Yazanlarda |
|
radyoman Uzman Uye
Katılma Tarihi: 09 mart 2005 Yer: Antigua And Barbuda Gönderilenler: 362
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bu makale asagidaki linkde verilen siteden ceviridir. BIRINCI GORUS
________________________________________
Kurandaki Ummi kelimesine dayanarak kabul goren anlayisa gore Peygamber efendimizin Okuma yazma bilmedigi kabul edilmekdedir. Bu makalemizde genel inanisin tersine Peygamber efendimizn Kurana gore okuma yazma bildigidir.
Kuranda ilahi kaynagi hakkinda suphe uyandirmak isteyenlere karsi bir meydan okuma vardir. Ve hic kimsenin benzeri yapamayacagi acikca ifade edilmekdedir.
(BAKARA suresi 23. ayet) Ve in küntüm fi raybim mimma nezzelna ala abdina fe'tu bi suratim mim mislih, ved'u şühedaeküm min dunillahi in küntüm sadikiyn. Fe illem tef'alu ve len tef'alu fettekun naralleti vekudühen nasü vel hicarah, üiddet lil kafirin
(BAKARA suresi 23. ayet) Eğer kulumuza parça parça indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, haydi onun gibisinden bir sure meydana getirin ve Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, eğer iddianızda doğru iseniz. Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.
1. hic bir insan Kuranin benzerinei ortaya koyamiyacagindan, Kuranin Allah kelami oldugu konusunda suphe yokdur, 29 surenin 48 ayeti acikca Peygemaberin okuma yazma bildigini Onun Kuranin kendi imkanlari ile yazip uretemeyecegini soylemkdedir..Bakara 23-24 Ayetlerinden kendisinin bunu kendi basina yapamayacagini anliyoruz.
(ANKEBÛT suresi 48. ayet) Ve ma künte tetlu min kablihi min kitabiv ve la tehuttuhu bi yeminike izel lertabel mübtilun
(ANKEBÛT suresi 48. ayet) Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.
Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Eger bunu yapsaydi Kuranin Allah katindan olduguna suphe edenler suphelerinde hakkli olabilirdi. Allah hic bir insanoglunun bunu yazamiyacagini bakara 23-24 ayetlerinden soylediginden, Bunu bir insan olarak Peygamber yazmis olamaz.
2. Okuma yazmasi olamayan bir Peygambere "OKU" emri verilmesitir.
(ALAK suresi 1-5 ayet) İkra' bismi rabbikelleziy halak. Halekal'insane min 'alak. İkra' ve rabbükel'ekrem. Elleziy 'alleme bilkalem. Allemel'insane ma lem ya'lem (ALAK suresi 1-5 ayet) Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir
AllaH resulu kendisine verilen emirleri mesaji uyguladigini soylediginden ( Su ayetlere bakiniz 6:50, 7:203, 10:15, 46:9) Alak suresi 1-5 ayetlerindeki emrede uymustur.
3) 29 surenin 48 ayetine gore Peygamberimizin kendiliginden vahiy uremyetecegini biliyoruz. Simdi olaylara tekrardan bakalim. Peygamber efendimiz kendiliginde sabah aksam hikayeler uretmekle suclanmakdadir. Peygamberimiz bu suclamalara karsi vahiyin Allah katindan oldugu cevabi verilmekdedir.
(FURKÂN suresi 5.-6 ayet) Ve kalu esatiyrul evvelinektetebeha fe hiye tümla aleyhi bükratev ve esiyla. Kul enzelehüllezi ya'lemüs sirra fis semavati vel ard innehu kane ğafurar rahiyma .
(FURKÂN suresi 5-6 ayet) Yine dediler ki: «Bu eskilerin masallarıdır, onları yazdırtmış da akşam sabah onlar kendisine okunuyor.». De ki: «Onu göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirdi. Gerçekten O, çok bağışlayandır, merhamet edendir.»
Buna benzer senoryoda yine Peygamberi uydurmakla sucluyorlar. Onlara verilen cevap yine ayni> Hz Muhammede vahiy edilenin benzerini ortaya koymalari istenmekdedir.
(YÛNUS suresi 37-38 ayet) Ve ma kane hazel kur'anü ey yüftera min dunillahi ve lakin tasdikallezi beyne yedeyhi ve tefsiylel kitabi la raybe fihi mir rabbil alemin. Em yekulunefterah kul fe'tu bi suratim mislihi ved'u menisteta'tüm min dunillahi in küntüm sadikiyn
(YÛNUS suresi 37-38 ayet) Bu Kur'an Allah'tandır, başkası tarafından uydurulamaz, ancak o, önündekini doğrulayan ve o Kitab'ı açıklayıcı olarak alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir, bunda hiç şüphe yoktur! Yoksa: «Onu uydurdu!» mu diyorlar? De ki: «Öyle ise, haydi onun gibi bir sure getirin ve Allah'tan başka kime gücünüz yeterse çağırın, eğer sözünüzde sadık iseniz bunu yapın!
Onemli Nokta Su: diger insanlarin uydurma oldugunu soylemelerine ragmen, Hz Muhammedin insanlara aktardigi ve Allah yanlizca bir Allah kulluk etmelerini isteyen Mesaj Allah katindandir ve Resulun kendi uydurmasi degildir.
4. "Ummi" kelimesnin anlamina bakarsak asagidaki ayetler konu hakkindaki goruslerimiz daha fazla aciklik getirecekdir. "Ummi" Kelimesi bu ayetlerde Allahin vahiyinden haberi olmayanlar icin kullanilmistir.
(BAKARA suresi 76-78 ayet) Ve iza leküllezine amenu kalu amenna, ve iza hala ba'duhüm ila ba'din kalu etühaddisunehüm bi ma fetehallahü aleyküm li yühaccuküm bihi inde rabbiküm, e fe la ta'kilun. E ve la ya'lemune ennellahe ya'lemü ma yüsirrune ve ma yu'linun . Ve minhüm ümmiyyune la ya'lemunel kitabe illa emaniyye ve in hüm illa yezunnun
(BAKARA suresi 76-79 ayet) İman edenlere rasladıklarında: «İnandık» derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıklarında da: «Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi tutup Allah'ın size açıkladığı hakikatı onlara söylüyorsunuz? Aklınız yok mu be!» derler. Peki bilmezler mi ki, onlar neyi sır olarak saklar ve neyi açıkça söylerlerse Allah hepsini bilir.Onların içinde bir de ümmiler var ki, Kitabı bilmezler, bütün bildikleri birtakım kuruntulardir; onlar sadece zannediyorlar.
Kendileri gercegin sahipleriymis gibi gercegi saklayan "Ummiler" var. 78 ayetin son cumlesini incelersek "Ummi" kelimesi: "Kitabı bilmezler, bütün bildikleri birtakım kuruntulardir; onlar sadece zannediyorlar." icin kullanilmis. Yani Allahin vahiyinden haberi olmayanlar "ummi" olarak adlandirilmis.
SONUC.
Hz Muhammed sadece okumakla emir olunmamis (Bakiniz 96:1-5), ayni zamanda uydurduklarini kendi basina yazmakla suclanmistir.(Bakiniz 10:37-38, 25:5-6). Allah ise onun diger insanlar gibi bir insan olarak bunu tek basina yazmiyacagini soylemekdedir. (Bakiniz 29:48) . Bu ayetlerden cikarabilecegimiz sonuc. Pytgamber efendimizn okuma yazma bildigidir.
http://www.geocities.com/Fingolfin_hk/illiteracy.html
__________________ 43/44 Dogrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir ögüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
|
Yukarı dön |
|
|
radyoman Uzman Uye
Katılma Tarihi: 09 mart 2005 Yer: Antigua And Barbuda Gönderilenler: 362
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ikinci Gorus alinti
ÜMMÎ
Anasından doğduğu gibi kalan; yeni bir bilgi edinmemiş olan; okuma-yazma bilmeyen. "Ümm" kelimesinin ism-i mensubu "ümm"e mensup olan, Arap dilinde "ümm"; anne, bir şeyin aslı gibi anlamlara gelir (Firûzâbâdî, el-Kamûsu'l-Muhît, Beyrut 1987, 1891). Sözlük' anlamının yanında mecazı bazı anlamları da vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de anne, asıl (kaynak) dönülecek yer ve süt emziren anlamlarında kullanılmıştır (Abdurrahman İbnu'l-Cevzî, Nüzhetu'l A'yuni'n-Nevazır fî İlmi'l-Vücûh ve'n-Nezâir Beyrut,1985,141-142).
Kur'ân-ı Kerîm'de Peygamber (s.a.s)'in neden bu vasıfla vasıflandığı konusunda âlimler birkaç ihtimal zikrederler:
a- Bu kelime ile anneye nisbet kastedilmiştir. Sanki doğduğu hal üzere kalmış; yeni bilgiler elde ederek asli fıtratının değişmediği kastedilmiş olabilir.
b- Arap milletine mensup olduğuna işaret edilmiş olabilir.
c- Mekkeli anlamında kullanılmış olabilir. Çünkü Mekke'nin isimlerinden biri Ümmü'l-Kura idi (Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân; Beyrut, 1965, VII, 298-299; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak dinî Kur'n Dili, İstanbul, 1979, IV, 2297).
Elmalılı Hamdi Yazır bu ihtimalleri zikrettikten sonra şöyle bir değerlendirme yapmaktadır: "Bu üç nisbetin üçünde de ümmî okuyup yazmaya uğraşmamış manasına bir vasıftır. Ümmîlik alelade kimseler hakkında âdeten ilim eksikliğini ifade eden bir noksan sıfat iken bir ümmînin okuyup yazanlardan fazla âlim olması Allah tarafından hilaf-ı âdet olarak bilâ kesbin mevhub bir kemal-i fıtriyeye delalet eder. Ve binaenaleyh kemalat-ı ilmiyle ve ameliyesi okuyup yazanları âciz bırakan bir peygamber hakkında her türlü şüpheyi kat eden ve onun doğrudan doğruya Allah tarafından gönderilmiş bulunduğunu biz zarure isbat eden harikulade bir sıfat-ı kemal, yani bir mucizedir" (Elmalılı, a.g.e., VI, 22-98).
Rasûlüllah (s.a.s)'in kendisine vahiy gelinceye dek okuma-yazma bilmediği tüm âlimler tarafından kabul edilmektedir. Nitekim bu durum şu âyette de açıkça ifade edilmektedir: "Sen bundan (Kur'ân'dan) evvel hiç bir kitap okur değildin. Elinle de onu yazmadın. Böyle olsaydı (hak ve hakikatı) iptal (ve inkâr) edenler elbette şüphelere düşerlerdi" (Ankebut, 29/48).
Ancak kendisine vahiy geldikten sonra okuma-yazmayı öğrenip öğrenmediği konusunda farklı görüşler vardır. Her iki tarafın delillerini özet olarak vermekte yarar vardır.
Okuma-yazma bilmediğini ileri sürenlerin delilleri:
a- Kur'ân-ı Kerîm Peygamber'i "Ümmî" diye vasıflandırmaktadır (A'raf, 7/157). Okuma-yazma bilmediği halde dünya işlerini tanzim eden, âhiret meselelerini bilmediği halde dünya işlerini tanzim eden, âhiret meselelerini bildiren ve geçmiş kavimlerin haber terini ve gelecekte vuku bulacakları bildiren bir vahyi tebliğ etmiş olması onun en büyük mucizelerindendir (Muhammed Rıza, Muhammed, Mısır, 1966, 63).
b- Kendisine ilk vahiy geldiğinde ona "oku" emrini vermiş, kendisi: "Ben okuma bilmem" karşılığını vermiştir.
c- Peygamberin ümmî olduğu, yani okuma-yazma bilmediği Kur'n'da belirtildiği halde müşrikler bu konuda herhangi bir itirazda bulunmamışlardır (Bakıllânî, İ'cazu'l-Kur'an, Mısır 1951, 62).
d- Peygamber'e vahiy değişik zamanlarda geldi. Yanında vaihiy kâtipleri bulunmadığında eğer okuma-yazma bilseydi kendisi vahyi yazardı. O, gelen vahyi ezberleyerek zaptetmeye çalışıyordu. Nitekim bu husus Kur'ân'da da ifade edilmektedir (el-Kıyame, 75/16; el-A'lâ, 87/6).
e- Peygamberin okuyup yazdığına dair delil olarak getirilen haberlerin bir çoğu ya zayıf veya uydurmadır. Diğerleri ise mecazdır. Bu konuda açık ve kesin bir haber bulunsaydı hiç bir Müslüman onun okuyup yazma bilmediğini söyleyemezdi (İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, Beyrut, 1966, V, 331).
Okuma-yazma bildiğini savunanların delilleri:
a- Kendisine vahiy gelinceye kadar okuma-yazma bilmediği kesindir. Bu konudaki âyet, vahiy öncesi okuma-yazma bilmediğini ifade etmektedir. Eğer vahiy geldikten sonra da bilmiyor olsaydı, âyet buna da işaret ederdi.
b- Hudeybiye musalahasıyla ilgili olarak Buharî'de nakledilen bir rivayette şöyle denilmektedir: "Rasûlüllah sahifeyi aldı, pek iyi yazamıyordu ve yazdı" (Buharî, Meğazî, 43). Rivayet, mecaza yer vermeyecek şekilde açık ve kesindir. Yine İbn Mâce'nin naklettiği bir rivayette şöyle denilmektedir: "Sadakanın ecri 10 misli, karz-ı hasenin ecrinin ise,18 misli olduğunu yazılı olduğunu gördüm" (İbn Mâce, Sadakat 19). Bu rivayet onun okuduğunu kesin olarak anlatmaktadır. Okuyabilmek yazmanın bir bölümü olduğuna göre o, hem okuyor ve hem de yazmasını biliyordu. Bu konuda daha başka rivayetler de vardır:
c- Okuma-yazmayı teşvik eden bir dinin peygamberinin okuma-yazmayı öğrenmemiş olması düşünülemez. Huzurunda kâtipler vahyi yazıyorlardı ve o da yazdıklarına şahit oluyordu. Normal bir yeteneğe sahip olan biri bile o müddet içerisinde okuma-yazmayı öğrenirdi. Kaldı ki, Peygamber (s.a.s) gayet zekî ve kabiliyetli biriydi.
Peygamber (s.a.s)'in okuma-yazmayı bilip bilmediği tarih boyunca münakaşa konusu olmuştur. Bu konuda kesin bir sonuca varmak da kolay değildir. Ancak onun peygamberlikten önce okuma-yazma bilmediği nass ile sabit olup bu konuda herhangi bir ihtilaf da yoktur.
M. Sait ŞİMŞEK
http://www.sevde.de/islam_Ans/Uu/07.htm
__________________ 43/44 Dogrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir ögüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Radyoman
Benim kanaatime göre Peygamberimiz okur-yazar birisidir.
Birincisi tarihsel neden: O Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden Abdulmuttalib'in torunudur. Yani diğer kabilelere nazaran seçkin bir kabilenin ve MEKKE’NİN LİDERİNİN torunudur. Okur-yazarlık öğretimi o dönemde varsa -ki var- bundan toplum içindeki bu konumuyla Peygamberimizin faydalanmamış olması ihtimali zor bir olasılık bence.
Kur'ani neden: "Ümmi" okur-yazar olmayan, demek değildir. "Ümmi" İNDİRİLEN kitapların içeriği hakkında bilgi sahibi olmayan demektir. Bakara 78’de bu apaçık bir şekilde dile getirilmektedir.
Ankebut 48’de anlatılan ise okur-yazarlıktır. Fakat bu ayetteki okur-yazarlık okumayı ve yazmayı bilmek değildir. Bunun ötesinde iyi bir okur olmak ve okuduklarından istifade ederek okunacak şeyler yazmaktır. Hz. Muhammed Peygamberliği öncesinde diğer Kutsal(!) Kitapların okuru muydu? Okur olmanın ötesinde o kitaplardan esinlerek bir şeyler yazmak suretiyle insanlara sunan birisi miydi?
Peygamberimiz insanların önüne yazılı bir HİTAP= YAZI yada KİTAP koyuyor. Haliyle insanlar “bunu sen uydurdun” diyorlar. Ve cevap olarak da Rabbimiz Peygamberimizin YAZAR olmadığını ve daha önce böyle bir kitabının olmadığını vurguluyor.
Ankebut 48’e bir daha ve dikkatlice bakalım. Orada sen okuma-yazma bilmiyordun yada bilmiyorsun denilmiyor. Sen okur-yazar değildin deniliyor. Vurgu bilhassa yazarlığa yapılıyor. Çünkü konu kitap yazmak.
Vahyin katipler eliyle yazdırılmasının sebebi ise bu işin bir heyet ile yapılmasının uygun görüldüğünden dolayı olabilir. Bu girişim, kurulda bulunan kişileri ve çevrelerini ileri düzeyde onure ve motive etmektedir. Onların içlerinden birisinin de Ebu Süfyanın oğlu olan Muaviye olması sanırım konuyu özetlemekte.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Mircan Uzman Uye
Katılma Tarihi: 25 agustos 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1277
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam,
Bu konuda güzel bir çalışma yapmış Sedat Çetin'in alıntısını asmak istiyorum.Faydalı olacağı kanaatindeyim...
Peygamberimizin ümmiliği konusu hakkında geleneksel din anlayışında farklı bir inanış vardır. Bazı uydurma hadislerin etkisiyle “ümmi” kelimesin okuma yazma bilmemek olarak düşünülmüş ve peygamberimizin okuma yazma bilmediği iddia edilmiştir. Bu inanışın aksine Kuran’da “ümmi” kelimesi farklı bir anlamda kullanılmaktadır. “Ümmi” kelimesinin bu yanlış anlamlandırılmasından dolayı, bazı ateist inanca sahip insanların iddiaları da söz konusu olmaktadır. Bu nedenle ümmi kelimesinin anlamını Kuran ayetlerinden yok çıkarak açıklamanın faydalı olacağını düşünüyorum. Kuran’da “ümmi” kelimesi birkaç yerde geçer. Bu ayetler dikkatli okunduğunda ümmi kelimesinin okuma yazma bilmeyen anlamında kullanılmadığı anlaşılacaktır. Bu ayetlerden ilk Bakara suresindeki 78. ayet:
2/78- Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.
Burada görüleceği gibi “ümmi” kelimesi “kitapları bilmeyen” anlamında kullanılmaktadır. Yani bir kimse ümmi ise o kitap ehli olmayan kişi anlamına gelmektedir. Ali İmran suresinin 20. ayetinde de ümmi kelimesi bu anlamda kullanılmaktadır.
3/20- Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah’a teslim ettim.” Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: “Siz de teslim oldunuz mu?” Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.
Burada Allah iki grup insana çağrıda bulunması için peygambere hitap ederken “Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki” diyor. Yani birinci grup kitap verilenler, diğerleri ise ümmiler. Şimdi geleneksel öğretide olduğu gibi “ümmi” kelimesini “okuma yazma bilmeyen” diye tercüme edilse, anlamda bir bozukluk olduğu dikkat çeker. Kitap verilen Hıristiyan ve yahudilerin içinde de okuma yazma bilmeyenler olacaktır.Dolayısıyla ayette ifade edildiği gibi iki farklı gruba ayrılamaz. Fakat ümmi kelimesini kitap verilmeyen olarak tercüme edilirse, hiçbir anlam bozukluğu olmaz.Bir grup kitap verilenler, diğeri ise kitap verilmemiş, kendisine kitap gelmemiş olan ümmilerdir. Yine Ali İmran suresinin 75. ayetinde de ümmilerle ilgili bir ayette geçen ifadeler dikkatle okunduğunda, kelimenin anlamının kitap verilmeyen olduğu görülecektir.
3/75- Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların “ümmiler (Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur” demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylemektedirler.
Peygamberimiz de ümmidir. Bu bir çok ayette açıkça bildirilmektedir. Fakat bunun anlamı Peygamberimizin okuma yazma bilmemesi değildir. O ne Hıristiyan ne de Yahudi’dir. Kitapların hiç birisini bilmez. Bu anlamda peygamberimiz ümmidir.
http://www.kurandaceliskiyoktur.com/?p=84
|
Yukarı dön |
|
|
Abdullah16 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 21 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 727
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Son peygamberimzin okuma-yazma bilmediğini iddia etmenin yanlışlığı,öncelikle onun en az 15 yıl ticaret yaptığını görmezlikten gelmekle ilgilidir.Sıradan bir insanın bile ticarete atıldığı zaman kısa bir zamanda okuma-yazma bilmesi nasıl elzem ise o zamanki şartlarda en az 15 yıl ticaret yapan ve yaşadığı toplumun en zekisi olan Hz Muhammedin bunu bilmediğini iddia etmek aklın alacağı iş değildir.Kurandaki ilgili ayeti,günümüzün entellektüeli ve aydını ile kıyaslayıp cevaplandırmak daha doğrudur.Son peygamberimiz basit anlamıyla okuma-yazma bilgisine sahipti,ama bir yazar ya da entellektüel değildi,demek daha doğru bir ifadedir.selam ile.
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
|
Yukarı dön |
|
|
şeyma Uzman Uye
Katılma Tarihi: 03 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 179
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam;
Muhammed in Mekkenin en ulu,en itibarlı, ve üstelik kabile reisinin torunu olması vasfıyla okuma-yazma bilmiyor olması çok gariptir ve inandırıcılıktan son derece uzaktır.Ancak ticaret yapıyor olmasıyle okuma yazma bilmesi gerektiği arasında doğru bir orantı kuramadım.O zaman ticaret hüküm ve şartları ile bugünkü ticaret hüküm ve şartları arasında dağlar kadar fark vardır zannımca.Bir senet var mı ki,okunup imzalansın.Ne bileyim çek varmı ki,imzalansın.
Bakara 282:Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alış-veriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Peki,Kuran indirilene kadar böyle yapılması gerektiği biliniyor muydu?İşte Kuranın veresiye alışverişlerde ya da ödünç verilen paralarda insanların uygulaması gereken öğretisi..
Demem o ki,okuma yazma bilmiyor olmanın,ticaret yapmaya engel teşkil etmemesi.Sonuçta okuma yazma biliyor olma ihtimali son derece yüksek.Fakat eskiden beri mi biliyordu,yoksa sonradan mı öğrendi,işte burası tartışılır..
Muhabbetle,
__________________ FATİHA: 6, 7/ Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
|
Yukarı dön |
|
|
savasen Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 331
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bir yazı da ben alıntı yapayım:
Peygamberimiz okuma yazma bilmiyor muydu?
Yaygın anlayışa göre Hz. Muhammed (s.a.v) okuması yazması olmayan birisiydi. Kuran'da onun hakkında kullanılan "ümmi nebi" deyimine ve Hira mağarasında aldığı ilk vahiyde "Oku" denince söylediği "Ben okuma bilmem" sözüne dayanılarak geliştirilen bu argümanla, bir çok kişi aziz peygamberinin okuması yazması olmayan birisi olduğuna inanıyor.
Oysa Kuran'a baktığımızda ne ümmi kelimesi okuma yazması olmayan anlamında kullanılıyor, ne de Kuran'ı onun yazmış olmadığını temellendirmek için peygamberin okuma yazması olmayan birisi olduğu şeklinde savunma yapılıyor. Kuran'a baktığımızda "ummi" kelimesinin altı yerde geçtiğini görüyoruz. Az olduğu için bu ayetlerin mealini vermek fazla zaman kaybettirmez, konuya buradan girelim;
Bakara; 2/78. "İçlerinden avam takımı kitabı bilmezler. Bildikleri bol hurafe ve kuruntudan ibarettir; yalnızca zannederler."
A'raf; 7/157: "Onlar yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları halkın bağrından çıkacak peygambere uyanlardır. O peygamber onlara iyiliği emreder, kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar. Onları zincirlerinden kurtarır, gereksiz yasakları kaldırır. İşte o peygambere inanıp saygı gösteren, onu destekleyen ve onunla birlikte gönderilen aydınlığa uyanlar… İşte kurtuluşa erenler bunlardır." Araf; 7/158: "Haykır dünyaya! Ey insanlar, gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Allah'tan başka tanrı yoktur. O yaşatır ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve halkın bağrından çıkmış peygamberine -ki o da Allah'a ve onun sözlerine iman eder- iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız…"
Al-i İmran; 3/20: "Şu halde seninle tartışanlara söyle: "Ben bütün benliğimle Allah'a adanıp Müslüman oldum, bana uyanlar da." Önceki çağların vahiylerini kendi tekellerine alanlara ve onların dışında kalan tüm genel halka da sor: "Siz de Müslüman oluyor musunuz?" Eğer Müslüman olurlarsa doğru yola girmiş olurlar. Yüz çevirirlerse, sana düşen ancak duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görüyor; bundan hiç şüpheniz olmasın."
Al-i İmran; 3/75: "Kitap verilenlerden kimileri var ki, yüklerle emanet bıraksan onu sana geri verir. Yine onlardan kimileri var ki, bir dinar emanet etsen, tepesine binmedikçe onu sana vermez. Çünkü onlar "Bize sıradan halka karşı yaptıklarımızdan dolayı hesap yoktur" diyerek Allah'a karşı bile bile yalan söylerler."
Cuma; 65/2: "Ayetleri okuyarak onları arındırıp temizleyen, onlara kitap ve bilgelik öğreten halkın bağrından çıkmış peygamberi seçip gönderen O'dur. Oysa bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler."
*** Ayetlerde bağlama göre "içlerinden avam takımı, halkın bağrından çıkan, genel halk, sıradan halka karşı" şeklinde meallendirdiğimiz "ümmi" veya "ümmiyyun" kelimesine neden bu anlamları verdiğimizi anlamak için kelime kökünü biraz deşelim;
Kavram sözlükte [EMM] kökünden gelir. Mastarı "Ana olmak, önde olmak, yönelmek, arzulamak, istemek, kastetmek" demektir. Umuma ait kılma, millileştirme, kamulaştırma (te'mim), uymak, tabi olmak (te'mum), beyin (ummu'r-re's), Hz. Havva (ummu'l-beşer), Mekke şehri (ummu'l-qurâ), fatiha suresi (ummu'l-qur'an), samanyolu (ummu'n-nucum), ön, ön taraf (emâm), millet, topluluk (ümmet), annelik, analık (umume), anaerkil sistem (nizâmu'l-umume), Birleşmiş Milletler (umemu'l-muttehide), anasından doğduğu gibi kalan (ummî) kelimeleri bu kökten türetilmiştir.
(Bu tür eski ve yeni sözlük bilgileri bize Arapça konuşan dimağda sözcüğün hangi mana etrafında döndüğünü gösterir ve aşağı yukarı bir fikir verir.)
Klasik lügatçilere göre umm kelimesinde "kasıt, niyet, bilinçli yöneliş" anlamı vardır (İbn Manzur). Bu nedenle bir kimseye kastettiren, yönlendiren ona önderlik etmiş olur. Bu nedenle "imam" kelimesi de bu kökten gelir. Kişi bilinçli, kasten yaptığı şeylerin arkasından gittiği için eylemlerinden kendisi sorumludur. Ahirette herkes bilinçlice, kasten yaptığı davranışlarının karşılığını görecek, bu şekilde arkasından gittiği, önder kabul ettiği kişilerle beraber hesaba çekilecektir.
Kelimenin içeriğinde esas itibariyle "kasıt, yöneliş" anlamları bulunduğu için bu durumda örneğin "ümmet" de bilinçli, bir kasta, bir amaca yönelik olarak bir araya gelmiş topluluk demek olur. Demek ki ümmet esasında bir sosyo-politik birlikteliktir. Hiçbir bilinç ve kasıt olmadan, hasbelkader bir arada duran topluluklara ümmet denmez, onlara dense dense "kalabalık" denir.
Keza aynı kökten gelen "ummî" kelimesinin de Kuran boyunca Hz. Peygamber (s.a.v) için okuma yazması olmayan anlamında kullanılmadığını görüyoruz. Bilakis bu kavram bilinçlice, halkın aleyhine bir kasıtla oluşturulmuş her hangi bir sınıfa, kasta, hanedana, oligarşiye mensup olmayan, anasından doğduğu gibi kalarak umuma ait olan, kamunun içinden gelen, Türkçe'deki güzel tabirle "halkın bağrından çıkan" manasına gelmektedir.
Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v), Yahudilere göre kendi uydurdukları oligarşik din adamları sınıfına (nebiim) mensup olmayan, bunun dışındaki genel halkın içinden çıkan peygamber demekti. Kuran'ın ısrarla "ummi nebi" demesi esas itibariyle Yahudilerin şahsında eski dünya dinlerinin uydurdukları Brahman, Şaman, Haman, Mobed, Moğ (Molla?), Haham, Rahip gibi dini-oligarşik kastları dağıtmaya ve dini genele, halka, umuma, kamuya açmaya yönelik bilinçli bir "kasıt" taşımaktaydı. Bunun için o "ümmi nebi" idi.
*** Görüldüğü gibi "ümmilik" yaftası esas itibariyle bir "din adamları sınıfı" ağzıdır. Zira Yahudiler kendilerinden olmayana değil, kendileri içinden din adamları sınıfına mensup olmayana da ümmi demektedirler. Şu ayet bunu gösterir; "İçlerinden avam takımı (ümmiler) kitabı bilmezler. Bildikleri bol hurafe ve kuruntudan ibarettir; yalnızca zannederler (Bakara; 2/78).
Dikkat edilirse ayette ümmiler, hem onlardan/içlerinden (minhum) olmaları, hem de kitabı bilmemeleri ile öne çıkıyor. Demek ki Yahudi din adamları (hahamlar) kendi dışındaki genel halka da ümmi diyorlar. Bu haliyle Türkçe'deki aristokrat ağzın "taşralı, avam" demesini çağrıştırır.
*** Hz. Peygamber'e, Kuran'ı kendisinin yazdığı, birilerinden öğrendiği veya iktibas ettiği şeklinde yöneltilen iddialara karşı Kuran'ın, "Onun okuma yazması yoktu" diye savunma yaptığını göremiyoruz. Bilakis bu tür iddiaları cevaplandırırken başka argümanlar kullanıyor. Bunlardan ön önemlisi şudur;
"Ona bunları bir adam öğretiyor" dediklerini elbette biliyoruz. Kastettikleri şahsın dili yabancıdır. Bu Kur'an ise gayet açık bir Arapça'dır. (Nahl; 16/103)
Ayette bahsedilen ve dili Arapça olmayan adamın kim olduğu tefsirlerde uzun uzadıya tartışılmıştır. O yıllarda Mekke'de yaşayan veya Mekke'ye gelip giden, çok kitap okuyan, dini kıssaları bilen bir takım adamların olduğu anlaşılıyor. Kâfirler Muhammed (s.a.v)'in bunlardan birisi ile ilişkisi olduğunu öne sürüyorlardı. Bu adam veya adamların kim olduğuna dair onlarca isim rivayet ediliyorsa da önemli olan böyle bir durumun söz konusunu olmadığının çok açık bir dille ortaya konmuş olmasıdır.
Burada Kuran'ın böylesi bir ilişkiyi reddederken kullandığı argüman dikkat çekicidir. Muhammed (s.a.v)'in zaten "okuma yazma bilmediği" değil, adı geçen adamın "dilinin yabancı olduğu", o adamın zaten Arapça bilmediği ifade ediliyor.
Demek ki Hz. Peygamber'in bilmediği şey okuma yazma değil, yabancı dildir. Bu nedenle Kuran'ı kendisinin yazdığı veya birilerinden öğrendiği iddiasını çürütmek için okuma yazma bilmediği tezine tutunmak hem Kuran'ın başvurduğu bir yöntem değildir hem de gereği yoktur, manasızdır. Bilakis okuma yazma bildiğini gösterir birçok delil vardır.
***
Hz. Peygamber'in "Oku" hitabına "Ben okuma bilmem" demesinin, onun okuma yazma bilmediğine dair delil olduğu tezi isabetli görünmemektedir. Çünkü buradaki okumanın, bildiğimiz anlamda okuma yazma olmadığı anlaşılıyor. Bunun ne demek olduğunu anlamamız için ortada daha hiçbir şey yokken vahyin ilk suresinin ilk kelimesinin "Oku" olması üzerinde iyi düşünmeliyiz.
Ayette geçen "İQRA" sözlükte mastar olarak "Okumak, incelemek, selam söylemek, bir araya getirmek, yüklenmek, taşımak" gibi anlamlara geliyor.
Okutmak, öğretmek (iqrâen), birisinin okumasını istemek, dikkatle inceleyip araştırmak (istiqrâ), okuyan, okuyucu, okur (qârî), hayız, hayızdan temizlenme (gur), okuma, okuyuş, kıraat (qırâat), medyumluk, fal bakma (qırâeh), rahle (mıqra), okunmuş, okunan (maqru), okunanlardan toplanan (qurân), doğurmak (qare'e'l-hâmileh), devenin rahminde meni tutunmak (garae'l-nâgati), yel vaktinde esmek (gara'e'l-riyâh) kelimeleri bu köktendir…
Eski Türkçe'de "Yüksek sesle seslenmek, çağırmak, okumak" ifadesi "okı-mak" şeklinde söyleniyordu. Fransızca "ecole" sözcüğü buna benzetilerek yeni Türkçe'de (1935) Arapça mekteb ve medrese yerine okuma, öğrenme yeri anlamında "okul" şeklinde yeniden türetilmiş.
İlginçtir, gerçi kelimenin Sami/Arami kökünde de bu anlam var ama "Yaratan Rabbinin adıyla oku" ayeti Türkçe'deki "Yükses sesle seslendir, çağır, dile getir" anlamında kullanıldığında bağlama uygun düşmektedir. Çünkü sanki yeminin cevabı gibi gelen ilk beş ayetten sonraki bölüm "Buna rağmen insan küstahça azgınlık yapıyor. Zira kendini her türlü ihtiyacın üstünde görüyor" (6-7) denilerek önceki beş ayeti gerekçelendiriyor. Gerçi bu bölümler ayrı ayrı zamanlarda gelmişti ama böyle alt alta aynı bölüme yerleştirilmiş olmasının da bir anlamı olmalı.
Demek ki bir "okuma" yapılması gerekiyor. Öyle ki bu okuma insanı, toplumu, dünyayı, yaşamı, geçmişi, geleceği, iyiyi, kötüyü, varlığı, oluşu, akışı içine alan ve varoluşun özünden gelen derin bir "sesleniş, çağrı ve dillendirme" şeklinde bir okuma olmalıdır. Eşyanın ne manaya geldiğini ve yaşamın anlamını gösteren, örnekleyen bir okuma olmalıdır.
Bu anlamda ayetteki okuma "yazılı bir metni yüzünden okumak, tilavet etmek"den ziyade bir eylem çağrısı olup Türkçe'deki "Ezan okumak (yükses sesle çağırmak), meydan okumak, gözlerinden okumak, yüzüne yüzüne okumak, hayatı okumak, rahmet okumak" deyimlerindeki "okuma"nın kullanılışı gibidir.
Bu durumda mana "Ey öksüz! Tarihin önüne çık ve kendini peygamber olarak tanıt. Allah'ın sözünü insanlığa götür, mesajı taşı, insanları buna çağır. Zulüm karanlıklarını bir güneş (şems) gibi yararak zulme meydan oku. Bunun için varlığı ve hayatı yeni baştan bir okumaya tabi tut. Sonraki çağlar için bunun nasıl olacağını göster. Vahyi yüklen, insanlığa taşı" demek olur.
"Ben okuma bilmem" cevabı da, "Bu okumayı nereden nasıl başlayarak yapacağım", Dahası "Bunları ben mi yapacağım? Hiç beklemediğim bir şeydi" anlamında (geçici) şaşkınlık halini ifade eder.
Nitekim Hz. Peygamber'in Hira mağarasından indikten sonraki hayatını takip ettiğimizde bildiğimiz anlamda bir "kitap okuma faaliyeti" içine girdiğini göremiyoruz. "Oku" dendi diye kendine kitaplarla dolu kütüphaneler aradığı görülmemiştir. Okuma yazması olmadığını varsaysak bile, eğer buradaki "oku" bildiğimiz anlamda "oku, yaz" vs. olsaydı derhal emre uyarak okuma yazma seferberliği başlatması, buna ilk uyanın da kendisi olması gerekmez miydi? Demek ki buradaki okuma bildiğimiz anlamda okuma değildir.
Peki Hz. Peygamber bu ilk emri aldıktan sonra ne yapmıştır? Bu bize onun "oku" emrinden ne anladığını da gösterecektir.
Ne yaptığına bakımızda, öncelikle vahyi "yüklenmiş", onu şehre (insanlığa) "taşımış", meydana atılarak Mekke'de hüküm süren Tanrı, din ve Kabe istismarına dayalı tefeci bezirgan düzenini (yeda Ebu Lehep) tam bir "meydan okuyuşla" sarsmış, "vaktinde esen yel" misali esmeye başlamış, tarihin önüne çıkarak kendini peygamber olarak tanıtmıştır. İşte bu "okuma" (yüklenme, taşıma, esme, meydana okuma) tam yirmi üç yıl sürmüştür. Yirmi üç yılın sonunda bu meydan okumayı her aşamasında yönlendiren sözler bir araya getirilmiş ve ona da söz konusu bu okumayı yönlendiren metinlerin bir araya getirilmesi/toplanması anlamında "Qur'an" denmiştir.
***
"Okuma" (ayetler gelmeye, yel gibi esmeye) başladıktan sonra da gelen ayetler üzerinde düşünmesinin ve dikkatle/tane tane okumasının (tertil) istendiğini görüyoruz. Gelen ayetleri tane tane, dikkatle okuyalım bakalım, bu sözler hiç okuma bilmeyen birisine söylenir mi?
"Sen ey büyük işi yüklenen! Gece yarılarında kalk! Ortasında, başında veya sonunda. Kuran'ı düşüne düşüne oku! Biz sana ağır bir sorumluluk yükleyeceğiz. Bu nedenle gece vakti, ruh dinginliği ve sağlıklı okuma için daha elverişlidir. Çünkü gün boyu seni zorlu bir uğraş bekliyor." (Müzzemmil; 73/1-7)
Ayette geçen "Kuran'ı tane tane (ağır ağır, düşüne düşene) oku" (Rettili'l-qur'âne tertilâ) ifadesi Hz. Peygamber'in okumayı bildiğinin apaçık göstergesidir. Öyle ya bilmeseydi nasıl tane tane okuyacaktı?
Keza sonraki ayette gece kalkışının (naşiete'l-leyl) ruh dinginliği (eşeddu vat'an) ve sağlıklı okuma (eqvemu qiyla) bakımından daha elverişli olduğu beyan ediliyor. Demek ki Hz. Peygamber gece vakitleri kalkarak saf bir ruh dinginliği içinde Kuran üzerinde düşünmekte ve tane tane sağlıklı okumalar yapmaktadır. İşte buradaki okuma bildiğimiz anlamda okumadır.
Hz. Peygamber'in Kuran'ı okumasının ezberinden olduğu, çünkü ona ayetlerin ezberletildiği söylenirse, sözlükte "tertil" herhangi bir şeyi "güzel yapmak" demek olup, kitap için kullanıldığında "yüzünden tane tane okumak" manası kazanıyor. Ayette ise harfi harfine "Kuran'ı tertil ile tertil et" deniliyor yani "Kuran'ı (o dönemde deri parçaları vs. üzerinde yazılı olan ayetleri) üzerinde düşünerek tane tane oku" deniliyor. Bu ise "Hafızandakileri tekrar et" manasına gelmez. Zira bu aynı zamanda tüm Müslümanlara da bir emirdir. Okuma bilmezsek nasıl tane tane okuyacağız?
Öte yandan Hz. Peygambere inen vahyin bir tür talim yaptırılarak ezberletildiğini iddia edenlerin dayandığı "Onu aceleye getirip dilini oynatma. Onu toplamak da okutmak da bize düşer. Biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşunu izle" (Kıyamet; 75/16-18) şeklinde meal verilen ayetlerin ise Hz. Peygambere vahiy indiriliş anının tasviri ile alakası yoktur. Kıyamet suresinde geçen bu ayetler büyük müfessir Ebu Muslim İsfahani'ye göre de suçlu günahkarın mahşer günündeki hal-i pür melalini tasvir etmektedir. Bağlamıyla birlikte o bölümün kanaatimce doğru meali şöyledir:
"Hayır! Kaçacak hiçbir yer yok. O gün varıp sığınılacak tek yer Rabbindir. O gün insana yaptığı ve yapmadığı her şey haber verilecek. Dahası insan mazeret arayıp yaptıklarını gizlemeye çalışsa da bizzat kendi vicdanından kaçamayacak. Öyleyse aceleye getirip yaptıklarına mazeret arayıp durma. Çünkü yaptıklarının bir bir anlatılması Bize aittir. Yaptıklarını bir bir anlattığımızda sen sadece dinle. Yapıp ettiğin her şeyi açıklamak Bize aittir. (Kıyamet; 12-19) *** Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Hz. Peygamber okuması yazması olan, en azından kendine gelen Kuran'ı tertil ile, tane tane okuyan ve bunu ümmetine örnek olsun diye yapan birisidir. Bilmediği şey olsa olsa yabancı bir dildir.
Demek ki "ümmi" oluştan anlamamız gereken şey, okuması yazması olmamak değil; genelin, umumun, halkın içinden çıkan bir peygamberin, dini, din adamlarının elinden alıp genele, umuma, halka ait kılması misyonudur. Bu misyon bugüne yansıyan sonuçları itibariyle son derece önemlidir. Halkı afyonlayan kurumsal eski dünya dinleri ile halkın vicdanı olan özgürlükçü bir din arasındaki fark da esasen burada ortaya çıkar. Dikkat edilirse Kuran, özellikle Yahudi din adamlarının kendi dışındakileri aşağılamak için kullandıkları "sıradan halk, taşralı, avam" manasındaki "ümmi" kelimesini, Hz. Peygamber için kullandığında utanılacak bir vasıf olarak değil, tam tersi "halkın bağrından çıkan", veya "kamu vicdanının sesi" gibi bir manaya çevirmiştir.
Şu halde Hz. Muhammed (s.a.v), din adamları sınıfını ortadan kaldıran, kurumsal dinleri yıkan, dini tapınak dini olmaktan çıkarıp halkın vicdanı haline getiren "devrimci" bir peygamberdir. Bütün insanlık, dinî dünya ve özellikle de "sokaktaki adam" ona çok şey borçludur. Bu nedenle "halkın bağrından çıkan" peygamberin getirdiklerine, en çok "halkın bağrında yaşayanların" sahip çıkması gerekir. Çünkü o onların sesidir. Onu koruyup kollayacak olan da, ne devlet, ne polis, ne jandarma, ne mahkemeler, ne hanedanlar, ne kadılar, ne şeyhler, ne dedeler, ne babalar, ne de kiliselerdir. Bilakis "ummi" peygamberin çıktığı yerdir; ma'şeri vicdandır.
Recep İhsan Eliaçık
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|
Yukarı dön |
|
|
dost1 Admin Group
Katılma Tarihi: 28 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 538
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün aleyküm! Değerli Kardeşlerim!
Konu ile ilgili düşünenlere ışık olur inancıyla bu konuda yapılmış bir çalışmayı bilgilerinize sunuyorum.
ÜMMÎ
Anlamı yanlış bilinen sözcüklerin en önemlilerinden birisi de “ امّىümmî” sözcüğüdür. Kur’an’da peygamberimiz için kullanılmış olan bu sözcüğün yanlış manalandırılması sonucu yüce İslâm dini doğru anlaşılmaz olmuş ve peygamberimiz de yanlış tanıtılmıştır.
“امّى Ümmî” sözcüğü halk arasında “anasından doğduğu gibi bilgisiz, okur yazar olmayan” anlamında kabul edilmiş, toplumlarda bu anlamıyla kullanılır olmuş ve “anasından doğduğu gibi bilgisiz” olmak hep yerilmiştir. Hem de bu yergi, Şair Eşref’in bir hicvinde yer alan;
“Rahm-i maderden (ana rahminden) nasıl çıkmışsa hâlâ o hâldedir,Gezmeden seyyah-ı âlem bilmeden allâmedir”beytinde olduğu gibi veya “Ümmînin ümmîye imameti caizdir (Cahilin cahile imam olması sakıncasızdır” deyimindeki gibi alay eder tarzda yapılmıştır.
Hâl böyle iken “امّى ümmî” sıfatının peygamberimiz için “anasından doğduğu gibi bilgisiz” anlamında kullanılması, kaş yaparken göz çıkarma deyiminde olduğu gibi övgü amaçlı çabaları sövgüye dönüştürmekte ve bizim gibi kendisine işin doğrusunu Allah’ın yardımı ile öğrenmek nasip olmuş kimselere de bu doğruları anlatmak bir borç hâline gelmektedir.
Peygamberimizin ümmîliği
Bilindiği üzere, Müslümanların ekserisi tarafından peygamberimizin okur yazar olmadığına inanılmaktadır. Ama başkaları için söz konusu olduğunda kınanan bu özellik için, peygamberimize bir hayli methiye düzülmüştür. Böylece, bilerek veya bilmeyerek hem peygamberimize hem de yüce dinimize lekeler sürülmüştür.
Peygamberimizin “anasından doğduğu gibi bilgisiz” anlamında “ümmî” olduğu yolundaki iddiaya ise, konu ile hiç ilgisi bulunmayan Ankebut suresinin 48. ayeti ile ilk vahyi konu alan meşhur Hıra mağarası senaryolu rivayet kanıt gösterilmiştir.
Ankebut; 48: Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; ONU sağ elinle de (kendiliğinden) yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı batılcılar (batıla inananlar) mutlaka kuşku duyacaklardı.
Bu ayette, peygamberimizin Kitap okumak ve yazmakla meşgul olması hâlinde, Tevrat ve İncil’de bozulmuş olarak var olan konuların gerçeğinin Kur’an’da yer alması sebebiyle onun peygamberliği hakkında şüphe uyanacağı bildirilmekte ve peygamberimizin ehl-i kitap hahamları ve papazları gibi kitap okumak ve yazmakla meşgul olmadığı vurgulanmaktadır.
Aslında bu ayet, iddiacıların iddialarının aksine peygamberimizin okur yazar olduğunun kanıtıdır. Çünkü, okuma yazma bilmeyen birine “onu sağ elinle (kendin) de yazmıyorsun.” ifadesinin kullanılması anlamsızdır. Yani peygamberimiz okuma yazma biliyordu ki kendisine bu şekilde bir ifade yöneltilmiştir. Ayrıca, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine kanıt gösterilen Hıra mağarası rivayetinin de uydurma olduğu ve orada geçen “ma ene bikaiin” ifadesinin de “ben okuma bilmiyorum” demek olmayıp, “ ما انا بقارئben okuyucu değilim” demek olduğu, Alak suresinin tebyininde (İşte Kur’an, açıklanmıştır.
Peygamberimizin “ümmî” olduğu, Kur’an tarafından bildirildiği için tartışmasızdır. Burada tartışılması gereken konu; peygamberimizin hangi anlamda ve nasıl bir “ümmî” olduğu, daha doğrusu “ümmî”liğin ne anlama geldiğidir.
Bize göre meselelerin en doğru ve en kısa çözümleri Kur’an’a müracaat ederek bulunacağı için, bu konudaki gerçeklerin de Kur’an ışığında ve akıl yoluyla gözler önüne serilmesi gerekmektedir.
“Ümmî” ne demektir?
“امّى Ümmî” sözcüğü, “ana” anlamındaki “ امّümm” ile “ya-i nisbiyyeden (bağıntı ‘ya’sından, ‘ ىya’ edatından)” oluşturulmuş bir sözcük olup, “anaya mensup “analı” demektir. Çünkü, sözcüklerin sonuna getirilen “ya” bağlantı edatı, genellikle kişilerin hangi şehirli olduklarını ifade etmek için kullanılır. Meselâ; Konevî; Konyalı, Bağdadî; Bağdatlı, Halebî; Halepli, Rumî; Romalı… demektir. Buna göre “ümmî” de; adı “Ümm (Ana)” olan kent mensubu, Analı demektir. Ancak, buradaki “Ana” özel isim olup, cins isim olan “ana (anne)” ile karıştırılmamalıdır.
“Ana”nın neresi olduğu konusunda ise rehberimiz her zaman olduğu gibi Kur’an’dır:
En’âm; 92: Bu da Bizim, Köylerin (kentlerin) anasını (Anakent’i) ve çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz, kendinden öncekini doğrulayıcı mübarek (bereketli, bolluk dolu) bir Kitaptır. Ahirete inananlar ona da inanırlar ve onlar desteklerine de koruyucudurlar (desteklerini de sürdürürler).
Bu ayette peygamberimize önce “ امّ القرىümm-ül kura”yı, sonra da çevresindekileri uyarma talimatı verilmiştir.
Biz biliyoruz ki peygamberimiz Mekke’de elçi seçilip ilk kez Mekkelileri uyarmıştır. O hâlde ayetteki “ümm-ül kura” ifadesi ile Mekke şehrinin kastedildiği açıktır.
Nitekim Mekke, tüm yazılı Arap metinlerinde ve çevredeki halkın dilinde “ümm-ül kura”dır. Dolayısıyla Mekke şehrinin Kur’an’da da bu isimle anılması hiç yadırganmamış, bu konuda herhangi bir tartışma olmamıştır.
“Ümm-ül kura”; “köylerin/ kentlerin anası, anakent” demek olup, Mekke’nin Arap toplumunda bu isimle anılmasının sebebi ise, Kâbe çevresinde kurulan ilk yerleşim merkezi olmasından kaynaklanmaktadır.
Bazı yerleşim birimlerinin, kendi isimleri ile değil de, özelliklerini yansıtan isimlerle anılması Türkçe’de de vardır. Meselâ; Ankara yerine Başkent, Türkiye yerine Anayurt veya Anavatan, Kıbrıs yerine Yavruvatan denmesi gibi…
“Anakent” nasıl “Ana” oldu?
Arap dilindeki İzafetlerde (tamlamalarda), bazen “muzafun ileyh hazf olur, ondan bedel olarak da muzafa, lam-ı tarif getirilir”. Yani tamlanan kaldırılarak onun yerine tamlayanı belirgin (özel) hâle getiren bir edat getirilir. Burada da “ امّ القرىümm-ül kura” tamlamasındaki “ القرىel kura” kaldırılarak yerine lam-ı tarif olan “ الel” konmak suretiyle iki kelimeden oluşan tamlama “ الامّel Ümm (Ana)” şeklinde tek kelime hâline getirilmiş ve “kentlerin anası/ anakent” ifadesi “Ana” olmuştur. Bu gibi durumlarda yeni sözcük özelleşmekte ve artık özel isim hâline gelmiş olan yeni sözcüğün ilk harfinin de büyük harfle yazılması gerekmektedir.
Mekke’nin diğer ismi olan “ امّ القرىümm-ül kura”, yukarıdaki şekilde “ الامّel Ümm” şekline dönüşünce “Mekkeli”yi ifade etmek için de sözcüğün sonuna bağıntı “ ىya”sı getirmek yeterlidir: “ الامّىel Ümmî”. Bir başka ifade ile, “anakent” “Ana”ya, “anakentli” “Analı”ya dönüşmüş olduğu için “الامّى el Ümmî” denince “Anakentli” anlaşılmalıdır.
Yerleşme birimleri ile ilgili olarak bu tarz kısaltmalar Türkçe’de de uygulanmaktadır. Meselâ, Aydın’ın Kuşadası ilçesine, İzmir ve Aydın yöresi halkı tarafından “Ada” denmekte ve halk arasındaki konuşmalarda Kuşadası ile ilgili cümleler; “Ada’ya gittim”, “Ada’dan geliyorum”, “Ada’nın kaymakamı”, “Ada’nın belediyesi”, “Ada’lı Ahmet”, “Ada’lı Mehmet” vs. gibi ifadelerle söylenmektedir.
İşte “Ümmî” sözcüğü de, “ümm-ül kura” ifadesinin yukarıda izah edildiği gibi bir değişime uğramış hâli olup, “Ana’ya mensup, Analı”, yani “Mekkeli” anlamına gelmektedir. Kur’an’da tekil ve çoğul olarak toplam altı ayette geçen “Ümmî” sözcüğü, bu ayetlerin hepsinde de aynı anlamı ifade etmektedir:
Bakara; 78:Onlardan bir kısmı da Ümmîlerdir/ Anakentliler’dir. Onlar Kitap’ı bilmezler, sadece hayal ve kuruntu bilirler. Ve onlar sadece zannederler (kuşkulanırlar).
Âl-i Imran; 20:Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben kendimi Allah’a teslim ettim. Bana uyanlar da.” Kitap verilenlere ve Ümmîlere/ Anakentliler’e: “Siz de teslim oldunuz mu?” de. Eğer teslim olurlarsa doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir/ mesajı iletmektir. Allah, kullarını en iyi şekilde görendir.
Âl-i Imran; 75:Ve ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, eğer onlara yüklerle emanet teslim etsen onu sana geri öder. Onlardan öyleleri de vardır ki, ona bir tek dinar/ kuruş emanet etsen, üzerine dikilmeden onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: Onların: “Ümmîlerin/ Anakentlilerin bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir.” demelerindendir. Onlar, bilip durdukları hâlde, Allah hakkında yalan söylerler de.
A’râf; 157:Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları Ümmî/ Anakentli nebi elçiye uyarlar; o, onlara iyiliği emreder, kötülükten onları men eder. Güzel/ temiz/ hoş şeyleri onlara helal kılar, pis şeyleri onlara yasaklar. Sırtlarından ağırlıklarını indirir. Üzerlerindeki zincirleri, bağları söküp atar. Ona inanan, onu destekleyen, ona yardım eden, onunla indirilen Nur’a (Kur’an’a) uyan kişiler, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
A’râf; 158: De ki: “Ey insanlar! Ben, kesinlikle, tümünüze göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan,kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan, dirilten ve öldüren Allah’ın gönderdiği bir elçiyim. O hâlde Allah ve Rasülüne iman edin; Allah’a ve onun sözlerine inanan o Ümmî/ Anakentli peygambere iman ediniz ve ona uyunuz ki, doğru yolu bulabilesiniz.”
Cuma; 2: O Allah’tır ki Ümmîlere/ Anakentlilere içlerinden bir rasül göndermiştir. O, onlara Allah’ın ayetlerini okur. Onları arıtıp temizler, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Onlar bundan önce tam bir sapıklık içinde idiler.
Yukarıdaki, “ümmî” sözcüklerinin tekil veya çoğul olarak geçtiği ayetler, bulundukları pasaj ile birlikte dikkatli bir şekilde okunup iyi anlaşılırsa, “Ümmî” kavramının; “Kitap ehli olmayan, yani Tevrat ve İncil’i okumayan veya Yahudi ve Hıristiyan olmayan Mekkeliler” demek olduğu kolayca anlaşılmaktadır.
O dönemde, peygamberimizin içinde yaşadığı toplumu; ehl-i kitap olanlar (Yahudi ve Hıristitanlar) ve ehl-i kitap dışındakiler olarak farklı iki zümreye ayırmak mümkündür.
Yahudiliğin “millî din” olması sebebiyle, Yahudilerin aslen Mekkeli olmadıkları zaten bilinmektedir. Ehl-i kitap zümresinin diğer bölümü olan Hıristiyanların da, Mekke’nin “anakent” olması dolayısıyla Mekke’de yaşadıkları, Mekke’ye başka yörelerden göç etmiş oldukları, çeşitli kaynaklarla doğrulanmış bir gerçektir.
Nitekim Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan ve “zımmî” adı verilen bu yabancıların hukukî varlıkları, peygamberimizin devlet başkanı olduğu dönemde yasalarla belirlenmiştir (Ana Britannica, c: 32, s: 393).
Toplumun ehl-i kitap dışında kalan diğer zümresi ise, Kur’an’dan öğrendiğimize göre kitap (Tevrat, İncil) bilmeyen, sadece kuruntu ve zanlarıyla hareket edenlerdir ki bu zümre Mekke’de doğup büyümek suretiyle Mekkeli olanlardır.
İşte Kur’an’da bu kesime mensup olanlara, yani Mekke’nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış olanlara, taşralı olmayanlara, bedevî olmayanlara “Ümmî” denmektedir. Bunun böyle olduğu, hem Kur’an ayetleri hem de tarihî belgelerle sabittir.
Demek oluyor ki, peygamberimizin “امّى Ümmî” oluşu onun okuma yazma bilmediğini değil, Mekke’nin ehl-i kitap dışındaki zümresine mensup olduğunu göstermektedir.
Konuya aklî olarak yaklaşıldığında da netice aynı olmaktadır:
Elçi olarak seçilmeden önce Mekke’de ticaretle uğraşan peygamberimizin, bir tüccar olarak okuma yazma bilmemesi mümkün değildir. Ayrıca Mekke’nin emini olması dolayısıyla herkesin malının, parasının kaydını, okuması yazması olmadan tutması da imkânsızdır.
Elçilik görevine seçildikten sonra, kendisine gelen ilk vahylerde “Oku! En üstün olan Senin Rabbin ise kalemle öğretendir.” (Alak; 3, 4) talimatı verilmiştir.
Bu ifade aslında, peygamberimize aldığı vahyleri yazmasını bildiren dolaylı bir emirdir. Okur yazar olmayana ise böyle bir emir verilmez.
Ayrıca, Kur’an’da okuyup yazmayı özendiren, cehaleti yeren onlarca ayet mevcuttur. Eğer peygamberimiz okur yazar olmasa idi, sürekli onun açığını arayan müşrikler bunu kendilerine malzeme yaparlar, kendisi okuma yazma bilmeyen birisinin bunu başkalarına ne yüzle emredebildiğini sorarlar, üstelik bu tip davranışların Bakara suresinin 44. ve Saff suresinin 2. ayetleri ile yasaklandığı için kendisinin çelişki içinde olduğunu söylerlerdi.
Bir an için peygamberimizin elçi seçilmeden önce okuma yazma bilmediği var sayılsa bile, yirmi üç senelik elçilik hayatında da onun okuma yazma öğrenmediğini iddia etmek mümkün değildir.
Çünkü, ilimi, bilgilenmeyi emreden ayetler karşısında, bu emirlere ilk muhatap ve ilk teslim olan insan olarak onun bu emirlere kayıtsız kalması ve bu süre içinde okuma yazma öğrenmemesi mantıksızdır. Kaldı ki peygamberimizin, Bedir Savaşı esirlerini, okuma yazma bilmeyen Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakması gibi, Kur’an emirleri doğrultusunda ilmi ve irfanı tavsiye eden bir çok önerisi ve uygulaması vardır.
Kısaca söylemek gerekirse; herkese ilim, irfan emredilirken, peygamberimize “Sakın sen okuma yazma öğrenme” diye özel bir emir verilmediğine göre, onun okuma yazma bilmediğini söylemek, mantıksızlığın ötesinde peygamberimize yapılan büyük bir haksızlıktır.
SONUÇ OLARAK: Naklen ve aklen sabittir ki, Kur’an’da geçen ÜMMÎ ifadesi “Anakentli (Mekke’nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış, taşralı olmayan, bedevî olmayan)” demektir. Bu ifade, Mekkelilere peygamberimizin kendi içlerinden biri olduğunu, hemşehrileri olduğunu, yakından tanıdıkları ve yabancı olmayan birisi olduğunu vurgulamak için kullanılmıştır.
Kur’an’da, peygamberimizin Mekkelilerin kendi içlerinden biri olduğu konusu üzerinde duran daha bir çok ayet vardır (Sad; 4, Kaf; 2, Tövbe; 128).
Yani peygamberimiz; okuyup yazabilen, Ümmî/ Anakentli (Mekke’nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış, taşralı olmayan, bedevî olmayan) birisidir.
Kaynak: İşte Kur'an (Hakkı Yılmaz)
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
En doğrusunu bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________ Halil Ay
|
Yukarı dön |
|
|
şeyma Uzman Uye
Katılma Tarihi: 03 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 179
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
sevgili dost1,
Sitede bilgilerinden fazlasıyla istifade ettiğim insanlardan birisiniz.Allah sizden razı olsun.Ve Allah ilminizi arttırsın inşallah.
Selam ve muhabbetle,
__________________ FATİHA: 6, 7/ Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
|
Yukarı dön |
|
|
bahadir Newbie
Katılma Tarihi: 04 mayis 2007 Gönderilenler: 5
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
dost1 Yazdı:
Bakara; 78:Onlardan bir kısmı da Ümmîlerdir/ Anakentliler’dir. Onlar Kitap’ı bilmezler, sadece hayal ve kuruntu bilirler. Ve onlar sadece zannederler (kuşkulanırlar).
Yukarıdaki, “ümmî” sözcüklerinin tekil veya çoğul olarak geçtiği ayetler, bulundukları pasaj ile birlikte dikkatli bir şekilde okunup iyi anlaşılırsa, “Ümmî” kavramının; “Kitap ehli olmayan, yani Tevrat ve İncil’i okumayan veya Yahudi ve Hıristiyan olmayan Mekkeliler” demek olduğu kolayca anlaşılmaktadır.
|
|
|
Selamüm Aleyküm
Çok güzel bir şekilde açıklamasın dost1 teşekkürler, yalnız yukarıda senden alıntı yaptığım yerde, kafama takılan sorular var. Şöyle ki 2/78 benim okuyup anladığım kadarıyla zaten Yahudilerden bahsediyor(önceki ayetlerden anlaşılıyor) ve diyorki "içlerinde ümmi olanlar vardır ki Kitap'ı bilmezler..." burda bahsedilen Kitap'tan kasıt Tevrat oluyor. Bu durumda ümmilerin içinde de Yahudilerin olduğu manası çıkmaz mı?ama Tevratı okumayan/bilmeyen?
|
Yukarı dön |
|
|
|
|