toplamışlardır16.
Toplamış oldukları şiirler, divanlar, Kabilelerin şiir mecmuaları veya belirli bir sosyal kesimin şiir mecmuaları ve seçmelerden oluşmaktadır.
- el-Muallakat
- el-Mufaddaliyyat
- el-Asma’iyyat
- Cemheret’u Eş’ar’i-l Arab
- Ebu Temmam’ın Divan’ü-l Hamase adlı eseri
- el-Buhturi’nin Divan’ü-l Hamase adlı eseri
- Kitab’u-l Ağani ve Eş’ir ve-Şu’ara’ adlı eserlerde Cahiliye dönemine ait şiirler ve Kıtalar bulunmaktadır.
- Muhtarat’u İbn eş-Şeceri
6- Cahiliye Şiirinin Özellikleri
Cahiliye şiirine bakıldığında Ġazel, Hamaset (yiğitlik, kahramanlık, cesaret), Risa’ (ağıt), Hica’(yergi), Vasıf ve Hikmet’ten oluştuğu görülmektedir.
Sözlük anlamı « kadınlarla konuşmak »’tır. Gazel, cahiliye şairlerin en çok değinmiş oldukları bir konu olup onunla uzun kasidelerine başlamayı bir kural haline getirmişlerdir. Tabii ki, Gazel’in ana unsuru kadındır. Şair, kadında görmüş olduğu bütün vücut güzelliklerini tavsif etmiştir. İlk önce yüz ve uzuv güzelliğine değinmiş daha sonra ahlakını ve duygularını tasvir etmiştir.
Bu şekli, İmru’ul Kays’ın muallakası’nda da görmekteyiz. İmru’ul Kays, muallakası’nın 28-39.uncu beyitlerinde kadında görmüş olduğu herşeyi tavsif etmiştir. Ayrıca, Amr Bin kulsum, İmru’ul Kays’tan daha açık bir tasvir yaptığı muallakası’nda görülmektedir. Amr, sevgilisinin çıplak olarak tasvir eder.
Bununla birlikte, kadınların ahlaki yönlerini unutmamışlar, onun utangaç ve iffetli olduğunu zikretmişlerdir. Ayrıca, kadınların
Sözlük anlamı « Kuvvet, kahramanlık ve cesaret »tir. Hamaset, savaşın, savaşmanın, ve cesaretin sanatıdır. Kahramanlığın, erkekliğin, tehlikelere meydan okumanın sıfatları ile terennüm etmektir. Savaş meydanında olan biteni vasfetmek, savaşa ve öç almaya davet etme sanatıdır.
Sözlük anlamı « ölüyü anmak, yadetmek, iyiliklerini sayıp dökmek »tir17. Risa’,
Sözlük anlamı « alay etmek, yermek »tir.
Cahiliye şairi, duygu ve düşüncelerinde yaşamış olduğu çevrenin etkisi görülmektedir.
B- Muallakat
- Muallakat’ın sözlük ve Terim Anlamı
- Muallakat’ın Asılması
- Muallakat’ın Mecmua Haline Getirilmesi
- Muallakat’ın İsimleri
Mu’allakat’ın diğer isimleri ise; es-Semmut, el-Meşhurat, el-Müzehhebat, el-kasaid’us Seb’, es-Seb’iyyat, es-Seb’ut Tuval, es-Seb’ul Cahiliyyat’tır18.
- Muallakat Sahipleri
Mu’allakat şairlerinin kimler olduğu hakkında ihtilaflar bulunmaktadır. Ancak, rivayetler beş muallakanın sahipleri hakkında hemfikirdir. Bu beş şair, İmru’ul Kays, Tarafe Bin el-Abd, Züheyr Bin Ebi Sülma, Lebid Bin Ebi Rabi’a ve Amr Bin Külsum’dur19. Altıncı ve yedinci muallakanın sahipleri ise birçok rivayete göre Antere Bin Şeddâd ve el-Haris Bin Hillize’dir. Fakat, el-Mufaddal; Antere Bin Şeddâd ve el-Haris Bin Hillize’nin kasîdeleri yerine en-Nabiğa ez-Zübyani ve el-A’şa’nın kasidelerini koymuştur20.
- Muallakat’ın Sayısı
Yukarıda zikredilen dokuz şairin kasîdelerinin tamamını mu’allakat olarak kabul edenler de vardır. Bunlar, en-Nabiğa ez-Zübyani ve el-A’şa’nın kasidelerini ilave ederek muallakat’ın sayısını dokuza çıkartımştır. et-Tebrizî ise dokuz kasideye; Ubeyd bin el-Abras’ın kasidesini de ilave ederek ona çıkartmıştır.21
- Muallakat’ın Şerhleri
Muallakat, birçok defa şerh edilmiştir. Bununla birlikte, sadece bir mua’llaka’yı şerhedenler de vardır. Tamamını veya bir bölümünü şerhedenler şunlardır22:
- Ebu Bekr Muhammed Bin el-Kasım el-Enbari’nin ( öl. 327 H./ 939 M.) Şerhi
- Muhammed Bin Ahmed Bin Kisan’nın ( öl. 320 H./ 932 M.) Şerhi, İmru’ul Kays, Tarafe, Amr ve el-Haris’in muallakalarını şerhetmiştir.
- Ahmed Bin Muhammed en-Nahhas’in (öl. 338 H. / 950 M) Şerhi
- El-Huseyin Bin Ahmed ez-Zevzeni’nin (öl. 386 H. / 1093 M) Şerhi
- Yahya Bin Ali et-Tebrizi’nin (öl. 502 H. / 1109 M.) şerhi, Şerh’ul Kasaid’il Aşr ( on kasîdenin şerhi)
- Osman Bin Abdullah Bin Ebi Ali et-Tenuhi el-Ma’arri’nin Şerhi
- Mevhub Bin Ahmed el-Husari’nin Şerhi
- Muhammed Bin Ali Bin Fadl el-Huseyni et-Tabari’nin Şerhi
- Abdullah Bin Ahmed el-Fakihi’nin( öl. 972 H. / 1564 M.) Şerhi
- Ebu Sa’îd ed-Darîr ec-Cürcâni’nin Şerhi
- Abdurrahim Bin Abdul Kerim’in Şerhi
- Ali Bin Ali es-Safiburi’nin Şerhi
- Ahmed Bin el-Fakîh Muhammed Bin Ebi Bekr’in Şerhi
- Muhammed Bin Bedr’u-d Din el-’Avfi’nin İmru’ul Kays, Züheyr Bin Külsûm ve Tarafe Bin Abd mu’allakalarının Şerhi
- Ahmed Bin Muhammed Bin Abd’u-l Kerim el-Musevi’nin şerhi
- El-Fayd es-Sehanburi el-Kureşi el-Hanefi’nin şerhi.
- Ahmed Bin Muhammed Bin İsmail el-Mu’afi’nin şerhi
- Ebu Firas Bedr’ü-d Din el-Halebi’nin şerhi
- Mustafa el-Ğalayini’nin Ricalü-l Muallakat’i-l Aşr (On Muallakanın Sahipleri)
- Fuad Afram el-Büstani’nin Tarafe ve Lebid’in muallakalarının şerhi
- Muallakat’ın Beyit Sayısı
Mu’allakat kasîdeleri, şerh edenler ve kaynaklara göre beyit sayısında bir farklılık olduğu aşağıdaki tabloda görülmektedir23:
Şairler |
Muallakatı şerh edenlere ve Bazı Kaynaklara göre beyit sayıları |
İbn’ül Enbari |
Ez-Zevzeni |
İbn’ün Nehhas |
Et-Tebrizî |
El-Cemhara |
Eş-Şu’ara’-us Sitte |
Devavin’ul Şu’ara’ |
Feth’ul Kebir |
İmru’ul Kays |
82 |
81 |
82 |
82 |
90 |
77 |
77 |
92 |
Tarafe |
103 |
103 |
104 |
105 |
120 |
110 |
104 |
120 |
Züheyr |
59 |
62 |
59 |
59 |
65 |
60 |
60 |
65 |
Antere |
79 |
75 |
83 |
80 |
112 |
85 |
85 |
113 |
Amr |
94 |
103 |
93 |
96 |
121 |
- |
124 |
118 |
El-Haris |
84 |
84 |
85 |
85 |
- |
- |
- |
86 |
Lebid |
88 |
88 |
89 |
89 |
89 |
- |
88 |
89 |
El-A’şa |
- |
- |
64 |
64 |
- |
- |
- |
68 |
En-Nabiğa |
- |
- |
50 |
50 |
- |
50 |
49 |
49 |
Abid |
- |
- |
- |
48 |
43 |
- |
45 |
49 |
Bunun nedeni ise, cahiliye döneminde söylenen şiirler şifahi olarak nakledilmesinden dolayı ancak hicrî II.yüzyıldan itibaren tedvin edilmesine bağlıdır.
C- el-Muallakatu’s-Seb’
1- Şairleri ve şairlerinin hayatları
a. İmru’ul Kays ( 497≈545 M. / 130≈80 H.Ö.)24
Asıl adının Hunduc, Adî veya Müleyke olduğu kaydedilmektedir25. İmru’ul Kays onun lakabı olup “şiddet adamı, Tanrı Kays’ın kulu, Beni kays kabilesinden bir kişi” anlamlarına gelir26. İmru’ul Kays, Esedoğulları toprakları içinde doğdu27. Kinde’nin son hükümdarı Hucr’ün oğludur. Annesi Fatıma, şair Mühelhil’in ve Kuleyb’in kızkardeşidir. Kuleyb’in ölümü ile Bekr ve Tağlib kabileleri arasında meşhur Besus savaşı çıkmıştır28. Bizans kralının hediye ettiği zehirli gömleğin etkisiyle vucüdunu yara ve çıbanlar kapladığından “zü-l kurûh” ve babasının intikamını almak için yardım talep etmek üzere kabile kabile, ülke ülke dolaşması ya da serseri bir hayat yaşaması sebebiyle “el-Melik’ü-d Dalîl” lakaplarını da almıştır29. İmru’ul Kays’ın künyesi ise Ebu Haris veya Ebu Vehb’dir30.
İmru’ul Kays, genç yaşta şiire, bilhassa aşk şiirine karşı ilgi duydu31. Başında bulunduğu Esedoğulları kabilesinin kadınlarına şiirle sataşmaya başladığını öğrenen babası önce onu uyardı; kendisini dinlemeyip aşk şiirleri söylemeye devam etmesi üzerine de azatlısı Rebi’a’ya oğlunu öldürmesini ve gözlerini kendisine getirmesini emretti. Ancak Rebi’a, İmru’ul Kays’a kıymayıp vurduğu bir sığır yavrusunun gözlerini Hucr’e götürdü; Hucr’ün pişman olduğunu ve çok üzüldüğünü görünce de onu öldürmediğini söyledi32. Ancak, İmru’ul Kays şiir söylemeye devam edince babası onu kabilesinden kovdu33. İmru’ul Kays, babasının bir isyan sonucu Beni Esed tarafından öldürüldüğünü Yemen’de iken duydu ve onunu intikamını olmaya yemin etti. İmru’ul Kays’ın bu kararını öğrenen Beni Esed bir barış heyeti gönderdi. İmur’ul kays, Bekr ve Tağlib kabilelerinden aldığı kuvvetle düşmanlarını mağlup ettiyse de bu galibiyeti, Beni Esed’den hiçbir kimsenin sağ kalmasını istemeyen İmru’ul Kays’ı tatmin etmedi. Ancak müttefikleri kendisine daha fazla yardım etmeyi reddettiler ve onu savaştan vazgeçirmeye çalıştılar. Kabileler arasında dolaşıp tekrarar yardım toplayan İmru’ul Kays, akrabası olan Himyer kralının verdiği ve diğer kabilelerden sağladığı kuvevetlerle Beni Esed e saldırarak onları yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine Hîre Hükümdarı Münzir Bin Ma’ü-s Sema, İmru’ul Kaysa’a karşı Kisra Enüşirvan’dan yardım istedi. Enüşirvan, Hîre hükümdarının Beni Esed’in koruma teklifini kabul ederek yardım gönderdi. İmru’ul Kays, bu yeni güçle başa çıkamayacağını analşyınca Teyma Emiri Semev’el’e sığında. Semev’el , Gassani Meliki Haris Bin cebele’nin kendisine yardım edebileceğini söyledi. Haris’in yanına giden İmru’ul Kays, onun aracılığı ile Bizans Kralı Justinianos’tan yardım almak üzere İstanbul’a hareket etti34. Fakat İmru’ul Kays, Justinianos’un kızı ile bir aşk yaşar. Bunu duyan imparator, süratle dönüş yoluna çıkan İmru’ul Kays’a bir elçi gönderir ve ona zehirli bir gömlek hediye eder. Gömleği giyen İmru’ul Kays, yaralanır ve Ankara civarında ölür35.
İmru’ul Kays, muallakasında tavsif ettiği yerler Esedoğullarının topraklarıydı. Ebu Abdullah el-Cumahi onu, şiirinde zina ve fuhşu dile getiren şairler arasında sayar. İbn Kuteybe, şairin tenkit edilen yönleri arasında onun bu tarz gayrimeşru hareketleri açıkça dile getirmesini kaydeder36. İmru’ul Kays, şiire yenilikler getirdiği kabul edilir. Arkadaşlarını, hatıraların bulunduğu yerde durmaya ve ağlamaya davet edişi, nesipte ince duygu ve ifadelere yerverişi37 gibi farklı tatbikatı, daha sonraki şairler tarafından uygulanmıştır. Hanımları ceylan, güneş ve yumurta diye tavsif etmesi, kasidede nesibi ayırması gibi uygulamaları, şiirde ilk görülen hadiseler olarak değerlendirilmiştir38.
İmru’ul Kays’ın şiirleri hicri II. Yüzyılın sonlarına doğru Basralı el-Asma’I, kûfeli Ebu Amr eş-Şeybani ve Bağdatlı Muhammed Bin Habib tarafından toplandı. Hicri III. Yüzyılda İbn es-Sikkit ile es-Sukkeri bu çalışmalara dayanarak iki ayrı divan tesis ettiler39.
b. Züheyr Bin Ebi Sülma el-Muzeni ( ? - 609 M./ ? -13 H.Ö.)40
Arapların müzeyne kabilesinden olan bu şair, babasının mensup bulunduğu kabilesi, komşuları olan Benu Mürre ve Benu Abdullah Bin Gatafan’la Necd’de Medine’nin doğusunda yer alan el-Hacir taraflarında yaşıyordu. Züheyr, Benu Abdullah arasında doğdu ve yetişti41. Benü Abdullah Bin Gatafan kabilesi içinde yetişen Züheyr, babasını küçük yaşta kaybettikten sonra annesi şair Evs Bin Hacer ile evlenmişti. Züheyr bu talihsiz gelişmeler yüzünden kardeşleri ile birlikte dayıları olan şair Beşame Bin el-Gedir’in hameyesinde yaşadı. O, esasen içinde birçok şairin bulunduğu bir aileye mensuptu. Babası ebu Sülma Rebi’a, kızkardeşleri Sülma ile Hansa ve erkek kardeşi Evs te şairdiler. Züheyr’in oğulları, meşhur Burde kasidesinin sahibi Ka’b ve Buceyr de şair idiler42.
Züheyr, muallakasını, meşhur Dahis ve-l Ğabra’ savaşını sürdüren aynı kabilenin iki mühim kolu Abs ve Zübyan arasında barışı sağlayan Sinan oğlu Harim’le aynı kabileden Avf oğlu Hâris hakkındadır. Abs ve Zübyan kabileleri barış yapmak üzere iken Abs kabilesinden Hâbis oğlu Verd, Damdan oğlu Herim’i öldürmüş ve bunun üzerine Abs ile Zübyan kabileleri birbirlerine girmiş ve öldürülen Damdam oğlu Harim’in kardeşi Husayn, Hâris oğlu Verd’i veya Abs kabilesinden biri öldürmedikçe başını yıkamıyacağına and içmişti; Husayn, Abs kabilesinden birini öldürecek andını yerine getirmiş ise de Abs kabilesi de ayaklanmıştı. Hâris, öldürülen kimsenin diyeti olmak üzere bunlara yüz deve göndermek suretiyle hadiseyi önlemişti. Züheyr, muallakası ile ilk defa Herim’i ve Hârisi bu münasebetle övmüş ve bundan sonra Herim hakkındaki övgüleri birbiri ardınca gelmiştir.43
Züheyr, üvey babası Evs Bin Hucr’un ravisi ve Evs de Tufeyl el-Ganevi’nin ravisi olduğu, oğulu ise Ka’b’ ise kendisinin ravisi olduğu bilinmektedir. Ka’b’in de ravisi Hutey’a, Cümeyl ve Küseyyir’dir.44 Züheyr, İmru’ul Kays ve Lebid ile birlikte cahiliyle devrinin üç büyük şairlerindne biridir45. Şairin lüzumsuz unsurlardan ayıklanmış sağlam ve kusursuz bir dili vardı. Medihlerinde kişileri, geçici vasıfları ile değil de zati hususiyetleri ile medhetmekte, onların sahip olmadığı meziyetlerden bahsetmemekte ve asla mübalağaya kaçmamaktadır46.İkinci Halife Hz.Ömer, bu şair hakkında:“sözlerinde insicam vardır. Alışılmamış kelimeler kullanmaz ve hiçbir kimseyi kendisinde olmıyan vasıflarla methetmez.” demişti47. Hz.Ömer, gene bu şair için: “şairlerin şairi” de demişti48. Züheyr’in şiirlerinde özellikle, eğitici ve öğretici unsurlar öne çıkmıştır49. Buna ilaveten, hikemi şiirlerinde haksızlıktan ve zulümden kaçınmayı tavsiye eder, ağır başlı, ölçülü ve iyi olmayı öğütler.50
Züheyr’in divanı birçok defa yayınlanmıştır.
3. Lebid Bin Ebi Rabi’a ( ? – 661 M. / ? – 41 H.)51
Arapların arasında elinin açıklığı ile meşhur Rebi’a adlı bir kimsenin oğludur. Annesi Abs kabilesinden Tâmire adlı bir kadındı. Lebid’in Künyesi ise Ebu Akiyl’dir52. Kendisinin Erbed adlı bir kardeşi ve iki de kızı olup bunlardan biri babası gibi şairdi. Lebid, muallaka sahipleri içinde biricik müslüman olan şairdir. Kabilesinin Medine’ye gönderdiği heyet içinde şair de yeraldı ve İslamiyeti kabul etti53.
Lebid, ikinci Halife Hz.Ömer devrinde Kûfe’de yerleşmişti. Hz.Ömer, valisi vasıtası ile Lebid’e müslüman olduktan sonra söylemiş olduğu şiirlerini sormuş; Lebid de Kur’an-ı Kerîm’in ikinci suresini yazıp vâliye getirmiş ve: “Allah, bana şiire mukabil bunu verdi.” demişti54. Lebid, müslüman olduktan sonra şiiri bırakmıştı. Bazıları kendisinin yalnız bir beyit söylemiş olduğunu rivayet etmektedirler55. Lebid, müslüman olduktan sonra Kûfe’ye yerleşmiş ve Benu Ca’fer Bin Kilab’ın çölünde defnedilmiştir. Ölümü Halife Muaviye’nin dönemine rastlamaktadır. Öldüğünde ise yaşının 145 olduğu rivayet edilmektedir.56
ec-Cumahi, Lebid’i III.Tabaka şairleri arasına alır57. Lebid’in Siirleri araplar tarafından çok takdir edilmiştir58. Söylemiş olduğu şiirlerinde tabiat ve hayvan tasvirlerinin yanı sıra hanif dininin bazı değerlerine rastlanır59.
Lebid’in divanı Ebu Amr eş-Şeybani, el-Asma’i, İbn es-Sikkit, et-Tusi, es-Sukkeri ve Muhammed Bin Habib gibi birçok dilci tarafından toplandı. Bunlar arasında Ali Bin Abdullah Bin Sinan et-Tusi, yazmaları günümüze kadar gelmiş bulunan çalışmasında Ebu Amr eş-Şeybani, el-Asma’i ve İbn Arabi’ye dayanmaktadır. Divanı Avrupa’da ve İslam dünyası’nda basılmıştır60.
4. Tarafe Bin el-Abd (538 ≈ 564 M. / 86 ≈ 60 H.Ö.)61
Şairin asıl adı Amr olup Tarafe ise yeni eşya anlamına gelen lakabıdır. Bir şiirinde bu kelimeyi kullandığı için bu lakabı almıştır62. Babası Abd, Bekr kolunun Vâil kabilesindendir63. Annesi ise el-Mütelemmis diye bilinen şair Abdülmesih Bin Cerir’in kızkardeşi Verde’dir. Ma’bed adlı erkek ve Hırnık adlı kız kardeşi vardı64. Tarafe’nin dayısı el-Murakkaş el-Asgar ve el-Asgar’ın amcası da el-Murakkaş el-Ekber’dir. Kız kardeşi Hırnik’te şairdi. Görüldüğü gibi Tarafe; birçok şair yetiştiren bir aileden geliyordu65. Babasını küçük yaşta kaybeden Tarafe; büyünce kendisini içkiye ve ve aşka verir66.
Pek küçük yaşta şiir söylemeye başlıyan Tarafe, dayısı el-Mütelemmis’le beraber Hire hükümdarı Amr Bin Hind’in nezdine gitmişti67. Tarafe, kız kardeşinin eşi Abd Bin Amr’ı kendisine şikayet edince eniştesini hicveden iki beyit söyledi. Hükümdarla kardeşi Kabus ve bu Abd Amr hep beraber avlandıkları bir sırada önlerine çıkan bir yaban eşeğini hükümdar vurmuş ve bunu kesmeyi Abd Amr’e bırakmıştı. Abd Amr’ın bu kesme işini becerememesi hükümdarı güldürmüş ve Tarafe’nin bunun hakkında evvelce söylemiş olduğu hicviyeyi okumuştu. Abd Amr, kendisi hakkında dahi Tarafe’nin daha ağır bir hicvi bulunduğunu hükümdara hatırlatmıştı. Amr Bin Hind, bunun üzerine eline bir mektup vererek Bahreyn’deki valisine gitmesini söyledi. Ve Vali mektubu okuyunca Tarafe’yi öldürdü68. Öldürüldüğünde 20 veya 26 yaşlarındaydı69.
Herkesi hicvetmekten kaçınmayan Tarafe, bu Muallakasını kardeşi Ma’bed’in develerini ararken amcasının oğlu Malik’ten yardım ister. Malik ise “onları kaybettin şimdi de onları mı arıyorsun” şeklindeki cevabını alınca Tarafe; bu sözlere alınır ve kasidesini söyler.70 Bu kasidesi, muallakat içerisinde en uzun olanıdır. Diğer şiirlerinde olduğu gibi burada da duygularını sağlam ve veciz bir dille ifade etmektedir. Bu dil bazen mübhem durumlar arzeder. Fakat bunun asıl sebebi eski Arap bedevi hayatına dair tabirler kullanması ve bunları nadir kelimelerle ifade etmesidir71.
Şiirleri, ilk defa el-Asma’i tarafından işlenmişti. Divanının bazı yazmaları günümüze kadar gelmiştir. M. Selgsohn tarafından Paris, London ve Viyana’daki yazmalar dayanarak 1901 tarihinde bu şiirleri Farnsızcaya tecüme ederek neşretti. Ve şairin divanı daha sonraları basılmıştır72.
5. Amr Bin Külsûm ( ? – 586 M. / ? – 83 H.)73
Kuzey Arabistan’da bulunan Tağlib kabilesinin Cüşem koluna mensuptur74. Babası külsûm Bin Mâlik, annesi ise Arap şairlerinden Mühelhil Bin Rebi’a’nın kızı Leylâ’dır75. Amr, on beş yaşında iken kabile reisi olmuştu76. Arap yarımadası, Şam, Irak ve Necid’de dolaştı77. Son derece gururlu olan Amr’ın Hîre Hükümdarı Amr Bin Hind’i öldürdüğü de bilinmektedir78. Amr Bin Külsûm, Bekr ve Tağlib kabileleri arasındaki bir anlaşmazlığın halli için Hîre Hükümdarı Amr Bin Hind’i ziyarete gelmiş, bu münasebetle inşad ettiği bir kasidesinde şair hükümdara Bekr kabilesine yakınlık göstermekten sakınmasını tavsiye etmiş, hatta bu hususuta tehtidkâr bir ifade kullanmıştır. Buna kızan Amr Bin Hind, kendisine arzedilen meselede Bekr kabilesi lehinde hüküm vermişti. Amr Bin külsûm ve beraberindekiler, bu ziyaretten kızgın ayrılmışlardı. Amr Bin Hind bir ara şaire haber göndererek annesi Leylâ’nın kendi annesini ziyaret etmesini istedi. Leylâ ziyarete gitti, fakat hükümdarın maksadı, şairin annesini kendi annesine hizmet ettirmek ve böylece onların gururunu kırmaktı. Leylâ bunu yapmadı. Bu yüzden çıkan münakaşa üzerine hükümdar adamlarını çağırdı. Bunu işiten Amr Bin Külsûm koşup geldi ve asılı duran bir kılıçla Amr Bin Hind’in kafasını kesti.
Daha sonra mu’allakat arasına alınacak olan bu kasidenin ilk bölümünü, Amr Bin Hind’i ziyarete geldiği zaman onun huzurunda okuduğu söylenmektedir. Kasidenin ikinci kısmını ise şair, Hîre kralını öldürdükten sonra tamamlamıştır.
Amr Bin Külsum’un muallakası, kendisine isnat edilen en güzel şiiridir. Muallakası iki kısımdır. Ilk kısmı, Bekr ve Tağlib kabilelerinin, Hire kralı Amr Bin Hind’in hakemliğine buşvurmaları üzerine nazmedilmiştir. Muallakasına sevgili ve şarabı hatırlatarak başlayan şair, daha sonra övünmeye koyulur. Şiirin ikinci kısmı, melik Amr Bin Hind’I öldürülmesinden sonra nazmedilmiş olup kabilenin üstünlüklerini dile getirir. Muallaka bu yönü ile bütün tagliblilerin ezberledikleri bir şiir olmuştur.
Amr Bin külsum’un şiirleri, İbn es-Sikkit tarafından ele alınıp işlenmiştir. Bir yazma eseri Fatih Kütüphanesi’nde bulunan bu şiirler, F.Krenkow tarafından neşredilmiştir.
6. Antere Bin Şeddâd Bin Amr el-Absi (? ≈ 600 M. / ? ≈ 22 H.Ö.)79
Babası Necid’de oturan Abs kabilesi ileri gelenlerinden Şeddâd, annesi ise Zebîbe adlı Habeşli bir câriyedir80. Şeddâd’ın onun dedesi veya amcası olduğu da söylenmektedir81.
Cahiliye devrinde melez olmaları sebebiyle kendilerine “Ağribetü’l Arab” (Arap Kargaları) denilen ve kahramanlıklarıyla ün salan üç siyah köleden biri olan Antere, Abs kabilesinin hem şairi, hem de cesur, atılgan, güzel huylu, hoşsohbet, zulme boyun eğmeyen savaşçısı olarak tanınmıştır. Abs ile Zübyân arasında cereyan eden Dâhis ve Gabrâ savaşı’nda büyük kahramanlıklar göstermiş, meşhur muallakasını da bu savaştan sonra söylemiştir. Muallakasını, annesinin siyahlığı ile alay eden ve kendisinin şiir söylemeyi bilmediğini iddia eden birine karşı şairliğini ispat etmek maksadıyla inşad ettiği de rivayet edilemktedir82. Bu yiğit şair, ilerlemiş yaşına rağmen kendi kabilesi ile Tay Kabilesi arasında çıkan bir savaşa katılmış ve savaş sırasında öldurülmüştür.
Antere’nin hayatı zamanla genişletilmiş ve yeni şekillere sokularak romanlaştırılmıştır.
7. el-Hâris Bin Hillize el-Yeşkuri ( ? ≈ 570 M. / ? ≈ 50 H.Ö.)83
Irak kabilelerinden Yeşkür kabilesine mensup Hilliz adlı bir kimsenin oğludur. Besus savaşında Bekr-Yeşkür ile Tağlib kabileleri birbirlerini yeyip bitiriyorlarken Hîre hükümdarı Amr tarafından bunlar barıştırılmış ve rehine olarak her iki taraftan yüzer genç alınmış ve bu gençlerden Tağlib kabilesine mensup olanlar Bekr kabilesi tarafından çöle sürülerek susuzluktan öldürülmüş olmalarıyle aralırnda tekrar muharebe baş göstermiş ve her iki taraf savaşı göze aldıramdıklarından Hîre hükümdarı Amr’ı hakem yapmış idiler. Bunun üzerine Tağlib kabilesinin başınada şair, Amr Bin Külsum ve Bekr-Yeşkür kabilesinin başında da Herim oğlu Numan gelmişler ve bu hükümdarın sarayında bunlar karşılıklı övünmeğe başlamış idiler. Bu sırada Amr Bin Külsum ayağa kalkıp muallakasının bir kısmını okuyarak kendi kabilesini müdafaa etmişti. Buna karşı Bekr-Yeşkür kabilesinden olan el-Hâris de muallakasını okumuştu.
Alıntıdır.