Yazanlarda |
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
yanlış anlama yazacağımı.sen ptt de telgrafcımısın.?
çok fazla nokta kullanıyorsun.neyi anlatmak istediğini anlamak biraz zorlaşıyor.
eşitlikden kastın:" biz diyoruzki. her fert. eşit haklara eşit yaşam koşullarına hasip olsun. dünyanın nimetlerini alırken bazı engellerden kurtulsun. evine barkına getireceği şeylerin kazanımı onu elde. etmesi. onun ile geçiminde. bazılarına mahkum kalmasın. allahın yerdeki nimetlerini. aracı ile değilde. direk alsın......"
eşit hak?
eşit yaşam koşulu?
hangi engeller?
mahkum kalmamak?
aracı ile almak?
direkt almak?
bunlar nedir ,izah edermisin?
mesela:hukuk önünde eşitlik mi,maliye önünde eşitlik mi,bürokrasi önünde eşitlik mi?hangi sistem eşitsizliği savunur?uygulamada tam eşitlik nasıl sağlanacak?
eşit yaşam koşulu:zengin ile fakirin yaşam koşullarını nasıl eşitleyeceksin?zenginlik koşulları iyileştiren bir unsurken fakire bu eşitliği nasıl sağlayacaksın?nimetlere ulaşmada enbüyük engel insanın maddi gücündeki acizlikdir.zayıflıkdır.bu engeli nasıl ortadan kaldıracaksın?lafla mı icraatla mı?icraat ise hangi icraatlarla?
nereden bakasran bak:sonunda iş dönüp dolaşacak ve elindekinin yarısını vermeye gelecek.bakalım ozaman verecekmisiniz?
insanlara hayal veremezsin.vereceğin şey mal-meta-para..vs olacak.insanlara saydığın şeyleri vermen için-sağlaman için onların imkanlarını,olanaklarını artırman gerekir.ortadaki büyüklük bellidir.bu büyüklükden onlarında daha fazla elde etmesini sağlaman gerekir.ki o imkanlara kavuşsun.buda senin payının küçülmesi demekdir.ozamanda aynı şeyleri konuşacakmısınız?
söylediğin şeyler yanlış demiyorum.ama yönteminiz muallak.hatta olduğu bile şüpheli.birşey söylüyorsunuz.evet doğru diyeceğim yönleri olan şeyler.ama içini doldurun dendiğinde:ses yok.sadecene edebiyat kısmı var.teşhis var tedavi yok.hangi sistemi kurarsan kur günahı engelleyemezsin.günahın ve sevabın,iyinin ve kötünün,güzelin ve çirkini,doğrunun ve yanlışın olduğu bir imtehandayız.dolayısıyla bütün bu zıtlar her sistemin parçası olacakdır.
ALLAH sistemi kurmuşdur.düzeni anlatmış ve uygulamayı insanlara şart koşmuşdur.sonuçda bunu uygulayacak olan insanlardır.ve inan insanlar bütün kusurlarını sistemin içine akıtmaya çalışacaklardır.
iş adil-ve ALLAH ı tanıyan,iman sahibi,ahiret korkusunu içinde her an hisseden,kur'an ı tek kanun kitabı olarak kabul eden bir lider olmadıkça sizin konuştuklarınız hep hayal.HÜKÜM ALLAHINDIR.ama her hüküm ALLAH ın değildir.işte "ALLAH ın hükmünü "arayan bir lider olmadıkça sizin dediğiniz sadecene edebiyatta kalır.
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sayın Fazıl.
Dostane açıklamanız ve uslûbunuz beni mutlu etti.
Diyorsunuz ki: Bu sorun sosyal toplum bilincinin tüme yerleştirilme sorunudur. Parçaları tüme vardırmak için ben de Sayın Av. İlhami Çetin!in Adalet ve Rahmet adlı dev eserinden her kesime hitap edecek iki sahife aktarayım.Bazı sorulara cevap olacağını umarım.
-Birinci sahife-
Önce
yine soru soralım ve makul cevabını bulalım. Zekât nedir? Zekât vermek
nedir. Bu iki şeyi netleştirmeden sağlıklı sonuç çıkmaz. Eğer zekât
“vermeyi” de kapsayan bir kavram olsaydı yüce Kuran, laf kalabalığı
olsun giye “atüzzekat”(Zekâtı veriniz) demezdi. Onun mastar ise ZEKÂVET.
Nasıl salâtın(namaz) mastarı SALÂVAT ve anlamı Havra ise, Zekât’ın
mastarı da Zekâvet’tir.
Oluşum
mantığı tesbit ise, kökünü araştırmakla mümkündür. Böylece gerçekliğini
ortaya koyarak Istılahı anlamının perdesinin arkasına bakıp, tedebbür
edebiliriz. Şunu hemen belirtelim ki, kavramın birbirine bağlı önemli
işlevsel anlamları vardır.
1-Mal varlığında bir nemalanma, bir artma varsa bu insanı kirletir.
2-Malında artma olmayan insan kirlenmediği için zekât vermez.
3-Malda
artma, başkalarında azalma yarattığı için, malı artmamış olanların
artanda kendiliğinde hakları doğmuştur. Müktesebin miras yoluyla
intikalinde zulum yoksa da(Ona bırakanın günahı devam eder).kişinin
kendisin çeşitli nemalanmaları artma meydana getirmişse, iki türlü
kirlenmiştir. Elindeki mala güvendiği için putlaştırma kiri. Kazanırken
istese de, istemese de, diğer insanlardan üstün kazanım vasıtalarına
sahip olduğu, elini çabuk tuttuğu için, başkalarına gitmesi gerekenlerde
onda toplanmıştır. Temizlenmesi için malını mülkiyetinden, mal
sevgisini kalbinden çıkartmadan temizlenemez. Buna tezkiye olmak deriz.
4-Ancak geçimliğe yeten mal için zekât gerekmez. Onun üstünde kalanın verilmesi gerekir.
5-Mescid El Haram ve harim(Mülkte iştirak) üzere yaşayana zekât gerekmez. Çünkü:
a-Kendisine değil, kamuya maişet karşılığı çalıştığı için kesbi kendi nam ve hesabına değil, kamu nam ve hesabınadır.
b-Kamu
onun fazlasını artık değer olarak el koyup, ona sadece maişet(Geçimlik)
verdiği için, maişet miktarını aşan zekat verme konusu olduğu için o
insan zaten saf ve temizdir. Mülkten dolayı bir kiri yoktur.
Öyle
ise, zekât konusuna, İhram çıkartma ve HELAL STATÜSÜ İÇİNDE YTAŞAMANIN
BİR KURUMU olarak bakmak gerekir. Yani “Komşu” anlamına gelen bir
kavramdan aşağıya inmemiz gerekir. Bakalım “Ze” harfinde ve zekât
kavramına sözlük de en yakın olan Komşu anlamına gelen kavram var mı?
Öyle bir kavram var. Hem de geniş cadde anlamına gelen yol değil,
maalesef bunun zıttı olan dar yol, hiyerarşik düzen ki, tamda hak dine
karşı din icad edecek münafıkların bolca bulunduğu içtimai düzen.
Ezzekabü: Dar yol. Patika. Yakınlık. KOMŞULUK.
Münafıklar
gerek cebren, gerekse hile ile manastır-Havra Haram üzere(Mülk de
iştirak) son vererek insanları sınıflı toplumun komşuluk statüsüne
soktu, kollektivizm esarettir, mülk de sınırlama yapar. Ne lüzum var ki,
biz kendi irademizle fazlayı size infak ederek sizi kuş sütüyle
bakarız. Sizin hamiliğinizi yükleniriz gelin bize dediler. Hatta bize
gaipten haber verircesine kavramlar bize, şunu da dediklerini
söyleyecek. Bizi sığınılacak hami kabul edin, SİZİ KUŞLARIN AĞIZDAN
BESLEDİĞİ GİBİ, KURSAĞIMIZDA KALAN VE SİZİ SEVDİĞİMİZ İÇİN BOĞAZIMIZDAN
GEÇMEYEN HAZMA HAZIR OLANI İSÂR YAPAR SİZE İKRAM EDERİZ dediklerini
kavramların diyalektik mantığı haber veriyor.
Zekzekaten ettairu ferhahü: Kuş, yavrusunu ağzıyla beslemek. Yedirmek
Halktan
bu yolda izin alınca veya onları böyle avutup, kimse elini uzatmaya
fırsat bulamadan, çabuk çabuk topladı. Toplamakla kalmadı, kursağında
bile tutmadan yutuverdi. Sanki Kaz karabatağı gibi diyor kavramlar bize.
Karnına zakkum doldurduğu da söylüyor. Çünkü insanları Nahl–71 ve
Bakara–219. ayetlerle verilen ölçü dairesinde en güzel ve en tatmin
edici şekilde infak etmek yerine, gülünç bir oran vererek infakı unuttu
gitti. Paralar zimmetinde yığıldı. Bunu infakı icap edeni hemen infak
etmek için gayrı menkule değil, menkul(Para olarak) hazırda tutması
güzel elbette, ama ne gezer. Bu kavramların hepsi Ansiklopedik Arapça
sözlüklerde var. İlim ve hakikatı arayanlar bakım emin olabilirler. Biz,
bu melelere sığınıp onlardan medet umanları zekât kavramının kökünde
bulunan “Zekâ” kelimesinden yazarak sürdürelim.
Zekâ: Birine sığınmak. İltica etmek. Dayanmak.
Harem ve Harim(İştirak
halinde malikler olarak yaşamak) terk edilip, komşuluk(Helal) statüsüne
geçildiğinde, hami-mahmi sistemine geçilmesinde iki zıt netice doğar.
Ya hamiler, ihtiyaç fazlasın, insanları bunaltıp üzmeden ve istemek
zorunda kalmadan, itidal seviyesinde bihakkın infak ederler. Ya da
onlara ödemek zorunda oldukları haklarını bihakkın ve gününde ödemeyerek
“darbe vururlar:
—Hü hakkahü: Borcunu ödemek.
—Fülanü keza savtan: Vurmak(Kamçıyla)
—Hü nukude: Akçe sayıp vermek.
Bunu
verenin kimseyi minnet altında bulundurmasına gerek yoktur. Bilakis
alana minnet duymalı ki onu ağır sorumluluktan kurtarmış, onu
temizlemiştir. Tıpkı, timsahın diş diplerinde kalan etlerle karnını
doyuran kuşun değil, timsahın minnet duyması gibi. Çünkü ağzının ifsada
uğramasını önlemiş, onu sağlığına kavuşturmuş, pislikten temizlemiştir.
Kendini bilen hami, ihtiyaç fazlasıyla kendisine gayrı menkul almaz, onu
sermayede katmaz. Ya devamlı yanında nakit halinde bulundurur ki,
muhtacın infakı aksamasın veya sosyal devleti kurarak, üzerinde
taşımayıp hazineye verir ve devamlı infak sorumluluğu yönetme emanetini
kullananlara yüklenmiş olur. Şöyle ki:
Ezzükâü: Servete sahip olduğundan daima hazır parası olup, gerektiğinde hemen veren kimse. Peşin veren kimse.
Yine
kavramlar bize bunun bir inayet değil, istenip dava edilecek, belki de
merhum Ebu Zer(r.a) isabet buyurduğu gibi, “Birinde var, bende yoksa,
hakkım olanı ondan zorla alırım” dediği gibidir. Yani fakirin zenginden
hakkı olan infak için lazım olan menbağı zorla alması da meşrudur. Çünkü
hiçbir kavram bunun inayet-iane değil, aksine hak olduğunu söylüyor.
Yine
bize kavramlar, hamilerin iki zıt tutumlarını dile getiriyor, hamilik
görevini eksiksiz yapmayan, yani insanları suya kandırması gerekirken,
kendileri meleleşip az bir şeyle borcu savuşturduğunu anlatan kavramlar
vardır sırada, biz bunların bir kısmını atlayarak, görev ve sorumluluğu,
kendisini zayıflatarak, muhtacı zayıflıktan kurtarma yerine, görevini
bihakkın yapmayanlara giden birkaç kavram kaydedelim.
İzkaken ala eşşeyü: Bir şey üzerine musir ve hâkim olmak.
—Bebiblihi: Sidiğini hapsetmek.
Bilindiği
gibi hakları eskizsiz vermek anlamına gelen “kıst” sidik torbası
anlamına geldiğine ve kısa periyotlarla sidiği boşaltacak şekilde altı
delik olması devamlı ve içerde kirlilik bırakmayacak şekilde
boşaltmaktadır. Bu menfur hami bunu bilinçli ve iradi olarak tamamen
boşaltıp, artanın hepsini infak etmediği için sidiğini tutmakla teşbih
edilen şey, cimrilik yapıp az bir şey vermektedir. İhtiyaç fazlasının
hepsini değil, mesela kırkta birini vermektedir.
Ezzükketü: Tasa. Gam. Öfke. Kin.
Ezzekkâzikü: Çirkin hakir adam.
İşin
aslının artanın hepsini vermek olduğunu kendiliğinden idrak edip
anlayan kimsenin zeki akıllı olduğunu kavram bize bildirir.
Erzükayetü: Feraset. Zanni sadık.
Ezzekinü minelrical: Zeki. Tahmininde doğru adam.
Bu
kimselerin hafızalarının da sağlam olduğu açıklanır. Çünkü tecrübeyle
sabit olmuştur ki, hami- mahmi sistemin münafıklarıyla bu işin
yürümeyeceği, yaşanarak ayn el yakin olarak denenerek bilinmektedir.
Zeki, zekâen: Bir şey artmak. Fazlalaşmak.
Zeki
insan bilir ki, mülk de artma havadan gelemez, ödenmesi gereken borçlar
hak sahiplerine ödenmediği için zengin olunmuştur. Hem çalışanların
karşılığı ödenmemiş emekleriyle, hem de şeriat gereği ihtiyaç fazlasının
hak sahiplerine kıst yaparak ödenmeyip çoğu elde tutulduğu için
birileri zengin olmuştur. Buradan başka bir şeyde anlaşılıyor. Demek ki
zekâtın yalın anlamı mal varlığındaki artmadır. Bu
anlamıyla da “Nema” ile benzer anlam taşır. Yani zekât artmadır. Onu
vermek fiiliyle kullandığımızda borç ödemek için artanın zimmetten
çıkarılması anlamına gelir. Amaç, malın insanı kirletmiş olmasından
dolayı fazlanın verilerek günahtan ve haramdan kurtulmaktır. “Fakire
lazım olan, zengine haramdır” kuralı devrededir.
Bir
şey daha var ki, kandıracak kadar vermektir. Bu ise infak anlamına
gelir. Çünkü nafakalandırmak işi geçinme masraflarını karşılamak
anlamına gelir. Bu da ancak, vermesi gerekenin bu oranda vermesi
anlamına gelir. Bir başka anlatımla Zekât artma, onun verilmesi
infaktır. İnfak “masraf karşılamak” anlamına gelir.
1-Kamunun masraflarını karşılamak.
2-itidal ve kavam seviyesinde ellerine masraf parası geçmeyenleri infak(Masraflarını karşılama)
Kuran, iki kıtsan koymuştur vermeye.
HEDEFLENEN VE MİKTARI NEDİR?
1-Nahl–71
de verilmiştir. İtidal ve kavam üzerinde varlığı olanlar; bu seviyenin
altındakileri yukarı, kendilerini de aşağıya çekecek kadar verirler.
Böylece ortada bir yerde eşitlenirler. Her eşitlik bozulduğunda, geliri
fazla olan derhal bu eşitliği sağlayacak kadar verir.
MÜKELLEFİYET NE ZAMAN BAŞLAR?
2-
Bunu da Bakara–219. ayet verir bize. Kişi kendisinin ve bakmakla
yükümlü olduğu, yani iyalinin ihtiyacının üzerini çıktığı her kuruşu
verecektir. Gerek devletin, gerekse kavam üzere olan masrafı
karşılamaktan aczi olanlar da bu borcun alacaklısıdırlar.
Hak
dinin hak şeraitinin emri bu iken, sanki Kuranda hükmü yokmuş gibi
“kitabı elle yazanlar” ona kendileri kırkta bir oranını haksız yere
koymuşlardır. Bakınız Kavramların ses matematiğine göre diziliş yasası
burada ki hileyi nasıl ortaya koyar. Buna ihtiyaç vardır. Yukarıda bir
nebze konuya girdik ama detay vermemiştik. Biraz sıkıcıda olsa bunu
yazmak zorundayız. Allah önce kavramları böylece korumaya almıştır.
Kavramlarda vahiyi. İşte onu biz indirdik biz koruyacağız demenin anlamı
da budur. Yani onun içindekini doğru dürüst çıkarmayanları, aksine
kavramların içini boşaltanları ele vereceğiz demek istemiştir. Çünkü
Rahman süresi bize, bozucu insan yaratılmadan kavramların yaratıldığını
haber vererek, insanların kavram oluşturması kendi keyfine bırakılmamış
olduğunu haber verilmektedir. Öyleyse hemen Arapça sözlükte ki “Zekevât”
kavramını yazıp ses matematiğinin seyrini biraz takip edelim. Göreceğiz
ki, yüzdelik usulü hak değil hadistir. Yani insan sözüdür.
Ezzekatü- zekae-Zekevat; Bereket. Fazlalık. Temizlik. Salah. her şeyin halis ve pak olanı. Kişinin kendi malından infak ettiği muayyen miktar. Zekât( şeraitte)
Ezzekkiyyetü; bol güzel arazi yer.
Yukarıdaki
gibi bol ve verimli bir iş ve gelir sahibi olunduğunda, temizlenmek ve
salahı bulmak için yapılması gereken şey; bir çocuğun bakıma muhtaç
evladını yanından ayırmadığı gibi muhtaç olanları böyle bir ihtimamla
devamlı besleyip bakmak farz olur. Hal böyle iken, bundan zühul edilerek
,”Tadımlık” sistemine geçildi. Bir lokma ile avutma gibi. Yıllık ve
yüzde iki buçuk zekât bu niteliktedir. Oysa infak bu değildir. Hem çocuk
ve anne arasındaki ihtimam gibi devamlı birlikte olup infakından
sorumlu olduğunun bilincinde olarak, ne ile kendini infak ediyorsan aynı
cinsten ve aynı derecede infak etme şartı uygulamadaki zekât sisteminde
yoktur. Yine bir anne çocuğunu nasıl tadımlık değil de doyumluk şartını
yerine getirerek besliyor, giydirip barındırıyor, hastalandığında
tedavi ettiriyor. İlim veya tahsil ettiriyorsa, muhtaç da muhtaçlıktan
kurtulana kadar öylece bakmalıdır. Zekât malı değil, insanı kirden ve
necasetten arındırmak ve borçlu olduğu şeyi vermektir. İnsanı malın
kirinden, mülk şehvetinden temizleyen şey. Böyle
yapmaktır. Kitabı elle yazıp koydukları oran, hak manada infak emrine
uygun oran değildir. Sonraki makalede zekâtın infak( muhtaçların ve
kamunun masrafını karşılamak) olduğun Kuransal kanıtlarıyla konuya devam
edeceğiz
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
-İkinci sahife-
Bu ölçü Bakara 219 ayette verilmiştir. İhtiyaç fazlasının infak edilip biriktirilmemesi. Buna iffetli olmak denilmiştir.
Bundan kaçınmak ise iffetsizliktir. Zekâtın icmali anlamını ”Ezzekatü”
kavramıyla önceki bölümde verdikten sonra diyalektik ilerlemeyi
sürdürelim. Bunun dışında salah arayıp aşağıdaki gibi hareket edenlerin
bunu hangi amaçla yaptıkları bahilliklerinin sebep ve sonuçları devam
eden kavamlar da tek tek açıklanır. Ahirette mülkten hesaba çekildiğinde
günahsız çıkıp beraat edebilmek için şu misal verilmiştir.
Zelibe-zelben essabiyyü biümmihi; çocuk anasından ayrılmayıp daima yanında olmak.
Bunun ihmal edilerek “Tadımlık” sisteminin misalleri de şöyledir.
Ezzelabyetü; Bir çeşit tatlı. zelbiye helvası. ( artanın hepsini vermeyip muhtaca adeta bir lokma tattırmak şeklindeki bahilce zekât)
Ezzülabetü; el Lokmatü; Lokma
Lokma kavramının sömürücüye giden tarafını da hatırlatalım,
Lakame-Lakmen ettarika evgayrehü; Yol v.s şeyin ağzını tutmak, kapamak.
Lokman etteamü; Yemek. Süratle yemek. Çiğneyip yutmak
Hatırlarsak,
yutmaması, kursağında bekletip, kendi ihtiyacı da duysa, midesine
indirmeyip, geçindirmekler mükellef olduğu fakirlere, miskinlere, mağdur
ve mahrumları kuşun yavrusunu beslemesi gibi beslemesinin gerektiğinin,
ama bu misaka uymadığını görmüştük. Aynı tavsiye ve eleştiri burada da
başka kelimelerle atıf kavramda yineleniyor. Zaten bu nitelikte
olmasaydı niçin benzer anlamları taşıyan böyle bir kavrama atıf
yapılacaktı. Demek ki “kapattığı kapı” budur. Zekatın infak(Masrafı
karşılama) anlamını kapsamdan çıkartıp, deveden bir kulak vererek
savuşturmuştur.
Elkame ilkamen hü ettaame; Gagası ile yedirmek. Eli ile ağzına vererek yedirmek
Kapatılan
yol budur. Sanki varsıl her gün beslenmeye ihtiyaç duyarda, fakir
senede bir kez duyarmış gibi ona senede bir kere çok yetersiz şey
vermektir başka yola girmek. Oysa kollektivizm dışında bir sistem
seçenler(Komşuluk veya helal statü) yukarıda anlatıldığı gibi günlük ve
hatta öğünlük nafakayı vermesi, eli ile besler gibi bakıp geçim, giyim,
barınma ve benzer sorunlarını anında ve gününde karşılaması gerekir.
Oysa yüzde iki buçuk zekât bu sorumluluktan kaçmaktır. Kuş gagası ile
beslediğini, kendi kursağına girmiş olandan, yani kendi ihtiyacından
kısarak dahi besler. Onun midesini gidecek, ona kan ve can olacak şeyden
fedakârlık yaparak bunu yapar. Zekât böyle bir infak mecburiyeti
getirir. Aşağıda altını çizdiğimiz “Galak”
atıf kavramı geleceği için önce onu açıklayıp sonra sıramıza dönelim.
Galak atıf kavramının belli bir aralık içersinde tetkikini okuyucuya
bırakıyorum yalnız bu kavramı önceleyen “El Ağlaf” kavramını not edip yerimize döneceğiz. Çünkü Galak kavramı hemen bundan sonra kavramlaşmıştır.
El Ağlafü; Kılıflı şey. Kılıflı kalp ki anlamaz, duymaz. Sünnetsiz. GENİŞ BOL DİRLİK.
İşte
Bakara 219.ayeti görmezlikten gelerek iffeti terk etmek, kalp katılığı
sünnetsizliktir. İnfak kapısını kapatan şey de bol dirlikli olmak
tutkusudur. İtidalin ve iffetin terkine sebep olan şeyin mülk şehveti
olduğunu anlıyoruz. Yine anlıyoruz ki, halen bu bahillikte ısrar
edenlerin kalpleri kılıflı sünnetsiz mizaçlıdırlar. Biz Zekevat
kavramının devamı kavramları incelemeye devam edelim.
Zelece –Zelcen el babü; AĞLAKA BİLMİZLAÇ; Kapıyı sürgülemek
Zelece- zelcen, zelicen. zelecanen; Yere ayağını pek basmadan, hafifçe ve süratlice gitmek.
Zelece – zelecanen hü; ÖNE GEÇMEK.
Zelice –zelecen el mekanü; Yer düz ve kaygan olmak.
-t kademe hü ;Ayağı kaymak.
El kelamü min fihi; söz düşüncesiz ağızdan çıkmak.
Ezlece izlacen Elbab; kapıyı sürgü ile sürgülemek.
Ezlece hü; kapıyı sürgülemek.
—kelamen: EFŞAÜ; ifşa etmek. Çıkartmak. Ağzından sözü çıkartıp insanlar arasına yaymak.
—AYŞÜHÜ: YETECEK KADAR ŞEY İLE GEÇİNMEK HUSUSUNU SAVUŞTURMAK
SAVUŞTURMAK kavramı ise şu anlamlara gelir. ;Geçiştirmek. Atlatmak
Demek
ki zekât fazlalık. Temizlik ve salah bu fazlalıktan muhtaçlara infak
ederek kurtulmak ise, salah bu ise, fazlalığın tamamını vermeyip, hileli
yollara sapmak. İşi geçiştirip insanları atlatmak. Bu sorumluluğu ve
onun kendi bütçesine vereceği “zararını” savuşturup geçiştirmektir.
Bunun yarışta öne geçmek farklı olmak için ve bol dirlik sahibi olmak için yapıldığını, ama bunun ayak kaydıracak bir hal olduğunu da öğreniriz.
Zebur
ilmi ve Davut Allah anlayışı ve Mesih( takva vera ehli) İsa (kâmil
insan, veraya uygun insan) bakış açısından salah ispat edilmiş olsa da
kavramlara biraz daha devam etmek yararlıdır.
Tezellece tiezellücen til kademü; Ayak kayması.
—Eşşerabe: şiddetle ve çok içmek. ( İştira faili eylemlerindendir)
Ezzalicü; Şiddet ve sıkıntılardan kurtulmuş adam. suyu şiddetle içen kimse. Yaydan çabuk kayan ok.
Sorumlulukları üzerinden atıp bol dirlikle refah içinde yaşayan, başkalarının derdi ile dertlenip uykuları kaçmayan adam.
Ezzülücü-zülicü; yayadan çabuk kayan ok veya yerden gidip nişana vuramayıp giden ok.Uzun uzak yokuş. Çabuk insan veya hayvan..
Ezzalicatü; seri deve.
Mekanü zülcün; Kaygan yer.
Çünkü vermeyi azaltmış, muhtacın dünyasını, kendisinin ahiretini hüsran etmiştir.
El Müzellecü; AZ ŞEY. Nakıs kişi. Her şeyin alçak ve değersiz olanı. BAHİL. SAF VE HALİS OLMAYAN DOSTLUK, SEVGİ
Yüzdelik zekâtla geçiştirilen sözde sevgi
Zelehahü; tatmak.
Ezzelhu; EL BATILÜ; Batıl. Asılsız şey.
Ezzulhu: Büyük kâseler
Zeleha (hı) zelhan zelahanen erracülü; Yürüyüşte yoldaşını geçmek ( rekabet. Şahsi terakki ve mülkleşme tutkusu bu cinstendir.)
Zeleha zelehan; SEMİNE; Semizleşme
Zelizen; kararsız endişeli olmak
İtidalin
terki ve rekabet ve yarışa sokulan insanın psikolojik durumu panik
halindedir. Artık o insan zulme ve haksızlığa hazırdır. Samimi dostluk
ve sadakat bitmiş kuyu kazma ve fırsat kollama cari olmuştur.
Ezzelüzü; Ağırlık. Yük eşya. bir adamın geldiği yol.
Ezzelzaü; iş ve maslahat
Elzülzülü; Kıtal. Harp. Şer.
Ezlea’ izla’an hü: Etmeahü; Birini bir şeye tamah ettirmek.
İzdile’a izdilaan; Yankesicilikle. Yalanla, hile ile bir şeyi kapmak.
İnsanları
itidal seviyesinde olmaya alıştırmamak ve mülkleşme yarışına sokmanın
hazin sonu budur. Zilzal süresinde de bu anlatılır. Demek ki Kuran da
iffet, itidal, kavam tavsiye edilmesi boşuna değildir. Bir takım
aklıevvellerin bu ilkeleri ihlal ederek, servet ve sermayenin belli
ellerde toplanmasının yolunun açılması şer bir yoldur.
Ayak
kaydıran bu yer, Birru takva, sıla-i rahim ve karz-ı hasenenin terk
edildiği dünyevi şeylerin yarış, rekabet ile elde edilerek mülkleşme
kavgasının verildiği her sistemdir. Mescid El Haram yaşam biçiminin
terki ile geçilen “komşuluk” diye isimlendirilen ihramsızlık sosyo
ekonomi politiğin sınıflı topluma müsaade etmediği ve her artanın anında
tevzi edilerek eşitliğin korunması şartından gaflet edenlerin
macerasını anlatmıştır kavramlar. Hak dinde komşuluk statüsüne geçmek,
sadece havra-manastır mahsus arazisi dışına çıkmak anlamına gelir.
Eşitliğin ve yardımlaşmanın dozunda hiçbir eksilmeme yapılmaması hak
dinin ilkesidir. Dalalet ise, komşuluk statüsünün batıl dinlerin sosyo
ekonomi politiğine dönüştürülmesidir. Yani ferdiyetçi anlayışla
meleleşmeye izin vermektir. Halka da “bunu sizin için yapıyoruz, zira
bunlar girişken ve beceriklidir, size iş ve aş verirler” yalanı ve
aldatmacasıdır. Güçsüzlerin daha da zayıflamasından başka sonuç vermez.
Üstelik ihtiyaç fazlasının infak için kullanılması maksadıyla
zekâtın(artanın) devamlı(infak şeklinde, geçimlerini üstlenmek)
yapılmasını terk etmişler şekli ve sembolik maskaralığa
dönüştürmüşlerdir. Bahane ise, meleler oluşturmak şarttır yalanıdır.
Meleler şartsa, onların çok sermayeye ihtiyacı vardır. Çünkü rakipleri
sermaye arttırıyor bunun için vergisi(Zekât miktarı) düşürülmelidir.
Size iş aş vereceğine göre o da bir tür infak değil midir hilesidir. Bu
tutulan yol zekâtın, zekât olmaktan çıkartılmasıdır. Serbest piyasa
zulmü ve rekabetçi düzene zekât(artanın tümünün vergi olarak topluma
iadesi) kurban edilmesidir. Samimi dostlar Ensariyet ve isâr sisteminin
terkiyle, sosyal siyasette hami-mahmi, ekonomik siyasette “her mahalleye
bir milyoner” misali devlet siyaset, teşvik ve desteğiyle inşa etmek
Liberalist politikaların ayak kaydırıcı olduğu açıklanmıştır…
Diyalektik
analize başladığımız yerde KAPMAK anlatım ve anlamıyla analize
başlamıştık. Bura da dinde hırsızlığın, halka gitmesi gereken miktarda
yapılan kısıtlama ile, ihtiyaç fazlasının müktesib de kalması olarak
faydalı bir bilgide edindiğimize göre, diyalektik analizi kesebiliriz.
Bir başka gerekçe ise, zenginleşen, diğerlerinden çevik olduğu için
fazla kapmıştır. Eğer o hız yapacağı vasıtalara sahip olmasaydı, kazanım
vasıtaları olmayanlar da elini uzatır, kendi rızıklarını kendileri
devşirirdi. Bunun için de hakları mele de kalmıştır. Yoksulun ve
devletin zekât-vergi alacağı mihnetle alınacak bir şey değildir. Devlet
veya muhtacı mükellef mihnet ve minnet altında koyamaz. Muhtaç da
teşekkür etmek ve devlet ödül vermek zorunda değildir. Çünkü bu
verilmesi zorunlu olan bir borçtur. Mihnet duyacak birisi varsa o da,
timsah misalinde olduğu gibi timsahtır. Çünkü üzerindeki çürütücü ve
kirlendirici pisliği vergi olarak almak suretiyle Allah onu temizlemeyi
dilemiştir.
Eski
kavimler de, yani ilk ehli kitap kabul ettiğimiz Yahudi kavminde de
böyle olmuştur. Zaten üzerinde bulunduğumuz şeriat, tam da Kuran şeriatı
değil, çoğunlukla İsrailiyyat’dan devşirilen şeylerdir. Onun için “Yüzünü Mescid el harama çevir”
denilmiştir. Mescid aksa ubudiyeti bunun kadar kıymetli değildir. Aksa
türü kullukta Kollektivizm terk edilmiş, zenginlerden toplanacak
yüzdelikler, orada (Uzak mescide) toplanıyor ve sonra alan el, veren el
sistemiyle dağıtılıyordu. Bu “Isran kema hameltehü” sistemidir. Isra
suresi iki tür kulluğun inceliklerini Resulullah’a anlatır. Tövbe
suresinin 108. ayetinde ise yöneleceği sosyo ekonomi politik ubudiyetin
Haram üzere secde etmek olduğu bildirilir. Çünkü aksa türünde çevre
bereketlendirilmiş, oradan toplanarak fakir, miskin, muhtaç ve mahrum
bırakılanlara telafi kabilinden aktarma yapılır, Haram üzere ubudiyette
ise, sistemin kendisi bereketlendirilmiş(Teşrik-i mesai) ve iştirak
halinde mülkle yardımlaşarak değerler üretilir. Selam ona İsa sonrası
gelen şeriat budur. Yani muttakiler kollektivizmi belki selam ona İsa
öncesi nafileydi. Ama son iki Peygamber onun pozitif zühd olarak kalıcı
olmasını hem tavsiye ve hem de yaşayarak sünnet yaptılar. Kuran’da bunun
üzerine tebliğ edilmiştir. Haram üzere secde etmek bir kuran emridir.
Buna kısaca Birru takva diyebiliriz.(Bakara–177).Yüzün Mescid el harama
çevrilmesinin sosyo ekonomi politik anlamı da budur.
Görüşünü,
düşünceni bu sosyo ekonomik kurumda topla. Takva ehli bu şeriat(sosyo
ekonomik sistem üzerinde yaşardı, ta eskiden beri) yaşardı. Mescid el
aksa üzerine değil denmektedir. Çünkü “Aksa” kavramı bir bakıma da uzak
secdedir. Yani mülkte iştirak mahallinde değil dışındaki boyun eğmedir.
Onda da serbest rekabet değil, ensar ve isâr şarttır. Ama yozlaşmaya
açık olduğu için her an liberalizme dönüşebilir. Ayrıca hamiler toplumu
bakmayı tekeffül bahanesiyle ganimet peşine düşerler, böylece de Yurtta
ve cihanda olması gereken sulhu(Kavramsal İslam) bozarlar. Yukarda
kavramların diyalektiği bütün bu hakikatleri bize anlattı. Yani “seri ve
sürat yaparak yürümek” itidali ve Kollektif yaşamı terk ederek
yarışarak yaşamak ve ondalıkla işi geçiştirmek. İşte üzerinde
bulunduğumuz yüzdelikçi zekât sistemi Talmud şeriatıdır maalesef. Kuran
şeriatı ile ve İsa ile gelen muttakiler Kollektivizminden önceki halin
uygulamasıdır. Bu tarihten itibaren iki büyük Resul gelmesine rağmen,
aldırmadan ve anlamak istemeden Talmud şeraitine devam edilmektedir. Biz
Müslümanlar çok azımız hariç, yüzümüzü hep Mescid el aksa da tuttuk.
Çünkü Peygamberlere itiraz edenlerin dinini örnek aldık. Onların Kuran
yorumu şeraitimiz oldu. Hak dinin “El hakkı Musaddıkan” anlayışını topluca hiç tatmadık. O karşılıklı dostluğun kültürüdür. O milleti İbrahim gibi olmaktır. Kalbi tüm putlarından arındırmaktır.”Şetta” ;başka başka, ayrı ayrı, çok ve dağınık olmayı yeğlemektir. Onun için secdemiz “Şetun” ;ırak, uzak, baid nitelikli oldu.
Yani
Aksa ile ifade edilen hal üzerine boyun eğdik. Hatta verilmesi gerekeni
ondanda eksilttik. Bu ise, tam itaat değildir. Tam teslimiyet değildir.
Tam teslimiyet yoksa İslam da yoktur. Çünkü Salât kavramının Salâvat
anlamına dikkat etmedik. Onun Nasara kilisesi, onun da yardımlaşma
toplumu, onunda havra-manastır, onunda mülkün ortaklaşalığı olduğu fark
etmedik. Toplumculuktan söz edilmesine bile tahammül edemedik.
Münafıklara uyduk İslam(Tam teslim olmak ve rekabetten barışa geçmek)
sosyalizmine savaş açtık. Kıraatten tilavete, Tilavetten Tertile
geçemediğimiz için de, Şett-revv diye okumak aklımıza gelmedi. Davarı
suya kandırmakta. Dağınık ve tarumar olma yolunu tutuk. Bunun için de,
Kuran yerine “Ravi”lerin rivayetlerini şeriat yaptık. Bu ise kitabı elle
yazanlara uymaktan başka neydi. Kuran’dan hüküm çıkartma yerine, heyet
kararı ile cumhur çoğunluğu ile içtihatlar yapıverdik. Kuran’da açık
hüküm olmasına rağmen böyle yaptık kimi zaman. Veya heyetten de vazgeçip
“İşaret”; bir şeyi gösterme sureti ile işi halletmeyi o kadar ileri
götürdük ki, Şeyhülislamlara işi bırakarak İşareti Aliyye ismini vererek
işleri birer hile-i Şeriyye olan fetvalarla hallettik. Ve bir türlü
Medine yi ve Ensariyeti kuracak hükümleri, erdem kaynağı olan Kuran’dan
çıkartmak istemedik. Çünkü gerçekle yüzleşmekten biz de korktuk. Tıpkı
kıssalarını Kuran’dan dinlediğimiz bir kısım İsrail oğulları gibi.
Mademki, iştira bir şeyi terk edip bir başka şeye yapışmaksa, bunun
tam dayanışmalı Kollektif hayattan vazgeçip yüzdelik vererek yaşamak
diye tanımlamıştık. Yani kötüye doğru değişim. Ve yine müktesep hale
gelmiş veya intikal dolayısı ile müktesep hale gelenlerden yüzde iki
buçuğu, yani kırkta bir ve öşür, yani üretim, ticaret, tarım vesaire
gibi kesb yolları ile gelenden de yüzde on olmak üzere yüzde on iki
buçuk verip, başkalarının derdiyle dertlenmekten kurtulup, manastır
kollektivizmine son verip, bunun yerine bedel verme
yolu tercih etmiş olduk. Yani fidye ile sorumluluktan kurtulma yolunu
tuttuk. Hak olan misakı yapmadık. Yapsak da uymadık. Çünkü monarşiden ve
onu kutsamaktan kurtulamadık ki, ekonomik demokrasiye geçelim. İslam
şura üzeredir. Şura monarkın meleye danışması değil, halka devamlı
danışıldığı “katılımcı demokrasinin” ta kendisidir.
Bunu “Kalil”
kavramının az diye nitelenmesini açıklığa kavuşturmak için bu kavramı
başka bir kıraat e okuduğumuz da ufkumuz açılır. Kilal kavramı, işte bu
Yunanca Eklasia(kiliseden) (toplumculuk) esinlenerek türemiş gibidir.
“El Kılletü “ çokluğun zıttı azlık
kavramıdır. El kulletü ise her şeyin zirvesi üstü, insan topluluğu
kavramlarından sonra sözlük sırası kiliseye (toplumculuk) geçer. Bu
mutlu bir azınlığın eşitlik için de yaşamaktansa, ferdileşip yardımlaşma
olarak bir yüzdelik verelim diye buldukları bir yöntem ayette
anlatılıyor. Kıllet burada “Az şey vermek”
anlamına gelir. Yani toplumculuk(Sosyalizmden) kaçış hilesidir. Şu bir
gerçek ki, nasıl Aşere(on kavramı ) yine ülfetle bağlılık, aşiret ve
yüzdelik verme kavramlarından dolayı kavramlaşmış, sonra bir rakam ismi
olarak kalmışsa, Kıllet de böyle kavramlaşmıştır. Sekiz kavramına hep
böyle sosyo ekonomik çekişmelerin ortasında oluşmuştur.Yani sekiz de bir
vermek adet veya beklide bir dinin zekat kuralından kavramlaşmış
gibidir..İşte yukarı da hesapladık.Kollektif yaşamdan kaytarmak
isteyenler, öşür ve zekat toplamı olarak toplan %12,5 verdikleri için,
buda yüzdelik olarak 1/8 hisseye
tekabül eder.Şimdi yine fıkıhta tartışılan ve anlamının ne olması
gerektiği kesin karara bağlanmamış “Sünme” kavramı da böyle bir sosyo
ekonomik ihtilaftan doğup daha
sonra da, ”Sonra” anlamını almıştır gibi. Oysa Bu kavram ıslah olmanın
1/8 le yerine getirileceği kavramı ile ilgilidir. Dini hayat
Kurumlaşması eskiden bu anlama gelmezken, Kollektif dini yaşam terk
edildikten sonraki bedelle (fidye) ile yakayı kurtarmayı, yani bozulmayı ifade için kavramlaşmıştır. Bunun kanıtını da “Sümme
te-sümam” kavramında delilini kolayca buluruz. Bunun manası “Bir tutam
ot” anlamına gelir. Hani biz deriz ya, ağzına bir parmak bal sürdü.
Önüne bir kemik attı diye. İşte Arapça dada bu “Kalil” uygulamaya
başlandığın da, bu bir tutam ot vermek, bir avuç azınlığın “malı
götürmesi” uygulamalarını izah içindir. Bir başka kanıtta
Görüldüğü
gibi artanın hepsinin infak edilmesi, eğer ilkellikten medeni ve sosyal
hukuk devletine geçilmişse, vergi şeklinde toplanacaktır. Bütün
vatandaşların insan gibi yaşayacağı işine ve aşına kavuşturulması
görevini ihmal ve ihlal eden ferdiyetçilerin dalaleti sonucu kırkta bir
gibi gülünç bir hal alan dinin infak kuralı(Muhtaç ve devlet
masraflarını karşılama) ferdiyetçi münafıkların bir oyunuyla oran
konularak ziyan edildi. Onun oranı aklını kullanan ve suiniyetli olmayan
herkese, Nahl–71 ve Bakara–219 ile verilmiştir. Çünkü zekâtın amacı
infaktır. İnfak ise: Masraf etmek ve masrafını karşılamaktır. Kimin masrafını kim karşılayacaktır?
1-Devletin kamu hizmetinin masraflarını kazananlar karşılayacaktır.
2-Fakir, miskin, yetim, öksüz, yolda kalmış, mağdur ve mahrumların… Masraflarını yine kazananlar karşılayacaktır.
Buna
her kazanan mecbur mudur? Hayır, kazandığı halde muhtaçlıktan
kurtulamamış olanlar hariçtir. Peki, ihtiyacını karşılayacak kadar
gelirin üzerinde kazananlar, kendilerini muhtaç duruma düşürecek kadar
mı verdi(Zekât) verecektir. Hayır, ihtiyacı karşıladıktan sonra artan
her kuruşu vereceklerdir ki, kamu da, fakirde ihtiyacını karşılar hale
gelsin. İşte bir dinin içi boşaltılıp batıllaştırılmadan önceki infak(
Aharın masrafını karşılama) koşul ve miktarı buydu. İşine gelirse böyle.
Allah için iş yapmadıktan sonra senin putperestten farkın ne? Öyle ise
niçin kazanayım zengin olamadıktan sonra diyorsan. İyi ya kurallar böyle
konulmuş ki vaadinde durmayan ikiyüzlüler çekilsin de kar getiren
işleri Allah ve insanlık sevgisi taşıyan Birru takva ehli mülkte iştirak
içinde “Teşrik-i mesaiyle(El birliğiyle) yapsınlar. Muttakiler
kollektivizmini(Mescid el Haram da harim üzere yaşamayı) emreden
rablerine şükretsinler.
Hürmetlerimle. Galip Yetkin.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
bir de herkes maddi yönden eşit olmayı kafasına takmış...
paralarımız eşit olsun yeter...
herkesin cebindeki para eşitlendimiydi allah daha başka ne istesin...
allahın tüm derdi bu zaten...
senin cebine benimkiyle eşit miktarda para girsin diye ne peygamberler kitaplar gönderiyor...
çok çalışıp çok kazananlar nefislerini yenip diğerleriyle paylaşmadıkça cehennemde yansınlar...
allah cehennemi daha niye yaratsın ki...
senin cebine başkasından az para girmesine neden olan herkes yansın...
allah melekler ve peygamberler hep senin cebinin derdine düşmüşler...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
"...Hayır, ihtiyacı karşıladıktan sonra artan her kuruşu vereceklerdir ki, kamu da, fakirde ihtiyacını karşılar hale gelsin. İşte bir dinin içi boşaltılıp batıllaştırılmadan önceki infak( Aharın masrafını karşılama) koşul ve miktarı buydu....."
ortak mülkiyetten de bir yerde bahdsedmiş.
bak arkadaş ısrarla soruyorum:ihtiyacından fazla olan her kuruşu dahıtıyormusun?bu yazıyı yazan avukat beyde acaba dahıtıyor mu?
birde yazının sahibi fazla nasara etkisinde kalmış.eski zaman nasara derviş-keşiş anlayışına iyice bulaşmış.fazla nasarvari konuşuyor.bu benim düşüncem.
ihtiyacın sınırı nedir?birisi çıksa dese benim şöyle bir yata ihtiyacım var ne diyeceksin?hayır bu ihtiyac değilmi diyeceksin?ihtiyaç listesi nedir,nelerden oluşur?ben buğday dikecem bin dönüm araziye ihtiyacım var dese ne olacak?ihtiyaçların sınırını kim çizecek?
türkiyede kişi başı milli gelir 10 bin dolar civarı.4 kişilik bir ailede eve yılda 40bin dolar girmesi gerekir.giriyormu?hayır.birileri pastadan fazla alıyor.ama işte o birileri pastadan fazla aldığı için kişi başı gelir 10 bin dolara çıkıyor.herkese 10bin dolar eşitliğini sağlasan;sen zannediyormusun bir sonraki sene bu rakam 10bin olacak?5bin bile olmaz.2bin bile olmaz.adam neden çalışsın.neden fabrika kursun?neden okadar işçinin sıkıntısını çeksin?neden devletle,maliyeyle köşe kapmaca oynasın.açık,gedik kovalamanın peşine düşsün.adam salak mı?sen bir kişinin bile sorumluluğunu üzerine almazken,adam yüzlerce,binlerce insanın sorumluluğunu üzerine alsın,neden?sen gel adamın ihtiyacının üzerindeki her kuruşa kon.yapma.nasıl bir anlayış.nasıl bir yorum.buram buram manastır kokan bir yorum.
adam tarla sürsün,ekin eksin sıcakda güneşde adeta bayılsın.sonra sen gel ihtiyacının üzerindeki her gram mahsule kon.sen ne yaptın,horladın.
bende kapitalizim düşmanıyım.liberalizim düşmanıyım.ama bukadarda olmaz.düşmanlığın vereceği sarhoşluğu kabul etmem.
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
takva81 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 13 ocak 2010 Yer: Turkiye Gönderilenler: 288
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selamlar.
yanlış anlama yazacağımı.sen ptt de telgrafcımısın.? çok fazla nokta kullanıyorsun.neyi anlatmak istediğini anlamak biraz zorlaşıyor.
eşitlikden kastın:" biz diyoruzki. her fert. eşit haklara eşit yaşam koşullarına hasip olsun. dünyanın nimetlerini alırken bazı engellerden kurtulsun. evine barkına getireceği şeylerin kazanımı onu elde. etmesi. onun ile geçiminde. bazılarına mahkum kalmasın. allahın yerdeki nimetlerini. aracı ile değilde. direk alsın......"
eşit hak? eşit yaşam koşulu? hangi engeller? mahkum kalmamak? aracı ile almak? direkt almak?
ben yazarınız ptt memuru çok ça nokta kullanıyorum. adam bir bağane arayacak. bulamadı da gözünün üstünde kaş var dedi.
yazıyorum hele benim için yazmak çok zor klavye kullanamıyorum. bir yazıya bir saatimi harcıyorum. ne yapayım inş öğrenirim de milletin gönlündeki ptt memurluğu fikrini çürütürüm.
gelelim meseleye. allahın dağıtmasında. bir eşitsizlik gören varmı diyorum. o yağmuru yağdırırken sınır hudud tanıyormu. hayır. ama onun halefi insan verdiği nimetleri paylaşırken . insana yapmadığı eziyet yok. allah zengin imal etti demekten dağa büyük bir iftira olabilirmi.
nahl 71 : de allah rısk bakımından kimini kiminizden üstün kıldım. hemen aklına mülk hırsçılarının ağa gördünmü. allah zengin imalatını ezelde taktir etmiş. elden bir şey. gelmez. o üstün kılınanlar. ellerinin altındakilere verselerdi de. eşit olsalardı ya. evet ya allah zenginin elinin altındakilere vermesini istiyor. o zaman zenginde almak için ona çalışılmalı. nede olsa o zengini allah imal etti.
hayır olamaz. allah asla zengin imal etmez. ma melektüm. mü elinnin altındaki işçi sınıfı diye çevirenler. köle diye çevirenlerden allah elbet hesabını soracak. rısk kı. para dolar. yer yurt ganimet diye sadeleştirip. güç simgesi yapanlardan allah elbet hesabını sorcak.
burada elli bin kere açıklasam anlamıyorlar. ayet nahl süresinde geçiyor. nahl bal yapan arı demek.
o bal yapan arıyı tarif adiyor. bu araplar bal arsının ne yaptığnı bilmiyormu. elbet biliyor. peki kurana neden yazıldı. bir arının günlük işçiliği
allah : biz bal arısına vahy ettik. git dağlardan ağaçlardan ve insanların sana yaptığı evlerden (kovanlardan). kendine mesken tut.Sonra meyvaların hepsinden ye de rabbının müyesser kıldığı yollara koy, içlerinden renkleri muhtelif bir içecek peydâ olur ki onda insanlara bir şifa vardır, her halde bunda tefekkür edecek bir kavm için elbet bir âyet var.
nerde tefekkür edecek akıl.
__________________ ben yanlız kendimi kurana adadım.
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Anlaşılıyor ki konu biraz daha derinleştirilmeli.Bu yönde iki başlık daha açmalıyım:1-Haram üzere secde 2-Helal üzere secde *******************************
1-Haram üzere secde.
HARAM
ÜZERE SECDE ETMENİN NİTELİĞİ: Mükellefiyetler aynıdır, yalnız
işleyişler ayrıdır. Birru takva üzere vahyedilen hak şeraitini terk
edenler yüzdelik zekâta geçmelerindeki hileyi, bakınız seslerin
matematiği nasıl ele veriyor. Bu Allah’ın bir lütfudur, vahilerin özünü
koruyan bir mizandır. Bu önemli delile girmeden önce, infak, nifak,
nafaka ve münafık kavramlarının Osmanlıca sözlükten anlamlarını
hatırlatarak incelemeye başlayalım. Sonra da Hakdin Birru Takvaya ne
kadar önem vermiştir. Daha Bakara suresini ilk başında “bu kitap
muttakiler içindir” denmiştir(Bakara–2). Birr ise, yine Kuran’ın önemli
ilkesindedir. Bu konuda Kuran’ın bütün surelerindeki Birr ve ebrarı
anlatacak değiliz. Bu konuda en ağırlıklı ayet olan Maide–2 ayetidir.
Burada “Birr”de yarışmak emredilmiş, maddi kazanımlar için yapılacak
yarışma yasaklanmıştır. Hakdinler görev ve sorumluluk üstlenmek üzere
yapılan ahid ve toplumca birbirini kollamak ve dayanışmak ve rekabet etmemek üzere misak
yapılması şartlarına bağlanmıştır. Bunun bütününe Yemin denildiğini
yine ortaya koymuştuk. Misaka sadık kalıp, toplumsal dayanışmaya en
mükemmel işlerlik kazandırmaya sıla-ı rahim, kendi çıkarını öne çıkartıp
tevazuu terk ederek sivrilme bencilliği ise sıla-ı rahimi kesmektir. Hakdinde
en makbul Birru takva mülkte iştirak halinde malik olup siyasette
iştirakı, şerefte iştiraki ve ekonomide iştiraki gerektirir. Bunun adı
Haram üzere secde etmek, secde etmek ise boyun eğmektir.
Bu alanların kişi veya bir veya birkaç sınıfların tekeline vermek şerde
yarışmadır. Rekabeti serbest etmek ise, toplumu ifsad olup fitne
oluşturur. Bunun için de misak yapmış olan bu toplumun, vecibelerini
yerine getirmede en kolay ve en pratik yol mülk de iştiraktir. Buna
Haram üzere secde etmek denilir. Mescid El haramın anlamı Birru Takva
üzere yaşamaktır. Yine buna “Kâbe’yi kıble edinmek” olarak
belirlenmiştir. Ortak olmak anlamına gelen “Harim” de bu haram
kavramından türetilmiştir. Mescid El Haram ile mülk de iştirak böylece
ayrılmaz bir bütündür. Sözleri Hakk el Yakin olan Allah bununla ilgili
ayetlerde, Kâbe’yi kıble yapışının anlamlarından birisin Rabbim “Allah
deyip, sonra da dosdoğru olun” sözünden çıkmayıp, istikamet üzeri
olanlarla, cahiliye sosyo ekonomi politiğine geri dönenlerin açıkça
ortaya çıkası için İslam mümininin samimiyet testi olarak koymuştur.
Yani Gerçek müslüman “aksa üzere değil, haram üzere ubudiyette boyun
eğecektir.” Daha önce anlatmıştık. Mescid El Haram da değer üretimi iç
dinamiklerin emek ve alın teridir. Aksa üzere ubudiyette ise, helal
usulü geçerlidir. Beyt Lehem
Beyt El Mal’dır. Halk bulunduğu neresi ise orada üretim yapar. Ürettiği
değerlerinden ancak iyalinin geçimliğini alıkor, gerisini olduğu gibi
Beyt El Mal’e teslim eder. Ora da adaletle tevzi etmek için Levililer
vardır. Bunlar da, gerek yönetim masraflar, gerek savunma masraflar ve
gerekse özel bir fonda birikenleri de nafakası olmayan veya yetmeyenlere
bunu dağıtırlar. Bu sistem özel girişim niteliği olsa da, buna
liberalizm ve kar sermayeye eklenmediği infak-vergi için çıkarıldığı
için kapitalist üretimde değildir. Aksa
üzere dinin mali sorumluluğunu yerine getiren girişimcilik,
liberalizmle kapitalizme dönüştürülerek kısa süre sonra,
verginin(zekatın) azaltılması ve sermayeye eklenerek üretime devam
şeklini aldı ve vahşi kapitalizme dönüştü. Bunun için ve daha başka
sebeplerden dolayı ve insanların yerleşik düzene geçip, üretim biçin ve
ilişkileri değiştiği Kuran iniş tarihinden sonra ki dönemler de, Mescid
el haram üzere ubudiyeti Birru takva dininin temeline koydu. İster bunu
mülkte iştirak içinde, ister helal(Komşuluk) statüsü içinde yerine
getirmek üzere misak yapın, kalan şey, toplumun geçimliğini sağlayamayan
kesimini bütün ihtiyaçlarını karşılama görevini ihtiyaç
miktarının(Geçimlik) üzerinde kazananların sağlama farzı aynı
kalacaktır. İşte hileli zekât sistemi bunun terki demektir. Kazanan
insan, kendisini hangi miktarda geçindiriyorsa, geçindiremeyenleri aynı
miktar harcayarak geçindirmek zorundadır. İşte bu Kahire’yi(Firavunun
başkentini değil), Kâbe’yi kıble edinmektir(Nahl–71 ve Bakara–219/2).
Hak dinin hakikatını anlattığınız da şimdi dindarlık taslayanların kahır
ekseriyeti buna itiraz eder ve kazan kaldırırlar. Şunu
da derler. Kazandığımdan bana sadece geçimliğim kalacak ve üzerini
infak edeceksem niçin çalışıp da “o tembelleri” bakayım der. Oysa
tembellik değildir asıl sebep, üretin sahaları ve üretim araçları yoktur
onların. Ya da, zihinsel ve bedensel engellidirler. Öyle ise mülkte
iştiraka razı ol, kim sana ihtiyacından fazla gelir getiren iş yap
diyor. Onu infak etmek ve hayırda yarışmak istemiyorsan Kâbe’yi kıble
edinmemiş olursun. Bu bir tarafa, “Yüsra-Yesir”(ekonomik
solda olmak (haram üzere kulluğu iştirak halinde mülkiyette yerine
getirmek) niçin kolaylık denilmiştir. Maden ki, muhtaç ve mağdurların
hakkı sana geçtiği için infak ve bunu karşılayacak çokluk da
zekât(Vergi) vermek sana zor geliyor. Onun kolayı kamuya çalışarak
içinden geçimliğini al, onu devletin ve yoksul-yoksunun ihtiyaçlarına
ulaştıracak sosyal hukuk devletini kur. Zekâtını muhtaca dağıtılmak
üzere peşinen kamuya verdiğim fazla emeğin, sadece geçimliği kadarını
almakla fazlayı kamuya bırakmış olursun, ayrıca zekât vermen gerekmez,
çünkü bunu, bedeli devlet tarafından tam ödenmeyen artık değerinle
vermiş oldun. İşte ister ismine zekat, ister infak deyiniz. İster,
kendinize çalışarak ihtiyaç fazlasını derhal elden çıkartınız. İster
işin en kolayı olan, kamuya maişet karşılığı çalışıp, hak ettiğinizin
çoğunu kamuya bırakarak fazlayı peşinen elden çıkartınız. Her halükarda,
mademki sana helal olan geçimlik miktarıdır. Akıllı insan, Liberalizmi
değil muttakiler kollektivizmini tercih eder. Hem de başkaları tembellik
yapıyor ben niye ona bakacağım dememiş olursun. Allah emri de en hassas
şekilde yerine getirilmiş olur. Çünkü
Buna sabredip devam etmek akletmeyenlere ağır gelir. Çünkü onlar
kibirli ve cimridirler. Aşağıdaki ayetlerde, anti liberalist hayatın
Birru takva ehli misaka sadık olanlardan başkasına ağır geleceğini onun
için Kavramsal islamın kıblesini kıble edinmeyeceklerini ne de güzel
anlatır. Tabi ki kavramlar üzerinde uzmanlaşmış ve ruhuna erdem yerleşip
kibir ve cimriliği içinden atmış Rabbiyle karşılaşıp, büyük günahlardan
olan Yemin-i bânus ve sıla-ı rahimi kesmekten dolayı zorlu bir hesaba
çekileceğini “yakîn” yoluyla bilenler için. Yine kavramsal salât ve
salâvatı bilenler, zekâtın tüm fazlalığın emvalden çıkartılması olduğu
idrak ve bilhassa kabul ederek içine sindirenler için. Yine Salâtın
içersinde Ruku zaten var olduğu halde niçin ve hangi anlamda Rükûdan
ayrıca bahsedildiğini merak edenler için Ruku kavramının kavramsal
anlamı ve kurumsal minhacını merak edenler için. Yine Salâtın içinde
secde(Boyun eğme) zaten var olduğu için mi, ruku gibi ayrıca
zikredilmediğini, rukunun ayrıca zikredilmesinin namaz dışındaki kavram
rukudan mı ileri gelip gelmediğini açıklığa kavuşturacak kadar ilim
merakının niçin olmadığını düşünmek gerekir. Veya bunu bildikleri halde
bencillikleriyle üzerinin kapatılıp kapatılmadığını araştırmak gerekmez
mi? “Ey İsrail oğulları size in'am ettiğim nimetimi hatırlayın ve ahdime vefa edin ki ahdinize vefa edeyim ve benden korkun artık benden(Bakara–40) Allah
ahde vefa edenler söz vermiştir, gerek ahdi(Tek bir Allah’a ihtira,
yalnız ondan isteme ve yalnız ona dua) ve insanlara adalet ve rahmet
üzere davranma) sözüne sadık kalmaktır. Dikkat ediniz, zekat ve infak ta
sadık kalmakla ilgili “sadakat” mastarından “Sadaka” türetilmiştir.
İnfak, zekat ve tüm bağışları içine alan mücmel bir kavramdır. Hem Allah
ahdinin içinde bulunan ve hem de ayrıca yurttaşlarla yapıldığı dinen
farzedilen veya anayasal teminat altına alınması gereken ahid kısmına
misak denilmiştir. Bu ise sosyal hukuk devletini kurmak ve bundan ödün
vermemektir. Muttakiler kollektivizminden(Haram üzere yaşayarak gerçek
hacı ismini alan hakka şahitlik yapan ve bütün bu amaçları
gerçekleştirmek için “harim üzere olmak” yani mülkte ortak olmak) dönen,
helal(Komşuluk üzere yaşamak) statüsünü liberalist olmakla karıştırıp
her şeyi berbat ederler. Liberalizmi sistem edinen, böylece artanın
hepsinin infak edilmesini misaka dahil eden dini ihlal ederek, onu
sermayeye ekleyerek kapitalist üretimi benimseyenler bu ayetleri inkar
ve hak dine isyan etmişlerdir. Devletçiliğe(Farz
kavramının etimolojik anlamı olan kamuya maişet karşılığı çalışıp, ayrı
gedik edinmemek.(farz ve vacip kavramını Arapça büyük sözlükten
incele)) dahi tahammül edemeyip, fi sebilullah’ın en hafifini eline
fırsat geçince de ıslahçı gibi görünüp yerlebir edenlerin münafık
olduklarını kanıtlarla isbat etmiştir. Bunlar aşağıdaki ayetlere ve
namazın “dosdoğru kılınmasına” itiraz edenlerdir. Bunun için kibirli ve
cimri münafıklardır. “Ve beraberinizdekini musaddık olarak indirdiğim Kur'ana iman edin, ona inanmayanların birincisi olmayın, benim ayetlerimi bir kaç paraya değişmeyin ve benden sakının artık benden.(Bakara–41) Münafığın
para, mal-mülk ve mevki dükçünü kibirli cimriler olduğunu ifade eden
bir ayet olup, İsrailoğullarının emir ve hüküm sahiplerinin, başkalarına
emredip, kendilerinin ihtiraslarından dolayı uymadıklarını anlatan
çokça ayetten birisi buradadır. Kuran yabancı bir kitap mı, bu erdem
ilkelerini biz size de emrettik, ancak siz, para pul aşkına aksi bir
sistemi minhaç ettiniz. Şimdi Müslümanların durumuna bir bakalım. Vâsıt
ümmet görevi kendilerine ayetle yüklendiği halde, siyasette mi, adalete
ulaştılar, ekonomik sistemde mi adalete ulaştılar ki, başkalarına hakkı,
adaleti rahmeti emretmeye hakları ve yüzleri olsun. Çünkü mümin için
birisi güzel diğeri daha az güzel iki yol vardır. Mülkte iştirak halinde
bulunup, emekle çalışıp ihtiyacı kadarını(Maişet) alıp artanını kamuya
terk etmesi zekât ve infakın en iyi verilme şeklidir. Bunun için İslamın
içinden kamuculuğu çekip aldığınızda şeklî bir din kalır ortada. İkinci
yol ise, Komşuluk statüsüdür ki, burada karma ekonomiye şartlı izin
vardır. Kredi almayacak, çünkü Kredi faizi teşvik eder. İkincisi, ana
sermayeyi arttırmayacak, yaşantısına lüks katarak çarçurda etmeyecek.
Ailesinin geçimliğinden artana oran tutmadan olduğu gibi kendisine hayat
veren kamuya iade edecektir. Yani çok yüksek bir vergi verecektir. Yani
kollektivist sistemde eline ne geçiyorsa(Sadece geçimlik) bu sistemde
de o geçecek. Sadece prosedür tersinedir. Orada üretimi kamu yapıp artık
değerlere yine kamu menfaati için el koyarak, emekçiye geçimliğini
verecek. Komşuluk statüsünde ise, girişimci iççinde geçimliğini alıp,
artık değerleri kamuya iade edecek. Komşuluk statüsüne(Helal) geçmek bu
ilkede bir değişiklik yaratmamalı. Yarattığında, başkalarının “Buzağıya
tapmak”, bizim ise “Buzağı ittihaz etmek” diye doğru isimlendirdiğimiz,
aculiyet(ICL) geçmektir ki, liberalist-kapitalizmi getirerek dinin
şeraitini uzaklaştırmaktır. Bunu
bir isminin de Lirik laiklik olduğunu, lüzumlu ve luzumu kadarının
devletçilikle ıslah edilmesi gerektiğini açıkladık. Özel teşebbüsün
devletçilik ve şeriata uygun olarak, geçimliği haricinde kalan tüm
kazancın vergi olarak alınması onu ruku ettirmektir. Yani insanlar için
üretim yaparak, insanları severek sırtlaması için başını yere kadar
eğerek, sırtına binilmesini kolaylaştırmaktır. Bu sisteme biz “Azgın
develeri gütmek” diyebiliriz. Birazdan “Ruku” kavramını diyalektik
incelerken idrak edeceğiz. Ama azgın develer(meleler) tarih boyu hiçbir
zaman güdülememiş, çünkü ne melelerden ve ne de onların doğal müttefiki
olan ve yine mele sınıfından yöneticilerin bunları gütmek istemesi
mümkün değildir. Bunun için de “Allah’ın çayırlığı” mübah sahasının
kenarında dolaşan azgın develer sonunda Liberalist kapitalist alana
geçmişlerdir. Yani ruku ettirilmeleri mümkün olmamıştır. Çünkü âlimler
kendilerini ve çağı aşıp, aristokrasiye, feodalizme, liberalizme geçit
vermeyen yorumlar ortaya koyarak, helal(komşuluk) statüsüne geçmenin
“serbest yer ve serbest ve sorumsuz rekabet ve düşmanlığa geçmek”
olmadığını kesin bir dille ortaya koymaları gerekmez miydi? Ama, bunun
aksini yaptıklarını ve yapacakların Hakka’l Yakin Allah ilmi bakınız
bize nasıl haber vermektedir. “Hakkı batılla bulamayıp da bile bile hakkı gizlemeyin.(Bakara–42) “Hem namazı dürüst kılın ve zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.(Bakara–43) Şimdi
yine inkar edilmeyecek kadar çok önemli bir Allah Lütfu olan ve insanın
düşüncelerini anlatmak için muhtaç olduğu ve Rahman-2,3) ayetlerinde
açıklanan sözlüklerin seslerin matematiğine göre oluşmuş sıraları ve
kavramların diyalektik incelenmesine müsait hale getiriliş bulunmaz
nimetine baş vurarak ilerleyelim ki, Allah, namazın dosdoğru kılınmasın
zikrettiği ve zekatı zikrettiği halde ayrıca ruku edenlerle birlikte
ruku edin demiştir? Bunu ancak, kavram ve anlamların ve vahilerin içten
bozucusu münafıklara karşı hıfzedişte önemli işlevler yüklenen
diyalektik yöntemle aşar, hakkı gizlemekle de kalmayıp, batılla değişen
Münafıkların yalanlarından ve çarpıtmalarından hakdini ve Hak vahiyi
koruyup kurtarabiliriz. İşte bizde Allah’ın kavramlara açıklık
getirmemiz ve dinimizi ve kendimizi sofistlerden(safsatacılardan)
korumamız için bize ihsan ettiği mantık, matematik ve kavramların
diyalektiği ilminden mutlaka yararlanmamız gerekir. Öyle ise kavam
analizini biraz geniş tutalım dini bir terim olan “rükün” anlamına da
gelen “errakahu” kavramından başlayalım. Görelim ki hak dinin, onun şeraitinin ve onun minhacının rüknü nedir. Errükhu-Erkah, rüküh: Dağın rüknü. Yanı. Saha, avlu. Temel. MANASTIR. Hak
dinin sosyo ekonomi politiği, ister havrada, ister helal statüsünde
olsun temeli, İslamın kıblesi olan Mescid el Haram rüknü veya “menasiki”
içinde ifa edilir. Yani müktesibe helal olan ihtiyacı kadarıdır. Buna
itidal ve kavam üzere olmak. Bu nisbetin aşılmasının kavramsal anlamı
ifsad, filine de fasık denilir. Hak dinde temel ve temel anlayış
Manastır veya havra kollektivizminin dünyanın neresinde yerleşilirse
yerleşilsin uygulanmasıdır. Yani “nerede olursanız olun
yüzünüzü(yönelişinizi, sosyo ekonomik hayatınızı) haram ve harim(Mülkte
iştirak) üzere olsun” emridir. Şunu da hatırlatalım ki, rukuda diz
ekleminin tutulmasıyla verilen simgesel mesaj bilinsin. El rükbetü-Rükbe: Diz. Hayvanlarda, kol ile baldırın kavuştuğu yer. Bu
mesajın bir anlamı “Icl” ittihaz etmemek. Yani bireysel hız yapmamak.
Dünyevileşmemektir. Teenni sahibi olmak, safı bozmamak, aynı hedefe
yanyana kolkola, biriyle rekabet ve yarışa girmeden varmaktır Rüküden eşşeyi: Bir şey sakin olmak. Dinmek. —El Mizanü: İSTEVA: Bir şey sakin olmak. Dinmek. —Ettihuhü: Kuvveti devleti gitmek. Maddi
rekabetin yasaklandığı, varsıla ve çok kazanana halkı infak etmeyi
kaytarmadan yerine getirilmesinin yasalarla pekiştirildiği sistemin
ekonomik açılımını aşağıdaki kavam şöyle açıklar. Errakudu: Sütü devamlı olan. Sütü kesilmeyen deve. Dopdolu kap. El Miraküdü: Sakin ve dinlenme yeri. Bu
kavramları açarsak, manastırı bedenen terk eden ama onun müsavat
kurallarını komşuluk statüsü(helal yaşam biçimi) içinde uygulayan Salih
kavmini hatırlayalım. Her an liberalizme dönüşecek bu sistem de, Selam
ona Salih onları inzar etmekle görevli. Allah mucizesi bir deve ile hak
dinin olması gereken pratiğini ifa edecektir. Yani nimete yakın olanlar,
olmayanları infak etmek ve ihtiyacının dışındakiyle toplumun
sorumluluğunu tam olarak üzerine almayı örnekler. Deve sadece bir günlük
rızıklanma karşılığında bütün toplumun infakını üstlenmiştir. Meleler
ise her gün rızık kaynaklarının başını devler gibi kesmelerine rağmen,
az bir şey vererek gerisini servet, sermaye yaparak ve israf ederek lüks
ihtiyaçlarına harcamayı meşrulaştıran bire dini anlayışı yürürlüğe
koymuşlardır. İşte
asrımız dada Salihin devesini keserek Allah yolu üzerinde duranlar, az
bir şey vermeyi zekât ve infak olarak yorumlayan ikiyüzlülerdir.
Halbuki, gerek en güzel ihsan uygulaması olan mülkte iştirak, ikinci
derecede iyi olan Deve ile misallendirimiş olan, amacı toplumunu infak
etmek için özel girişime girişen muttaki insanın ancak geçimliğini
içinden alarak, gözü de verdiğinde kalmayarak, bütün toplumun gücü
oranında infakını sağlamaya azmetmektir. Kalantorlaşmak, muhtaca ise çok
az şey vererek hile yapmak hakdinde yeri olmayan ve firavunun amel,
olan liberalist ve kapitalizmi hak dine hileyle sokmaktır. Bu ise hak
dine iftiradır.(Taha–61).Bunu idrak etmek Hikmet ve rüşt sahibi
olmaktır. Rikaz:( Z harfiyle): Hikmet. Rüşt. Errakizü: Sessiz. Soğukkanlı. Temkinli. Vakur. Ağırbaşlı. Bu
kavramların dad harfiyle yazılışı ise riziko alan, koşan sıçrayan deli,
cahil dana gibi, olduğu, tekerlek gibi son surat yuvarlanıp hız yaptığı
için “ICL” ittihaz edenlerdir. Dünyevidirler. Sonraki
kavramlar, bu hak yoldan dönüldüğünü, cehaletin yarış ve galebe
kültürünü ve rekabet ve galebeyle rızıklara ulaşmaya nisbet edilerek,
“İZDİHAM” olarak niteler. Bundan kurtulamadığını ifade eder. Burada
boşuna serkeş develeri bağlama masalı anlatıldığını anlarız. Boşunadır.
Çünkü özelleştirmeye girilip develer para gücüyle ekonomiyi teslim
aldıklarında vergilerinin azaltılmasını dayatırlar. İnfak ve hak manada
zekat vermek(İhtiyaç fazlasının vergi olarak hazineye yatırmak),
ekonomik tehditlerle yoksuldan yoksuna vermeyi meşrulaştıran ve işi
tersine çeviren sistemler zorlar ve bunu da başarırlar. İşte kınana
dünyevilik(Bir anlamda kavramsal laiklik), yani liberalizm ve onun doğal
sonucu olan kapitalizm, bunun doğal sonucu da az bir vergi(Diyet
ödeyerek) toplumun tümünü kendi sosyo ekonomik sevilerine eşitleyecek
oranda infak eden “Allah devesi” gibi yapmayı inkâr eden şakiler gibi
yaparlar. Önce hak şeraiti boğazlar, sonrada Birru takva ehlinin hayat
bulamayacağı acımasız sistemlerle onu kurban ederek, serbest yer ve
serbest rekabet sistemlerine dinden onay alır, Allah’a iftira ettikleri
halde pişkinlik yapan yalancı münafıklara meydan kalmıştır. Tıpkı dinle
sınıflı toplum ve mülk devleti bağdaştıran firavunizm gibi. Erkas: İnsan topluluğu. Harabe. Pis. Pislik. Murdar. Bu tahir ve Tayyib olmanın zıttı olan sistem, muavenetten firar edilen rekabet ve galebe sistemidir. Rekaza-Murakazaten hü: At koşuşmak. At koşuşmada yarışmak. Daha önce Mizz-Marr kavramını incelerken, Marr hayra, Maratonun şerre gittiğini görmüştük. Merakız: Koşuyeri… Rekazat: Günaha teşvik etmek. Errakizü: Seğirten at. Şimdi
bir saptama yapalım, ortalıkta öyle çok münafık vardır ki, şeriatı
savunmak anti liberalist olmayı, batı anlamındaki devletçilikle denetim
altına alınmamış laiklik, mülkte iştirakın karşıtı olup dinden çıkman ve
pis ve murdar olmakken, halkın kavram bilgisinin sıfır olmasından
istifade ederek, hakkı batıl, batılı hak göstermekten geri
durmamaktadırlar. Oysa hak manada şeraiti savunmak mülkte iştirakı veya
sosyalizmi veya kollektivizmi savunmaktır. Bunun için sureti haktan
görünen bu güruhun Allah izniyle sonları gelecektir. Çünkü Allah
insanlara rüştünü ve hidayetle hikmetli olmayı nasip edecek ve hak dinin
olması gereken şeraitini adalet ve merhametten başka bir şey olmadığını
idrak ederek reşit olacaklardır. Bu
sistemden dönmek ve dönmeyenleri döndürmek ise, zenginlerin itidal ve
kavama çekilmesidir. Yani koşmamak için diz kapaklarını bloke etmeye
“ruku” ettirmek denildiği için namaz salat teriminin dışında, kavramının
içinde ayette vurgulanmıştır. Rekaa-Rekan, Rükuan el musalli: namaz kılmak. Rükû etmek. İhtiyarlıktan beli bükülmek. Yahut yüz üzere kapanmak. —Fülanü: Bir kimsenin hali vakti yerindeyken fakirleşmek. Elbette
ki namaz emrinden önce kavramlaşmış bu kavrama Salâvat Kurumu içinde
anlam verirsek, bu koşuncu kuşların ve uzun bacaklı flamingoların
koşmasını engelleyip, ağırbaşlı yapmaktır. Erkan hü: Birini boyun eğdirmek. Başını eğdirip boyun eğdirmek. Errukuu fissalat: Namazda zammı sure okunduktan sora elleri diz kapakları üzerine koyarak eğilme. Verilen mesajın özü ise vüsatten kaçıp, yeteri kadar dirlik üzere bireylerin zayıf Beyt el malın güçlü olmasıdır. Rekaketen eşşeyi: Bir şey az olmak. Diyalektik inceleme çok hoş bir ilerlemedir. Maksad hâsıl olduğu için burada bırakıyoruz. “Nasa iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki kitap okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz.(Bakara–44) İşte
gerek haram üzere secde edenler, gerekse helal(Komşuluk) içinde aynı
mükellefiyetleri yerine getirenler hakka, adalet, hak olan şeraite
uyanlardır. Bunlar münafık olmayan Birru takva ehlidir. “Bir de sabır ile salât ile yardım isteyin, gerçi bu AĞIR GELİR fakat saygılı kimselere değil.(Bakara–45) “Onlar ki kendilerini hakikaten rablerine kavuşuyor ve hakikaten ona rücu ediyor sayarlar, böyle bir huşu ile kılarlar.(Bakara–46) Bu
ise ancak mülkte iştirak içinde yaşayarak yerine getirilir. Çünkü bir
insan ne kadar iyi niyetli olsa da, misak yaptığı milyonlarca yurttaşını
kendi nafakası seviyesine yükseltmek için ülkenin her tarafına
ulaşamaz. İnsanların mantıksız laf edeceğini ve kibirden tevazua dönecek
muttakinin çok az olduğunu bildiği için, bakınız bu konuda ne diyor. “İnsanların beyinsizleri,
"Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?" diyecekler; de ki: "Doğu
ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir".(Bakara–142) Bilindiği
kadarıyla Medine müslümanlarına Namaz emri geldiğinde, dua ve ihtiram
anlamındaki Salât(Namaz) da bir istikamete yönelerek icra edilmesinde
önce Kudüs istikametine doğru kıyam edip(Ayakta durup) O istikamete
secde edilirken, sonradan Aksa üzere secdeden Haram üzere secde emri
verilince Mescid el harama dönüldüğüdür. Daha öncede söyledik
Salâvat(Havra toplumu) mastarından oluşturulmuş bu kavramın iki
anlamından birisi ihtiram salâtı olan bildiğimiz namaz, diğeri ise bilip
de ihmal ettiğimiz kamucu sosyo ekonomi politik. Yani başkasının
iyiliğini istemek. İstemekle kalmayıp, kendimiz için istediğimiz kadar
istemek. Bunu yürürlüğe koymanın yine iki yolundan birisi, kazancımızı
servet ve sermaye yapmayıp, ihtiyacımızdan artan miktarı zekât veya
infak olarak misaka dâhil diğer yurttaşlara aktarmak. Bunu yerine
getirmek için de artanı servet ve sermaye yapmamak. Buna helal
statüsü(İhramsızlık) denilir. Birr’de(İyilik yapmada) yarış gibi
İsa(Kamil insan) olmak istiyorsak, bu kez mülk de iştirak üzerinde
olarak bu borcu ödemekte kolay olan sosyo ekonomi politiğe yönelmektir.
İşte Yukardaki ayet bunu vurgular. Yani ister Medine’nin batısına yani
doğuya, ister batıya yönelin, ama illa ki, Haram üzere kulluk görevinizi
yerine getirin. Çünkü “aksa üzere secde etmekten” daha efdal olan
mülkte iştirak içinde olmaktır. Yaşanan olumsuzluklar bize göstermiştir
ki, helal statüsüne geçen ümmetler, kısa zamanda zekat ve infakı kuşa
çevirmişler, ihtiyaç fazlasının hepsini Zekat(vergi) veya infak olarak
harcamaları gerekirken, bundan dönmüşler ve kapitalizme
kaçıvermişlerdir. Hele müslümanların asla liberalizm ve kapitalizme
geçmelerine izin yoktur. Çünkü kütü örnek değil, iyi örnek olmak
zorundadırlar. Zaten “meseli” idealist olmaktır, realist değil. “Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız
için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve
örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan
ayırt etmek için KIBLE yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden
başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak
değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.(Bakara–143) Bu
ayette geçen “vasat” kavramına noksan anlam verilegelmiştir. Ümmet
vasat değil, diğer ümmetlerin hayranlık duyacağı Birru takva ehli
olacaklardır. Çünkü orta doğuda ve dünya ümmetlerinin tam orta yerinde
bulunmaktadır. Hidayete giden yolda vasıta görevi görecekler. Bunun için
ümmet-i vasat değil, isbatı vücut eden(Şahit) “vâsıt” ümmet olacaklar.
Çünkü “vasat” olmak, iyide, kötüde olmamaktır. Bunlar kendileri Araf
ehli olduktan sonra hangi insanlığa hakka götüren yolda örnek alınacak
idealist rehber olabilir? Vâsıt görevinin çarpıcı bir misyonu da,
“adaletle arayı bulmak” Vasataten: Adaletle arasını bulmak. Kuran’ın
ümmete verdiği göreve bak, ümmetin geldiği yerde, Avrupa
birliğini(Tâğutu) hakem yapan zamanımız ümmetine bak. Hala kılık kıyafet
kavgası yapıyoruz da, saçımızı başımızı yolmuyoruz… “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde
yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun
Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından
gafil değildir.(Bakara–144) Karyelerin(Havra
ve manastırların) anası olduğunu onlarda bilir ama cimrilik, kibir ve
hasetten kurtulup da, servet ve sermaye biriktirmekten vazgeçmedikleri
için Allah onların gittikleri yolda kazandığı Yemin-Bânus günahını
elbette ki yazıyor. “Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen
de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de
uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların
heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.(Bakara–145) Maalesef,
müslümanlar kendi kıblelerine de çoğunlukla uymadılar, yurttaşlarıyla
eşitlenene kadar vermeyi şeriat yapmadılar(Nahl–71). Artanın hepsini
yurttaşlarına infak edip harcayarak iffeti tercih
etmediler(Bakara–219/2). Ehli kitabın kıblesine uydular. Hatta bunda son
yıllarda teslimiyet derecesinde onların kıblesi olan mülk şehvetine o
kadar düşkün oldular ki, Allah onları tâğuta uşaklık yapacak raddeye
getirdi. “Biz ise Musâya ve kardeşine şu vahyi verdik: kavminiz için Mısırda bir takım evler ihzar edin ve evlerinizi kıble yapın/KARŞILIKLI yapın ve namaz kılın, hem de mü'minleri tebşir(Müjde) eyle.(Yunus–87). Burada
iki önemli mesaj vardır. Birincisi Ataları İbrahim’in, Yakup ve
Yusuf’un bir ve takva yoluna davet vardır. Mesela selam ona İbrahim
Allah elçisi olmadan önce fityandı Fetâ
kelimesinin sözlük anlamlarının bütününü ihtiva eden ayetlerden en
önemlisi Enbiyâ sûresinde geçmektedir. Selam ona İbrahim'in; yiğit,
güzel huylu, doğruluk ehli, mülk şehvetinden kaçınan. Haramdan kaçındığı
gibi helalin bile ihtiyaç fazlasından kaçınan(Kanit) ve eşyayı
taparcasına sevmekten kaçınan(Hanif) ve erdemli Birru takva sahibi
olduğu ayetle kesindir. Kuran İbrahim(a.s)ın Fityan ehli olduğuna
şahitlik yapar. "Dediler ki bir fetâ duyduk, bunları kötülüyor, kendisine İbrahim deniyormuş."(Enbiya–60) .İbrahim(a.s) kerem, vefâ, doğruluk ve takvâ sıfatlarını ihsan ettiğinden ona, fetâ denilmiş ve bu sıfatla övülmüştür. Resulullah’a
Dırar(Liberalistlerin reel politiğini) göre secde edenlerden olmaması
Tevbe–107 ayette tenbih edildikten sonra, Tevbe–108. ayete göre secde
etmesi emredilir. Bunun sebebi ise: Temizlenmesini sevenlerin bidayetten
beri Haram üzere secde ettiklerini çokluktan kaçınan vefalı ve
Muhsinlerin bu hayat tarzını seçtikleri anlatılır ve takva tanımı
yapılır. Muttakiler ancak bunlardır. Diğer sistemlerde takvaya
soyunmanın bir hayal olduğunu anlamış oluruz. Yine evlerin karşılıklı
olması Manastır türü yerleşimleri ifade eden bilinen bir şeydir. Bütün
bunlara rağmen, fitne ve fesat üretip ayak kaydıran bir resmi sistem
yürürlük de ise, bir gurubun Birru takva üzere yaşamalarının mümkün
olmadığını Allah selam ona Musa’nın fikriymiş gibi söyletir. Bu Kuran
üslubunun harika tertibidir. Bize iyi ve güzeli anlatırken bu üslubu
kullanır. Herşeyi bilen Allah’a selam ona Musa hatırlatacak değil ya.
İşte Yunus–88 ayet. “Musâ, ya rab! Dedi, sen Fir'avne ve cem'iyyetine, Dünya hayatta bir ziynet ve haşmet ve nice nice mallar verdin, yolundan saptırsınlar diye mi ya rab, ya rab! Mallarını sil süpür ve kalblerini şiddetle sık ki o elîm azâbı görmedikçe iman etmeyecekler.(Yunus–88) Bu
ayetin mesajı çok açık ve Liberalist kapitalist sitemler mensupları
fitne ve fesadın reklâmını yapar gibi çekim odakları oluştururlar. Takva
üzere kullukta başarı şansı bu toplunda yaşayan Muhsin insanların veya
onlardan sonra gelecek ikinci nesli mutlaka yollarından çevirip,
liberalistleşmeleriyle sonuçlanacak etkiler yapar. Bunu bize bu ayette
ilm el yakin olarak bildirir. Kapitalizm varsa, herken başının çaresine
bakıyor ve sosyal hukuk devleti yoksa iki şeyden birisi olar. Sisten
sana mecburen infak etmeyip, ne olur ne olmaz diye mal biriktirmeye
sürükler. Buna insan mecbur kalınca, Birru takvadan vazgeçer ve Dırar
üzere boyun eğer. Eğer herşeye razı olarak buna devam ederse, eşi,
çocukları kendisini terk eder. Çünkü bu sistemlerde doğru insanın
kazancı nerede ise sıfırlanır. Eğer safsatacı öğütçüler, insanlar dinden
çıktıkları halde hala onlara salah saslah diyorlarsa o başka. Muttaki
ya helak olur, ya da eşi ve çocukları onu terk ederler ve bir nesil
sonra muttaki bulamazsınız. İslam’ın kıblesinin anlamı bunlardır. Haram
üzere secde etmek herkesin harcı değildir. Bu sabır ve azimet ister.
Kıble ve haram üzere secde etmeye ilişkin diğer ayetleri incelemeye
gerek kalmadan hakikat yeteri kadar ortaya çıktığı için burada
bırakıyoruz. & ;nbs p; & ;nbs p; & ;nbs p; & ;nbs p; (Adalet ve Rahmet sitesinden alınmıştır)
Saygılarımla. Galip Yetkin.
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2-Helâl üzere secde:
HELAL
STATÜSÜNDE BOYUN EĞMENİN NİTELİĞİ: Mükellefiyetler aynıdır, işleyişi
değişiktir. Bunun iki ifadesi daha vardır. Birisi ihramı çıkartmak,
diğeri ise, komşudur. Bu statüye geçtiğimizde sadece havra ve manastır
ve mülk de iştirak kurallarında değişiklik olmuştur. Dünyanın neresinde
olunursa olunsun sosyal ve ekonomik sorumluluk da bir azalma olamaz.
Sadece mülk de iştirak ve kamuya çalışmada, meydana getirilen değere
girişimci sahip olur, onu yurttaşlarına anında ve gününde iyalinin
ihtiyacından artanı tevzi etmek bireyin vebalindedir. Yani o, kendi nam
ve hesabına iş yapıp para doğrudan ona geldiği için, ihtiyaç fazlasını o
tevzi edecektir. Muttaki kamu mal ve hesabına çalıştığı için,
ürettiğinde ona iade edilen maişetidir. Zekâtı(İhtiyaç fazlası)
bıraktığı için o maişet alandır. Özel girişim ise zekâtı verilmemiş para
elindedir. Diğerinin tersine maişetini ayırıp, artanı topluma vermesi
şeklindedir. İşte helal statüsünde zekât ve infak sorumluluğunu yerine
getirmek daha zor bir iştir.
Bırakınız
bütün yurttaşı fıkıhın tanımını yaptığı ve dört yönden kırk olmak üzere
yüz altmış hanelik bir komşular toplumunu bile aynı seviyede infak
edemezde, içlerinden en muhtaç olanlarını da değil canının çektiği
birkaç kişiye bir fayda verir de yine eşitlenene kadar vermediği için
haramdan kaçınmamış olur. Ulul Elbab olan Birru takva sahipleri bunu
bilen çok akıllı ve iman kalplerine yerleşmiş kinseler oldukları için bu
ağır vebalden kurtulmak için “Harim” sistemini oluşturmuşlar ve bunlara
Havra, manastır gibi isimler takmışlardır. Bu örneklerin hepsinin anası
Mescid el haramdır. Yani ilk örneklerini Birru takva sahipleri Mekke
toprakları üzerinde gerçekleştirmişlerdir.
Dejenere
olmamış havra ve manastırlar bunun kurumlaşmasıdır. Kavim ve
kabilecilikten çıkıp medeni bir toplum haline gelmiş, toplumca kemali
yakalamış toplumların dince ideal örgütlenmesi budur. Çünkü haklar ancak
bu sistemde kıst üzere verilir. Buna da sosyal hukuk devleti denilir.
Bu devlette, mülk iştirak halinde kullanıldığı gibi, devlet denilen
kamunun kendisi olan sistem de görev alanlar, misaka dâhil bütün
fertlerin eşit infakından sorumludur. Onlara öncelikle insana yakışacak
ve infak ve iaşesine yetecek şekilde maaş karşılığında iş vermek
mecburiyetindedir. İş veremedikleri ve çalışamayacak derecede, bedensel
ve zihinsel özürlü olanları da milli gelirden maişetini karşılamak
zorundadır. Çalışana verdiği geçimliğe maaş ve maişet denilir. İş
veremedikleri ve malul durumda olanlara yaptığı yardıma da infak
denilir.
ZAMANIMIZ EKSİK ZEKÂTININ VERİLMESİNDE DE SÜNNETE AYKIRILIK VARDIR.
Günümüzde
acayip bir uygulama vardır. Vergiyle zekâtın arası ayrılmıştır. Oysa
zekât devlet tarafından alınan bir vergi ve devlet bütçesinde infak
faslına konan bir meblağdır. Devletin ayrı vergi alması ve zekâtın elden
verilmesi sosyal hukuk devletinin oluşmadığı ilkel kabileler üzgü bir
uygulamadır. Bunun için kimse onun oranıyla ilgilenmemiştir. Bu ise,
yine ehli kitabın Sezar’ın hakkı olarak vergi, Allah’ın hakkı olarak ta
zekât uygulaması devam etmiş olmalıdır. Oysa toplum ehlikitapla
karışıkta olsa, kâfirde olsa, onların zenginlerinden alınıp fakirlerine
verilecek vergi kısmı zekât, devlet harcamalarına ayrılan fasın
masrafların karşılanmasıdır. Toplamada bir fark olmayıp, harcamaya
tahsis de değişik isim alır. Fark bundan ibarettir. Hem devletleşememiş
kabile toplumlarına özgü uygulama olan zekâtın elden verilmesi ve hem de
sosyal devleti inkâr edenlerin liberalizme devam arzularının ısrar
ettikleri bir ayrımcılıktır. Müslüman vergi toplamada ve onları
fakirlere tevzide ayrım yapamaz. Çünkü Kuran, kâfirde olsa adalet
yapmamızı emreder. Çünkü vergi anlamına da gelen zekât, kâfirin
zengininden de alındığına göre, onun fakirine de vermek, aşiretin görevi
olmasa da, adil, medeni devletin görevleri arsındadır.
Çünkü
zekât ve infaktan beklenen fayda, gelir dağılımındaki dengeyi muhafaza
için, varsıldan yoksula devamlı ve kafi gelecek bir akıştır.
Devletleşmenin olmadığı, olmakla birlik de, sosyal devlete geçilmediği,
geçilse bile vergi toplamaya hakkı olan yönetici kesimin mali, siyasi ve
sosyal yaşam denetiminin halk tarafından yapılmasının olanaksız olduğu
bir gerçektir. Haraççı, monarşi, aristokrasi, oligarşi ve göstermelik
demokrasilerde, verilenin amaca uygun yerlere harcanmama riskinin çok
fazla olduğu dönemlerde vergi ve zekâtın toplanış ve verilişinin ikili
bir vaziyet göstermesi normal sayılabilir. Vakıflarda böyle bir
itimatsızlık döneminin eseridir. Ama zamanın sonuna yaklaşıldığı şu
dönemde, yöneticilerin hala mali denetim sorumluluğu taşımadığı bir
sistemle sistemleşmesi, kamu görevini yerine getirmiyor diye vakıf
kurulması ne insana, nede İslama yakışacak işlerden değildir. Sosyal
devlet dini ve medenidir. Demek ki, müminin devleti hem sosyal ve hem
de, hukukun üstünlüğü gereği, hukuk ve yargının herkesin üstünde olduğu
hukuk devleti olma zorunluluğu vardır.
Verginin,
zekâtın, infakın amacı aynı olduğu için tek kalemde devlete yüksek
oranda verilerek, halkın hazır beslenmesinden ziyade iş ve aş sahibi
yapılarak ve sosyal güvenlik için kullanılmasını hak dine aykırı
olduğunu hiç kimse iddia edemez. Aksini yapmak, Yemini Banus üzere
olmaktır. Nitekim hak olan sünneti ortaya koymak ve elden zekatın İslam
da yeri olmayıp, kabile topluluklarının ilkel yöntemi olduğunu aşağıdaki
hadis bize kesin olarak anlatır. Çünkü teknik anlamda sadaka küçük
iyilikler olmasından dolayı elden verilebilir. Ama zekât ihtiyaç
fazlasının tümünün verilmesi şeklinde olduğu için misak yapılan kocaman
bir ülkenin veya hiç şüphesiz 160 hanenin komşu kabul edildiği fıkıh
yorumunda dahi, mahalleler arasında gelir dağılımı farkı vardır. Böyle
bir mahalle bile baz alınsa, mahallenin birsinde on zengin, birinde tek
bir zengin bulunabilir, zekat zamanı gelince o zengin o mahalleden göç
etmiş olabilir. Olabilirler o kadar çoktur ki, bir mahallenin fakirine
diğer zenginlerde zekât vermiş, birçok muhtaç unutulmuş olabilir. En
doğru yöntem Zekât türü de dâhil olmak üzere bütün alacaklar toplum
adına devlet tarafından alınmalı ve onun tarafından dağıtılmalı. Devleti
yönetenlere her vatandaş bunun hesabını soracağı hukuk devleti de
yürürlükte olmalıdır. Zaten sünnette budur. Zekâtılar kamu alacağı
olarak vergi dâhilinde toplanır ve sosyal devlet onu, iş sahibi açarak
kendisini geçindirme, kamuda çalıştırıp maaş verme ve hazırdan
bakılacakları öyle bakma gibi oluşturacağı sosyal politikalarda
harcamasıdır hak olan. Nitekim aşağıdaki hadis bunu bize anlatır. Bunu
da Hakdin sosyo ekonomi politiği Cilt 1 den alalım.
DEVLET ZEKÂTI ZENGİNDEN ALIP FAKİRE VERMEK ZORUNDADIR:
405- İbn-i Abbas’tan (r.a) Resulullah (a.s) Yemen vilayetine Muaz bin Cebel’i gönderirken:
“…sen
onları önce Kelime-i şahadetin içeriği olan: Yüce Allah’tan başka
mabudun olmadığına ve benim de Allah’ın Peygamberi olduğuma sehadet
etmeye davet et. Eğer onlar buna iman edip itaat ederse, tekrar yüce
Allah’ın onlar üzerine beş vakit namazı farz kıldığını bildir.
Namazı da kabul edip itaat ederlerse, bu defe onlara Allah’ın kendi mallarından zekât vermelerini farz kıldığını bildir. Onların zenginlerinden alıp, fakirlerine bu zekâtı dağıt.” (Ömer Dağıstani-Zübdetü’l Buhari şerhi)
Bir
toplum bedeviyetten, medeniyete geçememişse, yönetim kamunun
müşterekliğinde değilse, kamu olmadığı için fertler kendi başlarını
çaresine bakan çıkarları birbiriyle çatışan küçük ve karmaşık kabile ve
aşiretlerden oluşmuştur. İşte bu kez infak görevi bireylerin keyfine ve
vicdanına kalmıştır. Verilen şeyler de, niteliğine göre, hediye, ata
zekât, sadaka gibi isimler alır. Peki Resulullah sünneti zekatı bir
vergi hukuku kapsamına alarak medeni devletin görevleri arasına aldığı,
devletçilik, halkçılık ve giderek sosyal devlet, giderek sosyal hukuk
devleti niteliğini kazanma hedefine oturttuğu halde, hangi münafık ruh,
sosyal devletin görevlerini vakıflar devredip, devletin gelirlerini
vergi yerine, haraç niteliğindeki ganimet ve fey gelirlerine bağlayarak,
sosyal yardımlaşmayı keyfi ve az bir ifnan ve zekat sayılmayacak kadar
çok küçük bir orana indirip bunu meşrulaştırdı? Yosa ümmetin müsrif
devletin lüks harcamaları ve kodamanların devleti haline gelmesiyle
toplanacak zekâtların bu kesime peşkeş çekilip muhtaca ulaşmayacağı
kanısına varıpta mı elden vermeye başladı. Yoksa devlet ayrıca ağır
vergiler aldığı için mi ona mahsup düşüncesiyle iki buçukta kaldı ve
infakı karşılıyor mu diye hiç hesap etmedi.
Çünkü
zekât vermek sorumlu olduğunu yerinme getirmek, infak ise, toplumun
tümünü kavam üzere yaşama seviyesine yükseltecek miktarda vermek ve
bunun için kullanılıp kullanılmadığını denetlemektir. Yani dini görev
geçi, mini sağlayamayanları bu seviyeye çıkartmayı hedeflemek infak,
bunun için, ihtiyaç fazlası olanlardan bunu tahsil etmek ise zekât
almaktır. Yani infak maksadına uygun olmayan her vergilendirme infakı
ihmal etmektir, infaka yetmeyen zekât da hakdinin emrettiği zekât
değildir. Sapmanın sebebini yukarda ihtimallere göre düşündük. Devlete
yine dini bir nitelik taşıyan öşür verilirken, niçin zekat isimli
vergiyi toplamaya ilişkin kamu görevi mükelleflerin ihtiyarına
bırakıldı. Biz Ayn el yakın olarak görüp yaşadığımız zamana bakarsak, bu
konuda bir tahminde yürütmüş oluruz. Toplumlar haram üzerine secdeden
helal üzere döneme geçinde, durumu istimrar ederek serbest yer gibi
algılayıp algılattılar. Devlet diğer kamu görevlerini terk edip özel
kesime bıraktığı ve onlara da üstelik Gedik- teşvik uygulamasını
başlatınca, fakirden zengine bir para akımı doğuyor. Bu durumda da
fakire ulaşsın da oranı az olsun, hiç gitmemekten iyidir düşüncesidir.
Çünkü liberalizmin sistemi toplumcu olmayan Mülk-Devlet modelidir.
Geçmişinde
siyasi sistemleri farklı da olsa mülk-devlet modelleri aynı zamanda
devlet kapitalizmini uygulayan devletlerdir. Halkımız doğru bilgiden çok
uzak, çok sayıda insandan meydana gelmiştir. Sosyalist devletin
icraatına “DEVLET KAPİTALİZMİ” diyenleri gördüm ve üzüldüm. Kaptalimi
üretim yapmak zannediyor her halde. Fert kapitalist üretim yaparsa fert
kapitalizmi, sosyalist devlet kamu adına üretim yaparsa, ona da, devlet
kapitalizm denir diye düşünmüş garibim. Oysa Kapitalizm, karın tamamının
infak edilmeyip, sermayeye ekleyerek ve gittikçe büyüyerek devam
etmesidir. Yani hak dinin, “artanın tümünü infak edin veya infak edilmek
üzere emaneti üzerine alan devlette iade edin” demsine rağmen bunu
yapmayan isyan ve inkârla mülkleşen insanın sistemidir. Devletin üretim
yapıp halkına maişet vermesi aynı zamanda onu infak etmesi bir kazancı
olduğunda da sermayeye ekleyerek ve zevk ve lüksü için harcayan değil,
sosyal hukuk devletini kurduğu için özel teşebbüsten artanı alarak
yetmeyene vermesidir. Bunun için sermaye artırımına da gitse, bunu kamu
menfaati ve bütün halkın hayat seviyesini yükseltmek amacı taşıdığı için
bu üretim tarzına kapitalizm denemeyeceği için devlet kapitalizmi de
denemez.
DEVLET KAPİTALİZMİ NEDİR:
Devlet
kapitalizmi, sosyalizmin değil, kapitalizmin bir terimimdir. İyice
fasıklaşmamış devlet türüne sosyal demokrasi dersek, bu sistem zenginden
vergi/zekat alarak fakire, mağdura, mahruma aktararak bir biçimde
adaleti sağlar, yani Helalin, yani Mescid el haram üzere yaşanan
manastır toprağından uzaklaşmış ve de komşu statüsüne geçmesin
fasıklaşıp, ferdiyetçi olmak ve serbest yer statüsüne geçmek anlamına
gelmediğinin bilincindedir. Devlet kapitalizmi müşrik ve münafık
toplumların ve onların idarecilerinin sl*gonudur ki, iki eylemi kapsar.
Devletçiliktten dönülerek, herşey özelleştirilerek, Muaz İbnü
Cebele(r.a) Resulullah’ın emrine isyan eder. Yani devler gelir
dağılımındaki dengeyi, varsıldan yoksula bol akışı denetlemekten
vazgeçmiş ve mürted yöneticiler hile ile iktidarı ele geçirmiştir. Bu
dini ve insani görevi terketmiş, bırakınız yapsınlar, devlet asayişi
sağlasın ve ekonomiden elini çeksin, sınıflar arsı gelir dağılımı
dengesine de müdahale etmesin, her şeyi özel girişime bıraksın sl*gonu
ortaya atmak ve bunu uygulamaya koyması fasıklaşmasıdır ve bu birinci
safhadır.
Tamamen
zalimleşmesiyle devlet kapitalizmine geçiş de şöyledir. Özel girişimin
daha da palazlanması için teşvik tedbirleri, vergi haraç v.s
muafiyetleri tanınması ve imtiyazlı iltimaslı duruma geçirip
arpalık(gedik) edindirmeyi devlet politikaları uygulanmasına “devlet
kapitalizmi” denilir. Yani fakirden topladığı vergileri, bunlar
yetmediği takdirde devleti ve borçlandırarak halkını ipotek altında
bırakmak pahasına ağır borçlara sokup, devlet eliyle bazı insanları veya
bazı sınıfları palazlandırmasına devlet kapitalizmi denir. Yani
hakdinin ve gerçek demokrasinin varsıldan yoksula akması emrine karşı
gelmenin ve böylece küfretmenin pratik tanımını anlatan bir kavramdır.
Ne yazık ki gemi azıya alan münafıklar bunu yapmaktadırlar. İşin tuhafı
ise bu politikaların daha dini diye destekleyen gafillerin veya
menfaatperestlerin sayısı da az değildir. Bunlara da üzülmemek mümkün
değil her şey göz önünde cereyan ettiği halde bu dalalete düşmekteler.
İnşallah kendilerini hala din ve şeriat üzerinde zannedecek kadar
lanetlenmemişlerdir. Çünkü bu hal Kuran da adil olmadıkları ve zalimleri
destekledikleri için lanetlenme olarak tanımlanır
Biraz
da, Müslümanların geçmişindeki devlet kapitalizmine veya devlet eliyle
ve tüyü bitmemiş yetimin hakkıyla zaten güçlü olan yandaş, akraba,
partizan v.s kesimde aktarılmasıdır. Veya ganimet ve haraçla geçinen
toplumsal politikalarda, fakir erlerin kanı canı pahasına kazanılan
menkul ve gayrı menkul zenginlikleri, hısım akrabaya, aristokratların,
komutanların kendilerine ve karılarına peşkeş çekilmesidir. Fakirden
ganimet savaşlarında can alarak, zengini daha da zengin yapma
uygulamaları, hak dindeki verme ve akış istikametini tersine çeviren
Firavundan kalma haksızlıklar olduğu için “devlet kapitalizmi”dir. Çünkü
yandaşlar arpalık ve gedikler verilmiş, halkın, yetimin, yoksulun,
çaresize, mağdura, miskine, mahruma Allah’ın tanıdığı alacak
ödenmeyerek, hak sahibi olmayana hem de geçimi gayet yerinde iken
verilmesi zulmüdür….
Tam
tekâmül edip devlet teşekkül ettiyse, ama sosyal hukuk devleti henüz
kurulmamışsa, devlet kazananlardan alıp, kazamayanların infakı amacıyla
zengin veya kazanandan alıp, işli veya işsizlerle, çalışamayan veya
çalıştığı halde geçinemeyen kesime verir. Yine, hakka ulaşıp reşit olmuş
bir toplumun meleleşmek isteyenlerin baskısıyla, medeniyetten dönüp,
hadarata geçmişse, yine devletin sorumluluğu devam eder ve zenginden
veya kazanandan vergi(Zekât) alıp muhtaç kesimi infak eder. Başka bir
anlatımla, hakdin minhacı olan mülkte iştiraktan dönülüp
Liberalist-Kapitalist sistem(ICL) tercih edilmişe devlet, kazananlardan
alıp, kazanamayanları kavam üzere infak eder. Mülkte iştirake, haram
üzere secde denildiği halde, liberal sistemde yaşama biçimine Helal
üzere secde denilir. Bu ise ikinci derecede iyi olan bir durumdur.
Bunların dışında mali sorumluluk sitemlerini kurup işletmek mümkün
değildir. Biz, zekâtı ve infakı işleyeceğimiz için bu ikinci derecede
güzel olan şeyi inceleyeceğiz ki, zekât neydi, neye çevrildi, infak
neydi, neye çevrildi açıklayabilelim. Öyle ise, nafaka ve infak
kavramlarının basit anlamlarını Osmanlıca sözlükten vermekle işe
başlayalım.
NAFAKA:(a.i Nefk’den. C. Nafaka).1-Yiyecek parası, geçimlik.2-Birinin kanunen geçindirmekle mükellef olduğu kimselere vermesi gereken maaş.
İNFAK: Nafaka verip geçindirmek
Din
dâhilinde görünmesine rağmen ihtiyaç fazlasının hepsinin toplumdaki
muhtaçları bakıp, besleyip, itidal üzere ihtiyaçlarının karşılanmasına
itiraz edip, zekâtı da kuşa çeviren insanlar İnfak görevini yerine
getirmezler. Bu eyleme nifak denilir. Bu suçun failine de münafık
denilir. Şimdi zekâta geçebiliriz.
· DİYALEKTİK İLMİ BİZE ZEKARTIN TETECEK KADAR OLANIN ÜZERİNDEKİNİ ORAN TUTMADAN VERMEYE ZEKÂT DENDİĞİNİ İHBAR EDER.
Ezzekatü, Zekâ, Zekavat; Bereket. FAZLALIK. Salah. Her şeyin halis ve pak olanı. Kişinin kendi malından infak ettiği (Muayyen ?) miktar. Zekât.
Zekât
kavramı bu anlamlara gelir. Şu anlama gelmez.”Kişinin malından infak
ettiği muayyen miktarı” anlamına gelmez. Bu haktan sapıldığı dönemin
kavrama yamanan anlamıdır. Zekât artmadır. Zekât vermek ise, maldaki
fazlalığın dışarı atılmasıdır. Fazlalık nedir? İtidal ve kavamı aşan
her kuruş. Bunun dışarı çıkartılıp toplumun infak edilmesi ise
iffettir(Bakara–219).İffet varsa hayâ da vardır. Şunu hemen belirtelim
ki, bu analizi şimdilik bazı kavramları ve atfı yapılan eş anlamlı fakat
başka harflerden oluşmuş kelimelerle atıf kavramlarını da katarak
tekrar incelemeye alacağımız için atlayarak gideceğiz. Burada sadece,
yüzdelik zekâtın hangi hakkın üzerine kapatmak ve hangi mükellefiyeti
örtmek için ortaya konulduğuyla yapıldığının kavram diyalektiğiyle bize
haber verişiyle sınırlı bir amacı vardır.
Ezzekkiyyetü; Bol, güzel arazi, yer.
Ezzekiyyü- ezkiya; Günahsız. Masum.
Zelibe- zeleben essabiyyü bi emmihi; çocuk anasından ayrılmayıp daima yanında olmak
(yani bakıma muhtaç olanın eline senede bir kere üç beş kuruş
sıkıştırıp salmak değil devamlı olarak kendi nafakasından artanla çok
sayıda muhtacı kendi imkânları ne ise aynen o seviyede yaşatmak. Ona süt
veren bir anne gibi davranmak)
Ezzelabiyatü; bir çeşit zelbiye helvası
El Zülbetü: El lokmatü; Lokma (
o tatlıya bazı yerlerde lokma derler. Ama lokmanın genel anlamını da
hesaba katmak gerekir. Bir lokmacık bir şey verip savuşturmak gibi)
Zelece –Zelcen el babü; AĞLAKATÜ BİL MİZLAC; kapıyı sürgülemek
Şunu
belirtelim ki, bu atıf kavramları ayrı ayrı koordinatları ile birlikte
incelemek gerekir. Bizim tahmin ve takdir pratiğimiz geliştiği için bunu
yapmıyorum. Çünkü Kapı sürgüleme işi başka kavramlarda da geçtiği ve
bunun hayra değil şerre alamet olduğunu bilirim. Bu iş devamlı infak ve
artanın hepsini paylaşma gereklilik ve gerçekliğinden dönmektir. İyali
için kazanmak, toplumla paylaşmayıp Beyt-Ullah yaşam biçiminden
kopmaktır. Zaten devam eden kavramlar bize sosyo ekonomik yarışın insanı
ayak kayan yere alıp götürdüğünü çok güzel anlatır.
Zelece- Zelcen, zelicen, zelecanen; Yere ayağını pek basmayıp hafifçe ve süratlice yürümek.
(işi sağlam yapmamak. Baştan savma yapmak. Çünkü konsantre olduğu şey
mülk şehvetidir. Bunun için uaçarcasına koşmayı da simgeler.
Zelece- zelacanen hü; Öne geçmek.(dünya hayatında kurtuluşun yolunu, öne geçerek, yukarı çıkarak fark atmakta görenler)
Zelice –zelecen el mekanü; Yer düz ve kaygan olmak.
— Til kademe, Ayağı kaymak (sürçmek)
—El kelamü min fihi; söz düşüncesiz ağızdan çıkmak.
Zekâta
Istılahı anlam vererek artanın hepsini infak etmeyip, büyük olma
arışını sürdürmeye izin verir şekilde yüzdelikle geçiştirmek
—ezlece- izlacen el babü; kapıyı sürgü ile sürgülemek.
Zellece – tezlicen hü; Kapıyı sürgülemek.
—Kelamen: EFŞAHÜ; ifşa etmek… Çıkarmak. Ağzından sözü çıkarıp insanlar arasına yaymak.
Burada
bir saptama yapalım. İnsanlar arasında yayılan bu söz. yani bakara
219’a riayet etmeyip, vereni etkilemeyen, onu itidal seviyesine çekip
indirmeyen, verdiği insanı da sıkıntıdan kurtarmayan az bir şey ver işte
bu salahtır, seni temizler sözü hakkın değil, onu uyduranın ağzının
sözüdür. Bunu devamlı infak ve samimi dostluk, Sadakat ve Sıdk’tan
kurtulmak Hakikati ve borcu, vazifeyi “Savuşturmak”
için yapmış. Nasıl Allah’ın gerçeğin ve Allah kelamının muhafızları
yaptığı müzik matematiği ile korunan kavramlar, nasıl da hırsızı
yakalayıp ele veriyor görelim. Her Vahiyi bozanı ses matematiği bize
haber verir.
—Ayşühü; YETECEK KADAR ŞEY HUSUSUNU SAVUŞTURMAK
İşte
kavram bize suçun failini de, infaktan ve artanın hepsini vermekten
niçin saptığını, bunu öne geçmek, semirmek ve mülk şehvetinden dolayı
yaptığını anlatır. İhtiyaç fazlasının infak edilmesi hakdin ilkesi pek
zoruna giden ve bahillik damarına dokunan “afv” yani iffeti olmak,
itidal üzere yaşamak için ihtiyaç fazlasının tamamının ahara infak
edilmesi şartını böylece SAVUŞTURMUŞ.
Allah
vahiysini böyle korur. Suçluyu ele verir. Niçin sünnet olmaya şeylere
sünnet diye diretip, Kuran er meydanından kaçıp, rivayete sığındıklarını
Sözlüklerin oluşum mantığı ortaya koyar. Apaçık ortaya koyar. Kaldı ki
böyle önemli bir hususta çokça hadis olması gerekirken bir iki hadis
vardır. O da anlamları zekâtın 1/40 olduğu anlamını zorlanarak
çıkartabilirsiniz. Her ne kadar anlayana sivrisinek vızıltısını da geçti
ama davulla ilan edelim de bizden vebal gitsin. İrileşme ve semirme
pahasına mülk şehvetleri ile kendi amellerini boşa çıkardıkları gibi,
sosyo ekonomik imkânları ellerinde toplayarak, imkânsız ve az imkânlılar
için hayatı çekilmez hale getirirler. Utanmadan da kendilerini
“Veli-Nimet” ilan ederler. İş-aş veriyoruz derler. Mesih (takva vera)
ruhu da onlara der ki;” Gölge etme başka ihsan istemem”
Bu şekildeki sistem yoksul ve yoksun üretmeye odaklanmış ve gittikçe
bunlar için hayat çekilmez hale getirir. Bilinçsiz Muztazaaf bilmez ki
ekonomi ilmini ve hak dinin kurtuluş ipini sarılsın. Onun yüzdelik
zekâtının, kendisinden aldığı koca bedenden, yalnız kulağını kesip
ağzına verdiğini. Müjdelenen şey, sömürülenleri bilinçlendirip, ona
Hakdinin ve ekonominin gerçeğini öğretmektir. İşte bu Muztazaaflar
kesiminin bir tesellileri, bir de kurtuluşları vardır. Tesellileri,
zenginlerin cennete girmesinin devenin iğne deliğinden geçmesi kadar zor
olduğunun bildirilmesi ile zengin olamadıklarına hayıflanmamaları
gerektiğinin bildirilmesi ile teselli edilmeleri.
İşte
Kritik nokta budur. Müjdenin bu kısmını bildirip, fakiri uyutmakla
kalırsanız, fakire kötülük yapmış olursunuz. Bu açıklamayı yaptıktan
sonra asıl yapılması gerekenin, itidal üzere yaşamanın toplumsal sistem
olması için Cihad etmesi olduğunu ihmal etmektir. Fakir olduğuna
sevinmek ve miskinleşmeyi istemek pasifizmdir. Müjde fakire teselli
değil zalime tehdittir. Cihadın başı içtihattır. Bu ise ancak tecdittir.
Yani bir başka anlatışla,”zenginin cennete gitmesi devenin iğnenin
deliğinden geçmesinden zordur” sözü fakire teselli için değil, zengini
tehdit içindir. Ne yazık ki kilise babaları bunu tersine çevirdiler.
Kendileri zulme karşı sessiz kaldıkları, zenginlerden kilise yardımı
“Rüşvet” alarak zulmü meşrulaştırdıkları gibi, fakiri de pasifize
ettiler. Onu el açan inae ile geçinen vakarsızlar yaptılar. Şöyle ki; “
sen fakirliğe kanaat et karşılığını Ahiret’te alırsın”.Tabi ki fakir
olmak Ahiret hesabını kolaylaştırır. Ama Müjdenin amacı fakirin
tesellisi, avutulması değildir. Zalimdeki hakkını dünyada da alacak
sistem değişikliğini de yapmak hakkı ve vazifesi olduğunu bildirip,
harekete geçmesini sağlamaktır müjdenin nihai amacı.
Âbidin
amacı nasıl Rabbi’nin amacı dışında kalır. Yüce Allah, Kasas süresi 5.
Ayette amacını apaçık söylemişse. Bu amaç Muztazaarların yönetime geçip
yeryüzünün mirasını devralmaları ilahi amacı ise, bunun ismi Melekût le
birlikte anılıyorsa, batının ve doğunun “din babaları” nasıl bunu
tersine çevirip, zulmün devamını meşrulaştırırlar. Daha doğrusu,
Muztazaaflar sınıf olarak başa geçmezler, sistem semirmeyi değil, itidal
üzere olmayı, semirmiş olmamayı resmileştirir. Sistem fakir, mağdur ve
mahrum üretmez. Çünkü fakirliğin sebebi, o toplunda itidalin üstüne
çıkanların bulunmasıdır. Bunun önlenmesi muztazafların lehine çalışan
bir sistemin iktidar olmasıdır. Yoksa burada anlatılan bir
Proletarya(Elinin emeğinden başka çare ve geliri olmayanlar)
diktatörlüğü değildir. Onda zülüm devam eder, sınıflar yer değiştirmiş,
zülüm ise baki kalmıştır. Din literatüründe iki kavram vardır ki,
bunların ayırımını bilmeyen doğru yolu bulamaz. Birisi sonunda “ayn”
harfi olan ve mastarı “Kanaat” olan kavram. Diğeri “Kanete” veya Kunut
olan kavram. Bunu İbrahim gibi milletleşme konusunda izah ettik. İbrahim
Kanaatkâr değil Kunut sahibidir. Kanaat şöyle bir hata ihtiva eder.
Liberalist sistem içersinde sözde züht sahibi pozunu takınıp, adaletsiz
gelir dağılımına kör bir katlanmadır, zillettir. Kanete veya Kunut ise,
mülk şehvetinin söndürmüş olanların iştirak halinde itidal seviyesinde
kalmayı misak yaparak ideal sistemi kurdukları yerdeki sabırdır.Demek
istediğimiz şu ki,hak din ilkeleri arasında zulüm düzenine son vermeden
mihnet ve minnet içinde yaşamak anlamına gelen kanaat tavsiye
edilmez.Sistemin “suya uzak durma” ahlakını pekiştirecek şekilde
organize edilmesi doğru olandır..İbrahim Milleti olmakta budur.Yani hırs
ve tamahı bütün toplumun bırakarak veya mülkü şehvet olmaktan çıkartıp
bırakma mecburiyetinde tutarak “itidal” Kavam üzerine yaşamak üzerine tesis edilmesidir.İşte Ahd-i Yakiyn buna “Dini Kayyime”
demektedir.Kamil insanların toplumu,Kemal’in sistemleştirilmesidir.Hak
şeriat budur.Mesih ruhu budur.Yani lafzı değil,anlamı. Kavramın anlamını
zaten açıkladık.
Yine
hatırlatalım ki, Mesih kavramının oluşmasında temel alınması gereken
kavramlardan birisi “Seyahatti” .Antichrist’te gezip dolaşır. Ama Deccal
kâr ve kazanç için çerçi gibi gezer dolaşır. Hakk nazarında bir değeri
olmayan boyalı cicili şeyleri pazarlar. Rızkı oradan buradan toplar.
Kunut üzere yaşamaz ve yaşayanlara da düşmandır. Gördük ki Siyahat ehli de (oruç, Birru takva ve vera ehli) seyahat eder. Şu farkla ki, onun seyahat maksadı; ibret. Terehhüb ve ibadettir. Yine bildiğimiz gibi, “Terehhüb” Rahibe de
sıfat olan şeydir. Anlamı ise; korku içinde olarak Allah’a sağlam
kulluk etmek. Huşu sahibi. Bunun için Allah’ın Kuran’da saydığı fitne
olan şeylerden uzak duran kimsedir. Onun için Mülkü iştirak halinde
kullanır ki, putlaştırmış olmasın. Şimdi Allah aşkına bir durup bakalım.
Emperyalizmin misyonerlerinin Mesih idealiyle ne alakası vardır? Bir
Antichrist hareket olan Amerikan Evangelistlerinin Mesih(Takva vera,
anti Liberalist, ati kapitalist, antiemperyalist) olmakla ne alakası
var?
Hakikileri
ise, fakirlerin kurtuluşu için çaba göstererek suya giden yolun hak
dinin ekonomi politiğini aslına göre tanzim edilerek, Muztazaarların
nefes alacakları günün oluşturulması olarak Salih, hakir ve fakirlerin
yeryüzüne mirasçı olmalarını içermektedir. Allah’ın, gökte olduğu gibi,
yeryüzünde de sözünün geçmesi budur. Gökyüzü nasıl bir ölçü ve mizanla
ayakta duruyorsa, yeryüzünde insaniyet, sulh ve barış, kardeşlik ve
samimi dostlukta böyle bir mizanla ayakta durur. Adaletle, Nısfetle,
kıst la, rahmetle. Sosyal, siyasal ve ekonomide Adil bir sistem yoksa
denkler birbirine eşit değilse, geri kalan herşey asimetriktir.
Asimetride ise, adalet değil zulüm hâkimdir.
( Adalet ve rahmet sitesinden alınmıştır.)
Saygılarımla Galip Yetkin.
|
Yukarı dön |
|
|
fazıl Yasaklı
Katılma Tarihi: 06 subat 2011 Yer: Turkiye Gönderilenler: 335
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhabalar,
Gücüm yettiğince asılanları okudum. Birkaç sorum olacak.
Fedek Hurmalığı meselesi nedir?
Sosyalizm, sosyal devlet kavramını içinde barındırmaya müsade eder mi?
İman edenlerin haram üzere secdeye varması, imanlarından mümkün iken, iman etmeyenlerin akibetleri ne olacaktır? Onlar, iman edenlerin ellerinde, kıh emrine itaat ettirilecekler midir yoksa ya öldürülecek ya da sürülecekler midir? Saygılarımla
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Maide-71 ve ilgili Bakara 219. ayetler ile Fedek Hurmalı'ğıyla Peygamber'e üç-kağıtçılık damgası vurulmaya çalışılma ilişkisinin bu soruda nasıl birleştirildiğini sorgulamadan insan yapamıyor.
1-Muhammed Peygamber hakkında, O'na atılan iftiralarla karar verebilecekler bellidir. Eğer Allah'ın emirlerine riayet etmez, dışına çıkarsa akıbetinin ne olacağı Kur'an'da açıktır. Peygamber nezdinde İslâm'ın kalbine bıçak saplamaya teşebbüstür.Devletin bütün malı, beyt-ül mal elindedir. Hesap sorabilecek biri var mı idi?
2-Bir devletin düzeni yasalarla belirlenmiştir.Buna göre komünist de olur liberalist de. ''sosyalizm, sosyal devlet kavramını içinde barındırmaya müsaade eder mi?'' şeklinde kurulmuş bir sorudan hiç bir şey anlamadım. Anlayan anlatsın.
3-Devletçilik düzeni kurulmuş bir memlekette kişi ister bu düzene inanır ister inanmaz (iman eder veye etmez).Kime ne, zorla huni ile kafasına mı boca edeceksin. Mesele o sisteme uymasıdır (secde etmesidir). Mükellefiyetlerini yerine getiren nimetlerinden faydalanır, isterse ''bana uymuyor'' der, çeker gider. Bozgunculuk yapanlara karşı kanunlar vardır. Öldürmek de nereden çıktı. Allah'ın emrine uyarak devletçilik sistemini (mescid el haram sistemini) getirdiğinde Peygamber kaç kişinin kafasını kesti. Medine'de sisteme uymayanlar göçe zorlandı, uyanlar kaldı. Mekke'de de uymayan müşrikler gönderildi. Adem cennet gibi yerdeki yaşama uymadı, kovuldu.
Vaz geçin böyle sorulardan. İki sahife çevirip üzerinde düşünemeyecek kişiler değilsiniz ki. Hani seçimden evvel televizyonlarda bazı kişilerin karşısında süt dökmüş kediye benzeyip de diğer bazılarının karşısında düşünce sisteminin tersini söyletebilmek için akla gelmeyecek tuzak sorular soran, taklalar atan gazeteci kılıklı adamlar vardı ya. İşte onlara benziyorsunuz.
Saygılarımla. Galip Yetkin
|
Yukarı dön |
|
|
|
|