radyoman Uzman Uye
Katılma Tarihi: 09 mart 2005 Yer: Antigua And Barbuda Gönderilenler: 362
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Risale-i
Nur’da Hurufîlik
Murat KAYACAN
Bitlis’te
doğmuş olan Said Nursi yaşadığı dönemde Milis Kumandanı
olarak Pasinler cephesinde Ruslarla çarpışmış (1915),
Anadolu’nun çeşitli illerinde tebliğ faaliyetlerinde
bulunmuş, bu nedenle tutuklama ve hapis cezalarına maruz kalmış,
dünya barışı, ırkçılığın zararları, şuranın
önemi, ihtilaftan uzak durmanın gerekliliği, Allah’ın
varlığının net bir şekilde ortaya konması, komunizm belasına
karşı Hıristiyanlarla ittifakın önemi gibi konuları
Müslümanların gündemine taşımış gayretli
bir Müslümandı.
Bir
dönem aktif siyasette bulunsa da daha sonraları yazdıklarının
büyük bir kısmını toplayarak Risale-i Nur adı altında
birleştiren Said Nursi, cumhuriyetin kurulmasının ardından
kendisini siyasete değil ama tebliğe memur bir kişi olarak görmüş,
siyasetle dolaylı olarak ilgilenmeyi tercih etmiş ve Risale-i Nur’u
elinin ulaşabilidiği her yere götürmeye çalışmıştır.
Bu çalışmamızda Said Nursi’nin Kur'an tefsiri olarak
takdim ettiği bu eserindeki hurufî âyet yorumları
üzerinde duracağız. Örneklere geçmeden önce
Risale-i Nur’un tefsir ilmi açısından değerine işaret
edeceğiz. Sonra da cifr ve hurufiliğin ne olduğundan bahsedeceğiz.
Ardından da söz konusu ayetleri klasik tefsirlerden yorumlarla
birlikte verip, bu ayetlerin cifr hesabından yararlanarak hurufîlik
yöntemiyle nasıl anlamlandırıldığına ve ayetlere verilen
yeni anlamlar doğrultusunda karşımıza nasıl âyet
çevirileri çıkacağına işaret edeceğiz. Amacımız
Allah rızası için büyük çaba gösterdiğine
hüsn-ü zan beslediğimiz bir zatı sürekli tenkit
etmek değil, bazı ayetleri Kur'an’a uygun bir şekilde ele alıp
alamadığını ortaya koymaktır.
A.
Risale-i Nur’un tefsir olduğu iddiası
Usül
açısından bir eserden beklenecek şey, menkul ve makul
oluştur.[1]
Yani Müslümanca yaşama konusunda imal-i fikredenler hem
vahye kulak vermeli hem de vahiyle irtibatlı bir tefekkür içine
girerek içinde yaşadıkları zaman ve mekânın fıkhını
belirlemelidirler. Her ne kadar Said Nursi kendisinin son derece aklî
izahlar yaptığı kanaatindeyse de birazdan işaret edeceğimiz gibi
eserdeki âyet yorumları genel itibarıyla mahsus (hisse
dayalı)tur. Çünkü eserin “ilham edilen ve kalbe
gelen” sözler olduğu değişik bölümlerde
zikredilir. Yazarın hislerine tercüman olan bir eser, Kur'an-ı
Kerim’i anlamada bize pek fayda sağlamaz çünkü
amaç doğru anlama değil, içe doğan duyguları dile
getirmektir. İkinci bir seçenek daha vardır ki o da bu
eserin gerçekten Allah tarafından ilham edilmiş olmasıdır
ancak bu da Allah hakkında delilsiz bir zan beslemek olur.
Said
Nursi, Kur'an’ın tefsiri olarak sunduğu Risale-i Nur’da, tefsir
ilmi açısından pek dikkate alınamayacak hesaplar yapar,
tevillere girişir ve sözler söyler. Bu eserin tefsir olup
olmadığından söz etmeden, tefsirin ne olduğun üzerinde
biraz durmak yerinde olur.
Tefsir
Kur'an’ın tümünü, bir bölümünü
ya da bir konusunu ele alan eser demektir. Kur'an’ın başından
sonuna kadar yorumunu yapan tefsirlere teczii, bir konu etrafındaki
ayetleri ele alanlara da konulu tefsir denilmektedir.[2]
Bu anlamda Risale-i Nur, Kur'an’ı bırakalım bir sureyi bile
baştan sona ele alan bir eser olmadığı için yaşadığı
dönemden örnek verecek olursak, bir Fî
Zilâli’l-Kur'an, bir Tefhîmu’l-Kur’an değildir.
Konulu tefsir kapsamına sokulacak bölümleri olsa da bu
bölümler konu ile ilgili ayetlerin önemli bir kısmının
ele alınıp tartışılması şeklinde değil ama bir kısım
ayetlere temas etmek şeklinde ele alınmış, bazen de ele alınan
konu ayetlerden ziyade hadislerle kanıtlanmya çalışımıştır.[3]
Her
ne kadar Tefsiru’l-Besmele şeklinde çalışmalar
yapıldığını hesaba katıp, Risale-i Nur’a yine de tefsir
gözüyle baksak, o zaman Said Nursi’nun görüşünün
aksine[4]
onu Allah’a değil, Said Nursi’ye atfetmek zorunda kalacağız.
Çünkü her tefsir eseri kaleme alanın görüşlerini
içerir. Aksi takdirde beşer üstü bir metin olduğunu
kabul etmek gerekir ki, bu tür metinler Allah tarafından sadece
peygamberlere gönderilir ve Peygamberlere gönderilen bu
ilahî metinlere de tefsir denmez.
Ayrıca
bir tefsircinin Kur'an’da yine Kur'an’dan ve Hz. Muhammed (s)’den
bahseden ayetleri eserinden ve kendisinden bahsediyormuş gibi
yorumlaması kabul edilemez. Zira o zaman her tefsirci böyle bir
yönteme baş vurup eserinin sorgulanamaz olduğunu iddiaya
kalkışır ki bu, Kur'an’ı doğru anlama imkânlarını son
derece daraltır.
Kur'an
vahiydir. Risale-i Nur’un “vahyin malı olması” (Sekizinci
Şua - s.941) iddiası
da en iyi ihtimalle onun da diğer kitapların üstünde
olduğunu çağrıştırır ki bu iddia da doğru kabul
edilemez. Beşerî bir metnin vahyin malı olması
kanıtlanamayacak son derece iddialı bir sözdür. Ayrıca
bu Risale-i Nur’un tefsir olması iddiasıyla da çelişir.
Çünkü Allah’tan gelmiş olsa ona tefsir değil,
vahiy denir. Eserindeki tefsir ilminde itibar görmeyecek
yorumları ile bu eserin “vahyin malı” oluşu arasındaki tezadı
da izah mümkün değildir. Çünkü vahiy ile
çelişen yorumların Allah’a atfedilmesi gibi büyük
bir zannı bünyesinde barındırmaktadır.
“Mahrem
Bir Suale Cevap” başlığı altında, “Neden senin Kur'ân'dan
yazdığın Sözler’de bir kuvvet, bir tesir var ki,
müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren
bulunur? Bazen bir satırda bir sayfa kadar kuvvet var; bir sayfada
bir kitap kadar tesir bulunuyor." sorusuna, “Ekseriyet
itibarıyla öyledir.” diye cevap vermesinden yola çıkarak
kendisinde diğer müfessirlere göre üstün bir
mevki gördüğünü söyleyebiliriz. Yine aynı
yerde bu eserin bu derece vasıflı olmasını onun kendisine “acz
ve zaafına, fakr ve ihtiyacına merhameten” verilmesine bağlaması
çelişki gibi görünse de Said Nursi’nin yapmak
istediği, eser ile kendisi arasına fark koyarak ilk etapta ürünü
arka planda da kendisini öne çıkarma çabasıdır.
Bu sayede eser sıradanlıktan kurtulmakta, kendisi de itibar
kazanmaktadır.
Said
Nursi eserinin yetkinliğini Allah’a bağlar: “Bazen tevazu,
nimete nankörlük olur. Bazen da nimetlerden bahsetmek
övünme olur. İkisi de zarardır. Tek çare ne
nankörlük ne de övünmektir. Meziyet ve
yetkinlikleri sahiplenmeyerek onları Allah’ın verdiği bir nimet
olarak göstermektir.” (Yirmi
Sekizinci Mektup - s.523). Ancak
tefsir ilmi açısından oldukça zaaflı olan bu eserin
kendisine atfedilmesi daha edepli bir tavır olurdu. Keşke bu eserin
diğer tefsirlerden farklı olarak iyi düşünülüp
taşınılmış, ümmetin ufkunu açacak bir şekilde
yazıldığı konusunda genel bir kanaat oluşsaydı ve eseri, yazarı
değil de Kur'an ile çağımızın problemleri arasındaki
irtibatı kurmak isteyen müminler takdir etseydi. Çünkü
bir yazarın kendisini ve eserini sürekli övmesi, değer
artırıcı değil ama düşürücü bir etki yapar.
B.
Cifr ve Hurufîlik
Tefsir
örneklerine geçmeden belki de en makul olanı ayetleri
anlamlandırma konusunda Risale-i Nur’da sıkça baş vurulan
cifrin ne olduğunu ortaya koymaktır. Arapça bir kelime olan
cifr (ya da cefr) sözlükte “duvarları tam örülmemiş
kuyu (Firuzâbâdî,
1995: 331) ve
dört aylık olduğunda annesinden ayrılan keçi yavrusu”
(İbnu
Manzur, IV, 142) anlamlarına
gelir Terim olarak da çeşitli metotlarla gelecekten haber
verdiği iddia edilen ilmi veya bu ilmi kapsayan eserleri ifade eder.
Çeşitli metotlarla geleceği keşfetme merakı İslâm
öncesinde yaşayan eski ümmetlere kadar uzanır.
Keldâniler, Asurluluar, Babilliler, Mısırlılar ve daha sonra
Yahudilerle,[5]
Hıristiyanlar arasında yaşayan kâhinler, müneccimler ve
bazı mistiklerin kâinatın sonu, devletlerin akıbeti gibi
konularda çeşitli haberler verdikleri bilinmektedir.[6]
Ancak Gazali’nin belirttiği gibi harflerin belli anlamlar ve
sayısal değerler ifade ettiği konusunda hiçbir tutarlı ve
ilmi bir delil yoktur (Metin
Yurdagür, 1993: VII, 215-218). Kur'an
apaçık bir kitaptır. Onu cifr ve ebced bilenin daha iyi
anlayacağına dair sağlam bir bilgi söz konusu değildir.
Said
Nursi de adını hurufîlik koymasa da bu kapsamda görülebilecek
cifr ile Kur'an’dan ve bazı şahsiyetlerin eserlerinden
Hurufîlerinkine benzer sonuçlar elde etmeye çalışmıştır.
Said
Nursi, Kur'an’ın ifadelerini bazı hesaplara tabi tutarak bazı
çıkarsamalarda bulunur. Ancak elde ettiği sonuçlar
ilmî değildir. Onun harf sayıları üzerine yaptığı
hesaplar, harflerin esrarına dayanan bâtınî akım olan
hurufîliğin (Aksu,
1998: XVIII, 408-412)
kurucusu kabul edilen Fadlullah-ı Hurufî’nin (ö.
796/1314) çabalarını andırmaktadır. Fadlullah, Kur'an’ın
gerçek anlamının kendisi tarafından anlaşıldığına
inandığı için kendisinden “Kitaptan bir ilmi olan kimse”
(Neml, 27:
40) olarak
bahsetmiştir. Fadlullah, “Bu, Allah’ın fadlıdır.” (Maide
5/54), “Bu,
Rabbimin fadlındandır.” (Neml,
27: 40)
mealindeki
ayetlerde olduğu gibi Kur'an’da geçen bütün
“fadl” kelimelerinden kendisinin kastedildiğini, insan yüzünde
de (ﻔﻀﻝ)
“fadl”
isminin okunduğunu ileri sürmüştür (Aksu,
1995: XII, 277-279).
Biraz
sonra vereceğimiz Risale-i Nur’daki sıkça baş vurulan
cifr hesabı konusunda aslında Said Nursi de iyimser değildir:
“İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, gerçek
görevden alıkoyup meşgul ediyor. Hattâ, kaç
defadır Kur’an’ın sırlarına karşı o anahtar ile bazı
sırlar açılıyordu; kemâl-i iştiyak ve zevk ile
müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:
Birisi, yasağına karşı edep dışı davranma ihtimâli
var. İkincisi, açık Kur'anî esaslarla ümmete ders
vermek hizmeti, cifr ilmi gibi gizli ilimlerden yüz derece daha
üstün bir meziyeti ve kıymeti sahiptir. O kutsal görevde
kesin deliller ve muhkem kanıtlar sûiistimâle imkân
vermezler. Fakat cifir gibi, belli kurallara bağlı olmayan gizli
ilimlerde suiistimal girip şarlatanların istifade etmeleri
mümkündür. Zaten hakikatlerin hizmetine ne vakit
ihtiyaç görülse, ihtiyâca göre bir miktar
verilir (Dokuzuncu
Lem'a - s.599). Said
Nursi bu yaklaşımını eserini yazdığı dönemde dikkate
alsaydı da cifr gibi aslı astarı olmayan hesaplamalarla ayetlere
anlam vermeye kalkmasaydı, eseri elimizdekinden daha ilmî
olurdu.
Cifr
ilminin nasıl bir şey olduğu üzerine kısa bir bilgi
verdikten sonra Risale-i Nur’da genellikle bu hesaba dayalı olarak
yapılan hurufî âyet yorumlarından bazılarını ele
alabiliriz.
C.
Kur'an’da Risale-i Nur’a işaret ettiği iddia edilen ayetler
Acaba,
Risale-i Nur'u, Kur'ân[7]
kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?" şeklindeki bir soru
karşısında Said Nursi, Kur'ân'dan istimdat eylemiş ve
birden, otuz üç âyetin açık anlamının
teferruatı türündeki tabakalardan, işarî anlam
tabakasında bir kuvvetli karine bulunduğunu, bir saat zarfında
hissetmiştir. Kanaatinde hiçbir şek, şüphe, vehim ve
vesvesesi kalmamıştır. Zaten Said Nursi ayetin açık anlamı
ya da işarî anlamının tümü budur demediği için
sorun yoktur. Külli işarî anlamların her asırda bir
cüzü vardır. Risale-i Nur dahi bu asırda o işarî
anlam tabakasının tümünün bir üyesidir. Ve o
ferdin önemli bir vazife göreceğine, eskiden beri ulema
arasında cifirle karineler ve belki hüccetler gösterilmiştir.
Kur'an’ın icazına dayalı bu nevi gaybî işaretlere itiraz
edilmez (Ek
Kastamonu Lahikası; On Beşinci Şua - s.1151-1152).
Said
Nursi’nin hissettiği gaybi işaretlere niçin itiraz
edemiyoruz? Çünkü her yazarın Kur'an okuyarak gaybî
işaretler gördüğünü söylemesi mümkündür.
Ancak görüldüğü söylenen bu işaretlerin
hepsi sorgulanabilir, itiraz edilebilir kanaatlerdir. Yazarın bu
yaklaşımı, hissidir.
Said
Nursi eserine Risale-i Nur adını vermesini hayatı boyunca her
yerde karşısına nur kelimesinin çıkmasına bağlarken onu
en çok etkileyen âyetin de, "Allah,
göklerin ve yerin nurudur
(aydınlatıcısıdır). O'nun
nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O
lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer
bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen
mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur.
(Bu
öyle bir ağaç ki) yağı,
nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir.
(Bu ışık) nur
üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete
iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her
şeyi bilir."
(Nur, 24: 35)
ayeti
olduğunu söyler. Said Nursi’ye göre ayetin, “Yağı,
nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir.” cümlesi
Risale-i Nur’a ve müellifine işaret eder. Risale-i Nur okuyan
başka esere ihtiyaç kalmadan alim olur. Said Nursi de ateşsiz
yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç
olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Ayetin bu
cümlesinin elektriğe, Risale-i Nur’a ve Said Nursi’ye
işaret ettiği hakikattir. Yanlış anladıysa da Allah’a sığınır
(Birinci Şua - s.833).
Said Nursi bu
ayeti yanlış anlamıştır. Zira âyette “nur” kelimesi,
Allah’ın, göklerin nurunun sahibi (Zemahşerî,
1995: III, 234) ve
her şeyin kaynağı olduğunu ifade edip O’nu övmek için
(Kurtubî, 1995:
VI/2, 237) kullanılmıştır
ve ne doğrudan ne de sembolik olarak Risale-i Nur ve Said Nursi’ye
işaret etmektedir. Bediuzzaman’ın bu mesnetsiz çıkarsaması
için biz de Allah’ın onu bağışlamasını dileriz.
Yine,
“Allah'ın
nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorla.. Fakat kâfirler
istemeseler de Allah nurunu tamamlamayı diliyor.”
(Tevbe, 9: 32)
ayetinde
“nur” kelimesinden kastedilen, Hz. Peygamber (s)’in
nübüvvetinin doğruluğuna dair deliller (Râzî,
1997: VI, 32) ve
Allah’ın dini (Taberî,
1995: VI/2, 149) iken,
Said Nursi, Risale-i Nur olduğunu söylemektedir. Ona göre
bu ayet açıkça
Risale-i Nur’un o nur-u İlâhînin bir lem'ası olacağı
ve düşmanları tarafından gelen şüphe karanlıklarını
dağıtacağını işarî anlamıyla müjdeler (Birinci
Şua - s.844).
Said Nursi’nin verdiği anlamı kabul ettiğimizde ayetin meali
şöyle olur: “Allah'ın nuru olan Risale-i Nur’u ağızlarıyla
söndürmek istiyorlar, Fakat kâfirler istemeseler de
Allah onu tamamlamayı diliyor.”
Kur'an,
her vahyin anlaşılmak için geldiğini bu gerekçeyle
vahyin dilinin peygamberin içinde yaşadığı toplumun
diliyle aynı olduğunu belirtir: "Hak
dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz kendi
kavminin lisanıyla gönderdik."
(İbrahim, 14: 4)
Bu ayeti cifirle,
ele alan Said Nursi risaletin ve nübüvvetin her asırda
veraset noktasında, vekilleri bulunması kuralıyla, bir sembolik
anlam yönüyle Risale-i Nur'u özel bir iltifatla
üyeleri arasına dahil eder. Ayrıca ayet bu eserin Kur'an dili
olan Arapça değil ama Türkçe olmasının takdir
edildiğini gösterir (Birinci
Şua - s.847) Ayetin
içeriğinin bırakın dilini Risale-i Nur’un kendisiyle
hiçbir ilişkisi yoktur. Risale-i Nur’un ağdalı bir Türkçe
ile yazılması tamamen Said Nursi’nin tercihidir. Elimizde bu
tercihin Allah tarafından yapıldığına dair hiçbir bilgi
söz konusu değildir.
Cifr
bilgi elde etme yolu olarak görülünce Kur'an’dan
laikliği çıkarmak da zor olmaz: “Dinde
zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt
edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a
inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir
zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.”
(Bakara, 2: 256)
Risale-i
Nur’da bu ayetin cifr ve ebced hesabıyla hem laikliğe hem de
Risale-i Nur’un gelişine işaret ettiği ifade edilir (On
Birinci Şua - s.984). Bu
ayetteki “…sağlam bir kulpa yapışmıştır.” ifadesinin de
Risale-i Nur’a işaret ettiği ileri sürülür
(Birinci Şua - s.837).
Bu
durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Dinde
zorlama yoktur. Çünkü laikliğin
gelmesiyle doğruluk,
sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar
edip, Allah'a inanırsa, o kimse sağlam bir kulpa Risale-i
Nur’a yapışmıştır
ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.”
Ayetteki “sapasağlam kulp” ifadesine iman (Taberî,
1995: III/1, 29), İslâm,
“Allah’tan başka ilah yoktur.” (Kurtubî,
1995: II/1, 257) şeklinde
hemen hemen aynı anlama gelebilecek doğru anlamlar verilmişken, bu
ifadeden Risale-i Nur’un kastedildiğini söylemek eserin ilmî
açıdan değerini düşürmekten başka bir şey ifade
etmez.
Said
Nursi açıkça olmasa da cennetliklerden olduğunu da
Kur'an’dan çıkarır: “O
gün insanlardan şakîler ve saidler vardır."
(Hud, 11: 105).
Ayette şakîler günahları nedeniyle ateşi (Zemahşerî,
1995: II, 413),
saidler de mükafatı hak eden kimseleri (Râzî,
1997: VI, 399) kastedilirken,
Said Nursi yaptığı cifr hesabıyla bu ayetin de kendisine ve
Risale-i Nur’un yönüne işaret ettiğini söyler
(Birinci Şua - s.834).
Bu durumda kendisi cennetle müjdelenmiş kişiler arasına
girer.
Said
Nursi’ye göre “De
ki: Rabbim, beni doğru yola iletti.”
(Enam, 6: 161)
ayeti
de Risale-i Nur’un hazırlanma tarihine işaret eder. Ayetin cifrî
hesabı da Said Nursi’nin geçirdiği fikri değişim tarihi
olan 1316’ya işaret eder (Birinci
Şua - s.837). Bu
yorum doğru kabul edildiğinde ayetin Türkçe anlamı
şöyle olur: “Ey Said Nursi de
ki: Rabbim, beni doğru yola olan Risale-i
Nur’a kavuşturdu.”
Halbuki ayetin devamında, “Dosdoğru dine, Allah'ı birleyen
İbrahim'in dinine. O, ortak koşanlardan değildi.” denilerek
dosdoğru yoldan kastedilenin Allah’ın gönderdiği din
(Taberî, 1995:
V/2, 146) olduğu
gayet net bir şekilde ortaya konmaktadır.
Said
Nursi, "Kime
hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir."
(Bakara, 2: 269)
ayetinden
kendisinin kastedildiğine inanmaktadır. Ona göre Risale-i
Nur’un Sözler kısmı bu ayetteki sözlerin sırrına
mazhardır (Dördüncü
Mektup - s.354). Halbuki
ayette Allah’tan bir nimet olarak söz ve fiillerinde isabet
edebilen kimselere verilmiş olan bu nimetin büyüklüğüne
işaret edilmektedir (Taberî,
1995: III/1, 126) Müslüman
ahlakı kişinin kendisini övmesiyle, hele hele ayetlerin
kendisine işaret ettiğini söylemesiyle bağdaşmaz.
Said
Nursi’ye göre, "Nitekim
içinizden size bir peygamber gönderdik. O size
âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve hikmeti
öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor."
(Bakara, 2: 151)
âyeti,
Bakara, 2: 129, 269 ayetlerinin küllî ve genel anlamlarına
Risale-i Nur da kastî olarak dahildir (Birinci
Şua - s.837). Bu
durumda Said Nursi Kur'an’da kastedilen hikmetli, Kitab’ı ve
hikmeti öğreten ve insanlara bilmediğini öğreten kişi”
olmaktadır ve bu iddiayı desteklemek için yine cifr
hesaplarından faydalanmaktadır.
Kur'an,
kendisinin ve Rasulullah (s)’a itaatin her ikisine inanan onları
doğrulayan ve doğru yolu bulan kimselere bir nur (Taberî,
1995: XIII/3, 318),
bir ışık (Kurtubî,
1995: IX/1, 240) olduğunu
ifade eder: “Ey
inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne inanın ki size
rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında
yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın.
Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”
(Hadid, 57: 28).
Bu ayete,
"Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim, ki o
nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz." şeklinde meal veren
Said Nursi, âyet için, “Allah’a hamdolsun, Risale-i
Nur bu kudsî ve küllî anlamının parlak bir ferdi
olduğu gibi, ayetin orijinalinde geçen nuran,
kelimesindeki
an
kısmı,
tenvin sayılırsa 1318 sayısıyla Resâilü'n-Nur
yazarı eğitimden yazarlık görevine ve mücahidâne
yolculuğa başladığı zamanın beş sene evvelki zamanına ve
birçok ayetin işaret ettiği 1316 tarihindeki önemli bir
fikrî değişimden iki sene sonraki zamana denk gelir ki, o
zaman Risale-i Nur’un hazırlanmasının başladığı aynı
tarihtir. İşte bu nurlu âyet, hem anlamca, hem cifirce
tevafuku, Kur'an’da bir araya gelişi tesadüfî olamaz.”
(Birinci Şua - s.836)
şeklinde bir yorum yapar. Bu durumda ayetin anlamı şöyle
olur: “Ey
inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne inanın ki size
rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında
yürüyeceğiniz bir Risale-i
Nur yaratsın
ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok
merhamet edendir.”
(Hadid, 27: 28)
"Andolsun
ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti (Fatihayı)
ve
yüce Kur'ân'ı verdik."
(Hicr, 15: 87)
ayetinde
muhatap Hz. Peygamber (s)’dir. Ve ona Fatiha suresi ya da diğer
uzun surelerden (Zemahşerî,
1995: II, 564) içinde
mesellerin, haberlerin ve ibret verici olayların olduğu 7 uzun
surenin kastedildiği ifade edilmektedir (Taberî,
1995: VII/2, 68) Said
Nursi bu görüşlerden ilkini benimsemesinin yanında ayetin
cifr hesabıyla Risale-i Nur’a da işaret ettiği kanaatindedir
(Birinci Şua - s.834).
Bu durumda
ayete şöyle meal verilebilir. "And
olsun ki Said
Nursi Biz
sana, her zaman tekrarlanan Risale-i
Nur’u ve
Kur'an’ı verdik."
Allah
emirleriyle, dilemesiyle (Zemahşerî,
1995: II, 350) vaadiyle
(Râzî,
1997: VI, 288) hakkı
takviye eder: “Allah,
hakkın hak ve gerçek olduğunu kelimeleriyle ispat eder,
günahkârların hoşuna gitmese de.”
(Yunus, 10: 82)
Said Nursi’ye
göre ise bu ayetin külli anlamı bu zamanda
Risaletü'n-Nur’dur. Ayrıca ilahî lafızdaki harfler
yaklaşık olarak 998 sayısına o da Risaletü'n-Nur'un 998
rakamına denk düştüğü için âyet
Risale-i Nur’a işaret eder. Ayette geçen kelimât
(kelimeler) da Risale-i Nur’un bölümlerinden Sözler’e
işaret eder (Birinci
Şua - s.836). Bu
durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Allah,
hakkın hak ve gerçek olduğunu Risale-i
Nur ile
ispat eder, günahkârların hoşuna gitmese de.”
Said
Nursi yaptığı şartlı cifr[8]
hesaplarıyla, "Ey
Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de
ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir
ilâh yoktur. Ben O’na tevekkül ettim."
(Tevbe,
9: 129)
ayetinin
Risale-i Nur’a özellikle de İşârâtü'l-İ'câz
adlı bölümüne işaret ettiğini söyler (Birinci
Şua - s.838).
Bu
durumda ayetin meali şöyle olur: "Ey
Risale-i
Nur! İnsanlar
senden yüz çevirirse, de ki: Allah bana yeter. Ondan
başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur.
Ben Ona tevekkül ettim."
Kur'an,
Allah’ın dinine yardım edenlerin, hizmet eden askerlerin
(Kurtubî, 1995:
III/2, 162),
Allah’ın dinini din edinen ve O’na itaat edenlerin galip
geleceğini söyler: "Şüphesiz
Allah'a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin tâ
kendisidir."
(Maide, 5: 56)
Risale-i
Nur’da bu âyetin cifr hesabıyla 1350 sayısına denk geldiği
ve bu tarihin de Risale-i Nur’un öğrencilerinin görüntüdeki
yenilgilerine ancak manevî anlamdaki galibiyetlerine ve
kendilerine kurulan tuzakların boşa çıkmasına dair Rumi
1350-51 ve 52 tarihlerine tam olarak denk geldiğine işaret edilir
(Birinci Şua - s.839).
Bu
durumda da ayeti şöyle meallendirirsek yanlış yapmış
olmayız: "Şüphesiz
Allah'a tâbi olan Risale-i
Nur talebeleri,
gerçek galiplerin tâ kendisidir."
Allah
Hz. Muhammed (s)’e Kur'an’dan müminleri cehalet ve
sapıklıktan kurtarıcı, körlükten kurtarıcı rahmetini
gönderir. Müminler de ondaki Allah’ın farzlarını
(Taberî, 1995:
IX/1, 190) yerine
getirirler: "Biz
Kur'ân'dan, iman edenler için bir şifa ve rahmet
kaynağı olan âyetler indiriyoruz. Zalimlerin de ancak
zararını artırır."
(İsra, 17: 82)
Ayette
indirilen şeyler Kur'an’ın ayetleridir, başka bir şey değil.
Said Nursi’ye göre ise bu ayet Kur'an’a işaret ettiği gibi
Kur'ân'ın semasından ilhâmî bir surette gelen
şifadar nurlara da işaret eder. İşte, o Risaletü'n-Nur, Said
Nursi’ye olduğu kadar Risale-i Nur talebelerine de çoğu
zaman şifa olmuştur. Demek Resâili'n-Nur bu âyetin bir
işarî anlamına dahildir. Buna delil de ayetin “müminlere
şifa ve rahmet olan” kısmının cifr hesabıyla 1339
ederek, Resâili'n-Nur bu asrın mânevî ve müthiş
hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmaya başlamasına
denk gelmesidir. Bu, Said Nursi’nin kanaatidir ve kanaate itiraz
edilmez (Birinci Şua -
s.839). Bu
durumda ayetin Türkçesi, “Biz
Kur'ân'ın semasından
mü'minler
için bir şifâ ve rahmet olan Risale-i
Nur’u indiriyoruz.”
şeklinde olur. Ayrıca kanaate itiraz edilemez demek ona çok
üstün bir yer biçmektir.
Risale-i
Nur’da, "Nitekim
içinizden size bir peygamber gönderdik. O size
âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size Kitabı ve hikmeti
öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor."
(Bakara, 2: 151)
ayetinin
“Sizi temizliyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor.”
kısmının cifr hesabıyla 1338 olduğu, Kur'an’ın hikmetini
Avrupalı filozoflara parlak bir surette gösterebilen ve
gösteren Risalei'n-Nur yazarının Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye’de
Kur'an’ın hikmetini savunduğu, hattâ İngiliz Başpapazının
sorduğu ve 600 kelimeyle cevap istediği altı sorusuna altı
kelimeyle cevap vermekle beraber inzivaya girip bütün
gayretiyle Kur'ân'ın ilhamlarından Risale-i Nur'un
meselelerini iktibasa başladığı aynı tarihe tamamen uyum
gösterdiği ifade edilir (Birinci
Şua). Bu
yorum esas alındığında ayetin meali şöyle olur: "Nitekim
içinizden size bir peygamber gönderdik. O size
âyetlerimizi okuyor, sizi Risale-i
Nur ile
temizliyor, size Kitabı ve onun hikmetini gösteren Risale-i
Nur’u öğretiyor.
Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor."
"Bu
kitabın indirilişi, Azîz ve Hakîm olan Allah
tarafındandır."
(Zümer, 39: 1)
Ayetteki
“indirilen”, Kur'an-ı Kerim (Taberî,
1995: XII/2, 226) ikinci
ihtimal de Kur'an’ın bir suresidir (Zemahşerî,
1995: IV, 106). Ancak
Said Nursi’ye göre, Casiye ve Ahkaf surelerinin başında da
bulunan bu âyet Risaletü'n-Nur'un ismine ve kendisine, hem
yazılması ve hem de yayılmasına sembolik anlamıyla işaret eder.
İşareti onun bir eksikliği değil, gayb dilindeki manevî
mucizesinin bir gereğidir. Kur'an’ın bu ayetinin işarî
anlamlarından birisinin bu zamanda ortaya çıkan Risale-i
Nur’a yönelik oluşunu Risale-i Nur okuyan herkes onaylar
(Birinci Şua - s.841).
Yani
Said Nursi şöyle demek istiyor. Ayetin işarî
anlamlarından birisi de, “Bu
Risale-i
Nur’un indirilişi,
Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.”
şeklindedir. Yani ona göre âyet, “Kitab’ın
indirilişi” derken hem Kur'an’ı hem de Risale-i Nur’u
kastediyor (Birinci Şua
– s.842).
Kur'an,
kendisinin Rahman ve Rahim olan Allah’tan Cebrail aracılığıyla
(Râzî,
1997: IX, 537) Hz.
Peygamber (s)’e indirildiğini (Taberî,
1995: XII/3, 114) şöyle
ifade eder: "Hâ
mim. (Bu
vahyin) indirilişi,
Rahmân ve Rahîm olan Allah’tandır."
(Fussilet, 41: 1-2)
Said Nursi bu
ayetin işarî anlamıyla ve şartlı cifr hesabıyla Risale-i
Nur’a işaret ettiğini söylemektedir (Birinci Şua - s.843).
Verilen bu anlam doğrultusunda ayetin anlamı şöyle olur: "Hâ
mim. Bu
Risale-i Nur,
Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir."
Rabbimiz
bize sapıklığı ve doğru yolu istiareli bir şekilde karanlıklar
ve nur kelimelerini (Zemahşerî,
1995: II, 516) kullanarak
anlatır. O, insanları Kur'an ile küfür, cehalet ve
sapıklık karanlıklarından, iman ve ilim nuruna (Kurtubî,
1995: V/1, 295) ulaştırır:
"Elif
lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle
karanlıklarından nûruna çıkarman, güçlü
ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna kavuşturman için
sana indirdik."
(İbrahim, 14:1)
Said Nursi bu
ayetin “Rablerinin izniyle nura” kısmındaki “nur”
kelimesinin Resaili’n-Nur’a mutabık olduğunu, yine şartlı
cifr ile Risale-i Nur’un bölümü olan
İşârâtü'l-İ'câz’a işaret ettiğini
söyler. Yine ona göre ayetteki “güçlü ve
hamde lâyık” kısmı Arapça orijinali hesaba
katıldığında Sultan Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerine
işaret etmektedir (Birinci
Şua - s.845). Bu
durumda ayetin şöyle bir çevirisi mümkün olur:
"Elif
lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle
karanlıklarından Risale-i
Nur’a ulaştırman,
Sultan
Abdülaziz ve Abdülhamit’in yoluna
kavuşturman için sana indirdik."
"Görmedin
mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü
(yerde)
sabit,
dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.”
(İbrahim, 14: 24)
ayetinde
geçen ve kelime-i şahadet, iman (Taberî,
1995: VIII/1, 266),
kelime-i tevhit, Allah’ı yüceltme, O’nu övme,
bağışlanma dileme, tövbe, ve dua (Zemahşerî,
1995: II, 531) olarak
yorumlanmış olan “güzel bir söz” ifadesi Said
Nursi’ye göre Risale-i Nur’a tekabül eder. Bu çıkarsama
cifirle önce yanlışlıkla 1002 olarak hesaplanmıştır.
Doğrusu 1011’dir. Elde edilen sayı -13 farkla da olsa- Risale-i
Nur’un makamına tevafuk eder. Hem böyle makamlarda, böyle
büyük yekûnlarda bu gibi küçük
farklar zarar vermez (Kastamonıu
Lâhikası - Mektup No: 38 - s.1594). Ayeti
Said Nursi’nin anladığı şekilde tercüme edersek meal şöyle
olur: "Görmedin
mi, Allah nasıl bir misal verdi?Risale-i
Nur,
kökü
(yerde) sabit,
dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.”
Kur'an
Hz. Muhammed (s) için, "Seni
ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik."
(Enbiya,
21: 107)
ifadesini
kullanır. Hz. Peygamber (s) hem dinde hem dünya işlerinde
rahmettir. Dinde rahmettir çünkü geldiğinde
insanlar cehalet ve sapıklık Ehl-i Kitap da kitapları konusunda
ihtilaf içindeydi. O gelince onları doğru yolu gösterdi.
Hükümleri, helal ve haramları belirtti (Râzî,
1997: VIII, 193)
.
Dünyada da rahmettir. Çünkü onun gelişiyle
zilletten, savaşlardan kurtulup dininin bereketiyle zaferlere
kavuştular.[9]
Said Nursi ise bu âyetin işarî anlamıyla o alemlere
rahmet olanın aynası ve Kur'an gerçeğinin hakiki bir
tefsirine Risale-i Nur’a işaret ettiğini söyler (Sikke-i
Tasdik-i Gaybî - s.2101).
O
zaman ayete şöyle meal verilebilir: “Ey Risale-i Nur! Seni
ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik."
Sonuç
Görüldüğü
gibi Said Nursi’nin ele aldığımız ayetleri anlamlandırken baş
vurduğu anlama biçiminin tefsir usulü açısından
bir değeri yoktur. Hele hele “kanaate itiraz edilemez”[10]
demesi yorumlarını sorgulanamaz hale getirir ki bunu kabullenmek
mümkün değildir. Klasik tefsirler olsun, çağdaş
tefsirler[11]
olsun hiçbirisi bu ayetleri böyle anlamlandırmamıştır,
kendi fikirlerini sorgulanamaz konumda göstermemişlerdir. Said
Nursi’nin ve Risale-i Nur’un Kur'an’da işaret edilen bir
müellif ve eser olduğu iddiası vahyî temellere sahip
görünmemektedir. Bir ayeti anlamlandırırken, ayetteki
cümle yapısı, ayetin bağlamı ve Kur'an bütünlüğü
içindeki yeri dikkate almak gerekir. Ne yazık ki, Said Nursi
bu yolu takip etmemiş, ayetleri tefsir ederken hurufîliğe
eğilim göstermiş, ebced ve cifr hesapları yaparak, kendisinin
ve eserinin isminin Kur'an-ı Kerim’de geçtiğini muhtemel
gördüğü lafızlarla özdeş addetmiş, kendisini
ve eserini kutsal bir konuma taşımaya çalışmıştır. Bunu
yaparken nispeten estetik bir yolu seçmiş, ısrarla kendisini
değil “ürünü”[12]
ön plana çıkarmayı tercih etmiştir.
Kaynakça
Aksu,
Hüsamettin, “Fadlullah-ı
Hurufî”, İslâm Ansiklopedisi, TDV, Yay., İst., 1995.
Aksu,
Hüsamettin, “Hurufîlik”,
İslâm Ansiklopedisi, TDV, Yay., İst., 1998.
Erdeğer,
Bülent Ş., “Apaçık Kur'an’ın Şifresi Olur mu?”,
Haksöz, S. 140, 2002.
Firuzâbâdî,
Muhammed b. Yakub,
el-Kamusu’l-Muhît,
Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995.
İbnu
Manzur, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn,
Lisânu’l-Arab,
Daru Sadır, Beyrut, ts.
Kayacan,
Murat, “Kur'an-ı Kerim’i Okuma Biçimleri”, Haksöz,
S. 96, 1999.
Kurtubî,
Ebû Abdillah Muhammed, el-Câmi’
li Ahkâmi'l-Kur'an, 11 c., Daru’l
Fikr, Beyrut, 1995.
Nursi,
Said, Risale-i Nur, www.ahmetberk.cjb.net.
(Bu internet sitesi, Nesil Yayınları’ının 2 cilt olarak
neşrettiği Risale-i Nur’u esas almıştır.)
Râzî,
Fahruddin, et-Tefsîru’l-Kebir,
2. bs., 11 c., Daru İhyai Turasi'l-Arab, Beyrut, 1997.
Taberî,
Muhammed bin Cerir, Câmiu'l-Beyan
an Te’vîli Âyi’l-Kur'an,
15 c., Daru'l Fikr, Beyrut, 1995.
Yurdagür,
Metin, “Bedir
Gazvesi”, İslâm Ansiklopedisi, TDV, Yay., İst., 1993.
Zemahşerî,
Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf
an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil
fî Vucûhi’t-Te’vil,
4 c., Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 1995.
http://www.biblecodedigest.com
07.09.2004.
murat_kayacan@hotmail.com
[1]
“Ve
derler ki: Dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık şu
çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık!" Mülk,
67:10. İlahi mesaja davet edilen kimse önce onu dinlemeli
ardından da üzerine kafa yormalıdır bkz. Râzî,
1997: X, 588.
[2]
Hangi
tefsir yöntemiyle ele alınmış eserlerin okunmasının
Kur'an’ı anlamada daha faydalı olabileceğine dair bir tartışma
için bkz. Kayacan, Murat, “Kur'an-ı Kerim’i Okuma
Biçimleri”, Haksöz, S. 96, 1999, s. 38-40.
[3]
Hz.
Muhammed (s)’e bolca mucize verildiğine dair deliller büyük
çoğunlukla hadislerden verilmiştir. Bir tefsir için
böyle bir usüle başvurmak uygun değildir.
[4]
Said
Nursi’ye göre Risale-i Nur, Allah’ın ilham yoluyla
gönderdiği ve yazdırdığı bir eserdir bkz. On Dördüncü
Şua - s.1080; Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 28 -
s.1697; Emirdağ Lâhikası (2) - Mektup No: 89 - s.1865.
[5]
Yahudiler
de İsrail’i kurtaracak beklenen Mesih’in geliş tarihini bulmak
için cifri kullanmışlardır. Schimmel Annemarie’dan
naklen bkz. Erdeğer, Bülent Ş., “Apaçık Kur'an’ın
Şifresi Olur mu?”, Haksöz, S. 140, 2002, s. 50. Sabatay Sevi
de Mesihliğini cifr kullanarak ilan etmiştir. Ilgaz Zorlu’dan
naklen bkz. A.y.
[7]
Risale-i
Nur’da Kur'an’ın Risale-i Nur’a işaret ettiği ifade edilen
âyetler için bkz. Birinci Şua - s.831.
[8]
“Şartlı
cifr” ifadesiyle, ayette Said Nursi’ye veya Risale-i Nur’a
işaret edildiğinin iddia edildiği ancak sayının tam
tutturulamadığı durumları kastediyoruz.
[9]
Rasulullah
(s)’ın aynı zamanda savaşlar yapması rahmet peygamberi oluşuna
engel değildir. Zira onun savaşı düşünmek yerine kibir
gösterip inkârda bulunanlara yönelikti.
[10]
Bu
ifadeyi “Görüşüm yanlış da olabilir.” şeklinde
anlamak da mümkündür. Sorgulanamazlığını mı
sorgulanabilirliğini mi kastettiğini Allah bilir.
[11]
S.
Kutub, Mevdudî ve E. H. Yazır'ın tefsirlerine bakılabilir.
[12]
Çoğu
zaman da kendisiyle Risale-i Nur özdeşleşir. İkisinin de
isminde nur kelimesi geçer. Kendisi asrın “her soruya
cevap veren kimseye soru sormayan” bilgini, eseri Risale-i Nur da
müceddid-i ekberidir. Kur'an ikisine de işaret eder. İkisi de
bediüzzamandır.
__________________ 43/44 Dogrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir ögüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
HİLMİ POLAT-RİSALE-İ NURDAKİ HURAFELER-16-02-2007 |
HURAFE MERKEZLİ NURCULUK DİNİNİN BAŞUCU KİTABI
RİSALE-İ NUR’DAKİ HURAFELER
Hilmi POLAT (İlahiyatçı)
Said-i Nursi; 3 aylık kısa bir ilim tahsiliyle nasıl “Allame-i cihan” olup ulaşılmaz bir makama çıkmıştır?
Şuâlar, 542, Onbeşinci Şua’da geçen; “Evet o zât (Said Nursî) daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhîrine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlâhiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyâya kimse nail olmamıştır. ”
Kur'an-ı Kerim’e göre peygamberler bile böyle bir bilgiye ve makama ulaşmamışken, bu iddia için Allah (c.c)’tan korkmak gerekmez mi?
Said Nursi; ne olursa olsun her zaman her şeyi bilen birisi midir?
Tarihçe-i Hayat, c. II, s. 2123-2124 de geçen
“.. daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir”
İctimâi Reçeteler I, 11, Tarihçe-i Hayat/Rü'ya’da geçen
“ Herhangi ilme sorulan suale bila-tereddüd derhal cevap verirdi.”
İctimâi Reçeteler I, 14, Tarihçe-i Hayat’ta geçen
“Sorulacak suallere cevap vermeye hazır bulunduğu gibi kimseye sual sormayacağını da beyan ederek bu kararda yirmi sene sebat etti.”
Her zaman her şeyi bilen sadece Allah değil midir? Böyle bir inanç şirk, küfür değil midir?
Risale-i Nur denen kitaplar kutsal mıdır, değil midir? Ya da Kur'an-ı Kerim’in taklidi midir?
Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 833.de geçen;
“Resailin Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 92,; “Risale-i Nur müminlere şifa ve rahmettir.”
Zülfikar Mecmuası, 436 da geçen;
“EY RİSALE-İ NUR! (...) Sen, "Ben, Rabbânî ve Kur'anîyim. Öyle kuru kavak değilim. Şevkli ve şa’şaalı ve nûrâniyim. Bir Hayy-ı Lâyemût’un eserinden fışkıran, lâyemût san'atlı ve kerâmetli bir nurum. Cansızlara can ve canlılara taze can üflüyorum. Bin, dertlere derman ve âlemlere rahmet-i Rahmânım. İnat ve ısrarı bırak. Beni oku ve beni dinle. Karanlığa ve hiçe giden, hesapsız ve hedefsiz yolundan seni kurtarıp, kokocaman bir saadet ve sermediyet âlemi kazandırayım." diye nidâ ediyorsun”.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 89-90’da geçen;
“o semavî bürhan-ı kudsînin yerde bir bürhanı Resâil-in-Nur’dur
Sözler, 645-646’da geçen; “Nur Risaleleri de 23 senede tamamlandı.”
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199’da geçen;
"ve lâ ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubînin" sırrıyla, Kur'anda elbette bu istikametli tefsirinin istikametine işaret var. Evet var. Kur'an o tefsirine hususî bakıyor.”
( Söz konusu ayet madem Nur Risaleleri’ne işaret etmektedir, başka risalelere, başka kitaplara... da işaret etmektedir.İslâm fukahası, söz gelimi beş vakit namazın kaçar rekât olduğunu bile Kur'an’da bulamamışlarken; Said Nursî kendi adını, doğum tarihini, risalelerinin isim ve yazılış tarihlerini onda bulabilmiştir!... Demek fakihler aramayı bilememişler!...)
Zülfikar Mecmuası, 433’de geçen;
“İslâmiyet güneşinin doğuşundan tam öndört asır sonra, senin gibi ulvî ve İlâhî ve arşî bir nurun tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda, hem Türk elinde ve hem de Türk dilinde doğması, acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi? Bu ne büyük bir ni’met bizlere ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık Yârabbi!.
Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır.”
Şuâlar, 241’de geçen;
“(...) Risale-i Nur’a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur'an’a bağlanmış ve Kur'an dahi arş-ı a’zamla bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve o kuvvetli ipleri çözsün.”
Müdâfaalar, 104’te geçen;
“Risale-i Nur’un arkasında otuzüç âyât-ı Kur'aniye işârâtı ve Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh’in üç kerâmât-ı gaybiye ile ihbârâtı ve Gavs-ı A’zâm’ın sarahate yakın şehâdeti var. Ona hücûm, bunlara hücûmdur.”
Alıntı yaptığımız bu cümlelerde anlatılmak istenenler düpedüz Kuran-ı kullanarak Risaleleri kutsallaştırmak değil midir? Bu iddia yeni bir din, yeni bir ilahi kitap ve yeni bir peygamber demek değil midir? Bu İslam’a göre küfür değil midir?
Kur’an’da Hz.Muhammed’e açıklanmadığı halde Said Nursi’ye açıklanmış gizli gerçekler var mıdır? Risalei Nur; Kur’an’nın gizli gerçeklerinin arştan inen kesin delili midir?
Şualar, Birinci Şua, Yirmi dördüncü Ayette geçen; “Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!!...”
Kastamonu Lâhikası, 231, Yirmiyedinci Mektubda geçen; “Risale-i Nur, yüze yakın din tılsımlarını ve hakâik-ı Kur'aniyenin muammalarını keşfetmiştir ki; her bir tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddüdlerden kurtulmayıp, bazan îmanını kaybederdi. Şimdi, bütün denizler toplansalar, o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler.”
Şualar, Birinci Şua, Yirmi ikinci Ayet ve Ayetler, c. I, s. 841’de geçen;
“Resailin Nur denilen otuz üç aded Söz ve otuz üç aded Mektub ve otuz bir aded Lem'alar, bu zamanda, Kitabı Mübin'deki âyetlerin âyetleridir”.
Bu iddiaları ileri sürenlere göre; Said Nursi yeni bir peygamber, Risaleler ise yeni bir ilahi kitap, Kur’an sırlarla dolu açıklanmamış gizli bir kitap, Risale-i Nur’lar imanı kurtaran kitap, Hz.Muhammed ise Kur’an’ın sırlarından habersiz veya haberi varsa bunları ümmetten saklamış bir peygamber olur ki böyle bir iddia küfürdür.
Risalei Nur denen kitaplar kusursuz, eksiksiz, izaha ihtiyacı olmayan ve mükemmel bir kitap mıdır?
Barla Lahikası, Yirmi Yedinci Mektub ve Zeyilleri, c. II, 1415. de geçen;
“Mübarek Sözler şübhesiz Kitabı Mübin'in nurlu lemeatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır”.
Barla Lâhikası, 56’da geçen;
“Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. (...) Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyorum telâkki ediyorum.”
Barla Lâhikası, 194’de geçen;
“Kimin haddi var ki, risâlelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın, veyahut bir cümlesini tenkid etsin, veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun.” (Malumdur ki, Kur'an’ın bazı harflerinde, hatta kelimelerinde ve vakıf (duraklama) yerlerinde, dolayısıyla noktalamasında çeşitli ihtilâflar vardır. Buna karşın Nur Risaleleri’nin noktasına bile itiraz edilemez, bir harfine bile dokunmak büyük bir günahtır)
Rehberler, 194, Hanımlar Rehberi’inde geçen;
“ Risale-i Nur, yer yüzünde emsaline rastlanmıyan ve bundan sonra dahi rastlanmasına imkân olmıyan bir derya-yı îmân ve bir tevhid hazinesidir.”
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199’da geçen;
“Ey Risale-i Nur! (...) Bütün eller ve dillerde kemâl-i iştiha ve iştiyakla dinlenip okunacak ve yazılıp yayılacak en tatlı ve en halâvetli, en câzibedar ve en revnekdar yegâne eser-i metin ve nûr-u mübîn ancak sensin!
Bu iddialar hangi cesaretle söylenmektedir. Kur'an-ı Kerim’e iman etmiş bir Müslüman için; Kur’an dışında kusursuz, tam ve mükemmel bir kitap olabilir mi? Bu iddia insan eliyle yazılmış bir kitap için fuhşiyat/ aşırı gitmek değil midir? Bu görüşler kişiyi şirke, küfre götürmez mi?
Bu devirde; “Urvet-ül vüska”, yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” (Allah’ın ipi) olan kitap Kuran mıdır yoksa Risalei Nur mudur?
Şualar, On Birinci Şua, c. I, s. 985.de geçen;
“Risale-i Nur bu asırda, bu tarihte bir “urvet-ül vüska”dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” yani Allah’ın ipidir.”
Âsâ-yı Mûsa, 82’de geçen;
“Buna rağmen bizzat Kur'an-ı Kerim, Risaletu’n-Nur’un çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir "Hablullah" olduğunu "Ona (Nur Risaleleri’ne) elini atıp yapışanın necat bulacağını" mana-yı ********yle haber verir.” cümlelerine ne demeli? Yorumu siz yapın!!
Müslümanların şeriat, dua, ve ibadet kitabı Kuran mıdır, yoksa Risaleler midir?
Emirdağ Lahikası I, c. II, s. 1719. de geçen “Risale-i Nur'un menşur-u hakikatında tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr-ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlmi Kelâm, hem bir kitab-ı İlmi İlahiyat, hem bir kitabı teşviki san'at, hem bir kitabı belâgat, hem bir kitabı isbat-ı vahdaniyet; muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır”. Cümlesi Said Nursi’nin Risalelerini Kur’anlaştırma çabaları değil midir?
Bu devirde Müslümanlar Kurana mı yoksa Risalelere mi muhtaçtır? Müslümanların tekrar tekrar okuması gereken kitap Kuran mı yoksa Risaleler mi?
Kastamonu Lâhikası, 73’te geçen;
“Risale-i Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsal eder. Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum. Siz dahi Risale-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.”
İctimâi Reçeteler II, 193’te geçen;
“Hem şu hakikat zahir ve bahirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nur’un ve Müellifinin talebesidir; Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse kendini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa büyük bir mahrumiyete düçar olur.”
Bediüzzaman Said Nursî, 666’da geçen;
“Bütün bunlar, Risale-i Nur’un dünya çapında muazzam bir boşluğu doldurmakta olduğunun delil ve emareleri değil midir? Bütün beşeriyet, Kur'âna ve dolayısiyle asrımızda onun mânevî i’cazını ispat ve beyan eden Risale-i Nur’a muhtaçtır.” Cümlelerinde geçen telkinler Müslümanların, Kur’an’ı suiistimal eden Risalelere muhtaç olduğunu ortaya koymaktadır.
Zamanımızda İmanı kurtarmanın veya kurtuluşun tek yolu Nur cemaatına girip Risaleye mi tabii olmaktır?
Emirdağ Lâhikası (1), Mektup No: 81, c. II, s.1733. de geçen;
“Bu acip ve dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, hususan ehl-i imanın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve küfr-ü mutlak ateşinin mahallemizi sardığı bir zamanda, ancak ve ancak, güvenimizin en müstahkem, kavî, yıkılmaz, sarsılmaz tahkimatı olan Risale-i Nur'un nurânî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine dehalet etmekle kurtulacak ve imanınızı kurtararak, idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz”.
Rehberler, 134, Gençlik Rehberi’nde geçen;
“Evet bu asırdaki insanları saadete kavuşturacak eser ancak Risale-i Nur’dur. Bu hüküm Nur Risalelerini okuyanların kat'i bir hükmüdür. (...) Nasıl Kur'an-ı Kerim’e sarılanların dünya ve âhiretleri mamur olursa; O’nun parlak ve yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okuyup amel edenler de hakiki saadete erişeceklerdir.”
Bediüzzaman Said Nursî, 277, Kastamonu Hayatı’nda geçen;
“(...) işaret ve beşaret-i Kur'aniyede ifade eder ki: "Risale-i Nur dâiresi içine girenler, tehlikede olan îmanlarını kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler." diye müjde verirler.” s. 312’de geçen;
Evet, Risale-i Nur’un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, her şeyin fevkindedir; Başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.
Birinci Neticesi: Sadakat ve kanaatla Risale-i Nur dairesine giren, îmanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senetler var.”
Kastamonu Lâhikası, 47’de geçen;
“fefi’l-cenneti hâlidîne” âyetinin sırrıyle, "Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre gireceklerdir" tebşîratının (...)” Cümlelerde Said Nursi; kurtuluşun, cennetin, gerçek saadetin yolu olarak Risalelere sığınmayı, kutsal cemaatine girmeyi, Kur’an’la yetinilmeyip Risalelere tabi olunması |
gerektiğini söylemektedir.
Devam edecek inşaallah
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|