Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Sürü, hayvan toplulukları için kullanılan bir kavramdır. Bu kavram insan toplulukları için kullanılırsa hakaret olarak alınır. Sadece hayvanları andırdığından değil. Sonuçta aslan da bir hayvandır ama kimse kendisine aslan denmesini hakaret olarak algılamaz. Sürüye gelince iş farklıdır; çünkü sürü, akıl edemeyen, duyguları olmayan, vahşi ve yıkıcı davranan bir topluluğu tarif eder. Oysa hayvanlarda sürü olmak ölümcül öneme sahiptir. Bilhassa zayıf ve göz önünde olan, saklanamayan türler için hayatta kalmanın ilk koşuludur. Sadece onlar değil bazı vahşi, güçlü ve fazla düşmanı olmayan hayvanların da besin bulması için sürü olmak önemlidir. Peki hayvanları sürü haline getiren güdüler nelerdir.
Birincil öncelikli olan “etkilenmek”. Yani hayvanlar bir diğerinin görünüşünden, davranışlarındaki kendine güven ve başarı yüzdesinin yüksekliğinden etkilenerek onu takip etme, yani bir nevi “tabi olma” davranışı sergiler. Burada sürüleşmenin önemli koşullarından biri kullanılan ölçütlerin aynılığıdır. Sürünün “tabi olma” içgüdüsü, doğal bir güçbirliği doğurur. Bu güçbirliği sonucunda sürü kalabalık olmanın avantajını kullanır. Bunun dezavantajı ise sürü başlarının yaptığı akılsızlığı sürünün taklit etmesi ve bir tutam kuru ot için uçurumdan toplu halde yuvarlanmaya varan ciddi sonuçlardır. Ama ne olursa olsun düşünemeyen hayvanların önemli bir kısmı için sürüleşmek hayatta kalmanın önemli koşuludur.
Bazı hayvanlarda ise güçbirliğinin daha akıllıca kullanımını görürüz. Mesela aslanların av için sergilediği davranış sürü davranışından çok bir takım çalışmasını andırır. Aslanları büyük sürüler halinde göremezsiniz. Genellikle hayvan ne kadar aciz ve tehlikelere açıksa, tabi olduğu sürü de o kadar büyüktür. Aslanlar da bazı konularda aciz olduğundan onlarda da takım çalışması önemlidir. Çünkü aslanlar diğer bazı usta avcılar kadar hızlı değildir. Besinlerini daha çok, yavaş ve toplu olarak gezen güçlü sürülerden karşılar. Bu sebeple takım çalışması yapmak zorundadır.
İster evrim deyin ister yaratılıştaki ortak özellikler deyin insanlarda da bu tür davranışların yansımaları görülür. İnsanlara sürü diyemeyeceğimiz için “kitle” diyelim. Ama burada kitleden kasıt bireyselliğin ön plana çıkmasının zorlaştığı çokluktaki bir topluluktur. Bu çalışmamızda bilhassa bireyselliğin ön plana çıkabildiği mesela 10 kişilik gibi küçük bir toplulukla kitle arasındaki hayati farkları ortaya koyacağız. Bilhassa kitle olmanın nasıl kullanılma ve yönetilme mekanizmalarını ele veren önemli bir zaaf olduğunu göstereceğiz.
Çıkarların önceliği
Bir kitlenin üstüne bir çuval dolusu altın atsanız ve bunlar sizin olsun deseniz ne olur? Elbette bilhassa ihtiyaç söz konusu olursa büyük bir karmaşa. Çünkü geride kalıp, sakin, tok gözlü ve adaletli davrananın payı diğerleri tarafından yağmalanır. Aç gözlülükle hareket eden kazanır. Çünkü böyle bir kalabalıktan seçilip de kimseye hesap vereceğini düşünmez. Üstelik çoğunluğun aynı şeyi yapması onun ayıbını kendi vicdanında çok azaltır. Oysa küçük bir gruba aynı şeyi yapsanız, üstelik bunlar birbirini iyi tanıyan kimseler olursa muhtemelen farklı bir sonuç alırsınız. İlk başta bir şaşkınlıkla benzeri bir davranış gösterecek olan varsa da akıl verecek olan, olgun yolu gösterecek olan da bulunacaktır. Paylaşmayı öneren olacaktır. Sonuçta daha makul bir paylaşma yolu izlenmesi olasılığı daha yüksektir. Zira insanlar açgözlülüklerini kendini tanıyan kişiler önünde göstermekten çekinirler. Tüm zaaflarda da bu böyledir. Yani küçük topluluklarda olumlu bir etki varken kitlede çıkarların önceliği vardır.
Kitle yönetiminin kurallarından biri: çıkarlara hitap. Ve sanmayın ki bu zaafı kullanmak için her zaman çuval dolusu altın gerekir. Şimdi bu bir çuval altının hemen hepsinin sahte, birkaç tanesinin gerçek olduğunu söyleyin ve aynısını yapın. Aynı karmaşayı yine sağlarsınız. Bunu defalarca tekrarlasanız hep aynı sonucu alırsınız. Hiç kimse bu adam bizi kullanıyor önlem alalım demez. Dese bile dinleyen çıkmaz. Dinleyen kendi payından mahrum olduğuyla kalır. Böyle denemelerden bir çoğunda tamamen sahte altınlar kullansanız bile inanlardan her zaman benzeri sonuçlar alırsınız. Bireyselliğin kaybolduğu bütün topluluklarda bu böyledir.
Kalabalık içinde yalnızlık
İletişimin bir numaralı anahtarı hitap edici bir görünümdür. Yukarıda hayvanların bir sürü içinde doğal olarak ortak ölçütlerle lider seçtiğini gördük. İnsanlarda da benzeri bir davranış vardır. Bu ortak ölçütler nelerdir? Filanca çok iyi bir insandır, altın gibi bir kalbi vardır falan mı??? Hayır! Güzellik, güç, para, açık sonuçlarıyla kendini gösteren zeka... Ortak ölçütler bunlar gibidir. Başka türlü olamaz çünkü bu ölçütler basit, anlaşılır ve herkes tarafından kabul görür olmak zorundadır ki birilerini yükseltsin. TV karşısında bizi kendisiyle oyaladıkları insanlar, politik lider diye seçtikleri kişiler işte tamamen böyle yüzeysel ölçütlerle yükseltilir. Bunlar ise özenti getirir. Doğal olarak insanların çoğu beğenilmek ister. Beğenilmek ve beğenilen yönlerinin göz önünde olmasını ister. Çoğalma içgüdüsünün doğal sonucundan başka birşey değildir bu. Böylece kalabalık, ilgiyi bazı idoller üzerinde toplayarak kişiyi değersizleştirir. Bireysel özellikleri, kişiyi tanımakla ancak anlayıp keşfedebileceğimiz güzellikleri tamamen önemsizleştirerek siler atar. İnsan topluluklarında içgüdülerle oluşan bu durumun topluma hiçbir faydası yoktur. Sadece bireyleri idoller ve onların yüzeysel özellikleri üzerinde yoğunlaştırararak iletişimi katleder. Ve bizi yalnızlaştırır. Değersiz hissetmemize sebep olur ve mevcut düzenden istifade edebildiğimiz kadar istifade etmeye bizi zorlar. Bizi yüzeyselliğe zorlar.
Bu durum da kitle yönetimi için kullanılan en önemli araçlardan birini ön plana çıkarır: Yüzeysel, düşük zevklere hitap ile insanları meşgul etme, kendine bağlama, uyuşturma. Bunun en önemli araçlarından biri de televizyondur. Magazin programları, cinsellik, Yarışma programları, ünlü olma hayallerini sömüren diğer bazı programlar... Kişiyi ne kadar eğitirsen eğit benzeri tuzaklara düşer. Kendine özel yoğun ilgi alanları geliştirse bile. Çünkü başka bir alternatifi yoktur. Nasıl hayvan topluluklarında sürüden ayrılmak ölüm ise insan kitlelerinde de kitleden ayrılmak sosyal ölümdür. Ama benzeri şeyleri küçük gruplarda göremezsiniz. Ortak planlar için bir araya gelmiş küçük gruplarda ön plana idoller çıkmaz. Herkesi tanıma şansı, herkese kendini tanıtma olanağı vardır. Tabi büyük topluluk olmanın getirdiği güdüler küçük topluluklarda da kısa vadede benzeri yüzeysel ölçütleri ön plana çıkarır ama en önemli olanı bunun eylemsel bir karşılığı yoktur! Yani küçük bir toplulukta kim kemanı daha iyi çalıyorsa keman çalma görevi onundur. Ama iş büyük topluluklara geldiğinde kim keman çalışıyla daha çok dikkat toplarsa keman çalma görevi onundur. Tabi burada bir mecaz yaptım. Yoksa müzisyenlerden falan bahsetmiyorum. Burada kemancıyı seçen bir müzik uzmanı falan söz konusu değildir. Kemancıyı seçen dinleyici kitlesinin büyüklüğüdür!
İletişimsizlik
Hep duyarız. Filanca maçtan sonra taraftarlar arası kavga çıktı. Ölenler olur, yaralananlar olur... Neden? Kimin takımı daha büyük! Böyle bir tartışma bile kitle psikolojisi içinde hayati sonuçlara yol açar. Neden? Yine hayvanlara dönecek olursak hayvanlarda sürüler önemlidir. Sürünün diğerlerine göre en küçük bir avantajı bütün sürünün varlık ya da yokluğu için önemli olabilir. Bu yüzden bir hayvan sürüsü başka bir hayvan sürüsüyle en önemsiz bir mücadeleye bile girişse karşıdakini yıldırmak zorundadır. Eğer karşı tarafa kesin üstünlüğüne kanaat getirmişse olanca gücü ve vahşiliğiyle saldıracaklardır. Bu içgüdünün insanlarda da yansıması vardır. Bu yüzden eğer insan kitleleri arındırılmış bir alanda (futbol maçları gibi) mücadeleye girişirse bu mücadelenin her zaman dozu kaçabilir. Politikada ise doz her zaman kaçmaya mahkumdur. Kitlelerin bir araya gelerek ortak çözümler araması insancıl özelliklerinin ön plana çıkmasıdır. Ama kitle olmak bunu çok zorlaştırır. Eğitimle mesela futbol gibi alanlarda özel terbiye ve davranış biçimleri geliştirilerek bu meseleler aşılsa bile insanın bu içgüdüsü mutlaka bir yerde kendini gösterecek ve insanlığına baskın çıkacaktır. Çünkü kitle olmanın gereği budur. Ve aslında bizim gözümüze sadece Şii Sünni savaşı gibi abartılı sonuçlar göze çarpsa da kitleler arası bu iletişimsizlik dünyanın her yerinde önü alınamaz boyutlardadır.
Bu tarz bir iletişimsizliğin önüne geçmenin tek yolu kitleleştirecek iletişim alanlarının etkisizleştirilmesi, yani yine küçük gruplar ile insanları iletişime teşvik ederek yeni alanlar açmaktır. Büyük topluluklarda konuşulan birçok ciddi konu keskin ayrılıklar ile kitleleşmeyi zorlayacaktır ve iletişimi gittikçe mücadeleye hatta şiddete dönüştürecektir. Küçük gruplarda ise bu tarz hatalar sadece bireysel yetersizlikten kaynaklanacaktır. Asla bir kitle baskısı söz konusu değil.
Ve bu hatayı yapana da aynı sebepten bir yaptırımı olacaktır. Çünkü küçük bir grupta tanınan bilinen biridir. Bu yaptırım doğal bir yaptırım olan gözden düşmektir. Kitlede ise hiçbir grup içi doğal yaptırım yoktur.
Genel olarak
Gördüğümüz gibi kitle olmanın getirdiği iletişimsizlik, hem kitlenin kendi içinde hem de kitleler arası boyuttadır.
İletişimsizlik böler, insanın aklını etkisizleştirir, insanlıktan çıkarır. Kitle haline getirilmek bizi yalnızlaştırır ve kesilmeyi bekleyen bir sürünün bireyleri kadar aciz ve teslimiyetçi hale getirir. ABD bunun en güzel örneğidir. Böyle zengin bir ülkede ne kadar evsiz var? Son baktığımda milyonlarcaydı. Oysa küresel zenginler ki bir çoğu ABD’dedir isteseler bunu bir çırpıda çözerler. Neden yapmıyorlar dersiniz! Çünkü sistem böyle kurulmuştur. Altta ezilen birilerinin her zaman olması gerektiği kabulü üzerine kurulmuştur. Ezilenlerin sorunlarının çözülmesine asla izin vermezler. Çünkü bir yerden başlanırsa sıra diğerlerine gelir ve kaynak paylaşımında adalet sorusu gündeme gelir. Bu onlar için olabilecek en büyük felakettir! Çünkü onlar dünyanın bütün kaynaklarına sahip olmalı, herşeyi kendi elinde tutmalıdır. Ya da en azından şimdilik başkalarının bu kaynakları kendi için kullanarak “ziyan etmesine” engel olmalıdırlar. Neden ezilenler olacak? Çünkü insan toplulukları bu tarz meselelere duyarsızlaştırılmalı. Bunlar doğaldır denilecek ki sıra herhangi bir yerde herhangi bir zamanda herhangi başka bir topluluğa geldiğinde herkes bunu peşinen kabul etsin, kimse dönüp de “bu insanların açlıktan ya da savaştan ya da her neyse... ölmesine neden göz yumuyoruz” diye sormasın. Sorsa da sorduğuyla kalsın ve böylece düzen devam etsin. Neden “kendi hataları yüzünden” fakirleşenlerin sorunlarını çözüp de başlarına bela alsınlar!
Türkiyeye bakın! Kitleleştirilmiş olmanın sonucu olarak burada da açlık sınırı altında yaşayanları umursamıyoruz. Bu insanlar bayat ekmek almak için sıraya giriyorlar, kimbilir hangi şartlarda ve kimbilir hangi katkı maddeleri karıştırılmış en adi besinleri yemek zorundalar. Bunların alım gücüne göre özel bir Pazar oluşmakta Türkiye’de. Yani artık bu, Türkiyenin vazgeçilmez bir gerçeği olarak bize kabul ettirildi. Bunlara alıştırılıyoruz. Bilinçaltımızda “bunlar her zaman olacaktır” şeklinde bir kabul yerleşiyor. Belki yarın aralarında biz ve bizim çocuklarımız da olacak ama arada bir “ne olacak bu memleketin hali” demekten öte birşey yapamıyoruz. İkide bir karşımıza “hah, filanca kişi çok iyi! Bunu çözer” diye oyalayıcı umutlar çıkarılıyor. O filanca kişiler bunu çözemez. Eğer çözebilecek olsalardı onları orada bir dakika tutmazlardı. Bunu demokrasi içinde kimse çözemez. Demokrasi bizi birbirimizden koparıp bilinçsiz, duyarsız bir kitle haline getirdi. Böylece aramızdan istediği gibi kurbanlarını seçiyor. Eğer anlattığım sistem olsaydı bu insanlar her hafta kendi grubunun gözü önünde olacaktı. Mahalle tamamen fakir olsa bile temsilciler mutlaka he hafta derdini anlatacak birileriyle muhatap olacaktır. İşte çözüm de buradan başlar.
Kitleye ait olmak insanı insanlıktan çıkmaya zorlayan bir içgüdüyü etkinleştirir. Herkesin kendi halinde olması insanı bir kitleye ait olmaktan kurtarmaz. Bilakis! Çok daha kullanışlı, çok daha bilinçsiz, tamamen çıkarlarını ön plana alan büyük bir kitlenin parçası haline getirir. İstenildiği zaman kitle yönetim mekanizmalarıyla bölünecek, birbirlerine kolayca düşürülebilecek büyük bir kitlenin. İşte iletişimsizlik ve kendi kabuğuna çekilmiş hayatların doğal sonucu budur. İnsana insanlığını kazandırmak için iletişimi tekrar harekete geçirecek küçük gruplar etkinleştirilmek zorundadır. Bunun benim önerdiğim sistemden; Kuran’daki sistemden başka bir yolu yoktur.
Kitle psikolojisinin kötü niyetli insanlara verdiği eşsiz kitle yönetim mekanizmaları doğal olarak kullanımdadır ve kullanılacaktır. Demokrasiden başka hiçbir sistem yan ürünler olarak bu denli etkin kitle yönetim mekanizmaları üretmemiştir. Buna daha sonra yine değineceğim.
Katılma Tarihi: 15 mart 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 40
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Güzel çalışmalar, güzel yazılar. Böyle bir ideal sistem nasıl olur bilmem ama belki önerdiğin sistem büyük şirketlerin işine de yarayabilir.
Yöneticilerin seçilme sorunu bi yana, biz kimleri yönetici görüyoruz o konuyada eğilmek lazım.
Saldırgan, haşin, laf taşıyan, insanlar ile dalga geçmeyi alışkanlık haline getiren... kişiler bi şekilde toplumda yükseliyor. Yumuşak huylu, merhametli, ağzı sıkı kişiler ise toplumun alt katmanlarına itiliyor yada üzerlerine basarak yükselenler çok oluyor. Bu birbirlerini tanıyan, 100 kişilik şirketlerde bile böyle.
Allah'ın bir diğer emride bunlara itaat etmeyerek onları haksızca bulundukları yerlerden indirmek. Peygamberimiz dönemindeki yönetim birazda hak eden insanların, hak ettikleri konumlara yükselmeleri ile olmuş. Bu konuyla ilgili olarak Kalem 10-14 ayetlere bakabilirsin.
Yoğun işlerim sebebiyle bir süredir forumlarla ilgilenmedim. ilgilenmek zorunda olduğum asıl işlerim çok yoğun bir konsantrasyon istiyor. Oysa forumlara öylesine bir bakmak dahi konsantrasyonumu altüst ediyor. Şu sıralarda bu yazıma devam edemeyeceğim. Muhtemelen gelecek seneye kadar forumlara hiç giremeyeceğim. Bu yazıma da o zaman devam ederim.
(Bu daha önce “Tanrının Sistemi” adıyla yazdığım
yazıların devamıdır. Bundan sonra yazacaklarımı
anlamanız için eski yazdıklarımı bilmeniz gerekmiyor.
Bağlantısını verdiğim siteden bakabilirsiniz.)
Forumlarda yazmadığım zaman içinde görüşlerimde bazı
değişiklikler oldu. Bazı anlatım değişikliklerine
gideceğim. Eskiden benim için belirsiz olan pek çok
konuda kesin sonuçlara vardım.
Tanrının sistemi söyleminden vazgeçmedim. Ancak artık bu
söylemi Kuran’a dayandırmayacağım. Bununla ilgili
düşüncelerimi daha sonra anlatacağım.
Kuran’ı temel alan forumlarda Kuran ile bu sistemin
ilgisini anlatacağım. Artık kesinleşmiş bir mistik
anlayışım var. İleriye dönük yararına inanırsam belki
küçük bir kısmını anlatırım.
Bütün kutsalları ve kutsal tabanlı bütün sistemleri ve
yine kutsal tabanlı mistisizmi ülkenin geleceği için
sıkıntılı görüyorum. Bu, anlatımıma yansıyabilir.
Sistemde her türlü eleştiriye açığım. Saygı sınırlarını
aşsa dahi buna açığım.
Kuran dinlerin kutsal tabanlı olması gerekmediğini
açıkça söylüyor. Ama “din” denince günümüz insanının
aklına her zaman kutsallar geliyor. Bunun
değiştirilmesinin mümkün olduğunu sanmıyorum. O halde
benim konumum “din” karşıtı oluyor. Bunu böylece devam
ettireceğim. Buradan inançsız olduğum sonucu
çıkmamalıdır. Tam tersine artık sapasağlam bir yolum
var. Bunu bilmenizi istedim çünkü sizi belli bir eyleme
davet edeceğime göre sonradan öğreneceğinize şimdi
bilmeniz daha iyi olur. Bu sistemin kurulup gelişmeye
başlaması, zamanla kutsala dayalı sistemlerin (dinlerin)
etkinliğini tamamen yitirip yok olması demektir.
İnsanlık yakın gelecekte tahmin edebileceğinizden çok
daha büyük, inanılması güç gelişmelere şahit olacaktır.
Hatta insan türünün şahit olacağı en heyecan verici
devirlere şahit olacaksınız. Bunu olumluya ya da
olumsuza çevirmek elinizde. Bu sistem bir seçenek
değildir; bir zorunluluktur!
Önce kavramlarla ilgili birkaç not: Bir kavramı
kullanırken insanların ondan anladığı şeye dikkat
edeceğim. Böylece aslında kendi görüşüme göre tam doğru
olanı söylemesem bile karşı tarafın beni doğru
anlamasını sağlayabilirim. Mesela ben burda anlattığım
sisteme hedeflenen idealler açısından “demokrasi”
demiyorum; “bilgeliğin yönetimi” diyorum. Ama insanlara
bunu tanıtırken “demokrasi” adıyla tanıtacağım. Bugün
bilinen tüm demokrasi çeşitleri, adının ima ettiği gibi
halkın yönetimi değil, kitlelerin yönetimidir. Buna daha
sonra açıklık getireceğim. Bilinen anlamda doğrudan
demokrasi de böyledir. Ancak ben bu sistemi tanıtırken
bazen “doğrudan demokrasi” adını da kullanıyorum.
Kısacası kavramları yanlış anlaşılmamak için çeşitli
anlamlarda kullanıyorum. Ancak bu sistemi tanıttıktan
sonra kendi belirlediğim kavramlara geçebilirim. Burada
kararsızım. Gerçekler konusunda çoğunluğun görüşü önemli
olmamasına rağmen iş sözcüklere gelince durum değişir.
Çünkü sözcüklerle karşı tarafın beynine mesajınızı
ulaştırırsınız. Yani iş iletişime gelince sözcüklerdeki
anlam, karşıdakinin anladığıdır.
Bunun istisnaları anlatımım açısından hayati olan
sözcüklerdir. Mesela “Tanrı” deyince sizin anladığınız
şeyden bahsediyor olmayacağım. Muhtemelen “Avatar”
sözcüğünü de kullanabilirim. Burada da Hindu
inanışındaki anlamı kastediyor olmayacağım. Gerektiği
yerde anlatabilirim.
Mistik görüşlerimle bu sistemi ayıracağım. Çünkü artık
bu sistemin akademik çevrelerde de ciddi bir sınava
girmesi gerekiyor. Kimsenin bunun mistik anlamını
bilmesine gerek yok. Önemli olan insanlığı neyin
beklediği değil, o geleceğe hazır olmak. Ve bu
hazırlığın en iyi yapılması için en uygun yolu
izleyeceğim.
Bu sistemin şu anki ekonomik kriz ve gelecekteki buna
benzer tehlikelerin giderilmesi için de anahtar rolü
oynaması, ve sıkıntıların ve krizin ülkeyi boğmaya
başlaması yüzünden artık acele etmek zorundayım. Acele
etmek zorunda olduğum için de uzun uzun, hatta bazen
hakkında kitaplar yazılması gereken şeyleri çok özet
geçeceğim. Geçen seneki anlatım tarzımda biraz geniş
anlatacaktım ama artık ondan da geri dönüş yapmalıyım.
Özet bir anlatımdan sonra nasıl uygulanacağına
geçeceğim. Bu sistemi bir an önce kurmak ve bu yükü
üzerimden tamamen atmak istiyorum. Anlatımı, geçen sene
kaldığım yerden devam ederek bu sene tamamlayacağım.
Sistemi kurmaya gelince, başarabilirsem bu sene
yapacağım, olmazsa ne kadar çabuk olabilirse... ve sonra
kendi yoluma gideceğim.
Bu sistemle birlikte yeni bir para anlayışı üzerinde
çalışma da yaptım. Parasal sömürüyü tamamen sona
erdirecek ve kolaylıkla uygulanabilir olan bu planımı da
anlatacağım. Ve yine bütün bunların uygulanması için
kanunları zorlayan bir yapıya ya da parti kurmaya ya da
aşırı kalabalıklaşmayı beklemeye gerek. Sistem sayesinde
kalabalıklaşmaktan da korkmaya gerek yok.
Eski bloglarımı sildim. Şu blog sitesinde yeniden
başladım.
Eski yazdıklarımın genel kapsamı bu bağlantıdaki ilk üç
konuda vardır. Ben dördüncü yazıdan devam edeceğim.
Yakında bunu da sileceğim. Bundan sonrasi için düşüncem,
bunun yerine iki ayrı web sayfasında, birinde sadece bu
sistemi anlatacağım, diğerinde de ilgili konuları ve
belki biraz mistik yönünü yavaş yavaş anlatacağım.
Bu sisteme şahsen demokrasi demediğimi de tekrar edeyim.
Ama demokrasi anlatmak istediğim anlamı kısmen veren
yanlış bir ifade şeklidir.
Temel olarak anlatan yazılardan sonra bunu hayata
geçirmek için gereken planı ayrıntılarıyla anlatacağım.
Böylece bu harekete katılanlar başladıktan sonra bensiz
devam edebilirler.
Vaktinizi aldığım için üzgünüm. Yapmakta olduğum şeyin
yanlış olduğunu anladım. Bu sistemle ilgili iddialarımda
samimiyim, ancak bunu bu şekilde başkalarının üstüne
atmayı denemem doğru değil. Evet, yapmam gereken çok
daha önemli işlerimden dolayı bunu birilerinin anlayıp
benim üzerimden bu yükü almalarını istiyordum. Ama bunun
mümkün olmadığını anladım. Yapmam gereken şey sistemi
tamamen kendi başıma kurmak. Ancak o zaman sizi davet
ederim ve içeriden bizzat uygulamalı olarak görüp
anlarsınız. Beğenmezseniz hiç katılmazsınız ya da bir
katılır sonra ayrılırsınız. Ama asıl alt yapıyı tamamen
benim kurmam gerekiyor. Ve belki bunu bilimsel çevrelere
açmam gerekiyor. Boş bir zamanım olduğunda bunu
yapacağım. Zaman zaman “blog”da sistemi daha açık
yazabilirim ama bunun yetmeyeceğini biliyorum.
Bundan sonra bitmemiş bir iş için vaktinizi almayacağım.
Bunu yapmaya beni zorlayan tek şey ülkenin gittikçe
batağa sürüklenmesiydi. İnsanların evlerinde
öldürüldüğünü, sokakta gasp edilip vahşice dövüldüğünü,
intaharların arttığını... görüp de rahat duramazdım.
İşsiz kalıp dünyası başına yıkılan, ailesiyle birlikte
açıkta kalan insanlara yardım edebileceğim düşüncesiydi
beni acele ettiren. Ama anladım ki böyle olmayacak.
Forumlarda başka yazı yazmayacağım. Bittiği zaman zaten
haberiniz olur.
Sayın Astral_2008,
Farklı bir anlatım tarzından yola çıkarak söylemek
istediğinizi anlamaya çalıştım.
yeniislam adlı sitede, Allah'a ve Kur'an'a inanmadığınızı
ifade etmişsiniz.
Genel geçer ve bu forumda onay alacak doğrulardan söz
ederken arka planda Kur'an ve Allah hakkında kuşku yayma
girişiminiz etik bir tavır değildir.
Burada yazarken, ha bire devamı var diyerek, bir taraftan
vahyi reddederken adeta parça parça vahiy alıyormuşsunuz
gibi tavırla insanların sizi izlemelerini istemeniz,
burada Allah'a, Kur'an'a ve vahiyde bildirilen tüm
peygamberlere inanan insanlara, sizin bunların hiçbirine
inanmadığınızı gizlemeniz en başta ahlaki bir sorun
olarak durmaktadır.
Grek kültüründe mahkum edilen insanlar perspektifinden
bakıldığı zaman ne tür bir özgürlük vardır?
Roma kültüründe halkın mı yoksa egemen güçlerin sözü mü
geçerli olmuştur?
İslam'da bilimin yükselişi ile ilgili 750-1200 yılları
arasında tüm Dünya'da bilim üretenler yalnızca İslam
dünyasında idi.
Zaten astral nick'i kullanmanız New Age türü
paradigmaları rafa kaldıran mistik anlayışı
çağrıştırmaktadır.
__________________ Dürüst olarak mücadele verin ki geleceğe umutla bakabilesiniz.
Demokrasi: temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu bir çoğunluk yönetimidir.
Bugün bizde uygulanan sistemin birebir karşılığıdır. Çoğunluğun yönetimde söz sahibi olması, azınlığın etki sahibi olmamasına bağlanmıştır. Peki bu sistem sağlıklı mı?
Şimdi akıla gelebilir, 'efenim demokrasi sağlıklı biz sağlıksızız veya demokrasi sağlıksız biz sağlıklıyız'
Hangisi?
En başta sağlıksız olan, demokrasinin çoğunluk üzere işlemesidir. Ama önümüzde daha büyük bir sorun var. O sorun: çoklukla elde edilen iktidarın, azınlık üzerine yaptığı baskının, demokrasi olarak algılanmasıdır. Elbette demokrasi: içeriğini her ne kadar hak ve özgürlükler olarak belirtsede, kendi kendinin sağlamasını yapmaktan uzak kalacaktır. Bu durumda adı var kendi yok, çokluk diktasının otoriter rejimi altında ama demokrasi maskesine sahip bir sistemle yüzyüze kalırız. Seçimlerde yüzde 35-40 seviyeleriyle, sırf x partinin daha fazla oya sahipliğiyle, o kafa yapısı, sanki çoğunluğun aynı kafa yapısıymışçasına kabullenilir. Toplumun yarı yarıya düşünce farklılığına sahip olmasına rağmen, sanki herşey güllük gülüstanlık yani bu seçim sistemi ve sonucun gayet legal ve normal olduğu, mevcut sistemin evvelden beridir böyle işlemesi nedeniyle kanıksanır.
Anormalliği, normal olarak yutturmanın adının demokrasi olduğu yerde, elbette akledenler bu sistemi ya düzeltici ya da külli yıkıcı ve karşında olan söylemler geliştirirler. Toplum sosyal adalet kavramını unutur ve haliyle, dinci, laik, sosyalist, liberal, emperyalist, anti emperyalist gibi kamplara bölünür. Sosyal adaletin unutularak, iktidarı: diğerleriyle olan kavga şeklinde algılayan ve bu algıyı topluma yayanların meydanlarda olan kavgalarının bir benzerlerinin kahvelerde, istirahat saatlerinde ve hatta kısa bir araya gelmelerde bile yaşandığına şahit olursunuz. Emekler, daha iyi için yerine, daha iyi madara etmek üzere heba edilirler. Adeta kavga toplumu haline geliriz.
Oysa, balık zaten en başından itibaren kokmuştur. Vatan söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayanların, iktidarı ele geçirir geçirmez, kendi yandaşlarını diğerlerinden ayırarak kolladığına, yandaşlarını devletin her kurumuna yerleştirerek, fırsatını bekledikleri ideolojilerinin güç kazanması için olan çırpınmalarına şaşırmalı mıyız?
İki yüzlülüğün siyaset, ihale kazandırmanın ticaret olarak anıldığı bu sistemin adıdır demokrasi. Oysa, onlar her ne kadar hak hukuk naralarıyla demokrasi çığlıkları atsalar da, 'demokrasi kendini onların demokrasisinden koruyamamıştır.'
Demokrasinin tam işlerliğinin, gelişmişliğe endekslenmesi ve bu uzun yolun yürünmesinin, tam demokrasi için zorunluluğundan bahsedilmesi bile, demokrasiyi çekilmez kılmaya yetmektedir. Çekilmez olanın, demokrasi değil ama onun uğrunda olan söylemlerin, onunla uzak yakın alakasının olmamasıdır. Şuna benziyor sanki, işsizlik bir sorun ise, işsiz adam da sorunun ta kendisidir ve eğer onlara iş bulma olanağı yoksa, onları fişleyerek ortadan kaldırmak, sorunu çözer ve böylece yüzde bilmem kaç işsizimiz var diye büzülmekten kurtuluruz.
İşte, demokrasi için, demokrasinin dışında seyretmek bu olmalı. Bu yönetim tarzının getirdiği sorunlarla birlikte yandaş sorunu tüm açıklığıyla göze çarpsa bile, hemen her gelenin aynı fırsatçılığı kollaması ve bunun tabana bile yayılarak, bir ahlaki ilke olarak algılanması, nihayetinde talanı ortaya çıkarmaktadır. Hali hazırda talan, Özal dönemiyle tepe noktasına ulaşmış ve yeni yükseltilere doğru yola devam edilmiştir. Çoğunluğun iktidarı ele alması için, hem iktidarın hem de halkın fırsatçı olması mecburidir. İktidar hırsıyla bol keseden vaatleri sunmak, dün dündür bügün bügündür savunmasını doğursa bile, tabanın aldığı tavizler, çıkar ve talan için gayet ahlaki olarak kabul edilir. Öyleyse demokrasinin tanımını tekrardan yapmak gerekiyor.
Çünkü şu an için Türkiye'de (gerçi evvel dönemlerde de iyisini görmedik ya) esas sorunların kaynağı, seçim sistemi adı altında, azınlık olan ancak aynı zamanda gücü elinde bulunduran sermaye sahiplerinin, çoğunluğun emeklerini, umutlarını, zenginliklerini ve geleceğini fütursuzca kullanmalarına müsade eden vicdansızlıktır. Bu minarenin kılıfı: politika, ideoloji, yüksek üllkü, medeniyyet, çağ atlamak kumaşıyla dokunsa da bu işleyişe asla demokrasi denemez. Dense dense, bazılarının söylediği gibi ancak tagut denebilir. Elbette böyle kafalara, böyle demokrasi.
Tanım demiştik, yeni demiştik. Demokrasi: temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu çok seslilik ve erdem yönetimidir. Demokrasi, çıkarın talanın ahlaki bir ilke olarak kabul görmesinin adı değildir.
Astral_2008' in bahsettiği sistem, parçadan bütüne ve bütünden daha ilk parçaya kadar inebilen gerçek bir demokrasi örneğidir. Birbirini denetleyen, talanın önüne geçebilen ve sadece en akil olanların liderliğinde ama diktaya izin vermeyen bir örnek. Türkiyenin içinde bulunduğu iç ve dış sorunlar nedeniyle iyi bir örnek olur mu bilmem ama en azından hedefin ne olduğu hakkında bir fikir verebilir.
Katılma Tarihi: 13 ocak 2010 Yer: Turkiye Gönderilenler: 288
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selamlar.
''Demokrasi: temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu bir çoğunluk yönetimidir.''
demokrasi çoğunluğun bilinci . çoğunluğun azınlık haklarını içine alarak yaşam biçini oluşturması.
bir fabrikada. 1000 tane işçi çalışır. normalde. çoğunluk tur. ama azınlığın himayesinde. hemde. öyle bir azınlık ki. orda çalışanların hiç biri o iş yeri için her hangi bir fikir. yada işvereni seçme hakkı yada fabrikada değişebilecek kurallarda. bir söz hakkı yoktur. işte demokrasi.
mesela 15 milyon asgari ücretli vardır bayağı bir çoğunluk. ve bu çoğunluk. kendileri için alınacak herhangi bir kararda. söz sağibi değildir. demokrasi çığırtkanlığı yapanlar. neden se. asgari ücretin belirlenmesi için. çoğunluk olan asgari ücretliye. herhangi bir seçme hakkı vermez. işine gelen demokrasi...
elektiriği doğal gazı benzini belirli bir çoğunluk kullanır. ama bu çoğunluğa hiç bir zaman sorulmaz. zam yapılırken. yada refaranduma gitmezler. demokrasiyi istedikleri gibi kullanırlar.
yaşasın demokrasi.....
__________________ ben yanlız kendimi kurana adadım.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma