HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: KURAN VE NAMAZ..... Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

"....Şİmdi şunda anlaşalım, siz samimiyetle söyleyin. Kur'an mealini bir kaç kere okudunuz. Tüm hadisleri de okudunuz mu. . BUnu samimiyetle söyleyebiliyorsanız. o zaman sorun yok. Bunu yapmadıysanız bu tartışmayı sürdürmekte de bir fayda yok.  Ben bunu yapmadığınızı düşünüyorum. Yapmış olsaydınız tartışma daha spesifik konularda olurdu....."

önce buna cevap vereyim.....meali birkaç kez okudum....30 ciltten fazla bir cilt enaz 500 sayfa hadis okudum......ama ne olursa olsun mesle çok okumakda değil....işin özünü ve mantığını kavramakda....herşeyi kıvamında kullanmak..herşeye ölçü koymak..ölçüyle kullanmak....

birde:"...Bakın ben rukye bu işin kesin çözümüdür diye peygambere dayatılan söze karşıyım. Peygamber demişse o kesinkes doğru olacak. Bitti..." hayır...herkonuda değil.bazı şeyleri siz benden daha iyi bilirsiniz der...mesela tıp ı...matematiği daha iyi bilebilirsin....o yüzden sana bir sınır koymuyor...ilmin önüne set çekilmiyor....eğer ste çekilseydi..serum u bulamazdın...o iş oarada kalır bir santim bile ileri gidmeszdi...bazı şeylerde sana bir yol gösterir....olurki belki aynı anı tekrar yaşarsan sana bir nasihat olsun diye...akıl olsun diye....baştan olaya böyle yaklaşırsan red edeceğin ,matıksız bulacvağın çok şey olur....
Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
mistikbalim
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 17 agustos 2009
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 401
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı mistikbalim

ALLAH TA DER Kİ
BU KİTABIN DIŞINDA HERŞEY BATILDIR
PEYGAMBERE GÖNDERME YAPAR
İŞTE SANA DA BU KİTABI VAHYETMİŞTİR
ALLAH SANA NE VAHYETTİYSE ONUNLA UYAR DER
ALLAHIN BATIL DEDİĞİ ŞEYİ OKUYUP ZAMAN KAYBETMEK BENİ YOLUMDAN ALIKOYMAKTIR ŞUNU SANADA EKLEYEYİM

O KADAR ÇOK EZBERLEMİŞTİ Kİ
DOĞRULAR VE YANLIŞLAR HARMANLANINCA HASAD ZİYAN OLDU!!!
KİM İÇENE YARIYARIYA KURT KARIŞMIŞ BAKLİYATI YEMEK İSTERKİ
O YEMEĞİN YERİ ÇÖPTÜR KENDİSİ GİBİ
CEHENNEMDİR...


__________________
bekir
dediğin gibi Allah'ım
aynen; yar, rab...
Yukarı dön Göster mistikbalim's Profil Diğer Mesajlarını Ara: mistikbalim Ziyaret mistikbalim's Ana Sayfa
 
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

şia larla ilgili meseleye gelince....onlara karşı nazik olamam..onlar benim kardeşimde değildir.....herkesin kendine has mizacı vardır...mevlana celaleddin rumi...şems-i tebrizi gibi anadoluyu etkilemiş fikir sahiplerinede nazik olacak değilim....buda benim mizacım...

namazdan  sonra tesbihat olmaz...de...peygamber efendimiz öğle ve ikindi namazından sonra camiyi hemen terkedermiş...öyle tesbihatmış...falan olmazmış...insnalar hemen işlerine gidsin diye....ikindinin ilk sünneti ve yatsının ilk sünneti yokdur de...hele hele yatsının ilk sünnetiyle ilgili bir tane hadis biel yokdur de...enseyi meshdemek ile ilgili hadis yokdur olanlarda sahih değildir de....bunlar bin yıl öncede tarışılmış....haislerin tenkidi olmaz kimse demiyor....senet tenkidini de yap metin tenkidinide...ama temiz akılla yapın derim...bir şeye hizmet etmeden...şunun gölünü yapayım..şuna yaranayım ideolojisinden uzak olarak....y. nuri tenkid edse ne olur?yapacağı iş bir ideolojiye hizmet etmekden  öteye geçebilecekmidir?papazlar roma kralalrının yanında nasıl yer aldı?y. nurinde aynı kafanın insanı olamdığı ne malum?amaç dine hizmet etmek mi?amaç dini bir ideolojinin boyunduruğu altına sokmak mı?eğer ikinsisi ise her hadisi metin tenkidine tutar ..akıldan uzak dersin tenkid edersin....ortada bazı güzel şeylerden başka birşey bırakmazsın...onlarda insanları kuzu gibi yapmak için bırakırsın...taki resmi ideolojiye rahat ,hatta gönül rahatlığıyla boyun eğsinler diye...bunu sana atfen demiyorum..üzerine alınma...

Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

"....Kur'anı okumadığın nasıl belli oluyor. Bunları Kur'an diyor. Ben demiyorum. Kendi kendini açıkladığını, apaçık bir kitap olduğunu, öğüt almak için kolaylaştırıldığını , temiz akıl sahiplerinin anlayacağını bunları Kur'an kendisi söylüyor...."

bu eleştirine de katılmıyorum....ben sizlerin anlayışını sorgulamışım....kur'an açıklar....ama siz nekadar anlarsınız.....23 senelik risalet ve nübüvet hayatıda kur'an ın her döneme ışık tutan izahı ve açıklaması değilmidir?bazı şeylerin anlatılmasını,izahını insanlar daha iyi anlasın diye,daha iyi idrak edsin diye,aralarında kavga çıkmasın,anlaşmazlıklar oluşmasın diye ALLAH peygambere bırakmamışmıdır...peygambere yaşatmamışmıdır?
muhken olan salat konusunda bile ayrılık yok mu?2-3-5 gerekyok ve sadakat ve bağlılık...bu konu mütaşabih bir konumu ki ayrılığpa düştünüz?neden herkes aynı şeyi anlamadı?bu forumu ve diğer forumları bir dolaşın...muhkem olan daha birçok konuda nasıl görüş ayrılıkları oluşmuş görün....bütün bunlar sizi doğrulamıyor...ne y.nuri...ne s. ateş nede başkası ortak akıl olamaz......hepsinin doğru ve yanlışalrı vardır.hepsi akıllarının girdiği yolda yorum yaparlar...akılları hep tezlerini doğrulama yönünde çalışır....herşeyi nalamlandırıken o yönde şekil vermeye çalışır......böylecene herkes kendine biryol çizer....

insnalar şunu dese:ayrılmayın,birleşin.aranmızda ki ayrılıkları gidermek için oturup konuşalım...gayemiz bir olmak...tek ümmet olmak.ayrılıklara son vermek....bu yolda mezhepleri tartışalım.mezheplerin kötü etkilerini ortadan kaldıralım...fıkıh birliği oluşturalım....bunları anlarım.....ama dini ,nasaraların yaptığı gibi her tarafından budayalım....tagutların yönetiminse sokalım...bizde onların yanında makam edinelim..derlerse anlamam....ki bu devirde en çok yapılan bu....kimileri boynuna kravat takıp,takım elbise giyerek din adamıyım diyor.dini onların istediği şekle sokmak için sürekli olarak onların yayın organlarında kendilerine yer buluyorlar....yapmayın hiç o yayın organları hakkı söyleyen insanlara yer verirmi?kim sağamayacağı ineği besler?bu sadecene bir tabirdir...amiyane bir tabir...ama bir meseleyi anlatır...bu insanlar yıllardır neyin karşılığında onların yanlarında yer buluyor?hakkı söylemenin,insanları kur'an a davetin karşılığında mı?yoksa kur'an ı meallerini-yorumunu onların istediği şekle sokmanın,onların arzuladığı gibi bir din oluşturmanın karşılığında mı?
y. nuri değil mi....deliler gibi dönen mevleviğin kurucusunu öven...bu nasıl bir işdir.....kur'an diyecek ama mevleviliği övecek?mevlana denen zatı övecek?bektaşilği övecek?demek ki "temiz akıllarla" yorumlanmıyor...
Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
Saffet Metin
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 07 ekim 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 672
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Saffet Metin

el_turki Yazdı:
demokrasi derki:zina suç değildir....trükiye demokrasisinde de zina artık suç olmakdan çıkmışdır....demokrasi derki:içki içebilirsin...demokrasi derki:parayı alım-satıma konu yapabilirsin....demokrasi derki:kumar oynaya bilirsin..şans oyunları oynayabilirsin....demokrasi derki:vergi ver istersen kerhane işlet özgürsün der....içine koyacak elemanlarıda çalıştırabilirsin der...derde de.....

suç ve ceza kavramlarını değiştirir...ALLAH ın getirdiği suç ve ceza kavramlarını ve sınırlarını beğenmez..kendi heva ve hevesinden birşeyler yazar...ben akıllıyır..aklımla mükemmeli bulurum der..İLAH lık taslar...ama şunu bilmez:ALLAH içinde dinleneceği,uyuyacağı geceyi getirmeseydi..insan o aklıyla geceyi getirebilecekmiydi.....yada calışıp kazanacağı,dünyayı seyredeceği,geçimini sağladığı gündüzü ALLAH hiç gidermese idi insan içinde dinleneceği geceyi gatirebilecekmiydi?
insan bukadar acziken ben akıllıyım..aklımla mükemelli bulurum..1400 sene önce gelenden daha mükemmeli bulmaya mutlak olarak kadirim der...ilahlık taslar....kur'an ın bir nüve olduğunu her devirde yeşeren bir hayat ağacı olduğunu bilmez...aklı bunu almaz...neden çünki aklı heva ve hevesinin esiri olmuşdur....kelimelerin anlamlarını bozar...kavramların içini değiştirir....herşeyi soyutlaştırır...meseleler soyutlaşdıkça herkes kendine göre haklı olur...çünki herkesin tutunacağı bir dal vardır.....

laiklik...tanrının hakkı tanrıya,sezarın hakkı sezara" deyiminden çıkmışdır...çıkmasada laikliği en iyi tarif eden şey belkide bu cümledir...hernekadar haz.isa aleyhisselama mal edilen bir cümleysede..tartışılır..ama hadislere inanmada zorluk çekenlerin...bu lafın haz isaya aid olduğunada inanmaamsı gerekir....ama bazı yerlerde hadisi inkar edip..laikliği islamım içinden bir parça olarak göstermek için haz isa layehisselama aid olduğu idda edilen bu cümleye şartsız olarak sarılmaları da ilginç bir durum çıkarıyor....

laiklik=dinsizlik demekdir.benim dinim yok..hertarafa eşit mesafedeyim demekdir.ama bu kuru birlafdan başka birşey değildir.laiklik dinin sadecene kendi sınırları içinde kalan kısmının yaşanmasına ve uygulanmasına izin veren bir sistemdir...dinin bir kısmını kabul edip..diğer kısmını red eder...yada derki dini bana uyduracaksın..aynen nasaraların yaptığı gibi......roma kilisesinin yaptığı gibi..herkesle,herşey oldum diyen pavlus gibi....böylecene her adi düzeni ilahi bir sistem yaparlar....çünki kendi ilahlıklarını kurmuşlardır....kendi firavni düzenini kurmuşlardır...bunun yoluda laiklik dinden bir parçadır demekle olur.onu isbata kalkarlar.....


Demokrasinin zina ile alakası ne. Diktatörlükte, padişahlıkta zinaya ceza verilir, demokraside verilmez  diye bir şeymi var.

DEvlet istediğini yapar. İsterse zina yapanı asar da. Ulus devlet mantığında devleti sınırlayan bir şey yoktur. Sınırlamalar insan hakları konusunun dünyada devletler arası itibar meselesi olması ile olmaya başlamıştır.

ESkiden zina suçtu. Ama kadının zinası ile erkeğin zinası arasında fark gözetilmesi bazı adaletsizliklere sebeb olduğundan kadın örgütlerinin baskısı ile kaldırıldı. Adil bir hüküm yine konulamaz diye bir şey yok. Bu iktidarın iradesi ile ilgili bir şey.  Bir ara koymak istediler, sonra iktidar vazgeçti. Kimse olmaz böyle şey demedi.

Batıda kadın güçlü. Ekonomik bağımsızlığını eline almış. Zina durumunda anında boşanıyor, bir de yüklü tazminat alıyor. Ne yapsın cezayı. Yapanın yanına kar kalmıyor.

Türkiyede kadınların çoğu güçsüz. Kocasının ceza alması kadının işine gelmiyor. Ama kadını da sıkıntıya sokmayacak cezalar verilir. Örneğin. Yüksek para cezası verilir ve bu da tazminat olarak kadına verilirse caydırıcı olur. Düşündüğün zaman her şeyin çaresi var. Elinde her türlü yetki var. Hele bizim millet, canını al parasını alma.

Bu içki, genelev Harun Reşidin Bağdatında da vardı, Alaattin Keykubat ın Konyasında da, Dördüncü Muratın İstanbulunda ,Sultan Abdülhamid in İstanbulunda da vardı. Bunun demokrasi ile alakası yok. Bekri Mustafa hangi topraklarda çıktı. Ömer Hayyam, Nesimi falan hangi topraklarda çıktı. Osmanlı, selçuklu, Şam topraklarında.  Demokrasi insanların yaşam biçimine karışmaz. Gerçek bir tehlike olmadıkça da bu konulara müdahele etmez.

Kur'anda da hiç bir konuda baskıcı bir yaklaşım görmedim. Dinde zorlama yoktur. Bu konularda sorumlu olan kişinin kendidir.

Genelev olayı özellikle azgın erkekler, milletin karısını kızını rahatsız etmesin diye uygulanmış bir şey. İranda da var, Osmanlı da da vardı.

Piyango olayı 20. yüzyıda çıktı.

Türkiyenin, İslam devletlerinin en büyük problemi bunlarmıdır.
Bunlar kaldırılsa fezaya mı gidecen. Tam tersine yeraltına inecek daha kötü hastalık falan olacaksın. veya sahte alkolden daha fazla ölüm olacak.  Bunlar batıda da denenmiş şeyler. Onun için her devlet yasaklamaktan ziyade sınırlamayı tercih ediyor. 

Suç ve ceza kavramını niye değiştirsin. Hırsızlıktan Kol kesme olayı tanzimattan beri yok. Sonra bunlar Ulul Emrin yetkisinde şeyler. Hz. Ömer  duruma göre uygulamamıştır.  Çok kötü bir hırsızlık olayı başıma geldi, değil kol, kafa kesilsin diyor insan.   Devlet , mükerrir hırsızlara daha yüksek ceza verebilir.  Türkiyede de cezalar yüksek, camı kırıp baklava çalan çocuklara 30 sene istenmedi mi. Bir adam otuz sene yatarsa kolu kesilmekten beter olmaz mı.

Şİmdilerde sosyal şartlar değişik. Eskiden insanlara ibret olsun diye yolda adamı kırbaçlardın, darağaçlarında asardın. Şimdi yap bakalım, caydırıcı mı oluyor, kışkırtıcı mı oluyor. KIşkırtıcı olur,  Ortalık kangölü olur. ZAmanın değişmesi ile ahkamın değişmesi  normaldir. SEn tanzimattan beri  önce belçika sonra italyan ceza kanununa göre cezalandırılıyorsun. Osmanlı padişahlığı, halifeliği zamanında devletin islamiliği tartışma konusu olmadı da , Türkiye Cumhuriyeti olunca mı sözkonusu oldu. 

Sonra memlekette farklı mezhepten, farklı dinden insanlar var. Onları ne yapacaksın.

Bakın bu konular 1790 larda aydınlanma ile birlikte tüm Avrupa da kalktı. Dini hukuk kalktı. SEnde de Tanzimattan beri peyder pey kalktı. Sade Evlenme, boşanma, miras ve alım satımı düzenleyen Mecelle oldu. 1926 ya kadar. O bile gayrimüslimlerle ilgili konularda sıkıntı oldu. Osmanlı ne zaman Kapitülasyonları kaldırmak istese bu ileri sürüldü.

Laiklik dinsizlik falan değildir. 1789 a kadar fransız devleti de dini hukukla yönetilen bir devletti. Katolik kilisesinin en büyük toprak ağası olması, köylüleri sömürmesi yüzünden, Fransada dine karşı düşünce oluştu. Fransız devrimi ile dini hukuk kalktı, fransada laiklik ilan edildi. Fransa laiktir. Ama fransada Katolik kilisesi hala güçlüdür.

Laiklik Hristiyanlığın doğal sistemi değildir ki. 1789 a kadarki sistem neydi. Laiklik teokrasi karşıtıdır. 1789 a kadar Fransa bir teokrasi idi. 1839 a kadar Türkiye tam teokrasi, 1839 dan sonra yarım teokrasi idi.

Türkiyede öyle, sosyal ve siyasi sebebler laikliği gerekli kılmıştır.  Bunda iç istek olduğu kadar, İngilterenin isteği de vardı. Laik hukuk uygulamazsan kapitülasyonları kaldırmam diyordu. Kapitülasyonlardan böyle kurtuldun. Yani senin yönetici sınıfının  Fransız hayranlığı kadar, kapitülasyonlardan kurtulmak için de laiklik prensibini kabul ettin. Bir yerde mecburdun yani.

Kur'an da tek geçerli yönetim şekli Demokrasidir. Onların işleri birbirine istişare iledir der.
Kur'an da din adamı sınıfı yoktur. Onun için Kur'anın laiklikle ilgili bir sorunu yoktur.

Ama dine en saygılı islam devleti Türkiyedir. Laiklik dinsizliktir demek ayıptır, nankörlüktür. Cahilliktir.

Herkese selamlar,














__________________
Allah Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır.
Yukarı dön Göster Saffet Metin's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Saffet Metin
 
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

< http-equiv="CONTENT-" content="text/; charset=utf-8">< name="GENERATOR" content="OpenOffice.org 2.4 (Win32)">< style ="text/css">

Dinde Zorlama Yoktur" Ayetinin Mânâsı

Ben bu açıklamayı yaptıktan sonra, sizin de misal olarak verdiğiniz ayet üzerinde durmak istiyorum. Bu ayette şöyle deniliyor: "Dinde hiçbir zorlama yoktur". Arap grameri açısından "dinde" kelimesi iki anlama gelebilir. Birincisi; "dini kabul etmede veya seçmede", diğeri ise; "din düzeninde" demektir. Bu yorumlardan hangisi kabule şayandır? Buna karar vermek için ayetin sadece lafzı ile yetinmeyip, siyak ve sibakına da müracaat gerekmektedir. Ayet-i kerimenin gelişine göre bir defa Allah'ın vahdaniyyeti ve sıfatları hakkında açık bir kavram ortaya konmuştur.

Ancak, bu kavram günümüzde şirkin çeşitli kısımlarına mübtela olmuş bütün dini grupların ilah kavramlarından farklıdır ve Kuranın davet ettiği dinin temel inancını oluş*turmaktadır.

Daha sonra buyuruluyor ki: "Dinde hiçbir zorlama yoktur Doğruluk sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kira tağutu inkar edip Allah'a inanırsa muhakkak ki o kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir. Allah inananların dostudur. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin dostları da tağuttur. Onları aydınlıktan ka*ranlığa çıkarır. Onlar ateş halkıdır. Orada ebedî kalacaklardır.[4]

Ayette geçen kelimelerin siyak ve sibakından altı çizili ibarenin mânâsı açıkça anlaşılıyor ve ifade ediliyor ki, Allah'la ilgili olarak, yukarıda söz konusu edilen inanç kimseye zorla kabul ettirilemez. Bu ayetler doğru akîde ile yanlış akideyi son derece belirgin ve net olarak ortaya koymuştur. Öyleyse bir kimse yanlış akideyi terkedip, ayette belirtildiği üzere doğru olanı, yani; 'Allah'a imanı kabul ederse, imanı kendisine fayda verir. Eğer yukarıda açıklandığı gibi, sahih imanı kabul etmezse hüsrandadır.

Siz Kur'an'ın bütününü gözden geçirince göreceksiniz ki, çeşitli suçlardan dolayı cezalar tahakkuk etmiş, birçok ahlâkî çöküntüyü yok eden kesin emirler verilmiş, pek çok şey haram, pek çok şey de farz kılınmış ve böylece insan hayatı için gerekli hükümler konmuştur.

Müslümanların Peygambere (s.a) ve ulu'l emre itaat etmeleri emredilmiştir. Bu itaatin sağlanması ve ilâhi hükümlerin tatbiki için zaman zaman devletin veya toplumun ahlâkî baskısının gücü şeklinde de olsa, behemehal kuvvete başvurma kaçınılmaz olur.

O halde "dinde zorlama yoktur" ayetinden, "İslâmî bir düzende İslâmî hayatın bekası için hiçbir zorlama yoktur" anlamı çıkarılamaz. Kur'an bu ayetle böyle bir mânâyı kasdetmiyor. Kur'an'ın bu ayetiyle kasdedilen, İslâm'a ilk defa giriş için böyle bir zorlama yapılamıyacağı hususudur. Kur'an İslâm'ı kabul etmek isteyeni bu isteğinde özgür bırakmış, kabul etmek istemeyeni ise zorlamamıştır.

Rasûlullah'ın (s.a) ve O'nun terbiyesiyle yetişen sahabenin tatbiki, konuyu daha iyi aydınlatmaktadır. Onlar hiçbir gayr-i müslimi İslâm'a girmeye zorlamamışlar, ama İslâm'a giren müslümanların İslâmî hükümleri yaşamalarını zorunlu görmüşlerdir. Bunu gerçekleştirmek için sadece ahlâkî ve toplumsal baskıyla yetinmeyip, hükümetin gücünü de kullanmışlardır. Onların zamanında bir çok gayr-i müslim İslâm hükümetlerinin vatandaşı olarak yaşıyordu. Onlar inanç, ibadet, mezhep ve dinî merasimlerim icra etmekte özgürdüler. Kişisel hak ve hukuklarına hiçbir şekilde dokunulmamıştır. Ancak toplumsal hayatta İslâm hukuku müslümanlara nasıl uygulanıyorsa, onlara da aynen uygulanıyordu.


Alimler âyet-i kerîmenin anlamı hususunda altı farklı görüşe sahiptirler.

1- Bir görüşe göre bu âyet-i kerîme neshedilmiştir. Çünkü Peygamber (sav), Arapları İslâm dinini kabul etmek üzere zorlamış, onlarla savaşmış, İslâm di­nine girmekten başka onlardan herhangi bir şeyi kabul etmemiştir. Bu gö­rüş Süleyman b. Musa'ya aittir. Onun dediğine göre bu âyet-i kerîmeyi: "Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihat et" (et-Tevbe, 9/73) âyeti nes-hetmiştir. Ayrıca bu görüş, İbn Mesud'dan ve müfessirlerin bir çoğundan da rivayet edilmiştir.

2- Bu âyet-i kerîme neshedilmiş değildir. Özel olarak kitap ehli hakkında nazil olmuştur. Cizyeyi ödedikleri takdirde İslâm'a girmek üzere zorlanmaya­caklarını ifade ediyor. İslâm'a girmek üzere zorlanacak kimseler ise putperest­lerdir. Onlardan İslâm'a girmekten başka birşey kabul edilmez. İşte; "Ey Peygamber, kafirlerle ve münafıklarla cihad et." (et-Tevbe, 9/73) buyruğu bun­lar hakkında nazil olmuştur. Bu da eş-Şa'bi, Katade, el-Hasen ve ed-Dahhâk'ın görüşüdür. Bu görüşün lehine delil Zeyd b. Eslem'in babasından yaptığı şu rivayettir. Eşlem dedi ki: Ben Ömer b. Hattab'ı hıristiyan bir kocakarıya şöy­le dediğini duydum: Ey kocakarı, İslâm'a gir, selamete erersin, muhakkak Al­lah Muhammed'i hak ile göndermiştir. Kadın şöyle dedi: Ben yaşlı bir kadı­nım. Ölüm ise bana pek yakındır. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: Şa-hid ol Allah'ım! Daha sonra da: "Dinde zorlama yoktur.." âyetini okudu.

3- Ebu Davud'un rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Bu âyet-i ke­rîme ensar hakkında nazil olmuştur. Kadın çocuğu yaşamayan biri olursa bu sefer çocuğu yaşarsa onu yahudi yapacağına dair söz verirdi. Nadiroğullan Medine'den sürülünce aralarında ensar çocuklanndan çok kimse vardı. "Ço­cuklarımızı bırakmayız!" demeleri üzerine yüce Allah: "Dinde zorlama yok­tur, doğruluk ile sapıklık gerçekten apaçık meydana çıkmıştır" buyruğu­nu indirdi. 

Bir rivayette de şöyle denilmektedir: Biz bir işi yaparken onların dinleri­nin bizim üzerinde bulunduğumuz dinden daha üstün oduğu görüşünde idik. Artık Allah bize İslâm'ı göndermiştir. O bakımdan onları (çocuklarımızı) İs­lâm'a girmek üzere zorlayalım. Bunun üzerine: "Dinde zorlama yoktur" âye­ti nazil oldu. Artık (o çocuklardan) isteyen onlara (yahudilere) katılır, iste­yen de İslâm'a girerdi.

Bu Said b Cübeyr'in, eş-Şa'bî'nin ve Mücahid'in görüşüdür. Şu kadar var ki o şöyle der: Ensar'ın çocuklarının Nadiroğulları arasında bulunuş sebebi, süt annelerinden süt emmeleri idi. en-Nehhâs da der ki: İbn Abbas'ın bu âyet-i kerîmeye dair görüşü senedinin sıhhati dolayısıyla görüşlerin en uy­gun olanıdır. Böyle birşey de zaten kişisel görüşe dayanarak ileri sürülmez.

4- es-Süddî der ki: Bu âyet-i kerîme iki tane oğlu bulunan ensardan Ebû Husayn hakkında nazil olmuştur. Şam'dan Medine'ye zeytinyağı getiren ta­cirler geldi. Bunlar çıkıp gitmek isteyince el-Husayn'in iki oğlu onlara gittik­lerinde bu tacirler oğullarını hıristiyanlığa davet ettiler. Bunlar da hıristiyan-lığı kabul edip beraberlerinde Şam'a gittiler. Babalan Rasûlullah (sav) yanı­na gelerek durumlarından şikâyetçi oldu. Rasûlullah (sav)'ın onları geri ge­tirecek kimseler göndermesi arzusunu belirtti.

Bunun üzerine: "Dinde zorlama yoktur" âyeti nazil oldu. O güne kadar henüz kitap ehli ile savaşma emri verilmemiş ve şöyle buyurmuştu: "Allah onları uzaklaştırsın. Onlar ilk küfre girenlerdir." Ebû Husayn onları geri ge­tirmek üzere kimseleri göndermedi diye Peygamber (sav)'a karşı içinde bir-şeyler duydu. Bunun üzerine şanı yüce Allah: "Hayır, Rabbine yemin olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp., iman etmiş olmazlar." (en-Nisâ, 4/65) âyetini indirdi. Daha sonra da: "Dinde zorlama yoktur" âyetini Tevbe Sûresi'nde kitap ehli ile savaşma emri ile (et-Tevbe, 9/29- âyet ile) neshetti. 

Ancak yüce Allah'ın: "Hayır, Rabbine andolsun ki onlar... iman etmiş ol­mazlar" (en-Nisa, 4/65) buyruğunun nüzul sebebi ile ilgili olarak sahih olan ise arazi sulaması ile ilgili olarak el-Cübeyr'in ensardan komşusu ile ba­şından geçen olaydır. Nitekim ileride yüce Allah'ın izniyle buna dair açıkla­malar Nisa Sûresi'nde (4/65. âyetin tefsirinde) gelecektir.

5- Bu âyetin anlamı şudur: Kılıç zoru ile İslâm'a girmiş kimseye; "mecbur edildi, zorlandı" demeyiniz. Bu da beşinci görüştür.

6- Altıncı görüşe göre de bu âyet-i kerîme, esir alınan çocuklar ve kadın­lar hakkındadır. Bunlar kitap ehlinden oldukları ve yaşça büyük oldukları tak­dirde İslâm'a girmek üzere mecbur edilmezler. Şayet mecusi iseler, küçük, büyük veya putperest olsunlar, İslâm'a girmek üzere mecbur edilirler. Çün­kü onları esir alan kimseler putperest kalmakla birlikte onlardan istifade edemezler. Nitekim onların kestikleri yenilmez, kadınları ile birlikte olunmaz. Bunlar ise meyteyi, pislikleri ve daha başka şeyleri yemeyi dinlerinin gere­ği bilirler. Onlara malik olan bir kimse onlardan tiksinir, mülk edinmek ba­kımından onlardan yararlanmasına imkân olmaz. O bakımdan onları İs­lâm'a girmek üzere zorlamak caizdir. Buna benzer bir görüşü İbnu'l-Kasım da Malik'ten rivayet etmektedir. Eşheb ise şöyle demektedir: Bunlar kendi­lerini esir alanın dini üzeredirler. Kabul etmeyecek olurlarsa İslâm'a girmek üzere zorlanırlar. Küçük çocukların ise dini olmaz. O bakımdan batıl bir di­ne girmemeleri için İslâm dinine girmek üzere mecbur edilirler. Sair küfür türlerine gelince; bunlar cizyeyi verdikleri takdirde İslâm'a girmek üzere on­ları zorlamayız. İster Arap olsunlar, ister olmasınlar. İster Kureyşli olsunlar, ister başka bir kabileden. Bununla ilgili dair açıklamalar cizye ve kimlerden kabul edileceğine dair ilim adamlarının görüşleri, yüce Allah'ın izniyle ile­ride Tevbe Sûresi'nde (et-Tevbe, 9/29. âyetin tefsirinde) gelecektir. 

"Dinde zorlama yoktur. Gerçekte, iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâgûtu inkâr edip de, Allah'a iman ederse,o, muhakkak ki kopmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işittci ve kemâliyle bilicidir" (Bakara, 256). Bu ayetle ilgili iki mesele vardır: 

 

Birinci Mesele

 

(ed-dîn) kelimesindeki eliflam hakkında âlimler şu iki görüşü ileri sürmüşlerdir:

a) Bu eliflâm, ahd ifâde eder.

b) Hak Teâlâ'nın,  "Muhakkak cennettir onun va­racağı yer" (Naziat,  41) ayetinde olduğu gibi, takdirinde  olup,eliflâm muzâfın ileyhden ivazdır. Yani, "Allah'ın dini..." demektir. 

 

İkinci Mesele

 

Bu ayetin tefsiriyle ilgili şu görüşlere yer verilmiştir:

Birinci Görüş: Bu, Ebu Müslim ve Kaffftl'in görü­şüdür. Bu görüşMutezile'nin kaidelerine en uygun bir görüştür. Buna göre âyetin mânası, "Allahu Teâlâ iman etme meselesini mecburiliğe ve zorlamaya bağlamamış, aksine onu, kulun kudret ve irâdesi­ne bağlamıştır. Daha sonra Kaffâl, maksadın bu olduğu hususunda şu şekil­de istidlal etmiştir: Allahu Teâlâ tevhidin delillerini çok açık, gönüllere şifa verici ve her türlü mazereti sona erdirecek bir biçimde beyan edince, bundan sonra şöyle demiştir: Bu delillerin izah edilmesinden sonra kâfirin imana zorlanması ve mecbur edilmesi durumu hariç, küfrünü sürdürme hususunda bir maze­reti kalmamıştır. Bu da, bir imtihan yurdu olan şu dünyada tatbik edilmesi caiz olmayan şeylerdendir. Çünkü dine icbar ve zorlamada, imtihan ve sınamanın yok olması mânası bulunmaktadır. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın 'İsteyen iman etsin, isteyen de inkâr etsin" (Kehf,  29); "Eğer Rabbtn dileseydi yeryüzündeki kimselerin hepsi topyekün muhak­kak kt iman ederdi. Böyle iken sen, hepsi mü'min olsunlar diye insanları zor­layıp duracak mısın?" (Yunus, 99) ve "Onlar mü'min olmayacaklar diye, nerdeyse kendine kıyacaksın.. Eğer biz dileseydik, onların üzerine gökten bir ayet indirirdik de, onların boyunları bunun karşısında eğiliverirdi" (Şuarâ,  3-4)âyetleridir. Allahu Teâlâ'nın bundan sonra, buyurmuş olması da, bu görüşü te'kid eder. Bundan sonra geriye, ancak zorlama, mecbur etme ve icbar etme durumu kalır ki, teklife münafi (aykırı) olur gerekçesiyle bu da caiz değildir. İşte bu gö­rüşün izahı bundan ibarettir.

İkinci Görüş: İkrah, müslüman bir kimsenin kâfire, ya iman edersin ya da seni öldürürüm demesidir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak,  "dinde zorlama yoktur" buyurmuştur. Ehl-i kitâb ile mecûsiler hakkındaki hükme gelince, cizye vermeyi kabul ederlerse, onları öldürmek caiz olmaz. Ama diğer kâfirlerin yahudi veya hristiyan olmaları halindeki hükme ge­lince, fukahâ bu hususta ihtilâf ederek, bazıları, "Onlardan cizye vermeleri istenir. Cizyeyi kabul etmeleri halinde onları öldürmek caiz olmaz" demişler­dir. Bu görüşte olanlara göre, Hak Teâlâ'nın buyruğu bütün kâfirler hakkında irâd edilmiş umûmî bir hüküm olmuş olur. Fakîrlerden, "Diyer kâfirler yahudi veya hristiyan olduklarında onlara, ciz­yeyi kabul etmeleri teklif olunmaz" diyenler de vardır. Bu görüşe göre, bunlar hakkında "ikrah" sahîh ve Hak Teâlâ'nın  ifadesi de, sadece eh­l-i kitaba tahsis edilmiş olur.

Üçüncü Görüş: "Savaştan sonra dini kabul eden kimselere, "O, zoraki dine girmiştir" demeyiniz. Çünkü harpten sonra o kimse dine girmeye razı olur ve İslâm'ı kabul etmesi de gerçek ve doğru olursa, o kimse mükreh sayılmaz. Buna göre âyetin mânası, "Onları ikraha nisbet etmeyiniz" şeklinde olur. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın. 'Size selâm verene, "Sen mü'min değilsin" demeyiniz.."(Nisa,94) âyetidir. 

Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

Dinde Zorlama/Dine Girişte Zorlama

Dinde zorlama konusu, aslında inanç özgürlüğü konusuyla doğrudan ilgilidir. Konuyla ilgili olarak sürekli gündemde tutulan Bakara sûresinin 256. âyeti çoğu zaman kişilerin düşünceleri doğrultusunda farklı alanlara çekilmekte, dolayısıyla yanlış yorumlanmakta ve âyetin, Kur’an bütünlüğü içindeki maksadı kaybolmaktadır. Hatta birbirlerinden farklı düşünenlerin bile kendi düşüncelerine dayanak kabul ettikleri bir âyet şeklinde algılanmaktadır.

Bu âyet ile ilgili olarak müfessirlerden farklı görüşler rivâyet edilmiştir. Bu görüşlerin başlıcaları şunlardır:

a) Bu âyet, sadece cizye veren ehl-i kitaba mahsustur

b) Daha önce yahûdi iken müslüman olan ve kendi çocuklarını da İslâm’a girmeye zorlayan ensâr hakkındadır.

c) Genel anlamda hiç kimsenin İslâm’a zorlanamayacağı hakkındadır.

d) Bu âyet, savaşmayı emreden âyetlerle neshedilmiştir.

Bu görüşlerin iki açıdan farklılık arz ettiklerini görüyoruz. Birincisi, âyetin muhtevâsıyla ilgilidir. Şöyle ki: Âyet, müslümanları, başkalarını zorla İslâm’a tâbi kılmaya çalışmaktan nehyeden bir yasa hükmünde midir? Yoksa “Dinde zorlama olayının gerçekleşmeyeceğini” bir realite olarak haber verme konumunda mıdır? İkincisi ise, âyette yer alan “din” mefhumundan ne kastedildiği ile ilgilidir. Şöyle ki: Burada “din” kelime-i şehâdetle temsil edilen görsel bir şekilden mi ibârettir? Yoksa, dinden murad, akîde temeline dayalı geniş ve kapsamlı bir vâkıa mıdır?

Yukarıdaki görüşlerden ilk üçünü benimseyenler, söz konusu âyeti müslümanları başkalarını zorla İslâm’a tâbi kılmaya çalışmaktan nehyeden bir yasa gibi değerlendirmekte, bunun sonucu olarak dini de görsel şekilden ibâret olan ve kelime-i şehâdet le temsil edilen bir düşünce olarak görmek durumundadırlar. Çünkü dinin temeli olan iman, nefsin boyun eğmesinden ibârettir. Nefsin boyun eğmesi de hiçbir zaman zorlama ile gerçekleşmez. Bu değerlendirmeye göre âyetin, dinin kabul veya reddedilmesi konusunda zorlama yapılmayacağı ilkesini ihtivâ ettiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Âyeti, “dinde zorlama olayının gerçekleşmeyeceğini” bir realite olarak haber verme konumunda görenler ise, doğal olarak dinin ikinci anlamını, yani dinin akîde temeline dayalı ve geniş kapsamlı bir vâkıa olduğunu esas alacaklardır. Başka bir ifâdeyle, bu görüşte olanlar âyetin, dinin kabul veya reddi konusundaki zorlamayı değil; dinin yaşanmasındaki zorlamayı yasakladığını savuşmuşlardır.

Âyetin sadece ehl-i kitab ile ilgili olduğu görüşünün tutarsız olduğunu da burada belirtmemiz gerekmektedir. Çünkü bu hüküm yalnız ehl-i kitaba mahsus olsaydı, İslâm memleketinde ehl-i kitaptan başkasına eman (can güvenliği) verilmemesi gerekirdi. Oysa, gerek Hz. Peygamber döneminde, gerekse sonraki dönemlerde İslâm’ın egemen olduğu topraklarda ehl-i kitabın dışında olan birçok insanın kendi inançlarına bağlı olarak yaşamalarına engel olunmamıştır. Ayrıca, şu âna kadar müşrikler için “müslüman olma” veya “öldürülme” dışında bir seçeneğin bırakılmaması; ehl-i kitabın ise cizye ödemeyi kabul ettikleri takdirde kendi dinleri konusunda serbest bırakılması şeklindeki uygulamalar, maalesef, “İslâm kendi yasaları altında inanç hürriyetine müsâmaha göstermez” görüşünde olan bazı araştırmacıların bu görüşüne dayanak olmuştur.

Bu âyetin, savaşmayı emreden âyetlerle neshedildiğine dâir görüşe gelince; bunun da tamamen reddedilmesi gereken bir görüş olduğunu belirtelim. Hem bu âyetin neshedildiğini gösterebilecek bir delil mevcut olmadığından, hem de Taberî’nin dediği gibi, hükümler insanlar tarafından değil; Allah tarafından neshedilebileceğinden dolayı (Taberî, Tefsir II/357) böyle bir görüş mûteber değildir. Ayrıca aynı âyetin devamındaki “... Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur...” (2/Bakara, 256) ifâdesi de, bu hükmün nüzûlünün, dinin belli olmasından sonra olduğunu göstermekte ve böyle bir mülâhazaya -neshedildiği şeklindeki görüşe- mâni görünmektedir. Hatta üzerinde durduğumuz bu âyetten önceki âyetlerde Allah yolunda cihadın emredilmesi ve bu bağlamda Tâlût-Câlût kıssasının örnek olarak verilmesinden (2/Bakara, 244-251) dolayı, Kur’an’ı dinleyen ve okuyanın zihninde savaşın, düşmanı İslâm’a sokmak için yapıldığı şeklinde oluşabilecek izlenimi silip, İslâm’a girme konusunda kimseye zorlama yapılamayacağını bildirmek üzere hemen peşinden bu âyetin gelmiş olabileceği de uzak bir ihtimal değildir.

Savaşı emreden âyetler tarafından bu âyetin neshedildiğini düşünenlerin, savaşın, dine zorlamak amacını güttüğü görüşünde oldukları da düşünülebilir. Ancak, savaşı emreden âyetler incelendiğinde, savaşın amacının hiçbir zaman dinde zorlama olmadığı görülecektir (Bkz. 2/Bakara, 190-191, 193; 8/Enfâl, 39-40; 8/Tevbe, 13; 22/Hacc, 39-40).

Gerçi savaşın dinde zorlamayı öngördüğüne ilişkin iddiâları ve bunlara dâir cevapları ileride ele alacağız; ancak, yeri gelmişken bu konuda delil olarak ileri sürülen “Haram aylar çıkınca (Allah’a) şirk/ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir.” (9/Tevbe, 5) âyeti ile, “Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse, dinde sizin kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetleri böyle uzun uzun açıklıyoruz.” (9/Tevbe, 11) meâlindeki âyetlerle ilgili olarak önemli gördüğümüz bir hususu açıklamakta fayda mülâhaza ediyoruz:

İlk bakışta bu iki âyetin, İslâm’a zorlama ve müşriklerin anlaşmalarını/sözleşmelerini kabul etmeme izlenimi verdiği düşünülebilir. Ancak, bu iki âyet, müslümanlara saldırmaya başlayan, sonra da kendileriyle anlaşma yapılan bir grup hakkında inmiştir. Daha sonra bu grup, anlaşmayı bozmaya ve ihânet etmeye niyetlenmiş, müslümanlara karşı hiçbir söz ve anlaşmaya bağlı kalmama düşüncesine kapılmıştır. Nitekim bu âyetlerin yer aldığı âyet grubunda (9/Tevbe, 1-13) bu durum, açık bir biçimde görülmektedir. Özellikle aynı sûrenin 4, 7 ve 12. âyetleri de hedef gösterilen kimselerin, yeminlerine sahip olmayan ve anlaşmayı bozan kimseler olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu gruba katı/sert davranılması ve kayıtsız-şartsız teslim olmanın dışında hiçbir şeyin kabul edilmemesi asla yadırganacak bir husus değildir. Çünkü bunların anlaşmayı bozmadıkları ve ihânet etmedikleri başka türlü değil; ancak bu şekilde anlaşılır.

Din terimi, hem ahlâkî olarak emredici konuların muhtevâsını ve hem de onlara uygun davranmayı ifâde eden ve sonuçta terimin en geniş anlam çerçevesini yansıtan, yani içerdiği akîdevî prensipleri ve bu prensiplerin pratik yansımalarını olduğu kadar insanı ibâdet ettiği objeye karşı yaklaşımını, dolayısıyla “itikad” kavramını içine alan bir terim olduğundan, âyetin gramatik yapısı gereği asıl mânâ ile “dinde zorlama yoktur” şeklinde değil de; “zorlama, dinde yoktur” şeklinde anlaşılması gereken bu hükmün verdiği mesajı şöyle özetleyebiliriz: Bu âyet, zorla din değiştirmenin, her şart altında geçersiz ve temelsiz olduğunu, inanmayan bir kişiyi İslâm’ı kabule zorlamanın büyük bir günah teşkil ettiğini ifâde eden ve İslâm’ın inanmayanların önüne “ya İslâm, ya kılıç” alternatifi koyduğu şeklindeki yaygın safsatayı geçersiz kılan bir hüküm niteliğindedir. Ayrıca, zorla kabul edilen bir imanın geçersiz olduğunu anlattığı gibi, aynı zamanda dinde herhangi bir ameli/ibâdeti zorla yaptırmanın da geçersiz olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü zorla kıldırılan bir namaz, zorla tutturulan bir oruç, zorla alınan bir zekât ve zorla yaptırılan diğer ibâdetlerde, dinin istediği maksat olan niyet ve samimiyet gerçekleşmeyecektir.

Bütün bunlardan sonra, özellikle batıda daha çok vurgulanan ve müslümanlarca da sık sık gündeme getirilen “inanç ve düşünce özgürlüğü” ilkesine bağlı olarak, İslâm’ın da, insanlara dinsizlik hakkı tanıdığını, bu âyetin yanlış anlaşılmasından kaynaklanan bir husus olduğunu belirtelim. Bütün dinlerden üstün olsun diye gönderilen hak dinin (9/Tevbe, 33; 48/Fetih, 28; 61/Saff, 9) insanların kula kulluk yapmalarına izin vermesi, kendi haline bırakıp onlara seyirci kalması mümkün değildir. Böyle insanların hak dini benimsemeleri için yukarıda anlattığımız yöntemlerle dâvet edilmesi başka; onların dini kabule zorlanması için güç kullanılması ise daha başkadır. İşte İslâm’ın reddettiği husus, birincisi değil; ikincisidir.

Aslında Kur’an’ın ilk indirilen sûrelerinde, Allah tarafından vahyi yalanlayanların kendisine bırakılması ve havâle edilmesinin emredilmesi (68/Kalem, 44; 73/Müzzemmil, 11; 74/Müddessir, 11) ile de, hakikati inkâr edenlere karşı beşerî cezalandırma yolu yasaklanmış olmaktadır. Hatta savaşla ilgili hükümlerin ağırlıklı olarak yer aldığı Tevbe sûresinin, “Eğer yüz çevirirlerse de ki: ‘Allah bana yeter! Ondan başka ilâh yoktur. Ona dayandım, O, büyük arşın sahibidir.” (9/Tevbe, 129) âyeti ile sona ermesi ve dini kabul etmekten kaçınanların kendi hallerine bırakılarak Allah’a tevekkülü önermesi de bu konuda anlamlı bir mesaj içermektedir.

Kur’an’ın meseleye bakışından yola çıkarak sonuçta şunları söyleyebiliriz:

a) İslâm dâvetinin yapısında, hem demir ve ateş gibi maddî güçle yapılan açık zorlamaya; hem de boyun eğdirici psikolojik baskılarla yapılan gizli zorlamaya ihtiyaç hissettirecek bir kapalılık, karmaşıklık ve mantıkî bir problem yoktur.

b) İslâm dâvetinin temel ilkeleri Allah’ın kitabından alınmıştır. Dolayısıyla insanlar kendileri için gerekli olan bu metotları tercih ettikleri için Allah’ın yasasına (sünnetine) aykırılık teşkil etmez.

c) İslâm dini, Allah’ın kitabından alınmıştır. Zorlamayı dâvet vâsıtalarından bir vâsıta olarak kabul etmez.

d) İslâm dâvetçisi, Rabbinin huzurunda sadece Kur’an’ın açıkladığı tebliğ ve uyarı görevinden sorumludur. Tebliğden sonra insanların iman edip etmemelerinden tebliğ yapanı sorumlu tutmaz ki, onları zorlamaya ve onlara sert davranmaya müsâade etsin.

e) İslâm dâvetinin kaynağı olan Allah’ın kitabı zorla iman edenin imanına değer vermez; âhiret günü ona bu imanının bir yararı da olmaz. Dolayısıyla İslâm zorlamayı emreden bir din olamaz.

Kur’an, tebliğde temel ilkenin hikmet ve güzel öğüt olduğunu, tartışmaya ihtiyaç duyulsa bile bunun güzel bir biçimde yapılması gerektiğini; hiç kimsenin dini kabul etmesi için zorlanamayacağını, çünkü inanma olgusunun kalple ilgili olduğunu defalarca vurgular. İnanç özgürlüğü konusunda da ilkeler koyan Kur’an, müslüman olmayanların kendi inançlarını yaşamalarına müdâhale edilmesini öngören hiçbir girişimi de benimsemez. Hatta diğer inanç sahiplerinin, baskı ve zulme başvurmadan kendi inançlarının propagandasını yapmalarını yasaklayan ve bu konuda müslümanların onları engellemelerini gerektiren bir emrin bulunmadığı da bilinmelidir. İnsanları zorla İslâm’a sokmak, aslında münâfık bir toplum oluşturulmasına zemin hazırlamak anlamına gelecektir. Kur’an’ın tebliğde şiddete başvurmayı yasaklaması, normal şartlar altında geçerlidir. Müslüman olmayanların, müslümanlara baskı uygulamaları durumunda müslümanların kendilerini savunma hakları olduğunu, misliyle mukabelede bulunabileceklerini de benimser. Hz. Peygamber’in, nokta hedef göstererek öldürülmesini emrettiği kimseler de bu bağlamda değerlendirilmelidir.

 

Dinin Pratiğinde/Uygulamada Zorlama

İslâm’ın, herhangi bir kimseyi zorla İslâm’a sokması veya imanın bir gereği ve tezâhürü olan ibâdet ve dinî şiarlara uymaya zorlamasının sözkonusu olmadığını ifade ettik. Ancak bu, İslâm’ın tamamen vicdanlara hapsedilen bir inançtan ibâret olduğu veya bireysel ve toplumsal alanla hiç ilgilenmediği izlenimi vermiş olmuyor mu? Elbette bunun açıklığa kavuşması gerekir.

Bir Alman bilgininin söylediği gibi, yaptırım gücü olmayan hak, anlamsız boş bir sözden ibârettir. Büyük düşünür Muhammed İkbal’in ifâdesiyle de kuvveti olmayan din, sadece ve sadece felsefedir. Bu bakımdan İslâm da sadece gönüllerde yaşayan bir din olsun diye gönderilmiş olamaz. Onun da bireysel ve toplumsal alanla ilgili hukukî düzenlemeleri, bozgunculara karşı yaptırım gücü olan cezâî hükümleri mevcuttur.

Her hukuk sistemi, kendisine tâbi vatandaşları, kanunlarına uymaya mecbur ettiği gibi, İslâm hukuk sistemi de kendi tabiiyetinde yaşayanları, prensiplerine uymaya, getirdiği düzene göre yaşamaya mecbur eder. Bunun içindir ki Kur’an bazı suçlara bazı cezalar getirmiş, birçok ahlâksızlıkların ortadan kaldırılmasını emretmiş, birçok şeyi farz kılmış ve müslümanlara, Allah’ın Rasûlüne ve kendilerinden olan ülü’l-emre itaat etmelerini emretmiştir. Bütün bu hükümleri uygulama alanına koyabilmek için bir güç lâzımdır. Bu güç ister devlet gücü olsun, isterse toplumun mânevî baskısı olsun. Buradan anlaşılmaktadır ki Kur’an, “dinde zorlama yoktur” sözüyle hiçbir zaman, “İslâm hayat nizamında kuvvet ve zor kullanmanın yeri yoktur” dememiştir (Mevdûdi, Modern Çağda İslâmî Meseleler, s. 224).

Şurası da bir gerçektir ki, Kur’an’ın, hakkında cezalar belirlediği suçlar, ortadan kaldırılması gereken pislikler, toplumun arındırılması gereken kötülüklerdir. Toplumun sağlam olması için bu kötülüklerin toplumun bedeninden uzaklaştırılması amacıyla birtakım yaptırımların kullanılması gereklidir. Çünkü suçluların suçunu unutturacak bir seviyede suçlulara aşırı şefkat göstermek doğru değildir. Caydırıcı cezayı engelleyen her şefkat, aslında onların kötülük yapmasına imkân verir, toplum onların suçlarına mâruz kalır.

Burada şu inceliğe dikkat çekilmesi gerekmektedir: Kur’an, bireysel olarak Allah’a kulluk yapma/ibâdet konusunda bir zorlamayı esas almadığı gibi, yapılan kötülüğün sadece insanın kendisiyle sınırlı olması durumunda bir yaptırımı, yani kuvvet kullanmayı da öngörmez. İslâm’ın yasakladığı davranışlar, toplumu etkilemeye yöneldiğinde veya toplumsal yozlaşmaya zemin hazırlamaya başlaması durumunda kuvvet kullanma devreye girer. Kur’an’ın bazı suçlardan dolayı belirlediği cezaların uygulanması için ileri sürdüğü şartlarda ve Hz. Peygamber’in bazı uygulamalarında meselenin bu yönü ön plana çıkmaktadır.

Meselâ zinâ, başlı başına yasaklanan bir davranıştır ve Kur’an’da yüz sopa cezâsıyla cezâlandırılması emredilmektedir (24/Nûr, 2). Ancak, bu cezânın uygulanabilmesi için bu suçu işleyenlerden en az dört şâhit tarafından görülüp tesbit edilecek şekilde işlenmiş olması (4/Nisâ, 15; 24/Nûr, 13) veya suç işleyenler tarafından bundan haberi olmayanların yanında itiraf edilmesi gerekmektedir. Bu şartlar oluşmadığı takdirde kimsenin zinâ yaptığı iddiâsıyla hesaba çekilemeyeceği, hatta bu şartlarla isbat edilmediği/edilemediği halde başkalarına zinâ isnâdında bulunanların da iftirâ suçu işlemiş olduklarından hareketle cezâlandırılacakları ve onlara seksen sopa vurulacağı hususu bir ilke olarak ortaya konmaktadır (24/Nûr, 4). Dolayısıyla bundan, zinâ suçunun, sadece işleyenlerce bilindiği durumlarda âhiret ile ilgili cezâî sorumluluktan kurtulmamakla beraber, dünyada cezâlandırılmayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Yine, hırsızlık yapan birisinin, malı çalınan kişi tarafından Hz. Peygamber’e getirilmesi ve cezânın uygulanacağının bildirilmesi üzerine, mal sahibinin bağışlama isteğini Hz. Peygamber’in, “bana gelmeden önce bağışlasaydın!” diyerek reddetmesi (Ebû Dâvud, Hudûd 14; Nesâî, Kat’u’s-Sârık 5; İbn Mâce, Hudûd 28; Muvattâ’, Hudûd 28), suçun bireysel alanda kaldığı sürece cezâlandırılmayacağını, ama toplumsal bir niteliğe bürününce cezânın vazgeçilmez olacağını ortaya koymaktadır.

Yine, namaz, oruç, hac gibi ibâdetleri yerine getirmeyenlere herhangi bir yaptırım uygulanması öngörülmediği halde, zekât vermeyen/vermek istemeyenlere yönelik Hz. Ebû Bekir’in savaşmak istemesi ve onun bu tavrını diğer sahâbenin de onaylaması, zekâtın sosyal boyutunun olmasıyla izah edilebilir. Diğer bir ifâdeyle, sözgelimi namaz kılmayan, oruç tutmayan bir kişi, bu tavrıyla toplumun diğer bireylerine yönelik herhangi bir hakka tecâvüz etmiş olmamakta; buna karşılık zekâtı vermemekle, başkalarının kendi malı içinde bulunan haklarını gasbetmiş konumda bulunmaktadır. Dolayısıyla işlendiğinde bir yaptırım gerektiren suçlar, bireysel olmaktan çok; toplumsal bir nitelik arzetmektedir.

“Mürtedin Cezâlandırılması” İlkesinin İnanç Özgürlüğü Açısından Değerlendirilmesi: İnanç özgürlüğüne aykırı gibi görünen “mürtedin öldürülmesi” ile ilgili hükmün de, aslında salt dini terketmekten ibâret olan bir suçun cezâsı olarak değil; ancak ve ancak kamu düzenini bozma ve devlete isyan etme suçlarının cezâsı olarak değerlendirilmesi daha isâbetli görünmektedir. Çünkü Kur’an’da irtidad ve mürted bahis konusu edildiği halde, mürtedin dünyada cezâlandırılması ile ilgili bir hükme yer verilmemiş, aynı zamanda münâfıklar "iman ettikten sonra küfre girenler" şeklinde tanıtılmasına rağmen onlara böyle bir cezâ öngörülmemiştir. Kaldı ki Hz. Peygamber döneminde olsun, Ebû Bekir döneminde olsun, meydana gelen irtidad hareketleri, sadece inançları değiştirme ve terketme şeklinde değil; devlete ve kurulu düzene isyan niteliğinde olmuştur. Buna göre Kur’an’ın, tebliğ sırasında güzel öğüdü ve güzel mücâdeleyi esas almasına rağmen, sadece misliyle mukabele kapsamında son çare olarak şiddete başvurmaya ruhsat vermiş olduğunu söyleyebiliriz. (Bkz. İrtidad Kavramı).

 

 

 

Eğitim ve Âile Hayatında Zorlama

Eğitimde fert ve toplumun ıslah edilmesi hedeflendiğinden dolayı, bu konuda belirlenen temel prensip yine hoşgörüdür. Kur’an, müslüman toplumda Allah’ın emirlerinin terkedilmesi veya yasaklarının işlenmesi durumunda ferde yönelik bir şiddeti ve zorlamayı öngörmemiştir. Daha doğrusu, şiddet uygulanarak zorlamanın öngörüldüğü hususlar, ferdî alanla ilgili değil; toplumsal alanla ilgilidir. Zinâ ve zinâ iftirâsı gibi bir suçun isbâtı ve cezâlandırılabilmesi için dört şâhit veya itirafın şart koşulması, -ki bu, işlenen suçun toplumda ifşâ edilmesi anlamına gelmektedir- cezâyı gerektiren diğer suçlarda suç işleyenin suçunu gizlemesinin hoş görülmesi veya işlediği suçu ifşâ etme zorunda olduğuna dâir bir hükmün bulunmayışı, cezâların toplumsal boyutunu göstermektedir. Bundan dolayıdır ki Kur’an’ın eğitim sürecinde şiddete ve zorlamaya başvurmaya ruhsat verdiği veya emrettiği iki alan vardır: Birisi, âilede problemin çıkmasına neden olduğu zaman kadının koca tarafından hafifçe dövülmesi; diğeri ise, toplumda huzuru bozucu suçları işleyenlerin belirlenen şekillerde cezâlandırılmaları. Âilede kocanın, toplumda ise devletin belirlenen şekil ve ölçülerde cezâları uygulamakla görevlendirilmeleri, otorite-yetki ilişkisinin doğal sonucu şeklinde değerlendirilmelidir. Yani eğitimde şiddete ve zora başvurma, kendisine yetki ve otorite verilen kimseler için geçerlidir.

Kur’an’ın ana hedefinin cezâlandırmak olmadığı, hem âilede, hem de toplumda cezâya başvurmadan önce alınmasını istediği önlemlerden anlaşılmaktadır. Sözkonusu önlemlerin uygulanması durumunda, her iki alanda da cezâlandırmayı gerektirecek suçların işlenebileceği bir zeminin/ortamın oluşması neredeyse imkânsız hale gelecektir. Eşler arasındaki ilişkilerin bozulmasına neden olan ve kadından kaynaklanan problemlerin çözümü konusunda Kur’an’ın önerdiği uç bir tedbir olarak kadının dövülmesi hususu, sözkonusu problemlerden dolayı boşanmakla karşı karşıya kalan, ancak boşanmak istemeyen eşlerle ilgili bir konudur. Çünkü boşanmak isteyenler için zâten çözüm bellidir ve o da boşanmaktır. Âiledeki anlaşmazlık bu aşamaya gelmeden önce başvurulacak yöntemleri de Kur’an belirlemiş, dövme aşamasına gelmeden de nasihat ve yatakta yalnız bırakma yolları tavsiye edilerek farklı çözüm yolları gösterilmiş, en son olarak da, neredeyse “dövme” demeyi imkânsızlaştıracak hafif bir biçimde dövmeye ruhsat vermiştir. Buna rağmen bu konuda Hz. Peygamber’in uygulaması ile Kur’an’ın önerisi arasında bir farklılık bulunması, bu önerinin mutlaka uygulanması gereken bir şey olmadığı, sadece âileyi dağılmaktan kurtaracak bir çözüme katkı sağlayacaksa uygulanabileceğini göstermektedir. İnsanın yeryüzündeki halifeliğinden hareketle sahip olduğu değerin vurgulanması ve onu öldürmenin, telâfisi zor olan zararlara yol açacağının bildirilmesi adam öldürme olaylarının; sosyal adâlet ilkesinin yerleşmesine yönelik olarak belirlenen faâliyetler hırsızlık suçunun; zinâya sebep olabilecek her türlü ortam ve vâsıtanın yasaklanması zinâ ve zinâ iftirâsı suçunun; bütün bunların sonucu olarak da hirâbe/yeryüzünde bozgunculuk suçunun işlenmesine engel olmak içindir. Bütün bu tedbir ve ilkelere rağmen insanların can, mal, ırz ve dinlerine yapılan bir saldırı niteliğinde olan suçların işlenmesi durumunda Kur’an, çeşitli cezâlar verilmesini istemiştir. Bu cezâların şiddeti, aslında işlenen suçun ağırlığı ve şiddeti ile orantılıdır. Bundan dolayı kısas ve hirâbe/eşkıyâlık suçunun cezâsı dışında diğer cezâların affedilmesi de sözkonusu olmamaktadır. Kısasta sadece öldürülenin velîsine affetme yetkisi verilmiş, velînin affetmesi durumunda ancak af sözkonusu olabilmektedir. Hirâbe suçunun cezâsı da, suçun devlete, kurulu düzene isyan niteliğinde olması ve toplumun huzurunu bozma girişimi olarak değerlendirilmesinden dolayı, sadece yakalanmadan önce yaptığından vazgeçmesi ve pişman olması şartıyla -ki günümüzde “pişmanlık yasası” olarak nitelenen uygulamanın benzeridir- cezâsının affedilmesi sözkonusudur.

Bütün bunlarla birlikte zinâ ve zinâ iftirâsı cezâsında, suçun dört şâhitle isbâtının şart koşulması; hırsızlıkta, suçun işlenmesini kolaylaştıracak açlık, kıtlık gibi sebeplerin ortadan kaldırılmasının zorunluluğu; ayrıca suç işleyenlere, suçlarını itiraf etme zorunluluğu getirilmemiş olması, İslâm’ın cezâlandırmayı hedef haline getirmediği, sadece kaçınılmaz hale geldiği zaman cezâlandırmayı öngördüğü şeklinde yorumlanabilir. (3)

 

 

Cihad ve İkrâh/Zorlama

Kur’an ve Cihad Süreci: Kur’an, hem müslümanların birbirleriyle olan ilişkilerini, hem de müslüman olmayanlarla ilişkilerini düzenleyen birtakım hükümler getirmiştir. Hz. Peygamber’in hayatta olduğu dönemlerde bu ilişkilerin tesbitinde zorlanmayan müslümanlar, sonraki dönemlerde Kur’an’a farklı yaklaşımlarının sonucu olarak değişik görüşlere sahip olmuşlar ve bir kısmı bu ilişkilerin barış esasına dayalı olduğunu savunurken, bir kısmı da savaş esasına dayalı olduğunu ileri sürmüştür. Konu ile ilgili Kur’an âyetlerini incelediğimizde, ilk bakışta her iki kesimin kendine göre haklı taraflarının bulunduğunu görürüz. Çünkü bir taraftan “Hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır ve onlarla en güzel biçimde mücâdele et...” (16/Nahl, 125); İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen, kötülüğü) en güzel olan şeyle sav. O zaman bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dosttur.” (41/Fussılet, 34); “Ey iman edenler, hepiniz birlikte ‘silm’e (İslâm’a veya barışa) girin...”(2/Bakara, 208) gibi âyetlerle, ilişkilerin dayandığı esasın barış olduğu iddia edilirken; diğer taraftan da “Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah işitendir, bilendir.” (2/Bakara, 244); “Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (8/Enfâl, 39; Benzer bir âyet için bkz. 2/Bakara, 193); “Haram aylar çıkınca (Allah’a) şirk/ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin...” (9/Tevbe, 5); “Ey iman edenler, yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın, (onlar) sizde bir katılık bulsunlar. Bilin ki Allah, müttakîlerle beraberdir.” (9/Tevbe, 123) gibi âyetlerle, ilişkilerin dayandığı esasın savaş olduğu iddiâ edilmektedir.

İslâm ve savaş” konusu gündeme gelince, bir kavram kargaşasının yaşandığını ve ilgili ilgisiz herkesin İslâm’ın bu konudaki yaklaşımını yorumladığını görüyoruz. Birçok konuda olduğu gibi, savaş konusunda da İslâm’ın temel referansı Kur’an olduğuna göre, bu yorumların kabul edilebilir ve tutarlı olması için öncelikle kavramsal çerçevenin doğru tesbit edilmesi ve Kur’an bütünlüğü göz önünde bulundurularak konunun araştırılması gerekmektedir.

Şiddet ve zorlamanın sozkonusu edildiği bir alan da savaştır. Kur’an, sadece teorik bilgiler veren bir kitap olmadığına göre, insanlık tarihi ile birlikte var olan savaş gerçeğini de gözardı edemez. Bu bakımdan istenmeyen bir şey olmakla birlikte, Kur’an, savaş ile ilgili düzenlemeler de yapmıştır. Aslında, ismi bile “barış”tan türemiş olan bir dinin, savaştan söz etmesi garipsenecek bir olay değildir. Çünkü Kur’an’ın söz ettiği bütün hususlar, varlığını benimsediği hususlar değildir. Dolayısıyla savaş da vâkıa olarak hoş karşılanmasa bile, insanlar arasında nerede ise kaçınılmaz nitelikte bir olgudur.

Kur’an, insanlar arasındaki ilişkilerin barış esasına dayandığını, savaşın ise ârızî bir durum olduğunu kabul eder. Ancak bu, savaşa hiç yer vermediği veya savaş için her türlü hazırlığı gözardı ettiği anlamına gelmez. Bilakis Kur’an, savaş için hazır olmayı bir ilke olarak benimser. Bu da, silâhlı barış diye nitelenebilecek bir durumdur. Kur’an’ın nüzûlü sürecinde savaşı irdelediğimizde, Mekke döneminde inen âyet ve sûrelerde daha çok bağışlama ve müsâmaha emri göze çarptığı halde; Medine’de inen âyet ve sûrelerde ise müsâmaha tamamen reddedilmese bile savaşa izin verildiği, hatta emredildiği görülmektedir. Bu iki farklı durumun da çeşitli nedenleri vardır. Diğer taraftan Kur’an, savaşı ifâde etmek üzere cihâd, kıtâl ve harb terimlerini kullanmakta; cihâd, Mekkî âyetlerde her türlü çalışma ve gayreti ifâde ederken, Medenî âyetlerde bunun yanısıra sıcak çatışma anlamında da kullanılmakta; kıtâl sadece silâhlı çatışma anlamında ve sadece Medenî âyetlerde geçmektedir. Harb ise, hem düşünce alanındaki çatışmaları, hem de silâhlı çatışmayı ifâde eder biçimde sadece Medenî âyetlerde kullanılmaktadır.

Kur’an kavramı olarak kıtâl/savaş konusunu daha önce işlediğimiz için, burada İslâm’daki savaş şartları, sebepleri, savaş öncesi, esnâsı ve sonunda uygulanması gereken esasları uzun uzun bahsetmek, konuyu uzatmak demek olacaktır. İkrâh konusuyla ilgisi bakımından savaşla alâkalı olarak şu konunun altını çizmek gerekmektedir: İslâm, hiçbir zaman savaşı başlatan taraf olmayı müslümanlara tavsiye etmediği gibi, insanları İslâm’a dâvet amacıyla savaşılmasından da söz etmemiştir. Kin ve nefrete yol açan savaşı bir tebliğ vâsıtası olarak düşünmek mümkün değildir. Ayrıca, iman etmeyen kimselerin, hayatlarının sonuna kadar her an iman etme ihtimali vardır. İmana girmeleri için onlarla savaşmak, savaş sırasında öldürülenler için bu imkânı ortadan kaldırmaktadır.

İnsaflı ve önyargısız olarak Kur’an’ı ve Hz. Peygamber’in uygulamalarını inceleyen herkes savaşın dine zorlamak için meşrû kılınmadığını görecektir.

Kur’an’ın savaşı meşrû kılma nedeni, yapılan saldırılara karşılık vermek, sadece inandıklarından dolayı insanlara yapılan baskılara ve yurtlarından çıkarma girişimlerine engel olmaktır. Savaşın amacı da, her türlü baskı anlamına gelen “fitne”yi ortadan kaldırmak, insanlar ile Allah’ın dini arasına girenlerin bu tutumlarına son vermek ve özgür bir şekilde inanmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Savaşın amacı, asla insanların zorla müslüman olmasını sağlamak değildir. İslâm’ın savaş sâyesinde yayılmış olduğuna dâir iddiâlara gelince; bugün dünya müslümanlarının en yoğun olduğu yerlerden olan uzak doğu ülkelerinde (Endonezya, Malezya gibi) İslâm’ın savaş olmadan, tâcirler vâsıtasıyla yayılmış olmasından hareketle bu iddiâların tutarsız olduğunu söyleyebiliriz.

Kur’an’ın savaş ile ilgili düzenlemelerini ve Hz. Peygamber’in uygulamalarını bir bütün halinde dikkate almadan, İslâm’ın öngördüğü savaşın türünü, günümüz dünyasında yapılan savaşlarla mukayese ederek saldırı veya savunma şeklinde belirlemek doğrusu isâbetli görünmemektedir. İslâm’ın öngördüğü savaşın, hem sebep, hem sonuç, hem de amaç itibarıyla günümüz savaşlarından farklı olması, türünün de farklı olmasını beraberinde getirir. Bu itibarla İslâm’daki savaşın, koruma-savunma/koruyucu savunma türü bir savaş olduğunu söyleyebiliriz.

Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

yukarda dört değişikkaynakdan alıntı yaptım.....

şimdi:hiçbir sistem tebasını başı boş bırakmaz....onlara hudud koyar...sınır çizer..özgürlük alanını belirler...hiçbir sistem insanların kendisini bozmasına izin vermez...ne yaparsan yap demez....toplumda ifsada yol açacak hareketlerde bulun demez....

islam da hiçbir insana sen zinayı insanlar  arasında suç olmakdan çıkarabilirsin demez...zinanında cezasını insanların heva ve hevesine bırakmaz....sizin dediğiniz gibi bunun adınada dinde zorlama yokdur demez...ne yapasran yap deyip sana zinanın önünü açmaz...seni o suçu işlemeye cesaretlendrimez....

bugün zina devlet eliyle suç olmakdan çıkarılmışdır...ama diyelimki suç olsun....cezası neydi?karakola gid ifade ver..yalla. eve...kadınsan fişlen...peki zinaya uydurulan bu cezanın islamda yeri var mı hayır...neymiş avrupada kadınalr tazminat alıyormuş...islamda zina suçunun cezası bu mu?hayır...ALLAH devlete zina suçunun cezasını değiştime yetkisi veröiş mi?hayır..

iş sadecne zinada da bitmiyor...hırsızlık..adam öldürme...iftira..bunların hadleri bellmiş..belli.ALLAH diyrmu ki.devlet benim KELAM I mı terkedebilir..red edebilir....bunda özgürdür...

insan suç işlemde özgür değildir...işlersde cezası bellidir....

laiklği bile islamın içerisinde gösterme gayretin şaşılacak bir durum...

devlet sana göre şöyledir:bana para ver istediğini yap....genelev aç..kapına bayrağıda dik...sana birde polis vereyim....güven içinde çalış..yeterki bana kazandığından para ver...yani gelire beni ortak ed..işte sende kazancından şu kadar vergi ver....ya senin mantığında devlet oldu k.v.t....senin devletin bu mu..sen bu zihniyetemi devlet diyorsun..insanları teba yapıyorsun....kınaman...hakir görmen gerekn şeyleri..işte şu zamndada vardı..demekle meşru kılmayamı çalışıyorsun...yada ozamanda olması onu kendisne tabi kılınacak mı yapar...

sen diyorsun ki...devlet meyhanecide olur..kumarhanecide...genelev işletmeceside...dinde zorlama yok...

sen diyrosin ki...devlet ALLAH ın koyduğu had cezalarını iptal edebilir...onları çağdışı..uygulanamaz....akıl dışı..eksik görebilir...sende bu devlete teba olmadan memnunsun...sana hayırlısı....

laiklik konusu ilerde İNŞALLAH incelenecek....
Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

"...Şİmdilerde sosyal şartlar değişik. Eskiden insanlara ibret olsun diye yolda adamı kırbaçlardın, darağaçlarında asardın. Şimdi yap bakalım, caydırıcı mı oluyor, kışkırtıcı mı oluyor. KIşkırtıcı olur,  Ortalık kangölü olur. ZAmanın değişmesi ile ahkamın değişmesi  normaldir. SEn tanzimattan beri  önce belçika sonra italyan ceza kanununa göre cezalandırılıyorsun. Osmanlı padişahlığı, halifeliği zamanında devletin islamiliği tartışma konusu olmadı da , Türkiye Cumhuriyeti olunca mı sözkonusu oldu. 

Sonra memlekette farklı mezhepten, farklı dinden insanlar var. Onları ne yapacaksın.

Bakın bu konular 1790 larda aydınlanma ile birlikte tüm Avrupa da kalktı. Dini hukuk kalktı. SEnde de Tanzimattan beri peyder pey kalktı. Sade Evlenme, boşanma, miras ve alım satımı düzenleyen Mecelle oldu. 1926 ya kadar. O bile gayrimüslimlerle ilgili konularda sıkıntı oldu. Osmanlı ne zaman Kapitülasyonları kaldırmak istese bu ileri sürüldü...."


Kasem olsun ki Asra

İnsan mutlak bir husranda

Ancak o kimseler başka ki iyman edip salih ameller işlediler ve hep hakka vasıyyetleştiler ve sabra vasıyyetleştiler



Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 
el_turki
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 15 mayis 2008
Gönderilenler: 425
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı el_turki

laikliğin temeli...."herkesle herşey olma.." ve "sezarınhakkı sezara...."mantığını gelişirilmesidir.....roma kralları laikdi...çünki kendi ilahlıklarını..hüküm koyma yetkilerinin olduğunu kilise aracılığıyla halka dikte etmişlerdi....daha doğrusu...eski güçlerini kiliseye kabul eddrimişlerdi.....tanrı-kral anlayışını devam eddirdiler....roma kilisesi..roma hükümdarlarının yönetimini ilahi yönetim olarak adlandırdılar.....şuan sende aynısını yapıyorsun.....
aynen şunu diyorsun:islama en saygılı islam devleti türkiye...

kanun koyucu benim diyen bir sistemi islami yapıyorsun....sana göre ozaman heva ve hevesine tabi olan herkes islam......birisi diyorki hüküm bana aiddir..ancak ben hüküm koyarım.....ALLAH da diyorki hüküm bana aiddir....sana göre ikiside islam....yok böyle birşey...

demokrasi ile istişareyi karıştırma......sen hangi istişareye katıldın...devlet yönetiminde.....halk hangi istişare kuruluna katılarak oy veriyor....mitingleri....siyasi vaadleri istişsre olarak mı algılıyorsunuz.....nezamandan beri oy dilenmenin adı istişare oldu.....kimisi para dilenir....kimisi ekmek dilenir....kimiside oy dilenir....dilenciliğin adı sizdee olur istişare.......demokrasi %40 oyla %100 yönetmemidir?istişre bumudur?yoksa istişare çok büyük bir genelin eğilimine uymakmıdır...?

sen diyebilirmisin...haz ebu bekiri halife seçen istişare kurulu ile..haz ömeri halife seçen istişare kurulu ile..ve diğer halifeleri seçen istişare kurulu ile....senin kasteddiğin ve örnek olarak verdiğin şey aynı?

bazı şeyleri meşrulaştırmak için kavramları bukadar eğip bükmeye gerek yok....işte örnek verdiğin ve alim kisvesi altına bürünmüş...birçok isim de bu kavram  boşaltması karşılığında"cahiliye dönemi medyasnda" kendilerine geniş yer bulmakdadır...sesleri çok çıkmakdadır....boşyere değil.....papazlar dini roma hükümdarlarına ve soylularına nasıl sattılarsa...aynı sistem hala devam edmekdedir...
Yukarı dön Göster el_turki's Profil Diğer Mesajlarını Ara: el_turki
 

<< Önceki Sayfa 22 Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats