HARAM AYLAR, NESİ VE AV YASAĞINA DAİR
Kuranı kerimin indiği dönemlerde arap toplumlarında haram ay olarak nitelendirilen dört tane ay vardı . bunlar ZİLKADE, ZİLHİCCE, MUHARREM VE RECEP adı verilen aylardı. Araplar bu aylarda birbirlerine saldırmaz,her türlü husumet,çatışma ve kan davaları askıya alınırdı. Günümüze ulaşan bilgilerden Arapların büyük çoğunluğunun bu aylara son derece hürmet ettiği , çatışmadığını, hatta babalarının katillerine bile , imkan olduğu halde ilişmediklerini öğreniyoruz. Arapların bu aylara bu kadar hürmet etmelerinin temelinde yatan sebep acaba ne idi?. Ben bu sebeplerin, arap toplumlarının üzerinde yaşadığı coğrafyanın şartları ve içinde bulundukları sosyo ekonomik koşullarla ilgili olduğunu düşünüyorum.Haram ayları açıklamadan önce cahiliye dönemi arap toplumunun ekonomik yapısının ve içinde yaşadıkları koşulların kısaca incelenmesi gerekir.
BEDEVİ YAŞANTISINA DAİR
Bilindiği gibi arap yarımadası genellikle çöl ikliminin ve şartlarının hakim olduğu ,ılman iklimlere nazaran daha zor koşulların yaşandığı bir bölgedir.Arap yarımadası coğrafi olarak kuzey, orta ve günay Arabistan olarak 3 bölge şeklinde ayrılabilir.Coğrafi ve iklim koşulları açısından çok daha nasipsiz bir bölge olan Kuzey ve orta Arabistan da hakim yaşam tarzı bedeviliktir( göçebelik.), yaşam imkanların çok daha fazla çeşitlendiği güney Arabis_
tanda ise hadariliktir (yerleşik düzende yaşamak).Yaşam tarzı açısından bedevilik ve hadarilik şeklinde tasnif edebileceğimiz arap toplumunun büyük çoğunluğunu bedeviler oluşturmaktaydılar. İslamiyetin ortaya çıktığı , çöl ikliminin hüküm sürdüğü bölge olan kuzey ve orta Arabistanda hakim yaşam tarzı göçebe deve çobanlığı olan bedeviliktir.Bedeviler deve ve keçi kılından yapılmış çadırlarsa yaşar , ilkbaharda yağmurların yağması ile birlikte yeşillenen meralara göç ederler, hayvanları için uygun mera haline gelmiş bu alanları hemen yaşam alanına çevirirlerdi Birkaç hafta içinde otları tükenecek olan bu geçici meralardan azami derecede istifade ederler; bir anlamda çok geçmeden gelecek kurak ve kıtlık dolu günler için depolama yaparlardı Esasında bedeviler devamlı göç halinde olsalar da her kabilenin kendine ait bir merası mevcuttu Fırtınaların ve yağmurun ne zaman gerçekleşeceğini bilmeye yarayan “ilmü’l-enva” sayesinde geçici meraların yerlerini tayin edebilen bedeviler, bu meralardaki otların tükenmesinden sonra asıl meralarına dönerlerdi
Çöl hayatının neden olduğu olumsuz iktisadi ve sosyal şartlar, bedevi kabileler arasında genellikle su ve otlak yüzünden sık sık çatışmaların yaşanmasına neden olmaktaydı. Karşılıklı olarak pusuların kurulup, sürülerin ve kadınların çalınıp gasp edildiği bu savaşlarda, cana kıymamak şartıyla baskın vermek ve mal almak meşru sayılıyordu. Düşman kabileye karşı yeterli gücün oluşturulamaması halinde, yandaş kabileler aranıyor ve sonuçta bir kabilenin tümüyle yok olması sağlanıyordu. Hızlı büyüyen ailelerin kısa zamanda büyük bir kabile haline gelmesi de mevcut kaynaklar üzerinde yeni ortakların ortaya çıkmasına neden oluyor ve o kabile ile komşu kabileler arasında savaş nedeni oluyordu, buna bağlı olarak da bölgede sık sık kabile göçleri yaşanıyordu.
Bazen yıllarca devam eden bu savaşların en meşhurları arasında Besûs, Dâhis ve Ficâr zikredilebilir. Bedeviler her ne kadar Cahiliye dönemi Arap toplumunun belkemiğini oluştursa da, bölgeden geçen ticaret kervanlarının hareketlendirdiği muhtelif menziller üzerindeki vaha ve vadilere yerleşmiş yarı göçebe unsurla, Arap yarımadasının kıyı sakinlerine yerleşmiş yerleşik topluluklar da Arap yarımadasının toplumsal hayatının önemli halkalarını teşkil etmişlerdir. Ancak bütün bu kesimleri birbirinden kesin hatlarla ayırmamak gerekir. Zira yarı göçebe bir hayat tarzına sahip olup zaman içinde yerleşik hayata geçenler olduğu gibi, bir zamanlar bedevi olan bazı şehir sakinlerinin de göçebeliğe dönüş yaptıkları bilinmektedir. Çölün ortasında tek başına kalmış vaha toplulukları himayelerini, binek hayvanlarının hızından kaynaklanan askerî bir üstünlükleri olan bedevilere teslim ederken, bedeviler de muhtelif ihtiyaçlarını bölgedeki yerleşiklerden sağlamaktaydı. Bir anlamda göçebeler yerleşiklerin hurmasını yerken, yerleşikler de bedevilerin deve sütünü içmekteydi
Ancak Kuzey ve Orta Arabistan bölgelerine nispetle Güney Arabistan’ın çok daha gelişmiş ve şehirleşmiş bir yapı arz ettiğini söylemek mümkündür. Bunda bölgenin gerek tarım, gerekse ticaret imkanları bakımından taşıdığı avantajın önemli bir etkisi olmuştur. Her ne kadar İslâm’ın bölgede ortaya çıktığı ilk dönemlerde Hicaz vahaları, Güney Arabistan ile Akdeniz dünyası arasındaki ilişkileri düzenleyen kervan merkezleri olmaları nedeniyle faal bir ticaret ekonomisine sahip olmuşlarsa da, bu durum Güney Arabistan'ın bölgede oynadığı rolle kıyaslanamaz. Öyle ki Aden limanı ve Kızıldeniz’in Babülmendeb girişi sayesinde Güney Arabistan, söz konusu dönemde Akdeniz ile Uzakdoğu arasındaki ticaretin en önemli kavşak noktalarından biri olarak faaliyet göstermiştir. Göçebelere nispetle daha yüksek bir hayat seviyesine sahip olan sahil bölge halklarının başlıca geçim kaynaklarını da, ticaret, gemicilik, balıkçılık, inci ve sünger avcılığı ile sınırlı miktarda tarım oluşturmuştur.
Arap yarımadasında ekonomik hayat, iklim şartları ve toplumsal yapıya bağlı olarak değişmekle birlikte, umumi olarak hayvancılık, tarım ve ticarete dayanmaktaydı. Hakim sınıfı oluşturan bedevîler, çiftçilik, sanat ve zanaat alanındaki faaliyetleri hakir görüp, geçimlerini büyük ölçüde hayvancılık, avcılık ve ticaret gibi yollardan temin ederlerken, yerleşikler daha ziyade tarım ve ticarete dayalı bir hayat sürdürmekteydi. Üç tarafından denizlerle kaplı olmasına rağmen, yarımadada balıkçılık oldukça sınırlı bir alanda yapılmaktaydı.
Ana geçim kaynağı hayvancılık olan bedeviler, zorlu hayat şartlarının bir sonucu olarak sık sık komşu şehir ve köylerle bölgeden geçen kervanlara düzenledikleri baskınları da bir geçim aracı olarak görüyorlardı. Tarihin oldukça erken dönemlerinden itibaren ticaret yollarının çölden geçmeye başlaması, bedevi Arapları kervan saldırıları ve onların mallarına el konulması konusunda oldukça ustalaştırmıştı. Yapılan baskınlarda deve ve yiyecek çalmanın yanı sıra çocuk ve kadınlar da kaçırılıyor ve serbest bırakılmaları karşılığında fidye talep ediliyordu.
Zorunlu ihtiyaçlarını mübadele yoluyla şehirlilerden temin eden bedeviler için ticaretin de önemli bir geçim kaynağı olduğunu vurgulamamız gerekir. Zira hububat, hurma, elbise ve kap-kacak gibi temel ihtiyaç maddelerini; yağ, yün, deve ve keçi kılından mamul kumaşlar, halı, deriden imal edilmiş kırba ve tulum, çuval, ip ve hasır gibi ürünleri satmak suretiyle temin ediyorlardı. Bedevîlerin Arap yarımadasının muhtelif yerlerinde kurulan panayırlara mal götürmek suretiyle girdikleri bu süreç, onları kervan ticaretinde mahir hale getirmiştir. Çok geçmeden bedeviler Hindistan ve Çin’den Yemen ve Kızıldeniz kanalıyla Mısır ve Akdeniz ülkelerine yapılan uluslararası ticarette, hem büyük ticaret kervanlarına deve temin etmişler, hem de kervanların yol güvenliğini sağlayarak onları muhtelif saldırılara karşı korumuşlardır. Mevzilendiği topraklardan geçen yolcu ve ticaret kafilelerine verdikleri kervan muhafızlığı ve kılavuzluğu hizmetlerinin bedevilere kazandırdığı bedel, iktisadi bir rahatlama olmuştur.
Bedevilerin dolaylı yoldan katıldığı bu ticarette, Mekke'nin yerleşik halkını oluşturan şehirli sınıfın aktif bir şekilde yer aldığını görürüz. En önemli ticaret gelirlerini hac için bölgeye gelen hacı adaylarından sağlayan Mekke halkı, her yıl haram aylarda Taif yakınında kurulan büyük panayırlara büyük rağbet gösterir; hurma ağaçlarının gölgesinde kurulan çadırlarda ticaretin yanı sıra birçok etkinlik gerçekleştirirdi. Diğer yandan her yıl ticaret maksadıyla kışın Yemen'e, yazın da Şam'a düzenlenen ticari seferlere katılarak, Yemen - Şam hattında önemli bir bağlantı noktası olan Mekke'nin ticari canlılığına katkıda bulunurlardı. İslam öncesi Arabistan’ında, gerek Güney Arabistan ile Mezopotamya bölgesi, gerekse Akdeniz ülkeleri ile Uzakdoğu arasında gerçekleşen iki yönlü ticaret sayesinde bir takım pazar ve panayırlar açılmıştır. Bu panayırların, gerek Arap toplumsal yapısının canlanmasında, gerekse bölgede belli bir kültür ortamının şekillenmesinde mühim bir etkisi olmuştur. Putperestliğin merkezi oluşu nedeniyle dinî açıdan önemli bir imtiyaza sahip olan Mekke halkı bu imtiyazlarını ticari yönde değerlendirmeyi başarmış ve komşu ülkelerle yaptıkları ticari anlaşmalarla Arap yarımadasındaki ticari ve kültürel hayatın canlanmasına katkıda bulunmuştur. Zira İran dirhemi ve Bizans dinarının kullanıldığı ve Arabistan’da yaşayan bütün kabilelerin katıldığı panayırlar, ticari olduğu kadar kültürel bir alışverişe de kaynaklık etmiştir. Birçok bölgeden hac maksadıyla Mekke’ye gelen ve hac mevsiminde kurulan Mina, Mecenne, Zülmecaz ve Ukaz gibi büyük panayırları ziyaret eden insanlar Mekke ekonomisi için büyük kazanç kaynağı olmuşlardır.
HARAM AYLARA DAİR
Arapların içinde yaşadığı bu zor koşullar sosyoekonomik yansımalarla toplumsal yaşantıyı da etkilemiştir. Bu günkü petrol yataklarından o gün için yararlanılamadığı göz önünde bulundurulursa , o günün koşullarında dişe dokunur yer altı zenginlikleri, madenleri olmayan, sınırlı sayıda vahalar etrafında , sınırlı ölçülerde tarım ve hayvancılık yapılabilen, maişetin ağırlıklı olarak ticarete dayandığı bir bölge idi. Arapların elinde bereketli hilalin çift sıralı buğdayı gibi artı değer üretimini patlatacak tarım imkanları yoktu. Tarım arazileri, yer altı ve yer üstü su kaynakları son derece sınırlı idi. Vaha bölgelerinde yapılan sınırlı miktardaki tarım ve bahçecilik yarım adanın ihtiyaçlarını karşılayabilmekten çok uzaktı. Yine hayvancılıkta sınırlı bölgelerde koyun keçi gibi küçük baş hayvan yetiştiriciliği ve o coğrafyada çöl iklimine dayanıklı tek büyükbaş hayvan olan deve üreticiliğinden ibaretti. Bu sebeple tarım ve hayvancılık bölge ekonomisini tek başına ayakta tutmaktan uzaktı ve ancak sınırlı olarak ihtiyaca cevap verebiliyordu. Bunların dışında Arapların herhangi bir endüstriyel hammadde, yarı mamul ve mamulü üretip ,işleyip endüstriye kazandıracak imkan ve kaynakları da yoktu. El sanatları ve zanaatkarlık ta ekonominin motoru olabilecek seviyede değildi. Bu şartlar Arapları büyük oranda ticarete yönlendirmişti. Peygamber in ifade ettiği gibi rızkın onda dokuzu ticaret ve cesarete dayanıyordu. Cesarete dayanıyordu .çükü; çöl koşullarında ticaret yapmak , her türlü iklimsel meşakkat ,baskına uğrayıp malların ve develerin çapul edilmesi ,esir edilip köle haline gelmek ve hatta öldürülmek gibi önemli riskleri göze almayı gerektiriyordu. Tüccarların tek sigortası zekası ve bilek gücünden ibaretti.
Arap yarımadasının zor koşulları ve kaynakların sınırlı olması ,artı değer üretiminin yetersiz oluşu ; dağılım paylaşım ve yeniden dağıtım, sigorta sistemleri gibi toplumsal denge mekanizmalarını organize edip hayata geçirebilecek ve işlemesini sağlayacak çok katmanlı siyasal yapıların oluşmasına engel oldu. Güçlü siyasal otorite ve oluşumların meydana gelememesi , mevcut imkanların paylaşımında güce dayalı yöntemleri ağırlıklı olarak devreye soktu. Aile , akraba, aşiret ve kabile nepotizmi, kan bağına dayalı asabiyet duyguları güçlendi .Asabiyet duygusu ve kabile dayanışması ,akraba nepotizmi,çok erkek evlat sahibi olmak gibi eğilimler; sosyal güvenceden yoksun olarak yaşamaya çalışılan bir ortamda ,çok ihtiyaç duyulan birer sosyal güvence idi. Fakat çoğu zaman bunlar yeterli olmuyordu. Kuraklık . kıtlık, salgın hastalık veya hayati tehlike arz eden herhangi bir felaket durumunda kabileler , felaketi bertaraf edebilecek imkanlara ulaşmak için başka kabilelerin imkanlarına yönelmek durumunda kalıyorlardı.Bu imkanlara her zaman toplumun onay vereceği meşru metotlar kullanarak ulaşmak mümkün değildi ve zora dayalı yöntemler devreye girdi. İmkanları saldırarak ,çapul ederek elde etme yoluna gittiler.Çoğu zamanda diğer kabileler tarafından aynı şekilde karşılığa maruz kalıyorlardı. Bu gün her ne kadar hoş görmesek de ,insani bulmasak ta yapılan çapul ve baskın yöntemleri bir nevi toplumsal denge mekanizması olarak yeniden dağıtımı gerçekleştirmeye yönelik bir fonksiyon görüyordu. Elbette o dönemde yeniden dağıtımı gerçekleştirmenin tek yolu zora dayalı yöntemler değildi. Himayecilik ,misafirperverlik, cömertlik, yiğitlik ve diğergamlık, dostluk anlaşmaları, hilf, câr ve velâ denen yollarla akrabalık bağlarının güçlendirilmesi gibi insani mekanizmaları da hayata geçirmişlerdi, çünkü bunlara da ihtiyaçları vardı(Bunlardan hilf ve câr, kabilesini terk eden veya kabilesinden kovulan bir kimsenin başka bir kabile mensubunun himayesine (câr) girmesi veya müttefiki (halîf) olması anlamına gelirken; velâ savaş veya baskın sonucunda ele geçen veya satın alınan kölenin âzad edilmesidir.)
Bu insani yöntemlerden biriside haram ayı uygulaması idi. Peki haram ayı uygulamasına neden ihtiyaç duyulmuş idi?. Bunu da şöyle izah etmeye çalışacağım.
Bir tarlanız olduğunu düşünün . siz bu tarlanızın sulama ,gübreleme , nadasa bırakılma gibi ihtiyaçlarına saygı göstermeksizin her yıl durmadan ekmeye kalkışırsanız , belli bir süre sonra o tarlanızı tümüyle ürün elde edilemeyecek hale getirirsiniz. Yine aynı şekilde belli bir bölgedeki av hayvanlarını sürekli olarak avlarsanız, bir süre sonra avlayacak hayvan bulamazsınız . çünkü hayvanların neslini tüketirsiniz. Hatta denizi bile kurutabilirsiniz. Aynı şekilde Arap yarımadasındaki kabileler durmaksızın birbirlerini yağma edip saldırıyor olsa idi , belli bir süre sonra en güçlü tek bir kabilenin dışında diğer bütün kabileler yok olmuş olurdu. Sona kalan kabilede muhtemelen bu çatışmalardan etkilenip bayağı zayıflamış olacaktır. Bu ilk bakışta sona kalan kabile için bir avantaj sağlıyor gözükse de aslında pekte avantajlı bir durum değildir. Çünkü her kabile için etrafındaki kabileler, zor durumda kalındığında, şu veya bu şekilde istifade edebileceği kaynak deposu durumundadır. Etrafınızda pek çok kabile varsa onlardan pek çok şeyi transfer etme imkanınız vardır. O kabilelerin tarımsal ve hayvansal kaynaklarını , madenlerini, endüstri mamullerini, teknolojilerini , el sanatlarını , edebiyatını, alfabesini, buluşlarını, köle edinme yolu ile ucuz iş gücünü ve daha bir çok şeyi transfer edersiniz. Nüfusu kırıp geçiren bir salgın hastalık durumunda , evlilik veya kaçırma yoluyla dişilerini transfer edip , nüfusunuzu tekrar artırma yoluna gidersiniz. Sürekli ticaretle uğraşmak durumunda iseniz, o kabilelerin insanları sizin için potansiyel birer müşteri durumundadır. Her halükarda etrafınızda o kabilenin varlığı , tehlikesine rağmen ,o kabilenin olmamasından daha kazançlı olacaktır. Bunu o dönemin Arap toplumları da anlamışlardı ve toplumsal bir uzlaşma olarak haram ayları uygulamasını devreye soktular ve yılın dört ayında savaşmayı ve saldırmayı askıya aldılar. Yani haram ayı uygulamasının ortaya çıkmasını gerektiren sebepler , coğrafi, sosyoekonomik koşullardı ve zamanla adeta kutsallık kazandılar. Tıpkı Hindistan’da ineğin kutsallaştırılmasında olduğu gibi. İnek ; eti ,sütü derisi vs yanı sıra, ilk başlarda koşum hayvanı olarak son derece değerli idi. Hindistan tarımının bel kemiği idi .Bu özelliğinden dolayı kasaplık hayvan olarak tüketilmesi, ekonomik gerekçelerle pek düşünülmemiş ,olabildiğince kas gücünden yararlanılma yoluna gidilmiştir (peygamber döneminde de at savaş hayvanı olarak değerli olduğu için kesilmesi men edilmiştir.). İneğe verilen bu değer, adeta kutsanmasına neden olmuş ,daha sonraki, tarımda ineğe ihtiyaç duyulmadığı dönemlerde gerekçeler unutulup ineğin kutsiyeti devam etmiştir. Haram aylarında zamanla ortaya çıkış gerekçeleri unutuldu , kutsiyetleri devam etti, ta ki İslamiyet gelene kadar . İslamiyet ten sonra da ,İslam dininin yürürlükten kaldırmaması sayesinde devam etti.Bilindiği gibi İslamiyet cahiliye döneminin zararlı olmayan, hatta çoğu zaman faydalı ve güzel olan pek çok uygulamasını iptal etmemiştir. Örneğin cahiliye döneminde Araplar safa ve Merve tepeleri arsında say ederlerdi. İslamiyet ten sonra da “Şüphesiz safa ile Merve Allahın nişanelerindendir ,onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kabe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden gelerek bir hayır işlerse şüphesiz, Allah onu bilir ,karşılığını verir”(bakara158) ayeti ile bu uygulamaya dokunulmamıştır. İslamiyet aynı şekilde haram ayları uygulamasına da dokunmadı. Dokunmamakla da kalmadı tevbe 36 (Şüphesiz Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayımı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır… )ve 37. ayetlerle onaylayıp daha da pekiştirdi. Yalnız burada şu doğru anlaşılmalıdır. Gerek haram aylar olsun gerekse haram ayların sayısı olsun ilk defa vahiyle tespit edilmiş değildir. Haram aylar islamiyet gelmeden önce toplumsal bir uzlaşma ile ortaya çıkmış olup evvelden beri bilinen uygulamalardır. Tevbe 36, vahyin ruhuna ters düşmeyen, barışa ve toplumun huzuruna hizmet eden güzel beşeri uygulamaların, Allah tarafından da makbul olup, onay gördüğünü gösteren örnek bir ayettir.
Tevbe 36 ya kısaca değinmek istiyorum. Burada ayların sayısından değil sayımından basedilir.Ayların sayımı 12 dir. Yani aded değil iddet esastır. Sayım esas olunca ayların yıllara göre sabit olması sorun edilmemiştir.Bu şunun gibi demektir; her 3 günde bir oruç tut, her 7 günde bir pazara git, her 10 günde bir traş ol demek gibidir. Allah ayların sayımını ön plana çıkartarak devir daim siklusunu belirtmektedir. Buna göre insalar orucuda 12 ay sayıp bir ay tutarak (ramazanda) ifa edecektir.Orucun yıllara göre yıl içindeki yerinin sabitlik göstermemesinin bir önemi yoktur, önemli olan 12 ayda bir ayın orucu ifa ederek geçirilmesidir.
Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarının haram ay olarak benimsenmesine gelince bu hususta da şunları söyleyebilirim.
Bu dönemler kimsenin saldırmaya gerek duymayacağı , iktisadi hayatın panayırlarla, pazarlarla, ticaretle canlandığı dönemlerdir. Saldırılması halinde her iki tarafa da zarardan başka bir getirisi olamaz, zararı olmasa da daha büyük kazançların elden çıkmasına neden olur.Bu dönemlerde saldırmak ticaretle elde edilebilecek ekonomik kazançların elden çıkmasını telafi edecek getiriyi sağlamaz ve bu dönemlerde saldırmaya ihtiyaç da yoktur.Haram ayların sayı ve sıralamasına gelince , ben bu aylarda ticari faaliyetlerin , pazarların ve panayırların yoğunluk kazanmasına bağlıyorum ama neden özellikle Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarını tercih ettiler de başka ayları tercih etmediler , ticari faaliyetlerini , sosyal etkinliklerin ve haclarını özellikle bu dört aya yoğunlaştırdılar bilmiyorum. Araştırmalarımda da tatmin edici bir cevap bulamadım.Mesela yine neden Recep ayı diğerlerinden ayrıdır?, Recep ayının ( Recep, Mudar kabilesinin haram ayıdır) Mudar kabilesi için önemi nerden ileri geliyordu? Hangi sosyoekonomik , psikolojik gerekçeler neden olmuştur da başka bir ayı değil de özellikle Recep ayını haram ay olarak kabul edip hürmet ediyorlardı bilmiyorum. Ama Mudar’ın gerekçesi her ne olursa olsun dominant unsur olması nedeni ile bu ayı dayatıp bütün Arap yarımadasına kabul ettirebilmiştir. Bu gün Amerika nasıl gücü sayesinde kendi doğrularını bütün dünyaya kabul ettiriyorsa , hakkın çoğunluk ve güce endeksli olduğu cahiliye dönemi Arap toplumunda da , Mudar, Recep ayını tüm Arap yarımadasına dayatmış ve kabul ettirmiştir.
.
NESİYE DAİR
Nesi nasıl yapılıyordu?
Nesi kelime anlamı olarak geri bırakmak , tehir etmek manalarına gelir. Kuran da küfür olarak bahsedilen nesi ise kameri takvim ile güneş takvimi arasındaki uyuşmazlığın suiistimal edilerek kameri ayların yerlerinin bir ay ötelenerek, haram olan bir ayın helal olmasına neden olunmasıdır. Her ne kadar Araplar 4 haram ayı uygulamasında anlaşmışlarsa da ,özellikle Zilkade, Zilhicce ve Muharremin ard arda gelmesi artı değer üretimi zayıf olan kabilelere uzun geliyordu. (Arap yarımadasının çevresel koşulları o kadar ağır idi ki İslam dini gelip devlet gücü haline geldiği dönemlerde bile; zekat, fitre, sadaka, kurban, haraç gibi dağıtım mekanizmaları devreye sokulmasına rağmen kıtlık dönemlerinde, bu yöntemler toplumsal paylaşım için yeterli olmamış, hırsızlık mekanizması devreye girmiştir. Yarım adanın bu koşullarına iyice vakıf olan Ömer kıtlık döneminde hırsızlık olaylarında haddi uygulamamış, yani hırsızlara ceza vermemiştir).
Ekonomik imkanları saldırmadan bu 3 ayı geçirmeye kafi olmayan Arap kabileleri , güneş takvimi ile kameri takvim arsındaki 11 günlük süre farkını istismar ederek ,birtakım hesap oyunları ile ayların sayısını arttırıp 13 e çıkartarak haram ayların yerleri ile oynuyorlardı ve buna da nesi deniliyordu.Halbuki kameri takvimi kendi akışına bırakmış olsalar ve sırf süfli menfaatleri öyle gerektirdiği için güneş takvimine uydurmaya kalkmasalar hiçbir sorun yaşanmayacaktır. Kameri takvim, ne kutsal günlerin ve ayların belirlenmesi nede ticari faaliyetlerin yapılması açısından hiçbir sakınca teşkil etmez . Çünkü bu faaliyetler mevsimsel sabitliğe ihtiyaç göstermezler. Allah haram ayları ve ramazanı ( Araplar gündelik yaşantılarında kameri takvimi kullandıkları için onlar anlasın diye) kameri takvime göre tanzim etmiştir, tarımsal faaliyetleri değil . Tarımda kullanabilecekleri güneş takvimini de yasaklamamıştır. Peygamber de bazı uygulamalarında güneş takvimini esas almış ve tarım vergilerini güneş yılına göre toplamıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), ziraî vergilerin toplanması için fiilî hasat mevsimleri vasıtasıyla sabit olan şemsî yılı kabul etti; başka amaçlar için ise tamamen kamerî olan yılı kullandı. Böylece vergilerin toplanması hususunda ne çiftçiler ne de finans sektörü herhangi bir güçlükle karşılaşmıyordu. Bkz. M. Hamidullah’ın Le Prophete de l.’ Islam, Paris 1959, I, 266. Diğer bir şekilde ifade etmek istersek, Şemsi takvim ile kamerî takvim arasındaki farkları, hususiyetleri mükemmel bilen Muhammed (s.a.v.), tabiat şartlarına, yani mevsimlere bağlı ürünlerle, san’atkarlar elinden çıkan imalat ürünlerini ve ticari kazançları birbirinden gayet açık bir şekilde ayırmış bulunuyordu. Üzerinde ziraat yapılan arazilerde yahut “zirai mahsullerde” o, vergi tahsiline esas olmak üzere şemsî takvim sistemini, buna mukabil devletin diğer vergi kaynakları için ise, Güneş takviminden 11 gün kadar daha kısa olan kamerî takvim’i tercihen kullanıyordu. Onun bu sistem yeniliği sayesindedir ki her 33 senede, bir mali yıllık fazla bir gelir mükelleflere hiç hissetirilmeden Devlet Bütçesine aktarılmış olmaktadır (zira Ay takvimine göre alınan yıllık vergiler her 355 günün sonunda tahsil edilir.) (M. Hamidullah, Islam Peygamberi, çev. S. Tuğ, İstanbul 1990, I, 985.)
Fakat sanki cahiliye döneminde Araplar bir marifet yapıyorlarmış gibi, hesap işlemlerine çok önem veriyorlarmış gibi, kameri takvimi güneş takvimine göre sözde düzenleyerek nesi küfrüne batıyorlardı. İslamiyetin ortadan kaldırdığı bu zihniyet bu günde hortlamıştır ve birtakım çevreler ısrarla kameri takvimi, sanki İslam dünyasının başına gelen her türlü musibetin sebebi imiş gibi göstererek günah keçisi haline getirme gayretkeşliği içine girmişlerdir. Burada şunu da belirtmekte fayda görüyorum, kameri takvimin de diğer takvimlere nazaran Allah katında herhangi bir kutsiyeti yada üstünlüğü yoktur, tamamiyle o dönem Arap toplumunun beşeri tercihidir ve Arapların icadı da değildir. Tarih boyunca Mezopotamya’da, Çin’de, Hindistan da, Mısır’da, Arap yarımadasında, eski yunan ve romada ve ortadoğudaki kadim uygarlıkların hemen hepsinde yaygın olarak kullanılmıştır. İnsanlığın ortak değeridir.
Nesi nasıl yapılıyordu buyurun şimdi de onu görelim.
Cahiliye dönemi Araplarının nesi yi hangi formülle yaptıkları tam olarak bilinmemesine rağmen bu konuda tarihçilerin belirlediği iki metod vardır. Birincisi: Hz İbrahim (a.s.) devrinin Nemrud’u olan Hammurabi zamanında Babil’de muteber olduğu söylenen metod; ikincisi ise, büyük matematikçi Birunî tarafından teklif edilen metod. Her iki metod da 30 yıllık devrin bazı yıllarını etkiler (Hammurabi’ye göre, bunlar bir kameri ay ilave edilen 3., 6., 9., 12., 15., 18., 21., 24., 27., 30 ve 31.yılların sonlarıdır. Birûnî’ye göre ise, nesî’in tatbik edildiği 3., 6., 9., 11., 14., 17., 20., 22., 25., 28. ve 30. yıllarınsonlarıdır). Muhtelif tefsirlerde de Arapların güneş ve kameri takvimler arasında her 6 ayda bir hafta saptığı düşüncesinden yola çıkarak 2 yılda bir tam ay farkın olacağını düşünüp her 2 yılda bir nesi yaptığını söyleyen müfessirler de vardır . Bu da mümkündür. Çünkü her ne kadar Araplar güneş ve kameri takvimlerin birbirlerine paralellik göstermediğini biliyor olsalar da cahiliye dönemi Arapları ileri derecede astronomi bilgisine sahip değillerdi.( 2 yılda ay ve güneş takvimi arasındaki sapma 11+11=22 gün eder) Cahil ve ümmi bir toplumdular. Tarihçilerin bildirdiğine göre İslamiyet in geldiği dönemde Mekke’de okuma yazma bilenlerin sayısı 20 yi bulmamaktadır. Bu sayı her ne kadar şüpheli olsa da genelde okuma yazma oranının son derece düşük olduğu kesindir.Okur yazar insan çok değerlidir ve nadir bulunur. Hatta o kadar değerlidir ki Bedir savaşında esir alınan müşriklerden okuma yazma bilip de 10 müslümana okuma yazma öğretenler serbest bırakılmıştır.
Hangi formül uygulanırsa uygulansın sonuçta kameri takvimin akışı bozuluyordu. Ben kameri ve güneş takvimleri arasında yıllık 11 gün fark olmasından yola çıkarak 3 yılda yaklaşık bir ay sapma meydana geleceği düşüncesini baz alarak nesi olayını açıklamaya çalışacağım.
NESİ YAPILMAYAN GÜNEŞ TAKVİMİNE UYDURU
KAMERİ TAKVİM LARAK NESİ YAPILAN KAMERİ
TAKVİM
1 MUHARREM 1 MUHARREM
2 SAFER 2 SAFER
3 REBİÜLEVVEL 3 REBİÜLEVVEL
4 REBİÜLAHİR 4 REBİÜLAHİR
5 CEMAZİYELEVVEL 5 CEMAZİYELEVVEL
6 CEMAZİYELAHİR 6 CEMAZİYELAHİR
7 RECEP 7 RECEP
8 ŞABAN 8 ŞABAN
9 RAMAZAN 9 RAMAZAN
10 ŞEVVAL 10 ŞEVVAL
11 ZİLKADE 11 ZİLKADE
1, YILIN SONU 12 ZİLHİCCE 12 ZİLHİCCE
1 MUHARREM 1 MUHARREM
2 SAFER 2 SAFER
3 REBİÜLEVVEL 3 REBİÜLEVVEL
4 REBİÜLAHİR 4 REBİÜLAHİR
5 CEMAZİYELEVVEL 5 CEMAZİYELEVVEL
6 CEMAZİYELAHİR 6 CEMAZİYELAHİR
7 RECEP 7 RECEP
8 ŞABAN 8 ŞABAN
9 RAMAZAN 9 RAMAZAN
10 ŞEVVAL 10 ŞEVVAL
11 ZİLKADE 11 ZİLKADE
2. YILIN SONU 12 ZİLHİCCE 12 ZİLHİCCE
1 MUHARREM 1 MUHARREM
2 SAFER 2 SAFER
3 REBİÜLEVVEL 3 REBİÜLEVVEL
4 REBİÜLAHİR 4 REBİÜLAHİR
5 CEMAZİYELEVVEL 5 CEMAZİYELEVVEL
6 CEMAZİYELAHİR 6 CEMAZİYELAHİR
7 RECEP 7 RECEP
8 ŞABAN 8 ŞABAN
9 RAMAZAN 9 RAMAZAN
10 ŞEVVAL 10 ŞEVVAL
11 ZİLKADE 11 ZİLKADE
3, YILIN SONU 12 ZİLHİCCE 12 ZİLHİCCE
1 MUHARREM 13 X NESİ AYI
2 SAFER 1 MUHARREM
3 REBİÜLEVVEL 2 SAFER
4 REBİÜLAHİR 3 REBİÜLEVVEL
5 CEMAZİYELEVVEL 4 REBİÜLAHİR
6 CEMAZİYELAHİR 5 CEMAZİYELEVVEL
7 RECEP 6 CEMAZİYELAHİR
8 ŞABAN 7 RECEP
9 RAMAZAN 8 ŞABAN
10 ŞEVVAL 9 RAMAZAN
11 ZİLKADE 10 ŞEVVAL
4. YILIN SONU 12 ZİLHİCCE 11 ZİLKADE
1 MUHARREM 12 ZİLHİCCE
2 SAFER 1 MUHARREM
3 REBİÜLEVVEL 2 SAFER
………………….. ……………
Kırmızı olan aylar haram aylardır.
Çizelgede görüldüğü gibi 3. yılın sonunda kameri takvimi güneş takvimine uydurmak bahanesi ile 2. sıradaki kameri yıla 13. ay eklenmiştir. Bu sayede ikinci sıradaki kameri takvimdeki ayların birinci sıradaki nesi yapılmamış kameri takvimle paralelliği bozulmuş olup bu uyumsuzluk sonraki yıllarda otomatik olarak devam edecektir.Daha sonraki yıllarda da ihtiyaç duydukları zaman tekrar nesi yapıyorlardı. Ekledikleri o 13. nesi ayı ise muharrem olmadığı için rahatça saldırabileceklerdir.Ayrıca 4. yıl içindeki recep ve zilkadenin de haramlığı nesi yapılan takvime göre ortadan kalkmış oluyordu. Saldırmaları için bahane bulmakta güçlük de çekmeyeceklerdir, çünkü öteden beri Arap kabileleri arasında bol miktarda husumet ve kan davaları zaten vardır. Sözde haram ayda saldırmadıkları için ahde vefadan dönmek gibi bir ithamdan da kurtulabileceklerini düşünürlerdi. Üzerine de bir iki yiğitlik şiiri de söyleyince her şey meşrulaşıp zeytinyağı gibi üste çıkabiliyorlardı.
Nesi yapmalarının temelinde yatan ana sebep ekonomik açıdan dara düşmeleri olmakla beraber tek neden bu da değildi . Özellikle kasıtlı olarak kameri takvimin akışını sabote ederek haram aylarda saldırmalarının diğer bir nedeni de şudur.Haram ayların ve yapılan toplumsal sözleşmelerin güvencesi ile rehavet içinde bulunan bir kabile yada kervana saldırmak, haram aylar dışında saldırmak kadar zor değildir.Hatta bazı kabileler haram aylarda ok ve mızraklarının ucundaki demiri bile söküyorlardı, bu durumdaki bir kabileye saldırmak çok kolaydır. Haram aylar dışında bir zamanda saldırılan kabile yada kervan, haram aylarda olmadıklarını bilerek daima alarm halinde bulunacaktır. Bu durumdaki bir kabileye saldırmak, saldıran için haram ayda saldırmaktan daha tehlikeli olacaktır.
Yalnız burada şunu iyice ayrıt etmek gerekir. Nesi işleminde küfür olan nesiyin bizatihi kendisi , yani bir takvimin başka bir takvime göre sıfırlanması değildir, küfür olan bu sıfırlamanın, süfli menfaatler uğruna toplumun mutabakatının hiçe sayılarak keyfi olarak yapılmasıdır. Yoksa bu gün bile takvimlerde, hatta günümüzde kullanılan güneş takviminde bile belirli aralıklarla ayarlamalar yapılarak günlerin ve ayların yeri değiştirilmektedir. Bu da son derece normal ve gereklidir de.
Şöyle ki, 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniye. Bu süre dünyanın güneş etrafındaki bir tam dönüş süresini ifade eder , yani bir tam güneş yılıdır (şifre ve cifir saplantısı olanlar bu sayıda şifre yada mucize aramasınlar tamamen doğal bir fenomendir). Bu değeri 365 den daha küçük bir tam sayıya küsuratsız olarak bölebilmeniz matematiksel olarak mümkün değildir. Bu şu demektir; gün, hafta ve ay sayısına göre hangi güneş takvimini yaparsanız yapın yaptığınız bütün takvimler küsuratlı olacaktır ve dünyanın güneş etrafında gerçek dönme süresine göre uzun veya kısa aralıklarla tekrar tekrar güncellemeniz gerekecektir. Günümüzde kullandığımız güneş takvimi her yıl, dünyanın güneş etrafında gerçek dönme süresine göre 6 saat geride kaldığı için dört yılda bir tam günlük sapma meydana gelmektedir. Bu sapma her dört yılda bir şubat ayına bir gün eklenerek günler ve aylar bir gün ileriye ötelenmek suretiyle düzeltilir. Yani bir nevi nesi yapılır. Bu gereklidir , merak etmeyin küfür de değildir.
Eğer bu ayarlama yapılmamış olsa idi aylar her 4 yılda bir gün , her 120 yılda bir ay , her 720 yılda 6 ay geriye gidecektir. 720 yıl sonunda temmuz ayı 6 ay geriye giderek ocağın yerine gelecektir. Görüldüğü gibi güneş yılına göre sapma sadece kameri takvimde olmamaktadır, yapacağınız her güneş takviminde de olacaktır. Sadece kameri takvimde bu sapmalar daha büyüktür, hepsi o kadar.
Aslında bu gün kullandığımız takvimde haftanın günleri de aylara ve yıllara göre sabitlik göstermemektedir, birazda ondan bahsedeyim. Günümüzde nüfusun artması ve ağırlıklı olarak şehirleşme ve metropollerin ortaya çıkmasına bağlı olarak arz talep dengelerinin değişmiş ve ticari faaliyetlerin frekansında sıklaşmalara neden olmuştur. Ticaret ritmi artmıştır. Bunun sonucu olarak geçmiş dönemlerde , örneğin cahiliye döneminde olduğu gibi yılda birkaç Pazar ve panayırın yapılması toplumun ihtiyaçlarını artık karşılamaz olmuştur. Hemen her semtte haftalık semt pazarları kurulmaktadır , bazı semtlerde bu kurulan Pazar sayıları 2 ye hatta 3 e çıkabilmektedir. Bu kurulan pazarlar haftanın günlerine göre kurulmaktadır. Örneğin Salı pazarı , cumartesi pazarı gibi.Fakat haftanın günleri aylara ve yıllara göre sabitlik göstermediği için bir ay kurulan ilk Salı pazarı ayın 3üne gelebildiği gibi ertesi ay kurulan ilk Salı pazarı ayın 7 ine denk gelebilmektedir. Örneğin 2010 yılının ağustos ayının ilk Salı pazarı ağustosun 3 ünde kurulmuştur, 2010 yılının eylül ayının ilk Salı pazarı eylülün 7 sinde kurulacaktır. 2009 yılında da ağustosun ilk Salı pazarı ağustosun 4 ünde kurulmuştu. Kurulan pazarların takvime göre sabitlik göstermemesinin ticari açıdan hiçbir sakıncası olmadığı gibi küfürde değildir. Kimseyi de bu yüzden Allah cehenneme yollamaz. Batı dünyasında da pazarlar bu şekilde kurulur, hatta batı kaynaklı anneler günüde her yıl mayısın ilk Pazar günüde kutlanır ve yıllara göre sabitlik göstermez ve daha pek çok dini günleri ve uygulamaları da güneş takvimine göre sabitlik göstermez. Ramazanın da yıl içinde güneş takvimine göre her yıl 11 gün geriye gitmesinin hiçbir sakıncası da yoktur , oruca da mani değildir.
Görüldüğü gibi bazı faaliyetlerin güneş takvimine göre sabitlik göstermemesi batıda dert edilen bir durum değildir. Bunu dert edinen kameri takvimin İslam aleminin en büyük sorunu olduğunu zanneden bazı işgüzarlardır.
AV YASAĞINA DAİR
İnsanoğlu uzun yıllar doğada hazır bulduğunu tüketti ve toplayıcı –avcı olarak yaşadı..neolitik dönemle birlikte , bitki ve hayvanları evcilleştirerek , yaklaşık 10-12 bin yıl önce yerleşik düzene geçti. İnsanoğlunun tarıma başlaması , hayvanları evcilleştirmesi yiyecek toplamak ve avlanmak için av hayvanı peşinden koşmasına büyük ölçüde lüzum bırakmadı.Avlanmak temel geçim kaynağı olmaktan çıktı yerini hayvancılık aldı .bitki toplayıcılığın yerini de tarım aldı.böylece insanoğlu mutlak tüketici konumundan , üretici- tüketici konumuna yükseldi. İnsan yerleşik düzene geçtikten sonra avcılık faaliyetine eskisi kadar ihtiyacı olmamakla birlikte tümüyle de vaz geçmedi . Ağırlıklı olarak zevk ve spor için avlanmayı sürdürdü.Günümüzde de kara avcılığı , genel popülasyona oranla çok az kişi tarafından. zevk ve spor faaliyeti dışında da münferit, profesyonel bir meslek olarak devam etmektedir.Getirisi esas yüksek olan deniz avcılığıdır.Norveç gibi bazı ülkelerde açık deniz balıkçılığı adeta ağır sanayi haline gelmiş olup yıllık cirolar milyonlarca dolarla ölçülebilen bir iş alanıdır. Denilebilir ki kıta Avrupa sının balık ihtiyacını tek başına Norveç karşılamaktadır.
Filmlerde geyik adeta poz verircesine avcının kendisine nişan alıp öldürmesini bekler ve avcıda rahatça yayını gerip okunu atarak avını vurur. Ama gerçekte avcılık bu kadar basit bir iş değildir. Bazen günlerce avın peşinden koşturmanız gerekebilir ve bu kadar uğraş sonunda eliniz boş dönebilirsiniz. Ekonomik getirisi fazla olan bir uğraş da değildir. Bireysel kara avcılığı cahiliye dönemi arap toplumunda da hiçbir zaman ekonominin ana unsuru olmamıştır. Avlanmanın iyi gelir getirebilmesi için zengin su kaynakları, çayır, savana ve ormanlar gibi avlakların bol olduğu bir coğrafyada ve uygun bir iklimde yaşamanız gerekir. Arap yarımadası ağırlıklı olarak çöl ikliminin yaşandığı bir coğrafyadır ve Serengeti düzlükleri gibi av potansiyeli olan bir bölge değildir. Çöl şartlarının çetin oluşu yiyecek ve su kaynaklarının kısıtlı oluşu çevredeki besin kaynaklarını azami derecede değerlendirmeyi zorunlu kılar bu bağlamda cahiliye dönemi arap toplumlarında ve özellikle bedevilerde avcılık yaygın bir uğraş alanıydı. Avlanmaya düşkünlükleri ile bilinen bedevilerin avladıkları hayvanlar arasında, dağ keçisi, yaban sığırı, ceylan, yaban eşeği, tavşan, keklik, deve kuşu ve kertenkele yer almaktaydı. Pişirilerek yenen veya hurma ile karıştırılmak suretiyle ezmesi yapılan çekirge de önemli protein kaynakları arasındadır.Avcılık beslenme ihtiyaçlarının teminine katkısı dışında , bu günkü askeri teşkilatların ve düzenli ordunun olmadığı bedevi toplumunda iyi bir askeri talim vasıtasıdır da. Bu açıdan da önem verilen bir uğraştır.
Avcılık başta et olmak üzere av hayvanlarının derisi, kılı,tüyü, yünü, dişleri, kemikleri, tırnakları, boynuzlarıiçin . Bunlar dışında,süs için , av hayvanı olarak beslemek için, kimya, ilaç ve gıda sanayinde kullanılan bazı kimyasalları elde etmek için yada tarım ürünlerini ve evcil hayvanları korumak içinde yapılmaktadır.
Günümüzde bazı kimseler haram ayların ortaya çıkış gerekçesinin ve cahiliye toplumlarının nesi yapmalarındaki ana etkenin av yasağı olduğunu savunmaktadırlar.
Allah'ın takvime bağlamak suretiyle koyduğu tek yasak avlanma yasağıdır. Yasak dolunayların anlamı da önemi de "avlanma yasağı"ndan geliyor.
Birileri "Yasak aylarda savaşmak yasak!" diyormuş ta. O birileri ne derse desin. Zerre kadar önemi yok. Önemli olan, Allah ne diyor, odur. O'nun Bakara 217 ve Tevbe 36'da söylediği:
Size ne zaman saldırılırsa o zaman karşılık verip siz de savaşın. Kendinize yazık etmeyin.
Savaşmanın ilahen yasak edildiği haram aylar (?) filan yok. Haram dolunayların ise avlanma yasağından başka bir kutsallığı, yasaklığı yok.
Altı çizik sürede 13 dolunay, ötekilerde 12 dolunay var. Kırmızılar sıcak dolunay, koyular haram aylar olmak üzere T:temmuz, a:ağustos, e:eylul,
e:ekim, k:kasım…
18T-16a-15e-14e-13k-12a-11 Oc 2009-9ş-11m-9n-9m-7h
7T-6a-4e-4e-2k-2a-30a-30 Oc 2010—28ş-30m-28n-27m+++26h
26T-24a-23e-23e-21k-21a-19 Oc 2011- 18ş-19m-18n-17m-15h
15T-…
(5)Sayıyı onikide sabitlemek için onüçüncü dolunayı ertelemek küfüre küfür eklemektir. Tevbe 37'de o küfrün adı var: NESÎ.
Günümüze gelinceye kadar pek çok hayvan türü çeşitli nedenlerle türü tükenerek yok olup gitmiştir. Hayvan türleri için esas tehlikeli olan etkenler. Büyük iklimsel değişimler buzul çağı ve küresel ısınma, büyük doğal afetler ( 70 milyon yıl önce dinazorları ortadan kaldıran büyük bir gök taşının dünyaya çarpması ) yaşam alanlarının ortadan kaldırılması ( sanayileşme ve tarım amacı ile ormanların ve sulak alanların yok edilmesi) çeşitli kimyasallarla doğanın kirletilmesi ve bozulması ( böcek öldürücü insektisitler, bitki öldürücü herbisidler, cfk gazları., karbonmonoksit gibi zehirli gazların aşırı salınımı, kimyasal sanayi atıkları) , mikroorganizmaların neden olduğu enfeksiyon hastalıkları , orman ve mera yangınları vs. bu tür etkenler ağırlıklı olarak türlerin soyunu tehdit etmektedir. Avcılık bu etkenlerden biri olmakla birlikte en önemlisi değildir hele hele bireysel spor olarak yapılan kara avcılığı hayvan türlerinin geleceği için zannedildiği kadar tehlike arz etmez ama yinede kontrol altına alınıp sınırlandırılması gerekir.Vahye muhatap olması, akılla donatılması , yeryüzünde Allah’ın halifesi olması nedeni ile hertürlü canlının kollanıp gözetilmesi elbette insanın boynunun borcudur , bu yadsınamaz.. Bununla beraber doğadaki hayvan türlerini korumak bireysel kara avcılığını yılın sabit dört ayında yasaklamakla olacak iş değildir . Keşke bu kadar basit olabilseydi. Çok geniş kapsamlı ve katılımlı toplumsal hatta uluslara arası konsensüsleri gerektirir. Geri dönüşebilir ürünleri kullanmayı yaygınlaştırmaktan tutunda , hayvanların yaşam alanlarını koruma adına pek çok tedbirin hayata geçirilmesine, sanayi atıklarının , tarımdaki kimyasalların çok sıkı denetlenmesine, Kyoto protokolü gibi ( Amerika hala kabul etmedi ) uluslar arası sözleşmelerin hayata geçirilmesine kadar pek çok tedbir almayı gerektiren çok komplike bir iştir.
Öte yandan av yasağını düzenlemekte yılın sabit 4 ayında yada haram dolunayında avı yasaklamak kadar basit değildir.Av yasağının gerekçelerini , zamanını ve süresini içinde bulunulan koşullar belirler. Bazen yılın oniki ayı bazı türler için av yasağı koymayı gerektirebilir. Örneğin soyu tükenme tehlikesi altında bulunan bazı kanatlı hayvanları (kelaynak kuşları gibi) yılın on iki ayı avlamak , ülke dışına çıkarmak ve satmak yasaktır, koruma altındadırlar.Böyle de olmalıdır. Diğer yandan bir hayvan türü doğal dengeleri bozacak şekilde aşırı üremiş ve zara vermeye başlamışsa yılın oniki ayı avlanmasının serbest bırakılmasının ötesinde o hayvan türü ile ciddi bir şekilde mücadele etmeyi de gerekli kılabilir. Örneğin Avustralya’ da kıtaya 1788 lerde getirilen ve 1859 da çiftliklerden kaçarak doğada üremeye başlayan tavşanlar aşırı üreyerek tarım için çok büyük bir tehdit haline gelmiştir. Avustralya tarımına verdiği yıllık zararlar 100 milyon dolarlarla ölçülmektedir. 3256 km lik dünyanın en uzun çiti Avustralya’da tavşanların yayılmasını önlemek amacıyla yapılmıştır. Bu güne kadar biyolojik silahlarda dahil olmak üzere pek çok yöntem kullanılmasına rağmen tavşanlarla mücadelede tam anlamı ile başarı sağlanamamıştır. Eğer Avustralya’da müftülük yapacak olursanız sakın ‘’ efenim yılın dört ayında avlanmak haramdır , zavallı tavşan yavrularına günah oluyor’’ şeklinde bir fetva vermeye kalkmayın , verirseniz.de sonuçlarına katlanın. Okyanusu yüzerek geçmek sizin için zor olabilir..
Binlerce hayvan türü yılın 12 ayında dünyanın her yerinde üremektedirler. Bu av yasağını güneş takvimine göre belli aylara ( temmuz, ağustos, eylül, ekim) sabitleyip, yılın dört haram dolunayı ile sınırlandırırsanız yarardan çok zarar getirir ve pek çok hayvan türüne zulüm etmiş olursunuz. ( bu dolunaylardan ne kastedildiği, 1 gün mü haram yoksa dolunaydan sonraki on gün mü yada bir ay mı sürecek? oda belli değil ya neyse).Av yasaklarını tanzim edebilmeniz için binlerce tür hayvanın üreme dönemlerini , göç mevsimlerini, göç yollarını, doğal yaşam sürelerini ( bazı hayvanların doğal yaşam süresi 4 aydan azdır),çiftleşme zamanlarını, gebelik sürelerini (bazı hayvan türlerinin gebelik süresi bir yıldan daha uzun süredir), yaşadıkları iklim koşullarını vs. bilmeniz gerekir.Bu işler ihtisas isteyen ,uzmanlık isteyen, hayata dair gerçek problemlerdir. Bunun içinde profesyonelce alan çalışmaları yapılması gerekir
Sözün özü haram ayların ortaya çıkış gerekçesi avlanma yasağına duyulan ihtiyaç değildir. Bütün tarihsel verilerde bunun böyle olmadığını gösteriyor. İslam aleminin av yasağından ziyade atıcılık yasağına ciddi şekilde ihtiyacı var, hem de 12 ay boyunca…
------------------------------------------------------------ -
Görüşler ortadadır, uzatmanın da gereği yoktur. Kısa da olsa meramımı anlatacak kadar yazdım, takdir okuyucunudur.