Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kuran’da C N N
Kuran’da cin kavramına baktığımızda, karşımıza hiçte eskiden bildiğimiz (bizimle aynı dünyayı paylaşan, çöplüklerde yaşayan, insanı çarpabilen, korkutucu, gizemli, soyut ve medyumlara malzeme olacak) varlıklar olmadığını anlıyoruz.
İslam öncesi Arap toplumundaki cin anlayışı, nerdeyse günümüz cin anlayışıyla örtüşmektedir, bu anlayış Araplara Hıristiyanlardan geçmiş, hem Hıristiyan hem de Araplardan, günümüze kadar süre gelmiştir. Burada onların detaylarına girme gereği duymuyor ve cin kelimesinin Kuran’daki anlamına yolculuk yapıyoruz.
51/Zariat 56 Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım
Yukarıdaki ayetin açıklamasını yapmadan önce, bu kelimenin ne manaya geldiğini anlamaya çalışalım.
C n n: Arapça bir kelimedir.
Kuran’da
Cenne örtülü, gizli, ( 6/76 )
Cinne duyuların dışındaki varlıklar ( 6/100 )
Cinni görünmeyen ( 7/27 )
Canne can, hayat ( 15/27 - 55/15 )
Cannü canlanma, haraketlenme ( 20/20-27/10-28/31-55/39,56,74 )
Cinneh cinlenme, delirme, anormal davranma hali.(7/184-23/25,70-34/8,46 )
Cünneten saklama, gizleme, kapatma (58/16 – 63/2)
Örtülü, gizli, duyuların dışındaki varlıklar, görünmeyen, can, hayat, canlanma, hareketlenme, cinlenme, delirme, anormal davranma hali, saklama, gizleme, kapatma vb. kelimeler c n n den türemiştir.
Ayrıca Kuran’da, ana karnındaki oluşan bebeğe görünmediği için cenin, yapraklarla örttüğü için bahçeye cennet, örttüğü için geceye cenne, ahitlerin/yeminlerini arkasına gizlediği için cünne (kalkan) ifadeleri yer almaktadır.
Üç başlıkta topladığımız bu kavramı tek tek ele alıp inceleyelim.
1- Cann (hayat/yaşam/canlılık)
2- Cinneh (Cinlenme/delirme)
3- Cinn (göremediğimiz, tanımadığımız, varlığından haberimiz olan yada olmayan varlıklar).
1- Cann (hayat/yaşam/canlılık)
15/27 Cann (canne) da önceden, içe işleyen parlak ateşten yarattık.
55/15 Cann (canne) da dumansız ateşten yarattı.
Buradaki dumansız ateş, bildiğimiz alev, kor veya nar değil,
içe işleyen derilere nüfuz eden hararet ısı/sıcaklık ateşidir.
Bu Allah’ın evrende yaratılış sürecine koyduğu kanunudur. Yani yaşayan varlıkları, maddenin yanı sıra, belli bir hararet/ısı/ateş ten yaratıyor.
Bakteriler, mikro organizmalar belli nemli sıcak ortamlarda hayat bulmaktadır. Memeli canlılarda yumurta döllenmesi için belli bir ısı, yumurtlayan canlılarda kuluçka belli bir sıcaklığı ve bitkilerde de ısı (sera) güneş enerjisi ister.
Erkek canlılarda yumurtalıkların belli bir ısıyı koruya bilmesi için hassas yapıda olması ve şekil alması, dişi canlılarda yumurtalıkların belli bir ısıyı yakalamadan döllenme oluşmaması, gösteriyor ki bütün canlı varlıkların, içe nüfuz eden, dumansız ateş/hararet/vücut ısısı, gözle görülen (beden/kadavra) yanı değil!, görülmeyen tarafı (canı) dır.
İnsanı ele aldığımızda iki şeyden müteşekkil olduğunu görmekteyiz.
1-Beden :Topraktan yaratılan
2-Can :Ateşten yaratılan
Topraktan olan yanı beş duyuyla algılanan tarafı et, kemik, kas vs.
Can olan yönü de duyularla algılanamayan, akıl, hafıza, irade, karakter, alt bilinç, üst bilinç, vs..tarafıdır.
Topraktan olan yanına madde/beden dersek, onu tanımlayan unsurlara da organlar/azalar denir, bu organlar hasar gördüğü zaman, insan hastalanır, hastalığın teşhis edilmesi de tedavi edilmesi de madde iledir. Ör: bir hastalık sonucu veya kazayla organlardan birinde hasar oluşmuşsa, doktorlar hemen cerrahi müdahale yapar, hastayı tedavi için maddi olanakları ortaya koyar.
Can’ını oluşturan yanına da enerji/nefsi dersek, onu tanımlayan unsurlara da akıl/irade/bilinç vs.. denir, insanın bu yönü hastalandığı zaman teşhisi de tedavisi de manevi olur. Ör: bir insan her hangi bir sebepten dolayı, bunalım, veya depresyon geçiriyor, yada şizofren ise, bunları tedavi eden doktorlar Pisikiyatır, Piskoloklar hastayı izlerler, ya konuşturur yada davranışlarını ölçer, bir tanı koyup telkin yoluyla yada insan bilincini etkileyen ilaçlarla tedavi etmeye çalışırlar.
İnsanın bu iki yönü (madde ve enerji) biri olmazsa diğeri olmaz birbirini tamamlayan, insanı insan yapan etkenlerdir. Birinin sevinci diğerini, birinin üzüntüsü ötekini etkiler, beden şekillendiğinde can devreye girer, can öldüğünde beden çürür/ölür.
Beden topraktan, Can ise ateşten yaratılmıştır.
75/26 İş, onların sandığı gibi değil! Can, köprücüklere dayandığında,
Nitekim Musa a.s ın değneğinin canlandırıldığı söylemesine rağmen, hep yılan diye çevirmişlerdir. Bakın bir ayette (hayyatü) diye geçmekte
20/20 Onu atınca, hareketli bir (hayyatü) yılana dönüşüverdi.
Başka ayetlerde de (cannü) diye yer almaktadır. İkisi de aynı manaya gelmektedir.
27/10 "Değneğini at." Onu küçük bir yılan (cannü) gibi titreştiğini görünce, arkasına dönüp bakmadan kaçtı. "Musa, korkma; elçiler huzurumda korkmazlar.”
28/31 "Değneğini at." Onu bir yılan (cannü) gibi titreşir görünce, ardına bile bakmadan dönüp kaçtı. "Musa, dön, korkma, sen güvencedesin."
55/39 O gün ne insana ne de bir cana (cannü) günahından sorulmaz.
55/56 Oralarda, daha önce ne bir insan ne de bir can (cannü) tarafından dokunulmamış, bakışlarını dikmiş eşler vardır.
55/74 Daha önce onlara ne insan ne de can (cannü) dokunmamıştı.
Yukarıda geçen ayetlerde, her nedense, herkes, Arap olan olmayan, can yerine cin diye çeviri yapmışlardır.
Özetlersek; yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde cin diye çevrilen kelime can dır.
İblis cinlerdendi 18/50 Hani, biz, meleklere, "Adem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi…
Şeytan/iblis insanın topraktan olan yanına değil can olan yanına ondan ayrılmaz bir parça olarak yaratılmıştır. (iblisle ilgili çalışmamızı daha sonra ele alacağız inşallah)
2- Cinlenme delirme
23/25 "Cinnet (cinneh) getirmiş bir adamdan başkası değildir o. Belli bir süreye kadar göz altında tutun onu."
23/70 Yoksa, "onda bir cinnet (cinneh) mi var" diyorlar! Hayır, o kendilerine hakkı getirdi ama onların çoğu haktan tiksiniyor.
7/184 Düşünmediler mi ki, o arkadaşlarında cinnetten (cinneh) eser yok. Apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir o.
34/46 De ki: "Size, bir tek şey öğütleyeceğim: Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkın, sonra da iyice düşünün." Arkadaşınızda cinnetten (cinneh) eser yok. O, şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kişiden başkası değil.
Delirme, cinnet geçirme, şizofren, panik atak, paranoyak, depresyon, yani her türlü anormal davranma hali.
Akıllı olmayan her insan, anormal davranışlar ortaya koyar.
Bu bazen doğuştan, bazen beynine aldığı bir darbe sonucu, bazen aşırı stres moral bozukluğu, bazen sorun ve problemlerin altında ezilme, bazen de içip sarhoş olmakla oluşan vb.. hal ve duruma cinnet deniyor, yani akıl dışı anormal davranma halidir.
Buna cinnet denmesinin sebebi, insanın can tarafının hasta olması, gözle görülemeyen, garip şeylerin olması, bu rahatsızlığı beş duyuyla algılayamazsınız, ancak alametlerinden veya davranışlarından tespit edersiniz. Psikiyatrlar muayenelerinde, hastayı konuşturarak yada davranışlarının durumunu sorgulayarak tanı koyarlar.
Çünkü bu görülemeyen, bilinmeyen, somut ve cisim olmayan bir hal, bu halin adı cinlenme halidir.
34/8 "ALLAH'a yalan mı yakıştırıyor, yoksa kendisinde delilik mi (cinneh) var?" Halbuki ahirete inanmıyanlar, uzak bir sapıklık ve azap içindedirler.
3- Cinn (göremediğimiz, tanımadığımız, varlığından haberimiz olan yada olmayan varlıklar).
Yukarıda dediğimiz gibi, Cin: görünmeyen duyuların dışında varlıklardır. Şimdi bunu biraz daha açalım. Bu kavram, bilmediğimiz, görmediğimiz, yabancı, beş duyunun algılayamadığı, soyut yada somut, gerek boyut olarak, gerekse mekan olarak, bizden uzak iradeli varlıklardır.
Bu arada konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, kısaca insan kelimesine de değineceğiz. Çünkü CİN ve İNS kelimeleri Kuran’da çok yerde birlikte yer alır.
İnsan/ins E N S kökünden gelir, ünsiyet kurmak, yakınlık kurmaya muhtaç, beş duyuyla algılanan, her yönüyle tanıdık demektir.
Enis:dost arkadaş
Ensâr: Yardımcılar, Medineli dost, yakın sahabeler.
Aslında bu kelimenin kökü, görülen bütün varlıkları, yani alemde beş duyuyla algılanıla bilen her şeyi ifade eder.
Fakat her nedense sadece gelmiş, ademoğlu, insan adını almıştır.
C n n kökü de görülmeyen tanınmayan bütün varlıkları ifade eder, yani kimliğini bilmediğimiz yabancılar, alemde beş duyuyla algılanamayan her yaratık, bu kökten türer.
Fakat her nedense gelmiş sadece cin diye isimlendirilmiştir.
İNS ve CİN kelimelerinin yer aldığı ayetleri çevirdiğimizde, beyaz ile siyah, gece ile gündüz, soğuk ile sıcak gibi, ins(tanıdık) ile cin (tanımadık) bildik ile yabancı, anlamında çevirsek belki daha rahat anlaşılacaktır.
Klasik cin anlayışının etkisinde kalmamak ve meselenin daha açıklayıcı olması için, ayetlerdeki cin ve ins kavramlarının hem orijinalini hemde hangi manada kullanıldığını parantez açarak açıklama getireceğiz.
46/Ahkaf 29 Bir zaman, cinlerden (cinni- hiç tanımadıklarından) bir topluluğu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onu dinlemeye hazır hale geldiklerinde: "Susup dinleyin!" dediler. Dinleme bitirilince de uyarıcılar olarak kendi toplumlarına döndüler.
72/Cin 1 De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: Gerçekten biz, hayranlık verici bir Kur'an dinledik"
Bu iki ayette geçen cin topluluğu, Medine’den gelen, daha sonra Resulullah’a Akabe de beyat eden altı kişiden oluşan Medineli kimselerdi.
O dönemde Resulullah ve inananlar üç yıl boykot yaşamışlar, boykot sonrası Resulullah’ın korumasını üstlenen amcası ebu talip ve en büyük destekçilerinden birisi olan eşi Hz Haticeyi kaybetmişti. Müminler o yıla hüzün yılı adını koymuşlardı.
Bu üzüntülere birde kavminin olaylar karşısında olumsuz tutum ve davranışları eklenince, Resulullah ise başka alternatifler peşine Tayif’e İslam’ı tebliğ etmeye gitti, fakat Tayif tekiler hiçte iyi karşılamadılar oradan taşlayıp kovmuşlardı.
Bir yandan da müminlere kavminin zulmünden kurtulmaları için, Habeşistan’a hicret edebileceklerini söylemişti.
2/Bakara 214 Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler gibisi sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Onlar zorluk ve sıkıntıya uğradılar ve öylesine sarsıldılar ki elçi ve beraberindeki inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman," dediler. İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır.
Bu üst üste gelen olumsuzluklar Resulullah ve arkadaşlarını derinden üzerken, onların haberi yokken Allah mesajını hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerden yeşertmeye karar vermiş ve Resulullah’a gelip Kur’an dinleyen kimseler olduğunu kimliklerini gizleyerek vahiyle haber vermişti. Bunlara cin denmesinin sebebi de, dışarıdan gelen yabancılar oldukları içindir.
“.De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu”..
Şimdi şöyle denebilir! kardeşim orada cinler deniyor insanlar demiyor ki!. Buna cevabımız, Kur’an insanlar dan başkasına indirilmemiştir olur.
34/Sebe 28 Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil. Ama insanların çokları bilmiyorlar.
17/İsra 94,95 İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: "Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?" demiş olmalarıdır. De ki: "Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik."
Yukarıda bahsi geçen ayetlerdeki kimseler, kavimlerine dönüp biz Kur’an işittik:
72/Cin 1,,3 De ki:"Cinlerden (cinni- daha önce hiç görmediğim) bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: Gerçekten biz, hayranlık verici bir Kur'an dinledik" "Doğruya ve hayra kılavuzluyor. Biz de inandık ona. Artık rabbimize asla kimseyi ortak koşmayacağız" "Rabbimizin adı/kudreti/işi/gayreti çok yücedir. O,ne bir dişi dost edinmiştir nede bir çocuk"
Aşağıdaki ayetlerde bahsi geçen cinler, Süleyman (s.a) ın dışarıdan getirttiği, yabancı amele köle işçilerdi.
27/17 Cinlerden, insanlardan (yabancı amelelerden, sadık dost ustalardan) ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı.
34/12 Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgarı görevlendirdik. Onun için erimiş katran/bakır kaynağını sel gibi akıttık. Cinlerden (yabancı amelelerden) öylesi vardı ki, Rabbinin izniyle onun önünde iş yapardı. Onlardan hangisi buyruğumuzdan yan çizse, alevli ateş azabını kendisine tattırırdık.
27/39,40 Cinlerden (bilmediklerinizden) bir ifrit şöyle dedi: "Sen daha makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim." Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm." Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: "Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Gani'dir, cömerttir."
Ayette geçen cinlerden bir ifrit belli ki bizim bilemediğimiz özel maharetleri olan, yada yeteneği olduğunu iddia eden biri ”Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim” bu ifade ona ait Süleyman (a.s) ona görev vermiyor. “Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm.” Bu vazife ilmini mahiyetini bilmediğimiz bu kişiye veriliyor
Bu kişi tıpkı Musa (a.s) ın yol arkadaşı gibi bu kişiler Allah’ın izniyle bizim bilmediğimiz bir ilme sahipler.
18/Kehf 65,,68 Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?" Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın." "Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"
Musa (a.s) ın ilmine vakıf olamadığı bu kimse Allah tarafından bazı özelliklerle donatılmıştır. Süleyman (a.s) ın yanındaki bu kişide, birtakım bizim bilmediğimiz, ilimlere sahip birisi olduğu anlaşılıyor.
34/14 Sonunda, Süleyman için ölüm hükmünü verdiğimizde, onun ölümünü, değneğini yiyen bir ağaç kurdundan başkası onlara göstermedi. Süleyman yere yığılınca, açıkça anlaşıldı ki, eğer cinler (Süleyman -a.s- ın emri altında çalışanlar) gaybı bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı.
Bu ayeti anlamak için ayetin indiği ortamı iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Ehli kitap Süleyman a.s ın insanlardan cinlerden kuşlardan vs.. orduları ve işçileri olduğunu biliyorlardı, cinleri çalıştırdığını ve cinlerin onun ölümünü sopası düşünce anladıklarını söylüyorlardı, aynı zamanda cinlerin gaybı bildiğini de iddia ediyorlardı, Kur’an bunlara nasıl bir çelişki yaşadıklarının cevabını veriyor.”eğer cinler gaybı bilselerdi” Süleyman a.s ın öldüğünü bilirlerdi.
Şimdi ayetleri inceleyerek hangi anlam içeriyor bakalım.
6/Enam 100 Allah'a bir de cinleri (gözle görülmeyen melekleri) ortak koştular. Oysaki, onları O yaratmıştır. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar isnat etme saçmalığını gösterdiler. Şanı yücedir O'nun. Onların nitelemelerinin ötesindedir O.
34/Fatır 41 Melekler derler ki: "Tespih ederiz seni! Bizim velimiz sendin, onlar değil. Doğrusu şu ki, onlar cinlere (kendi uydurdukları bilinmez şeylere) tapıyorlardı. Onların çoğu cinlere (kendi uydurdukları bilinmez şeylere) iman etmekteydi."
37/Saffat 158 Allah'la cinler (melekler) arasında bir nesep oluşturdular. Yemin olsun, cinler de bilmiştir kendilerinin Allah huzuruna mutlaka getirileceklerini/cinler de bilmiştir, bunların Allah'ın huzuruna mutlaka çıkarılacaklarını.
Yukarıdaki ayetlere dikkatlice bakın, orada cin kavramını melek diye çevirdik. Müşrikler putlarına melek ismi koyup, “bunlar Allah’ın kızlarıdır” diyorlardı “biz bunlara bizi Allah’a daha çok yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz” diyorlardı.
İşin özü şudur ayetlere bakıyoruz cinler hep başka, değişik, farklı kimseler olarak karşımıza çıkıyor.Bazen tanınmayan yabancı insanlar, bazen iblis, bazen melek, bazen ifrit ve bazen de cin diye çıkıyor karşımıza. İşte bunun izahı bunların ortak özelliği yabancı, görünmeyen, bilinmeyen ne varsa içine alıyor olmasıdır.
Beş duyuyla algılanamayan ne kadar yaratık varsa, hepsinin adı cindir.
Bu arada bir düşüncemi de sizlerle paylaşmak istiyorum, sürekli büyüyen evrenin ne kadar olduğu hakkında astrofizikçiler bile bir tahmin yapamıyorlar. Yaşadığımız dünyayı evrenin büyüklüğü karşısında kıyaslayacak olursak, dünyadaki bütün sahillerin kumlarını bir araya getirsek, o kumlara bir o kadar daha eklesek, dünyamız evren karşısındaki küçüklüğü bir kum tanesi hatta bir toz tanesi bile etmeyecek kadardır.
İşte burada evrende yalnız olmadığımızı düşünüyorum ve diğer gezegenlerdeki yaratıkların bize göre adları cin, bizim de onlara göre kendi dillerinde adımız cin dir.
42/Şura 29 Gökleri ve yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması da O'nun ayetlerindendir. O, dilediği zamanda onları biraraya getirmeye kadirdir.
21/Enbiya 19 Göklerde ve yerde kim varsa O'na aittir. Ve O'nun katındakiler, O'na ibadet etmekten ne çekinirler ne de yorulurlar.
Levhi-Mahfuz dan diğer gezegenlerdeki iradeli varlıklara da mesajlar gitmiş olabilir. 85/Buruc 22 Levh-i Mahfuz'dadır.
Sonunda anlıyoruz ki cinler hiçte bizim daha önce bildiğimiz türden şeyler değilmiş. Başta bir ayetten bahsetmiştim, 51/Zariat 56 Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım.
Şimdi aynı ayete birde şimdi bakalım.
51/Zariat 56 Ben, cinleri (bilmediğiniz ne varsa) ve insanları (maddeden oluşan ne varsa) sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım
İNS: görülen bilinen maddeden oluşan beş duyuyla algılanan ne varsa
CNN: görülmeyen bilinmeyen tanınmayan ne varsa
İşte bu ayetti “bildiğiniz bilmediğiniz her şeyi bana kulluk etsin diye yarattım” şeklinde anlıyorum.
En doğrusunu yüceler yücesi Allah bilir.
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|