Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bu yazıda ileri gelenlerle resuller
arasında daimi olan, günümüzde de izlerini istikrar içerisinde sürdüren
büyük bir kavgaya değineceğiz.
Kuran’a göre, resullere ve onların
getirdiği dine / yol ve yönteme ilk itiraz edenler, en azılı düşmanlar
daima o bölgenin “servetle şımarmış” ileri gelenleridir. İlle bir
mazeret ileri sürerek resullere muhalif olmuşlardır.
Peki bu kavganın sebebi nedir ? Neyi
bölüşemediler, neden uzlaşamadılar ?
Aslında bu kavganın kökleri insanın ilk
çağlarına, ilk dönemlerine kadar uzanmaktadır.
Kuran’a göre, “insanın üzerinden
anılmaya değer bir şey olmadığı çok uzun devirler” geçmiştir. İnsan,
insanlık bu döneminde insandır ama “adem” değildir. Anılmaya, kendisine
vahyedilmeye değer bir varlık olamamış, tekamülünü tamamlamamıştır.
İnsan “Adem” olduğunda Yaratıcı alemlerdeki bütün meleklere / kuvvetlere
şöyle seslenir:
“… yer yüzünde bir halife / ardıl tayin
edeceğim.”
Gelenekselleşmiş dini inanış bu ayette
insanı “Allah’a halife” olarak görmüşse de, sonu gelmeyen bir varlığın
(Yani Allah’ın) halifesi / ardılı olamayacağı için biz bu görüşü kabul
edemiyoruz. İnsan yani adem, kendisinden önceki “anılmaya değer olmayan
varlığın” halifesidir.
Adem / İnsanlık, “sınırsız bir ömre
sahip olmak için” yasak meyveden yediğinde bahçesinden / mevkisinden
kovuldu. Biriktirmek, biriktirdiği ile ticaret yapmak ve böylece
“yarınını garanti altına almak” tutkusuyla yeryüzündeki diğer tüm
canlılardan farklı bir din / yol / yöntem edindi. Adem / İnsanlık, mülk
edindikçe, biriktirdikçe dünyevileşti. Mülk için savaş yaptı, kan döktü,
sorun çıkardı. Çünkü “hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışırken”
ölümü unuttu. Ölümü hiç hatırına getirmeyen insan, kendisini “ebedilik”
yolunda zannedecektir. Adem / İnsan bu yanılsamayla biriktirdikçe “kıt
olmayan kaynakları” kıt hale getirdi.
Ne zaman bir resul gelse ve “ihtiyaçtan
arta kalanı” diğerleriyle paylaşmayı teklif etse önce oranın “servetle
şımarmış” ileri gelenleri itiraz ettiler. Çünkü maldan eksiltmeyle
arınmak, ölümü hatırlamaktır. Maldan arınmak dünyevilikten arınmaktır.
Her peygamberin getirdiği ve biri
birinin aynı olan teklif, dünyeviliği terki emrediyordu. İleri
gelenlerin neredeyse yaşam gayesi olan mülk, şan, şöhret, oğullar,
aşiretler vel hasıl kişiyi muktedir kılan her şeyi makul seviyeye
indiren, sınırlayan teklif yasak meyveyi daha da cazip hale getiriyordu.
İnsan, kendisinden önce yaşamış hiçbir ebedi varlığa şahit olmadığı
halde kendisini buna layık görebiliyor, alemlerin gerçeklerine karşı
kör, sağır kesilebiliyordu.
Büyük kavganın ikinci sebebi, resullerin
gelenekselleşmiş inanışlara karşı “yeni” ve sorgulayıcı bir bakış açısı
getirmesidir. Var olan düzen ileri gelenlerin iktidarını pekiştirirken,
sıradan insanlara “sultanlık” teklif eden bir inanış nasıl kabul
edilebilir ?
Şuayp peygambere karşı çıkan ileri
gelenler şu itirazı ileri sürdüler:
“Ey Şuayb, atalarımızın taptığı
tanrılarımızdan vazgeçmemizi ve mallarımız üzerinde dilediğimiz gibi
tasarruf etmemizi engellemeni sana salatın mı emrediyor ?”
Kavganın iki temeli bu kadar açık ve
nettir.
İleri gelenlerin Kuran’la olan kavgası
da aynı minvaldedir.
Müşriklerin Hz. Peygamberden, “bu
Kuran’ı değiştir, yahut başka bir Kuran getir” diye talepte
bulunmalarının sebebi de bu iki temele dayanmaktadır.
Çünkü karşılarında okunan (Kuran),
dünyevileşmeye itirazlar içeriyor, ölümü hatırlatıyordu. “Eskilerin
masalları” diye alaya alınan ayetler, önceki kavimlerin resullere karşı
çıkarttıkları büyük kavganın akıbetini haber verirken, yine ölümü ve
kendilerinden önce aynı yolda ölenleri hatırlatıyordu. Ve şunu
soruyordu:
“Şimdi onlardan hiçbir ses duyabiliyor
musunuz ?”
Mülkleri, servetleri, şan ve şöhretleri,
oğulları, kızları, atları, arabaları, hanları hamamları vel hasıl
“iktidarları” dağılmış ve onlar “masallara” çevirilmişlerdi…
Kuran bir ayetinde kitap ehlinin
Kuran’ı, “öz oğullarını tanıdıkları gibi” tanıdıklarını haber verir. Bu
gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir. Bir kişinin oğlunu
milyarlarca insanın arasına koysanız, o yine de kendi evladını onlar
arasından hatasız olarak seçip çıkarır. Kuran “Kitap ehlinin” Kuran’ı
tanıyışını da böyle nitelendiriyor…
Önceki resullerin getirdiklerine şahit
olanlar, onun inceliklerini bilenler Kuran’ı daha duyar duymaz tanırlar.
Çünkü aynı kelimeler, aynı vurgular, aynı ikazlar tekrarlanır.
Kuran da, kendisinden öncekiler gibi
dünyevileşmeye reddiyeler içerir. Dünyevileşen ve bu suretle kendilerini
güvende hissedenleri ihtar eder. Ebedilik hevesine kapılanları ebedi
bir cehennemle korkutur.
Kuran, güven içinde olanların tarifini
yaparken cennete layık olanları tarif eder. Cennet ehlini daima “güvende
olmakla” vasıflandırır. Bu bir yönüyle, dünya mülkü ile güven arayışına
reddiyedir. Kuran’a göre, beyte / Allah’ın evine / önerdiği dine
girenler güven içerisindedir. Yasak ağaçtan yiyerek biriktirmeye
başlayanlar, dünyevileşenler, biriktirerek ebedileşeceğini düşünenler
güvende değildir. Dünyevi tutkulardan ve saçma sapan, akla ve vicdana
aykırı inanışlardan arınmadıkları için kovulmuşlardan olacaklardır.
Kuran bu sebeple arınmayı yani zekatı,
salat ile birlikte zikreder. Gelenekselleşmiş din, zekatı kırkta bire ve
bir aya indirgeye dursun, Kuran zekata süreklilik yükler. Salat gibi
zekat ta zamandan arındırılmış, bir ömrün sorumluluk gerektiren her
safhasına konulmuştur.
Kuran, “dünyevileşenlerin” salatını /
hayra desteğini yeterli görmemektedir. Sosyal sorumluluğu yüksek birey,
kendi nezdinde de dünyevilikten, biriktirmekten ve aşırılıktan
arınmalıdır. Birey ancak arınmasını sürdürdükçe salata meğil tutar. Onun
salatı sürekli hale gelir. Dünyevilikten arınan insanı boş gayelerle
oyalayacak herhangi bir şey bulunmayacağı için o salata daha candan
sarılacaktır. Bilinçli yaşamının her anında hayra desteğini, görevinin
gereğini hatırlayacak ve tereddüde düşmeden desteğini ve vahyi
izlemesini sürdürecektir.
Kuran, “süslenmiş, cicilenmiş” arınmayı
reddeder. Çünkü süslenmiş, ilan edilmiş arınma, dünyevi zevklerden bir
başkası için, yani şan, şöhret için riya tutkusuyla yapılır. Arınmanın
gayesi dünyevilikten arınma ise, arınmanın usulü de dünyevilikten uzak
olmalıdır.
Kuran, maldan arınma konusunda çok
keskindir. İşte Kuran’ı ehli kitaba kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi
tanıtan unsurların en başında bu gelmektedir.
“Sana neyden infak edeceklerini
sorarlar. De ki: İhtiyaç fazlasından”
Tabiri caizse dananın kuyruğunu koparan
teklif budur. Kuran, insan için ihtiyacının fazlasını “infakın / hayır
yolunda maldan harcamanın” konusu yapmaktadır. Kişi burada ihtiyacını
belirlemede hür bırakılmıştır. Bu hürriyet, büyük hesaplaşmada yargılama
konusu yapılacak ve defterler açılacaktır.
Kuran, maldan arınmada insanların
üretebileceği muhtelif şeytanlıklara da hemen set çeker.
“Kendinizin gözünüz kapalı alıcısı
olmadığız şeyleri sakın ola Allah yolunda harcamaya yeltenmeyin !”
Eski püskü kıyafetleri, kullanılmayan
eşyaları, yemek artıklarını sözüm ona ihtiyaç fazlası diye verip
kurtulma kurnazlığını Kuran sert bir ihtarla reddeder.
Sonra iyice anlaşılması için bu duruma
şöyle bir açıklama getirir:
“En sevdiğiniz şeylerden / severek –
isteyerek harcamadıkça asla iyiliğe ermiş olmazsınız.”
Demek ki iyilik, kişinin zaten dünyevi
bir bağının kalmadığı veya önemli ölçüde azaldığı şeylerden arınmak
değildir. Bilakis iyiliğe erginlik, “en sevilen şeylerden” yani insanı
dünya hayatına sıkı sıkıya bağlayan şeylerden sarf etmekle elde edilir.
Çünkü Kuran, baştan sona dünyevileşmeye apaçık ve doğrudan bir
reddiyeler manzumesidir.
Kişi mesela, artık kullanmadığı bir
kıyafetini değil, yeni aldığı ve gönlünün ısındığı bir kıyafetini seve
seve elden çıkarabiliyorsa arınmış olacaktır. İhtiyaç fazlasının
tamamını bu bakış açısıyla değerlendiğimizde, Kuran’ın teklifinin
ağırlığı hemen anlaşılabilecektir.
Gelenekselleşmiş ve akla ve vicdana
uygun gerekçeleri bulunmayan her türlü inanışın reddi ile birlikte bu
“arınma / zekat” olgusu ileri gelenleri çileden çıkartmıştır.
Böylelikle değişmeyen, eskimeyen,
pörsümeyen, daima ayakta duran tebliğ / Din-i Kayyım, yasak meyve
ağacına sadece bir yönden değil iki yönden, iki cepheden birden balta
vurmaktadır.
Bu günün “ileri gelenleri” de büyük
kavganın tarafı olmaya devam etmektedir. Savunur göründükleri siyasi,
ekonomik, dini eğilim her ne olursa olsun “dünyeviliği” salık veriyorsa
ister istemez kavganın tarafı olmaktadırlar.
İleri gelenlerin ürettikleri ve
savundukları tüm rejimler, tüm sistemler, tüm yasalar, tüm kararlar
dünyevileşmişlerin lehinde ve dünyevileşmeyi cazip kılacak, teşvik
edecek bir dine / yol ve yönteme hizmet etmektedir.
Enteresan bir özellik arz etmesi
nedeniyle, sözüm ona “dindarlık” söylemiyle iktidar olan yeni ileri
gelenlere baktığınızda onları ihale yarışlarında, hayır için toplanan
paralarla her türlü kamu varlığını araklama faaliyetlerinde
görebilirsiniz. Kuran bu gün bizim “kamu malı” diye tabir ettiğimiz
şeyi, “Allah’a ve resulüne ait” mallar olarak zikreder. Kuran hangi mal
için “Allah’a ve resulüne aittir” diyorsa o kamu malıdır. Böyle olunca,
bu gün kamu malına el uzatıp araklama faaliyetine giren “dindarlar”,
aslında Kuran’daki deyimiyle Allah’a ve Resulüne ait bir varlığı
araklamaya yeltenmiş olmaktadır.
Kendilerine göre “Dindar olmayanlarla”
hatta “din düşmanı” olanlarla bile (!) kolaylıkla ittifak ettikleri
yalıtılmış, kutsal bir alandır “servet” yarışı…
Savunur oldukları gelenek dini, namaza,
oruca, hacca eklemekte / arttırmakta hiçbir mahzur görmezken “maldan
harcama” konusunda pek bir ketumdur. Maldan harcamada arttırdıkları tek
yer, gariban çiftçinin mahsulüdür. Mahsule 1/10 (%10) yazdıkları vergi,
yığın yığın altın ve gümüşte, biriktirilmiş servette 1/40 (%2,5)
oluverir.
Anlam itibariyle çerez parasına
döndürdükleri “sadaka” her zaman yapılabilirken, maldan 1/40 gibi pek
büyük (!) bir miktarda harcama sadece yılda bir kez yapılabilir.
Okullarda, camilerde, kitaplarda dinden
bahsettikleri her yerlerde “namaz” vurgusu serbestçe ve bol bol
yapılırken, zekat pek bir gariban bırakılır.
Servet deyince akıllarına önce “Süleyman
Peygamber” gelir. Ne de olsa “servet sahibi” bir Peygamberdir.
Kendilerince Süleyman Peygamber, “zenginliğin, servet düşkünlüğünün,
biriktirmenin” emsali, beraatidir. Allah ona izin verdiyse, her halde
kendilerine de izin vermiş olmalıdır.
Süleyman’ın servetini nasıl tasarruf
ettiğinin, nereye harcadığının veya kendilerinin Süleyman gibi olup
olmadıklarının herhangi bir önemi yoktur.
Onun için, “ribayı” yani yığın yığın,
üstüne üstüne aşırı biriktirmeyi “faiz”e döndürüp akladıklarında şu
mesajı vermiş olurlar: Dilediğiniz kadar biriktirin, hanlar, hamamlar,
evler, arsalar, yatlar, katlar edinin, altını gümüşü tıka basa doldurun
ama faiz yemeyin !
Halbu ki, ihtiyaçtan arta kalanı infakın
konusu yapan bir dinde faizin ne işi olabilir !
İmanı, camide / tapınakta aramak
kolaydır. Kolaysa, hastanede tedavi ücretini ödeyemediği için rehin
kalanlara yardımda, aş evlerinde, kadın sığınma evlerinde arayın !
Elektrik parasını bile ödemeyen fakirhaneleri aydınlatacak iman “nuru”
nerede !
Bir de “talebe okutuyoruz” diye,
Allah’ın kelimesini düzeltmeye yeltenenler var. Onlara göre, tüm infak
“talebe okutmaya” ayrılabilir. Allah, sadakanın dağıtılacağı sekiz sınıf
insanı “öylesine” saymıştır. Din yine büyük kavgada ileri gelenlerin
işine yarayacak sinsi bir silaha dönüşmüştür.
Eğer gerçekten “iman” ediyorsan, dininde
gerçekten samimiysen topladığın sadakayı o sekiz sınıfa eşit olarak
dağıtarak bunu kanıtla ! Bunu yap ki, Anayasal kurumları ele geçirmek
ve bu suretle hurafeyi iktidar yapmak için mi, Allah rızası için mi
yardım topladığın apaçık belli olsun. Sen, fakir fukaradan her birinin
teker teker rızasını almadan Allah’ın onların hakkına ayırdığı payı bir
başka alana transfer edemezsin.
Görüldüğü gibi büyük kavga, yasak
ağaçtan meyve yeme yarışıyla ilgilidir. Hangi görünüme bürünürse
bürünsün işin temelinde bu yatmaktadır.
Allah’ın yarattığı mahlukat içerisinde
insandan başkasında, ihtiyacından fazlasını biriktiren görülmüş,
duyulmuş değildir. Kurda, kuşa, böceğe, sayısını ancak Allah’ın
bilebileceği mahlukata geniş ve bolluk içerisinde bulunan yeryüzü, yasak
ağaca meyleden insan yüzünden kıtlık içerisine düşmüştür. Kuran’a göre
insan öylesine cimridir ki, kendisine Allah’ın hazineleri verilse
tükenir korkusuyla harcamaz.
İhtiyaç fazlasını infakın konusu yapmayı
salık veren peygamberlerin inkar edilmesinin, yurtlarından
sürülmelerinin ve öldürülmelerinin en büyük nedeni işte bu büyük
kavgadır. İnsanlık var oldukça, peygamberler ve bu büyük kavga var
olmaya devam edecektir. İsterse inkarcılar hoş görmesin !
Ali Aksoy – 04.06.2010
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|