Yaşadığımız İslam, âlemlerin rahmetinin vahiy yoluyla getirdiği İslam değil; “İslam, İslam olmaktan çıktı. Ben bile tanıyamaz oldum.” (İmam Ali)
Âlemlere rahmet olanın ardından yürüyen "zahmet" toplumuna…
Rahmet ve zahmet arasındaki ince çizgide geçen binlerce yıllık hezeyan ve mutlak anlamda mevcut çelişkilere hapsedilmiş bir din algısı...
Kur’an’ın iki yolundan bahsediyorum;
Biri Meymene, bir diğeri Meş’eme…
Yani; sarp yolun yolcuları ve orta yolcular/kolaycılar…
Allah’ın toplum vicdanına sunduğu yüce kitabı Kur’an’ı Kerim’in Beled Suresinde geçen bu iki ayrım; varlık âlemindeki ana çelişkinin farklı bir tarzda dışavurumu gibidir.
Kur’an’ın Bakara suresinin 30. Ayetinde kullanılan “fesad” ifadesi bu noktada önemli bir açılım sunmaktadır;
Hani Rabbin sizin için anlamı olmayan bir zamanda meleklere; Ben yeryüzüne bir halife tayin edeceğim! demişti. Bunun üzerine melekler; Ya Rabbi, sen yeryüzünü ifsad edip kan dökmekte olan birini mi halifeleştireceksin, hele ki biz seni takdis edip tenzih ediyor iken. Bunun üzerine Allah; Ben sizin bilmediklerinizi bilmeye yeterliyim dedi… (Bakara Suresi 30. Ayet)
Fesad; f-s-d kökünden gelen; bir şeyin az ya da çok, halkedilen ölçüden çıkmasıdır. Beden, nefs ve eşyanın istikametinden çıkması yönünde kullanılan bir kelimedir.
Yani köken olarak; ölçü dışına taşmak, bu yolla ihtilaf üretmek olarak düşünülebilir. Ki din dilinde ihtilafları tanımlarken kullanılan kavramların çoğunluğu; aynı zamanda “mülke işaret etmektedir.”
Mülkiyet/Şecer; yeryüzünün ifsadı/ölçüsünün bozulması ve kan dökmenin temel nedeni haline getirilebilecek bir unsurdur. Bu, daha evvelki makalelerimde bahsettiğim; “Melikleşme” (Bkz. Şirk Melikleri) arzusunun ürettiği, yani mülke hükmederek esasında topluma hükmetme psikolojisinin ürettiği bir sonuçtur.
Beled Suresinde de bu mesele çok özel bir tonda dile getirilir;
Bu Belde’ye kasem ederim ki. Ve sen bu beldede oturmaktasın. Ve Babalar ile oğullara… Biz zorluk içinde bir insan yarattık. O kendisine güç yetirilemez mi sanır? Der ki; yığınlarca malı helak ettim. O’nu gören olmadı mı sanır? Biz O’na iki göz vermedik mi? Bir dil ve iki dudak! Ve iki belirgin yolu göstermedik mi? Fakat Akabe’yi aşamadı! Akabe’yi sana bildiren nedir? Boyunduruk altına alınanları özgürlüğüne kavuşturmaktır. Ve ya açlık, darlık, perişanlık gününde doyurmaktır o… Yakınlık duyulan bir yetimi. Veya toprağa düşmüş bir fakiri, yoksulu, iş göremeyeni… Ve tüm bunları yaparken, iman edenler arasında sabrı/kararlılığı ve merhameti önerenlerden olmaktır o. İşte bunlar Ashab’ı Meymenet’tir. Ayetlerimizi inkâr edenler ise Meş’emet ehlinin ta kendisidir. Üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır. (Beled Suresi 1-20)
Sure, bazı fiillerin yaşandığı beldeyi şahit tutar. Ve Allah elçisine; “Sen de buradasın/bu olayları görüyorsun” diye hitap ederek devam eder. İnsandaki genel müşkülattan bahsederek esas hedefine yaklaşır; Meş’emet…
Meş’emet ashabı bu surede; mal biriktiren, biriktirdiği mal nedeni ile toplumun can damarını kesen (helak), afyon din uyduran ve bu yolla insanların bu filleri algılayamamasını sağlayan, kendisini beşerden (derisi üstünde kıl biten) ayıran “akıl ve idrak” fonksiyonuna rağmen, bu ifsad eylemleri içinde bulunan kimselerdir. Meymene ise, malı infak eden, boyunduruk altında tutulanları özgürleştiren, fakirlikle ve yoksullukla mücadele eden kişi ve topluluklardır.
İlginç olanı ise; “Üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır” ayetidir. Çünkü süreklilik arz eden bu ifade; şu an kapatılmıştır ve kapatılacaktır biçiminde bir yaklaşım ortaya koyarak; mal biriktirenlerin yoğunlaştığı sermaye toplumlarını “cehennem” olarak tanımlar…
Yani; mal yüzünden ifsad edenler (Bakara 30), şecer’den nemalananların ürettiği toplum; sınıflı toplum/cehennemdir.
Bu mesellere yakın veriler; Musa kavminin altın buzağı edinmesi ile ilgili kıssada da sunulur. Ayetlerde “altın buzağıyı ilah edinme’’ gibi bir ibare yoktur. Böğürebilen ve süs eşyalarından yapılmış bir buzağı edinme vardır.
Böğürme olarak çevrilen “huvar” kelimesi; “avlamak için aldatmak” manasındadır. Özellikle hayvan avlamak için kullanılan kekliklerin oyununa işaret eder…
Yani, aldatmak üzere üretilmiş bir meta algısı…
Beled suresi, evrenselliğini korumaktadır. Bakara 30 ve diğerleri de öyle…
Halen daha “Âdemleşememiş”, mal için kan döken, bozgunculuk eden; gösterişe (huvar) aldanan, süs-püs eşyalarına tamah eden, mülkte hegemonya üreterek; toplumların can damarını kesen (helak), mülkü tekelleştiren (ifsad) bir konumdayız.
Bu nedenle, “hubut ehli olduğumuzu bilmek durumundayız.”
Bildiğiniz gibi hubut; şecereye yakınlaştıkları için Âdem ve eşinin cennetten çıkartılış biçimidir. Hubut, aslında gözden düşmek manasına geldiği gibi, cennetten çıkartılma ve gökten aşağı salınma gibi bir durumu da anlatmaz…
Yeryüzünde cereyan eden bu hadise; cennet/sınıfsız toplum içinde üretilen eylemlerin, bu toplum algısını yok ettiğini; dolayısıyla bu toplumu oluşturanların bireycileştiğini, mülkü çit ile çevirmek suretiyle bireyselleştirdiğini, bundan ötürü kan döktüğünü, bozgunculuk yaptığını anlatır…
Habil ve Kabil, Bahçe Sahipleri, Hz. İsa, Hz. Musa ve hemen hemen her kıssada bu minvalde bir söylem vardır.
Bu söylemin teorik temeli; Lehu’l Mülk algısına dayanır…
Mülk Allah’a, dolayısı ile halka aittir…
İnsanlık bir zamanlar tek bir toplumdu (ümmet-i vahide), Sonra Allah, doğru yolda olanları müjdelemek, yoldan çıkanları da uyarmak üzere peygamberler gönderdi. Anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm versin diye o peygamberlerle birlikte adaletin yolunu gösteren kitaplar gönderdi. Ancak kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki ihtiras ve zorbalıktan ötürü anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, iman edenlere anlaşmazlığa düştükleri konularda adaletin yolunu gösterdi. Allah yürümek isteyeni doğru yolda yürütür… (Bakara suresi 213. ayet)
Bizim buzağılarımız; tek toplumu bölen, parçalayan, etnik; ideolojik söylemler ile kalbura çeviren zihin dünyamızdır. Tek toplumun paylaşımcı temellerini sarsan mülk ve hegemonya aşkımızdır…
Bizim buzağımız; mal ve mülke egemen olmak suretiyle, insanlığa hâkim olma egomuzdur. Ve tekasür/çokluk ile övünme şizofrenimizdir…
Bizim buzağımız; afyon dinimizdir. Âdem babayı gökten paraşütle indiren ve İsa Mesih’i uzay mekiği ile göklerin krallığına ışınlayan dinimizdir…
Bizim buzağımız; “İslami banka” adı altında oluşturulmuş riba kurumlarında yatan dolarlarımız, kiraya verdiğimiz mülkler ve oğullarımızdır…
Ve buzağı; Van’da kara lastikle okula giden kızın feryadı, isyanı ve çilesidir.
Ashab’ı Meş’emet; hamile kızın karnına tekme atan iradedir. Meymenet ise; hamileliğinin nedenlerini sorgulamaksızın o kızın yanında olandır…
Ve tüm bunların faili olan beşeriyet güdüsünün katilidir…
Kasıt, Nakıs, Meş’emet ve Beşeriyet’e…
Nasip olursa bu meseleyi, Mart ayında çıkmasını beklediğim kitabımda daha teferruatlı biçimde inceleyeceğim.
Hayırlara vesile olması temennisi ile…