Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
CARİYELİK CAHİLİYENİN DEĞERİDİR
ELİAÇIK: Cariye o günkü Arap toplumunda vardı
fakat İslam’da yok. Aynı şey “kölelik”, “çok eşlilik”, “kadını dövme”,
“kadını erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış bilme” vs. için de
geçerlidir. Bunlar Kur’an’ın indiği toplumun yaygın gelenekleriydi.
Sahabenin çoğu da bunları yapıyordu. Fakat Kur’an böylesi bir topluma
hitabederek dönüştürücü bir işlev üstlendi. Kadınların durumunu
iyileştirmeye yönelik birçok reform başlattı. Fakat Arap toplumunun o
günkü yapısı buna direndi, hala da direniyor. Örneğin İslam’da
cariyenin olduğu söyleniyor, yanlış… Köleliğin kaldırılmadığı
söyleniyor, yanlış… Kadının dövülmesinin emredildiği söyleniyor,
yanlış… Çok eşliliğin tavsiye edildiği söyleniyor, yanlış… Bütün bunlar
Kur’an’ın daima mağduru ve mazlumu koruyup kollayan ruhundan bihaber
yaklaşımlardır. O günkü toplumda mağdur kadınlardı, o halde Kur’an’ın
bütün kadın-erkek ilişkilerini düzenleyen ayetleri mağdur olan kimse
ondan –o toplumda kadınlar- yanadır. Bu benim için bir tefsir ilkesidir
ve hiç şaştığını görmedim. Cariyelik de böyledir.
KUR’AN’DA CARİYELİKLE İLGİLİ AYETLER
Kur’an’da geçen “meleket eymanuhum” kavramını
“cariyeleri” olarak yorumlayanlar yanılıyorlar. Bu kavramın cariye
manasına yorulması hem beyhudedir hem de Kur’an’ın ruhundan habersiz
olmak manasına gelir. Şu halde birçok meal ve tefsirde “cariye” olarak
yorumlanan bu kavrama baktığımızda “Sağ ellerinizin sahip olduğu”
anlamana geldiğini görürüz. Bu deyimle iki mana kastediliyordu:
1. Veli, şahitler vb. meşru şartları yerine getirerek nikâh sahibi olmak
2. Savaş sonucu esir kadınlara sahip olmak…
Yani ister hür ister esir böyle “meşru nikâh
sahibi olmadan” hiç kimseyle evlilik ilişkisine girilemeyeceği
anlatılmak isteniyor. Çünkü “Sağ elin sahip olduğu” deyiminden maksat
nikâh mülkiyeti veya nikâh sahibi olmaktır. Zira bu tabir henüz savaş
ve esir kadın ele geçirmenin söz konusu olmadığı Mekke dönemi
ayetlerinde de geçmektedir (70/30). Bu kavramın maksadı insanları
zinadan menetmek ve yeni bir nikâh bulunmaksızın veya eğer kadın
memluke (esir, köle) ise nikâh sahibi olmaksızın onlarla cinsi temasta
bulunmaktan men etmektir. Allah bunu “sağ elin sahip olduğu” ile ifade
etmiştir. Çünkü “sağ elin sahip olduğu” hem nikâh ile evlenilen
kadınlar hem de mülk olarak sahip olunan kadınlar hakkında söz
konusudur.
Demek ki savaşta esir alınan kadınlar,
mübadele (esir değişimi) veya serbest bırakma söz konusu değilse,
siyasi olarak esaret altında olurlar fakat onlarla cinsel ilişkiye
girilemez yani “cariye” yapılamaz. Bunun için her normal kadınla
yapıldığı gibi ayrıca nikâh kıyılması gerekir. Buna ise “eş” denir.
İslam vicdanı her ne şekilde olursa olsun “nikâhsız” ilişkiye cevaz
vermez.
HZ. PEYGAMBER’İN CARİYESİ YOKTU
Bu çerçevede Hz. Peygamber’in iki tane
cariyesi olduğu görüşü de doğru değildir. Çünkü bunlardan ilki Reyhane,
Medine’deki Yahudi Kurayza kabilesine mensup bir hanımdı. Bu kabile ile
yapılan savaş sonunda esir düştü. Hz. Peygamber Reyhane’yi önce serbest
bıraktı sonra da evlenme teklif etti. O da kabul edince nikâh kıyarak
evlendi.
Mariye ise babası İranlı, annesi Yunan Mısırlı
Hrıstiyan bir hanımdı. H. 7 yılda Hz. Peygamber’in İslam’a davet
mektubuna bir yazı ile karşılık veren Mısır Kralı tarafından
gönderilmişti. Hz. Peygamber’in Reyhane’ye yaptığını ona da yaptığı
anlaşılıyor. Çünkü Kur’an içlerinde Mariye’nin de olduğu Hz.
Peygamber’in hanımlarından ayırdetmeksizin “Ey peygamber eşleri” diye
bahseder. Başka bir tabir kullanmaz. Mesela şu ayette adı geçen hanım
Mariye idi.
“Ey peygamber! Eşlerini memnun etmek için
Allah’ın serbest bıraktığı şeyi niçin kendine yasaklıyorsun? Allah çok
bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır. Allah yeminlerinizi bir
çözüme bağlamayı istemektedir.” (Tahrim; 66/1-2).
Eğer Mariye cariye olsaydı, onu kendine haram
kılma (tahrim) söz konusu olmazdı. Bu nedenle birçok müfessirin bunun
bir boşama (talak, zıhar) olup olmadığını tartıştığını görüyoruz.
Tahrim, talak, zıhar vs. ise nikâh sorumluluğu altındaki “eşler” için
geçerlidir. Buradaki eş ise Hafsa, Aişe ve Zeynep ile aynı statüde olan
Mariye idi. Dahası Mariye, Hz. Peygamber’in tek erkek evladı olan
İbrahim’in annesiydi. Cariye statüsünde olması bu açıdan da mümkün
değildir.
Genellikle “cariyeleri” diye çevrilen deyimin
geçtiği ayetlerin meali, bu durumda, örneğin Muminun suresinin
girişinden örnek verelim şöyle olmak icab eder: “Onlar iffetlerini
koruyanlardır. Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları ile
birlikte olanlardır. Çünkü bu ayıplanacak bir şey değildir. Kim bunun
ötesini ararsa, onlar da haddi aşanlardır.”
Ayet “Yalnızca eşleri veya cariyeleri ile
birlikte olanlardır.” değil; “Yalnızca eşleri yani meşru şekilde sahip
oldukları ile birlikte olanlardır” manasına gelmektedir.
Şu ayet ise, esir alınarak köle yapılan ve
böylece evlilik dışı nikâhsız cinsel ilişki kurulabilen kadın demek
olan “cariye” uygulamasına yol olmadığının apaçık delilidir:
“Hür mümin kadınlarla (muhsanât) bir yuva
kurmaya güç yetirecek durumda olmayanlarınız, savaşta esir alarak sahip
olduğunuz (ma meleket eymânukum) iman etmiş kadınları düşünebilir.
Allah imanınız ile ilgili her şeyi biliyor. İman edenler artık
birbirinin can yoldaşıdırlar. Şu halde onları namusuyla yaşamaları
şartıyla, ailelerinden izin alarak ve mehirlerini vererek nikâhlayın.”
(Nisa; 4/25)
Dikkate edin, düpedüz ailesinden izinli,
mehirli, normal (meşru) evlilikten bahsediliyor. Rızası olmadan, izin
alınmadan, mehir verilmeden, nikâh kıymadan, sırf savaşta elime esir
düştü diye kadıncağızı cariye yapmak bunu neresinde? Her şeyden önce bu
Kur’an’ın ruhuna ve vicdanına ters.
Peki, bugün bir savaş olsa ve Müslümanların
eline erkek ve kadınlardan oluşan yüzlerce, binlerce esir düşse,
özellikle kadın olanlarına ne yapmak lazım gelir?
GELENEKTE CARİYELİK UYGULAMASI
ELİAÇIK: Eskiden (ihya çağları) üretilen
cariye fıkhına göre; ganimet olarak askerlerin mülküne birer ikişer
verilip cariye yapılırlar. Ancak bu rastgele ve kuralsız bir şekilde de
olmaz. Cariyenin önce hamile olduğunun anlaşılması için bir ay
bekletilir. Cariyeye sadece efendisi dokunabilir. Efendisinden çocuğu
olursa artık başkasına satılamaz ve efendisi ölürse azat edilir.
Efendisinden başka birisiyle evlendirilirse cinsel hakları evlendiği
adama geçer ve fakat mülkü efendisinde kalmaya devam eder. Hür
eşlerdeki dört sınırı cariyelerde gözetilmez. Eğer efendisinden çocuğu
olmazsa alınıp satılabilir. Cinsel ilişkide kullanılmaları için
askerlere rasgele dağıtılamaz.
Bunlar geçmiş çağlarda (ihya çağlarında)
üretilen ve esir kadınların aşama aşama topluma kazındırılmalarını
amaçlayan iyileştirilmiş kölelik hukukudur. En azından Roma veya Sasani
kölelik uygulamasından daha insaflı olduğu söylenebilir.
Ancak bu uygulama kendi döneminde olumlu
işlevler görmüşse de artık bir anlamı kalmamıştır. Kur’an’ın
öngördüğünün bu olduğunu söylemek de mümkün değildir. Bu konuda geçmiş
çağlar boyunca üretilen fıkıh, Kur’an’ın runuhu yakalamaktan uzaktır.
Müslümanlar, tarihin ve insanlığın kendilerinden beklediğini
yapmamışlar, ellerindeki Kitap’ın gerisine düşmüşlerdir. Hadi iyi
niyeti elden bırakmayalım; o günkü insanlık şartlarını aşmaya güçleri
yetmemiştir.
KUR’AN’IN “RUHUNU” VE “VİCDANINI” ESAS ALAN İSLAM’DA CARİYELİK YOKTUR
Ancak bugün öyle değil. Onlardan dahi iyi bir noktadayız ve cesur olmamızı gerektirecek birçok sebep var.
Bugün yeniden üretilecek (inşa çağı) fıkhında
bunun adı “savaş esirleri hukuku”dur. Buna göre bugün bir savaş olsa ve
Müslümanların eline erkek ve kadınlardan oluşan yüzlerce esir düşse
şunlar yapılır: Güvenliği sağlanmış korunaklı bir yerde bekletilirler.
Ganimet olarak görülemezler. Esir alan askerlere dağıtılamaz, hiçbiri
köle ve cariye yapılamaz. Evli olanların evlilikleri devam eder. Esir
düştü diye ailesinden veya eşinden zorla koparılamaz, hangi dine göre
kıyarsa kıymış olsun nikâhı feshedilemez. Her türlü kötü muamele,
angarya, işkence, tecavüz, cinsel taciz yasak olur. Misafir muamelesi
görürler. Ya esir mübadelesi karşılığında serbest bırakılırlar. Ya
fidye veya tazminat karşılığı salıverilirler. Ya örneğin, lisan
belletme, teknoloji öğretme, meslek kazandırma vs. karşılığı üçer beşer
serbest bırakılırlar. İçlerinden kendi istekleri ile evlenmek ve
Müslüman toplumda yaşamak isteyen olursa, kendi rızasıyla, ailesinin
izni alınarak (hatta çağrılarak) ve mehirleri tastamam verilerek
bekârlarla telli duvaklı, davullu zurnalı baş göz edilip serbest
bırakılırlar.
Ya da hepsi bir meydana toplanır, etkili,
dokunaklı ve gayet centilmen bir hitapla; insanlığa ne getirmek
istediğimizi, niçin savaştığımızı, hürriyetin ve adaletin insanlık
açısından önemini, İslam’ın sevgi ve merhamet dini olduğunu, kendimizi
diğer din ve ideolojilerden ayıran farkın ne olduğunu, neye hizmet için
var olduğumuzu anlatılır ve kayıtsız şartsız hepsini yurtlarına,
yuvalarına göndererek serbest bırakırız.
Kur’an’ın, Bedir esirleri uygulamasında, daha
sonraları da Hz. Ali’nin Suriye esirlerine yönelik hitabesinde
ifadesini bulan Kur’an’ın “ruhunu ve vicdanını” esas alan bir fıkıh
çağımızda kanaatimce böyle olmak icap eder.
Geçmişte Bizans’ın ve Sasani’nin köleci
düzenlerine ve saray cariyelerine kendini kaptıranlar, ne yazık ki
İslam’ın hürriyet ve adalet iklimini çoraklaştırmış, vicdanını
kurutmuş, insanlıkta estirdiği o muazzam rüzgârı içten kırmış, üstelik
bunun farkına bile varamamışlardır. Zihnini ve ufkunu eski (ihya)
çağlarında donduran birçoğumuz, hala farkında olmadığı için geçmişin
cariye hukukunu aşamamaktadırlar. Hâlbuki her çağın fıkhı o çağda
üretilir, o çağı yaşayanlarca üretilir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|