Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Nedendir, nasıldır bilinmez ama. Muhammed'i özlüyorum... Yaşlı değil, gülen gözlerle; ağlayarak değil, gülerek; kasvetli değil, mütebessim bir çehreyle... Muhammed'i yetiştiren şartları özlüyorum...
Muhammed'in babasını hiç tanımamasını; anne kucağının sıcaklığını tatmayışını; dünyanın o en güzel şeyi olan annesinin parmak uçlarını saçlarında gezdirmesini neredeyse hiç bilmeyişini özlüyorum...
Ebu Talib'in koyunları peşinde tabiatı, mavi gökyüzünü yaşayan; ıssız ve kızgın çölde susamayı öğrenen 'yalnız' Muhammed'i özlüyorum. Diplomasız ama, bakmasını ve görmesini doğrudan kainat okulundan öğrenen/öğretilen Muhammed'i...
Yetimliğini, öksüzlüğünü özlüyorum onun... Şımarık, yılışık, bir dediği iki edilmeyen; bir elinde cips, bir elinde kola tutan bir çocuk olarak değil, 'kuru ekmek yiyen bir kadının oğlu olarak büyümesini; hayatın bütün acılarını bizatihi yaşayan olgun bir delikanlı olmasını sağlayan şartları; sırça saraylardan değil kerpiç duvarlar arasından, toprak zemin üstündeki hasırdan, yemeğini yediği, suyunu içtiği toprak kaplardan; giydiği en sıradan giysilerden hayata bakmasını özlüyorum...
Muhammed'i Muhammed yapan ortamı özlüyorum. Onu olgunlaştıran günleri; yeryüzünde takva temeli üzere kurulan ilk mabed olan, İbrahim'in, oğlu İsmail'le birlikte inşa ettikleri, USA güdümlü Suud betonlarının gölgesinde kalmamış, saflığından, sadeliğinden bir şey yitirmemiş o günün Kabe'sini özlüyorum.
Ve, Muhammed'in can dostu, hayat arkadaşı, sığınağı, dert ortağı, sırdaşı; çok sevdiği eşi, gerçek bir kadın Hatice'yi; Muhammed'in ruhunu yücelten, incelten, olgunlaştıran, tarihin o ünlü kadın simasını; eşine ilk gelen ilahi mesajdan sonra, bütün Mekke'nin şimşeklerini üzerine çekeceğini bile bile hiçbir telaşa kapılmayan, korkmayan, en az eşi kadar metanetini koruyan Ümmü'l-Mü'minin'i arıyorum...
Ve ve, Muhammed'in Hira'sını... Kur'an'ın yeryüzüne ilk ulaştığı o kuytu mekan. Loş bir mağara, yani taş ve topraktan örülü ilk nübüvvet mektebi... Şairin tasvirindeki gibi 'küçük daracık; [ama] dünyaya kapalı Allah'a açık' o, hacmi dar ufku geniş pencere...
Nice milenyumlara ışık tutacak ilahi mesajın yeryüzünde şimşek gibi ilk çaktığı; kadir gecesi'nin 'ihya olduğu' o ilk mütevazi umman...
Rabbi'nin 'Oku! Yaratan Rabbi'nin adıyla oku! ' hitabının Muhammed'in zihninde çınladığı o küçük mağara. Muhammed'in heyecanlandığı, titrediği, belki biraz da korktuğu, o ilk tefekkürhane! İşte orasını özlüyorum; hergün milyonlarcasında 'iqra'' emrinin milyonlarca kez okunduğu, ama hiçbir ruhu diriltmeyen 'muhteşem' camileri değil...
Ama özlemlerin en muteberi, Muhammed'in ilk musaddıkı olmak değil midir? ! Ona ilk iman eden Hatice olmak; Ebubekir, Ali, Zeyd olmak... Hatta hatta Ammar olmak... Yasir ve Sümeyye olmak... Asıl özlenmesi gereken bu değil midir? ! Ümeyye b. Halefin kırbacının sürekli sırtında şakladığı Bilal olmak...
Yani Bilal gibi, Ammar gibi 'deli' olmak! Evet onlar galiba birer deliydiler! Çünkü putperest bir aristokrasi içinde, (iman ettikleri Allah'ın dışında) kendilerini kırbaçtan, hançerden, kılıç darbesinden, aç ve susuz bırakılmaktan, kumların üstüne yatırılıp taşların altında işkence görmekten engelleyecek hiç kimseleri yoktu!
Neyine güveniyordu bu insanlar? Bunlar hiç mi politik hesap bilmezlerdi? Ortamın koşullarını nasıl da okuyamamışlardı? Her şeyin bir zamanı bulunduğunu; düşmanın silahıyla silahlanmak gerektiğini hiç mi duymamışlardı? ! Bunları onlara Muhammed de mi öğretmemişti? Mekke'nin eşrafının, kabilesi büyük olanların, güçlü-kuvvetli olanların, zenginlerin v.s. iman etmesini; böylece Muhammed'in etrafının kalabalıklaşmasını, kolay yutulur bir lokma olmayacak bir mevkie gelmesini ne diye beklememişlerdi ki? ! Öyle ise bu insanlar 'deli' olmalıydılar; İslam davasının delisi!
İşte o ilk 'delileri' özlüyorum... Modern cahiliyyenin ve modern cahiliyyenin eğittiği -sözde dindar- zihniyetin, 'bir hiç uğruna' dediği bir iman yolunda annesini kaybeden Ammar'ın o anda hala imanla dopdolu olan kalbini...
Çölde dönemin 'terörle mücadele ekipleri'nce kırbaçlanan Bilal'in hala 'ahad' 'ahad' deyişi çınlıyor kulaklarımda... İşte o sestir özlediğim...
Bilal'in bu 'inad'ını, 'kör radikalizm'ini nereden aldığını; hangi yayınları okuduğunu; kökünün nerede olduğunu; hangi gizli servis ajanlarınca hangi kamplarda eğitildiğini gerçekten çok merak ediyorum...
Evet, Bilal ve Ammar bu kadar kısa sürede böyle bir 'radikalizmi' nasıl yakalamışlardı, bu işin sırrı neydi? İşte onların bu susamışlıklarıdır özlediğim...
Ve Habeşistan yollarını,.. Uçsuz bucaksız çöl yolculuğunu... Uçsuz bucaksız çölü sadece 'la ilahe illallah' cümlesi için kateden yalın ayakları... Anadan, babadan, yardan, evladdan vazgeçen; tarihin, benzerini kaydetmediği o eşsiz imanı... 'Bir hiç uğruna'(!) vatanlarını, her şeylerini terkeden o insanlardaki imanı, şevk ve heyecanı siz özlemiyor musunuz? ! Mekke'nin müşrik elçisi Amr ibni As'ın bütün kışkırtıcı talepleri karşısında Necaşi'nin huzurunda, mü'min kardeşleri adına feveran eden Cafer yerinde olmak istemez miydiniz? !
Ve Hamza, Ömer. islam'ın en şanlı kahramanları... Her ikisi de Kureyş'in korkulu rüyası. Hind'in, ciğerlerini yemekle bile teskin olmadığı Hamza... Ve İslam'ın adalet anlayışının timsali Ömer... Hindler özlemez Ömer'i! ...
Muhammed'i o kadar çok yerde özlüyorum ki; örneğin Taif'te düşlüyorum onu. İçimden bir ses, 'neden senin de bir Taifin yok? ' diyor! Taif'li gençlerin taşladığı bir Peygamber! Üstü yara, bere içinde kalmış bir Muhammed! Ayağından kanlar akan bir Peygamber! Çünkü o bir aykırı; o bir 'bölücü'; terör suçu işlemiş Muhammed. Terörle mücadele suçundan, işte o günün koşullarına göre. Taifin DGM'si denebilecek bir erk tarafından yargılanıyor ve anında cezalandırılıyor...
Mekke'yi ve Mekke'de muhasara edilen; üç sene boyunca müşrikçe boykota tabi tutulan; aç susuz bırakılan kadınları, çocukları, ihtiyarları özlüyorum. Onlardaki imanı, sebatı, ölümü bir düğün gibi karşılayan sarsılmaz iradeyi; hiçbir şeyle değişilmeyen o imanı özlüyorum... Kafirlerden merhamet dilenmemeyi; hoşgörü talep etmemeyi; ince mesajlarla 'biz onlardan farklıyız' şaklabanlıklarına düşmemeyi; var elbette birbirimizden epeyce farkımız diyebilmeyi; 'birlikte yaşayabiliriz ama Allah'ın dediği gibi' diyebilmeyi; hakimiyet Arafat'ın tepesinde de Allah'a aittir; Mekke sokaklarında. Daru'n-Nedve'de de, toplum kurallarında da, siyasette de diyebilmeyi; 'şu putlarımız içindir, şu da Allah içindir' diyenler gibi, 'hayatın şuraya kadar olanı Allah'a aittir, şuradan itibaren de diğer ilahlarımızla beraber bize aittir' demeyen 'siyasal' islamcıları özlüyorum...
İslam'ın tepeden tırnağa siyasi olduğunu, siyasetin La ilahe illallahla başladığını kadını-erkeğiyle bütün aleme gösteren Mekke mü'minlerini; imanın kuru bir sözden ibaret olmadığını gösteren o ilk mü'min topluluğu özlüyorum, imanın hayat olduğunu, imanın yaşanırsa iman olduğunu; yaşanmazsa yalan ve sahtelik olduğunu, nifak olduğunu, yük olduğunu somutlaştıran o ilk sadık cemaati...
Entelektüel gevezelik yerine, her alanında imanın damgası görülen bir hayatı yaşayan: her biri adeta yürüyen Kur'an olan mü'minleri... Şirkin, zulmün yıpratamadığı, eskitip pörsütemediği, aristokrasinin değiştiremediği; bükemedikleri bileği öpmeyen o iman abidelerini...
Ve hicret... Hicreti özlüyorum... Hicretle gelen kardeşliği; ensarla muhacirinin muahatını... Temelleri takva üzerine atılan ilk Mescid'i... Tamamen doğal bir yapı; tamamen dini-siyasi bir kullanım; namazla kılıcın bir arada bulunduğu; Bilal'in ilk müezzini olduğu mescid...
Canından çok sevdiği Peygamberi ölünce Medine'yi terkederek hüznünü unutmaya çalışan Bilal'in, sıradan değil, gerçek namaz çağrısı... Hergün tam belirlenmiş dakikasında maaşlı meslek erbabınca okunan, okuyanın da ne dediğini çok iyi bilmediği, laiklerin 'ezan susmaz; bayrak inmez' yollu ulusçu söylemlerine malzeme teşkil eden 'ezan' değil: yüzdeyüa doğallıkla yüzdeyüz imani bir hedefle namaz için yapılan bir çağrı... Böyle bir ezanı arzuluyorum.
Muhammed'in Mekke'si'ndeki gibi, Kur'an'ın muhteviyatının tamamına düşman bir sistemin; irtica adı altında müslümanları bir numaralı tehdit gören egemenlerin, ezan okutmamasını istiyorum...
Elgördülük, hiçbir siyasi mesaj içermeyen; ulus-devtetin bir sembolü olmuş bir ezanın okunmaması yeğdir diyorum. Hasılı ben Muhammed'in müezzini Bilal'in ezanını özlüyorum...
Ve Bedir'i, Uhud'u, Hamza'yı, Tebük'ü. Mute'yi, Hudeybiye'yi, Mekke'nin fethini özlüyorum... Mekke'ye dünyaya, hayata, mü'minlere veda ettiği Haccı'nı özlüyorum Muhammed'in...
Onun siyasi basiretini, askeri şecaatini, insan sevgisini, sabrını, azmini, üslubunu, en güzel şekilde mücadele etmesini, eşlerine hürmetini, çocuklarını sevmesini çok ama çok özlüyorum.
Ey Muhammed! Sana salat ve selam olsun. Rabbi'nin rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Bak senden şefaat dilemiyorum. Çünkü Rabbani terbiyede böyle bir akidenin olmadığını biliyorum. Ne Rabbin böyle bir umud vadetmişti; ne de sen böyle bir haber getirmiştin...
Her fani gibi sen de Allah'ın hükmüne tabi oldun. Senin gittiğin yolda bulunmak bizim için en büyük şeref olacaktır. Senin yaptığın gibi izzetin tamamını Rabbimizin katında aramak en önemli bahtiyarlık olacaktır...
Ve senin bıraktığın Kitap rehberimizdir ey Muhammed...
Muhammed değil Muahammed (s.a.v.)gerekli sayhıyı bile gösterme kabiliyetinden acizsiniz sizin neyi özlediğiniz koyduğunuz resimden belli ama bu Hz.Muhammed(s.a.v.)hayatında yok.
Katılma Tarihi: 30 nisan 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1235
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selam
yasemin hoca aman iyi ki geldin yetiştin herkese haddini bildirdin. Nereyelerdeydin bu zamana kadar.!Engin bilgi ve ilminiz karşısında hepimiz ıslah olduk akıllandık:)
__________________ O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır
Muhammed
değil Muhammed(s.a.v.) gerekli saygıyı
bile gösterme kabiliyetinden acizsiniz.
SAV
yazınca Peygambere saygı mı gösterilmiş olunuyor? Alakası yok.
Hele bir de
dilin bu sözü tekrar ederken elini de kalbinin üzerine götürdün mü, senden evla
saygılı yok(!)
Şekilcilik
almış başını gidiyor. Nasıl ki Kur’ana saygı onu belden yukarıda tutup öpmeye eşitlenmişse
Peygambere saygı da ismi anıldığında kuru bir laf ederek rol kesmeye
eşitlenmiş.
Kur’ana
saygı ona hiçbir beşer kelamını ortak etmemek ve aklederek okuyup gereğince
hayat sürmek. Peygambere saygı da onun biricik mirası olan vahye dört elle
sarılmak, onun gibi Allah odaklı (hanifçe) yaşamak.
Gerçek bu
iken nasıl oluyor da mezhepçi bir Müslüman bir numaralı Kur’an ve Peygamber
aşığı oluyor da bizler saygısız ve hatta kafir tipler oluyoruz?
Allah denilince çıt
çıkarmayan kişiler neden Muhammed denilince “sav yazmadın, saygısız şey”
diyebiliyorlar? Allah Muhammed’den daha mı az saygıya layık? Eğer saygı birkaç kuru lafla,
birkaç harfle oluyorsa…
Salevat
Getirmenin abukluğu hakkında Hakkı Yılmaz’ın güzel bir çalışması mevcut. Buradan
okuyabilirsiniz.
Enfal
2 İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah'ın ayetleri
okunduğunda, bu onların imanlarını artırır. Ve onlar yalnız Rablerine güvenip
dayanırlar.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Katılma Tarihi: 28 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 538
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selamün Aleyküm! Yasemin Kardeşim!
yasemin Yazdı:
Muhammed değil Muhammed(s.a.v.) gerekli saygıyı bile gösterme kabiliyetinden acizsiniz.
Alperen yazdı:
SAV yazınca Peygambere saygı mı gösterilmiş olunuyor? Alakası yok.
Hele bir de dilin bu sözü tekrar ederken elini de kalbinin üzerine götürdün mü, senden evla saygılı yok(!)
Şekilcilik almış başını gidiyor. Nasıl ki Kur’ana saygı onu belden yukarıda tutup öpmeye eşitlenmişse Peygambere saygı da ismi anıldığında kuru bir laf ederek rol kesmeye eşitlenmiş.
Kur’ana saygı ona hiçbir beşer kelamını ortak etmemek ve aklederek okuyup gereğince hayat sürmek. Peygambere saygı da onun biricik mirası olan vahye dört elle sarılmak, onun gibi Allah odaklı (hanifçe) yaşamak.
Gerçek bu iken nasıl oluyor da mezhepçi bir Müslüman bir numaralı Kur’an ve Peygamber aşığı oluyor da bizler saygısız ve hatta kafir tipler oluyoruz?
Allah denilince çıt çıkarmayan kişiler neden Muhammed denilince “sav yazmadın, saygısız şey” diyebiliyorlar? Allah Muhammed’den daha mı az saygıya layık? Eğer saygı birkaç kuru lafla, birkaç harfle oluyorsa…
Öncelikle bu yazıdan dolayı Alperen kardeşimi kutluyorum Allah razı olsun.
İslamda "ifrat" ve "tefrit" denilen bir olay vardır.
Klasik tüm kitaplarda peygamberimize saygı göstergesi olarak kullanılan bir çok ifadeler vardır ki en çok kullanılanı da parantez içinde verilen "s.a.v" 'dir. Ki açılımını bile vermezler yasak savma cinsinden sadece harfleri yazarlar.
Peygamberimize verilen isimler adı altında başlı başına kitaplar yazılmıştır. Yazılmıştır ama ne yazık ki övgü dolu sözlerle peygamberimizi ananlar, onun en yakın arkadaşlarını ve torunlarını bile katletmekten çekinmemişlerdir.
Onun geriye bıraktığı Kur'an'ı devreden çıkaran, Kur'an'la yüzde yüz çelişen ,hatta Kur'an'ın hükümlerini bile ortadan kaldırttıkları iddiasıyla bir çok yalanı "Kale resulüllah:..." Resulüllah dediki diye diye söylemekten ve bunları dine yamamaktan geri kalmamışlardır. Nesih ve mensuh adında ciltlerce kitaplar vardır bu konuları anlatan.
Peygamber Efendimize olan sevgi ve saygı içerisinde hassasiyetinizi anlıyorum.Anlamakla birlikte Alperen Kardeşimizin yukarıdaki yazısını ön yargısız olarak tekrar tekrar okumanızı istirham ediyorum. Lütfen ön yargısız okuyun.Okuduğunuzda oradaki içtenlik ve samimiyeti göreceğinize inanıyorum.
Sizinle beraber tüm okuyan kardeşlerime ışık olması dileğiyle , Alperen Kardeşimizin yaptığı açıklamalara ek olarak:
Alemlerin Rabbi olan Allah'ın Peygamberimize verdiği rütbelerin neler olduğuna bakalım:
Fetih 29: "Muhammed Allah'ın resulüdür...."
Ahzab 40:"Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; o; Allah'ınresulü ve nebilerinsonuncusudur...."
A'raf 157:" Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları ümmi nebiye uyarlar;...."
Enfal 64:Ey Nebi! Allah ve inananlardan seni izleyenler sana yeter/Allah, sana ve seni izleyen mü'minlere yeter."
Enfal 65:"Ey Nebi! ....."
Enfal 70:" Ey Nebi!..."
Ahzab 1:"Ey Nebi!..."
Ahzab 28,45,50,59
Mümtehine 12, Talak 1; Tahrim1 de de hitap hep "ya eyyühennebi"
Ahzab 40 da da "hatemen nebiyyi" şeklindedir.
Rabbimiz olan Allah böyle seslenmiş böyle selamlamış peygamberimizi. ve de:
Mücadele 40 da: "... Onlar sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selamlamadığı ile selamlıyorlar...." diyerek bu tür davrananları iki yüzlü olarak nitelemiş.
Değerli Kardeşim!
Allah'ın verdiği isimler dışında isimlerle peygamberimizi ananların ve bunu ifrat ölçüsünde ileriye götürenlerin Peygamberimizin de ahlakı olan Kur'an'a uyma ve yaşama yönünde yeterince gayret göstermediklerini, göstermedikleri gibi bu tür davranışlarından çıkar bile sağladıklarını görmekteyiz.
Bunu; art niyetsiz ve yeterince bilgisi olmadığı için yapan;
yüreği gerçekten Allah Resulünün sevgisi ile dolu olarak yapan,
"Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü" diye seslenebilen yüce gönüllü insanlar gibi olarak yapan tüm kardeşlerimi tenzih ediyorum.
Kusursuz olan Allah'tır.
En doğrusunu Allah bilir.
Selam olsun Allah'ın selamladığı gibi Resulümüzü selamlayanlara!
Ahzab56:
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi destekliyorlar/ ona yardım ediyorlar/ onun için gerekeni yapıyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona destek olun ona yardım edin/ onun için gerekeni yapın ve onun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayınız!”
Onun geriye bıraktığı Kur'an'ı devreden çıkaran, Kur'an'la yüzde yüz çelişen ,hatta Kur'an'ın hükümlerini bile ortadan kaldırttıkları iddiasıyla bir çok yalanı "Kale resulüllah:..." Resulüllah dediki diye diye söylemekten ve bunları dine yamamaktan geri kalmamışlardır. Nesih ve mensuh adında ciltlerce kitaplar vardır bu konuları anlatan.
Ahzab56:
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi destekliyorlar/ ona yardım ediyorlar/ onun için gerekeni yapıyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona destek olun ona yardım edin/ onun için gerekeni yapın ve onun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayınız!”
Alperen yazdı :
Esma_ün Nebi : vasıl : Allah'a ulaştıran
sevgili Alperen ve dost1 kardeşlerim,
Allah Rasülünü / elçisini , yüce Allah'a kul ve elçi yapmayı çirkin ve pervasız şirk mantıklarına göre yakışık bulmayan müşrikler, adeta, Allah'ın 99 esma-i hüsnası olurda, ortağı Rasül'ün esma-i Nebisi olmaz mı diyerek, işledikleri cürümün, hemen her çağ da aynı mantığı kullanmış olduğunu görüyoruz bir kez daha. (gösteren dostlardan Allah razı olsun)
Alperen kardeşin ilettiği Esma-ün Nebi içindeki isimlerden ''vasıl '' kelimesini okuyunca aklıma şu iki Ayet geldi :
39 ZÜMER 2-3 :
Biz bu kitab ı sana hak ile indirdik. Onun için Allah'a , dini yalnız ona halis kılarak ibadet ve kulluk et.
İyi bil ki halis din ancak Allah'ındır.Allah'tan başka bir takım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: '' Biz onlara sadece bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.''şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir.her halde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.
Hasan kardeşin aktardığı ayet ile Muhammede tapanların ona atfettiği "Vâsıl:Kulu Rabb'ine ulaştıran" sıfatı birleştirince inkar edilemez gerçek apaçık ortaya çıkıyor:
".İyi bil ki halis din ancak Allah'ındır.Allah'tan başka bir takım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: '' Biz onlara sadece bizi Allah'a yaklaştırsınlar (onlardan en büyüğü olan(!)muhammed bizi Allaha vasıl etsin )diye ibadet ediyoruz...
Ölmüş ve aramızdan ayrılıp gitmiş bir insanı hala peygamberlik görevini yaptığını "Resüle itaat" mantığıyla ileri süren bu zihniyeti tamamen izale etmedikçe şirkten kurtulup tevhide yöneldiğini iddia edenlerin bu sözü hep bir kuruntu ve zann olarak kalacaktır vesselam.
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
Katılma Tarihi: 16 haziran 2006 Gönderilenler: 751
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selam
istisnai formlardan biri. bazen merak ediyorum ortak
ilgiyi çeken şeyi. yasemin in yerinde olmayı isterdim
şahsen. bu yüzden öncelikle ona sunuyorum
teşekkürlerimi. fakat tevafuk o ki konu başlığı çözüyor
sanki bilmeceyi.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma