Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Ölümden kıyamete kadar ruh, kendine özgü cismiyle kalır
SORU: İnsan öldükten sonra ahirete sadece ruhu gideceğine göre öteki dünyada bedensiz mi olacağız? (Berkin Atayman)
CEVAP:
Ruhun da cismi vardır. Ancak ruhun cismi şeffaftır. Bizim bildiğimiz
biçimde yoğun değildir. Rüyada gördüğümüz kişiler bize bildiğimiz
bedenleriyle görünürler. Ölümden kıyamete kadar ruh, kendine özgü
şeffaf cismiyle kalır. Kıyamette ise Allah ruhları yeni bedenler içine
sokacaktır ama o bedenlerin mahiyetini bizim bilmemiz mümkün değildir.
O bedenler için ölüm söz konusu değildir. Çünkü ahirette ölüm yoktur.
Ruhun sürekliliğini kanıtlayan pek çok veri var. Bunlardan birini size
aktarayım:
Dostum Sabit Yıldız’ın 26 yaşındaki oğlu kansere
yakalanmıştı. Bu gencin 3 yıl önce yapılan düğününe gitmiştim. O zaman
da kanserdi ama sevdiğine kavuşmak için evlenmek isteyince babası buna
izin vermişti. Hastalığı günden güne ilerleyen genç sonunda yatağa
bağlı kalmıştı. Babası bir ay önce bana geldiğinde, her an sonu
beklediklerini belirtmişti. Daha sonra fenalaşan genci hastaneye
kaldırmışlar. Güçlükle nefes alıyor, can çekişiyormuş. Sabaha doğru
monitörün başında hastasını gözetleyen hemşire gördüklerini şöyle
anlatıyor: “Hasta yatağından doğruldu. Bana bakıp gülümsedi. Hastanın
bedeni yatakta olduğu halde daha aydınlık bir bedeni doğrulup yükseldi
ve kayboldu.” Bu olaydan çok etkilenen hemşire olayı başhekime ve
hastanın kız kardeşine anlatıyor. İşte ruhun bedenden çıkan ayrı,
şeffaf bir bedene sahip bulunduğunu, ölümün yok olmak değil, ruhun
fiziksel bedenden çıktığını gösteren somut kanıtlardan biri. Böyle
pekçok olay tespit edilmiştir.
Duaları sesli okumak
SORU:
Eskiden namaz kılarken aklım başka şeylere kayıyordu. Ben de “Böyle
namaz olmaz” diyerek bırakıyordum. Şimdi tamamen konsantre
olabiliyorum. Çünkü duaları sesli okuyorum. Bu yaptığım doğru mu?
CEVAP:
Namaz kıl da sesli veya sessiz oku, fark etmez. Eğer konsantrasyonunuza
yardımcı oluyorsa sesli okuyun. Ancak öğleyle ikindi namazlarında
kendinizin işiteceği bir sesle okumanız, akşam, yatsı ve sabah
namazlarını da camide imamın okuduğu gibi yüksek sesle okumanız daha
uygundur.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Almanya’dan
Hidayet Koçak, “İsrail neden güçlü?” başlıklı yazım üzerine gönderdiği
teşekkür mektubunda diyor ki: “İsrail’in güçlü oluşunun nedenlerini
açıkladığınız yazıya o kadar sevindim ki... Allah razı olsun. Bizim
çoğu hocalarımızda kendilerini yetiştirme, ilmi geliştirme arzusu ya
yok gibi ya da çok az... Almanya’ya kaliteli, bilgili hocalar
gönderiliyor. Buna rağmen birçok hocamız sabit fikirli oluyor. Mesela
bugüne kadar hep, ‘Allah bizi sadece ibadet ediniz diye yarattı’
derlerdi. Geçen gün bir hoca, ‘Hayır efendim sadece ibadet için değil
bana kulluk etsinler diye yarattım cümlesi hayatın bütün işlerini içine
alıyor’ dedi. Bu beni gerçekten çok mutlu etti.”
Çalışan, üreten kazanır
CEVAP:
Hoca önemli bir noktaya parmak basmış. Doğrusu, Allah’ı tanıyarak
hayatın her dalında O’nun buyurduğu üzere çalışmak ibadettir. Çünkü
Allah’ın Elçisi, “Çalışan Allah’ın sevgilisidir” buyurmuştur. İbadet
kulluğun gereğini yapmak demektir. Sadece namaz kılmak, oruç tutmak
değil, çoluk çocuğun geçimini sağlamak üzere dürüst çalışmak, helal
rızık kazanmak da ibadettir. Yaratanın doğaya hükmeden yasalarını
keşfetmeye çalışmak da ibadettir. Ağaç dikmek, ülkeyi yeşillendirmek,
insanların rahat etmesi için park alanları yapmak, çevreyi temiz tutmak
da ibadettir. Temizlik İmandandır, imanın yarısıdır. Çalışan, üreten
kazanır.
Hazıra konan toplumlar
İsrail’i telin
mitinglerinde hamasi nutuklar atmak, lanetler okumak, sövüp saymakla
bir yere varamayız. Bu davranışlar bizi yükseltmez, geriye götürür.
İsraf haramdır. Hırsızlık haramdır. Vakit nakittir. Yani zaman, insan
ömrünün her saniyesi paradır. Hem de en değerli para... Ömrünü boşa
harcayan toplumların kazanacağı bir şey yoktur. Hep kaybederler.
Maalesef biz de dahil hemen bütün İslâm âlemi çalışma, okuma, kafa
yorma, orijinal şeyler üretme yerine oburca tüketen, başkalarının
eserlerini çalan, taklitçi, hazıra konan toplum haline gelmiştir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
SORU:
Askerde namaz kılamadığım için ben de fırsat buldukça uygun yerlerde
ayakta rükû ederek veya yatağa girdiğimde kalple namaz kılıyorum. Kabul
olur mu?
CEVAP: Eğilip kalkma imkânı bulamıyorsanız
yatağınızda namaz dualarını okuyun. Namazın temeli Allah’a yönelmedir.
Bunu yaparsanız namaz kılmış olursunuz. Allah kendisine yönelen kulunu
mahrum etmez. Komutanlarımızın da askerin istirahat zamanında
isteyenlerin ibadetlerini yapmalarını sağlamaları gerekir. İbadet
inancı güçlendirir, insana moral verir. Askerin temel görevi vatan
uğruna savaşmaktır. Şehitliğe inanan savaştan korkmaz. Kur’ân-ı Kerim,
güçlü iman sahibi 20 kişinin 200 kişiye bedel olduğunu vurgular.
İnancın,
savaşta insana nasıl bir güç verdiğini Atatürk’ün anılarından bir
örnekle anlatayım. Atatürk şöyle diyor: “Çanakkale İslâm’la korundu.
Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur
(yılgınlık) bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler, ellerinde
Kur’ân-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler, kelime-i
şehadet getirerek yürüyor. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini
gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki,
Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur.”
Atatürk,
Türk ordusunun dindarlığını ve kahramanlığını şu cümlelerle vurguluyor:
“Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz,
daha sağlam askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her
zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir
korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt
eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime
aziz bir borç bilirim”
BUGÜN
saat 13.30’da Kadıköy’de bulunan Erzurumlular Vakfı’nda bir konuşma
yapacağım. Arzu eden herkes katılabilir. Saygıyla duyurulur. Adres:
Erzurumlular Vakfı Rıhtım Caddesi Nemli Zade Sokak No: 13 Kadıköy Tel:
0216 550 25 25
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
SORU:
Kur’ân, “namazda Allah’la beraber başkasına yakarmayın” derken neden
salli barik okunuyor ve ettehiyatü duasında Peygamberimize salavat
ediliyor. Bu şirk değil mi? Ben namazda bu duaları okumaktan
korkuyorum. Üstelik bunların namazdan sonra okunmasının daha doğru
olduğunu söyleyen din adamları da var. Sizin yorumunuz nedir?
CEVAP:
Salli barik, Peygamber’den bir şey talep etmek manası taşımaz.
Allah’tan bizim affımızı istiyoruz. Bu arada Peygamberimize de
acımasını, onu bağışlamasını, makamını yüceltmesini diliyoruz. Bu niçin
şirk olsun? Şirk, Allah’tan başkasından bir dilekte bulunmaktır ki bu,
o kimseyi tanrılaştırmak olur.
Biz salli barikte Hz.
Muhammed’den bir şey mi istiyoruz? Hayır. Allah’tan, Ona acımasını,
makamını yükseltmesini diliyoruz. Nitekim ardından anamızın, babamızın,
bütün müminlerin bağışlanmasını da diliyoruz. Anamızı babamızı anmamız,
onların bağışlanmasını dilememiz şirk midir? Sözünü ettiğiniz kişinin
önerisinin hiçbir değeri yoktur. Biz namazımızı böyle kılarız.
İnananlar da böyle kılarlar. Namazla hiç arası olmayanların önerileri
bir anlam taşımaz.
SORU: Cami dışında kılınan vakit farz namazlarından önce okunan kamet sadece erkeklere mi özgüdür? CEVAP:
Ezan da kamet de toplu namaza çağrıdır. Birincisi çağrı, ikincisi
namaza başlanmakta olduğunu duyurup cemaati safa durmaya davettir.
Tıpkı askerde içtima borusunun çalması gibi... Ezan ve kametin temel
görevinin bu olduğu düşünülünce cemaatle değil bireysel namazda bunun
gerekli olmadığı anlaşılır. Peygamber döneminden beri mazeretsiz
erkekler sürekli camide toplanıp cemaatle namaz kıldıkları için onların
camide toplanmaya çağrılması (ezan) ve camide toplananların da
oturdukları yerden sıraya dizilmelerini anons etmek için (kamet)
okunmaktadır. Bunun için erkeklere ezan ve kametin sünnet olduğu fıkıh
kitaplarında belirtilir. Kadınlar camiye gelirlerse zaten onlar da
erkeklerle beraber namaza duracakları için kameti dinlerler. Ama
kadınlar cemaate gelmekle yükümlü tutulmamışlardır. Bu da aile
işlerinin aksamaması, kadının yükünün daha hafif tutulması içindir. Onlar
evlerinde bireysel namaz kıldıklarına göre artık namazın başladığını
duyuran kamete gerek yoktur. Ayrıca namaza çağrıya da yani ezana da
gerek yoktur. Şayet kadınlar için bir mescit olsa ve orada toplanıp
sürekli cemaatle namaz kılsalar o zaman onların da kamet okumaları
uygundur. Çünkü namazın başladığı ancak bu suretle duyurulur. Ama
Peygamberimizden sonra kadınların cemaate gelmeleri pek istenmemiş,
onların evlerinde kendi başlarına namaz kılmaları tercih edilmiştir.
Tabii bunu yapanlar da erkek hukukçular, fıkıh uzmanlarıdır. Böylece
kadınların ezan ve kamet okuyamayacakları hükmü kitaplara girmiştir.
Oysa kamet okuyamayacakları hükmü ağırdır. Kadın kamet okursa günah
işlemiş olmaz. Okursa bir zararı yok ama gerekli değil. Çünkü
kendisinden başka namaza kalkacak kimse yok. O halde “kad kametissalah
(namaz başladı)” demenin ne anlamı var? Kanaatime göre erkek de kendi
başına kılıyorsa ezan ve kamet şart değildir. Zaten bunun namazın
gereği değil sadece sünnet olduğu, okunmasa da namazın geçerli olduğu
fıkıh kitaplarında belirtilir. Fıkıh kitaplarına göre namazı evinde
veya dükkânında kılanlar, ister cemaatle, ister yalnız kılsınlar ezan
ve kameti terk edebilirler. İkisinin de terk edilmesinde kerahet yoktur.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
SORU:
Bir yazınızda Bektaşilikle ilgili bilgi verirken “... niyaz (namazın
yerini alan yalvarma)”dan bahsetmiştiniz. Namazın yerini başka bir
şeyin alması mümkün mü? Bir arkadaşım bu konuda şunları söyledi: “Ahmet
Yesevi, Lokman-ı Perende, Hacı Bektaş gibi yol önderleri namaz
ibadetini zamanla iyice genişletmişlerdir. Mesela Ahmet Yesevi,
dergahında musikiyle, aşk ve raks halinde ibadet edermiş. Aleviler de
cem yaparlar. Namazı niyazla bütünleştirip kıyam, kıraat, rükû, secde,
tespih, tehlil, tevhit, zikir, aşk ve raks halinde ibadet, musikiyle
ibadet, Kur’an okuma, Hz. Muhamed’i ve Ehl-i Beyt’i anma gibi unsurları
kendi cemlerinde uygularlar. Yani cem, bu yolda gidenlerin namaz
yorumudur.” Acaba sizin bu konudaki düşünceniz nedir?
CEVAP:
Yazımı dikkatle okuduğunuz takdirde sonradan Bektaşiliğe sokulan
düşünceleri aktardığımı görürsünüz. Bektaşiliğin prensiplerini
açıklayan o yazımın ikinci kısmında şöyle demiştim: “Bektaşilikte dört
kapı inancına bağlı dört inanç daha vardır: İbadet (Allah’ın birliğini
içtenlikle kabul etme), niyaz (namazın yerini alan yalvarma), adak
(dergaha verilen para, koyun gibi armağanlar), vuslat (mutlak güzellik
olan Allah’a ulaşma). Bektaşiliğin önemli kavramlarından ikisi de
tevella ve teberradır. Tevella, Peygamber soyunu sevmeyi, teberra da
Ehl-i Beyt düşmanlarına düşman olmayı ifade eder.
Bektaşi
inancı zamanla Anadolu’da yayıldıkça Şii inancından, İran’dan veya İran
üzerinden gelen Mani, Mazdek ve Buda öğretilerinden, eski Yunan, Roma
ve Türk dinlerinden bazı unsurların, hatta Hitit, Lidya ve Frigya
inançlarından kalıntıların da eklendiği çok renkli bir mozaik halini
aldı. Şerbet yerine şarap içilmesi, evlenmeme (mücerret kalma),
şeriatın haram saydığı birçok şeyi mubah sayma (ibahe), hurufilik (harf
ve rakamların birtakım gerçeklerin simgesi olduğu) inancı hep
Bektaşiliğe sonradan girmiş inançlardır.”
Hacı Bektaş-ı
Veli’de asla dinin özüne aykırı şeyler yoktur. Ahmet Yesevi’de ise hiç
yoktur. Ne raks vardır, ne çalgı. Zikir, zikr-i erre, mezar gibi
penceresiz yerlerde erbain (kırk çıkarma) vardır. Kolay şey değildir.
Sonradan yapılan eklemeler, saptırılan yorumlar bu büyük insanları
bağlamaz ve onlara eksiklik ve kusur getirmez. Siz bu konuda merhum
Prof. Dr. Esat Coşan’ın kitaplarını okuyun.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
SORU:
İslâmiyet’in doğuşuyla bütün Müslümanların kıblesinin Kudüs’te bulunan
Mescid-i Aksa’ya dönük olduğunu birçoğumuz biliyoruz. Aradan iki sene
geçtikten sonra hangi emirle 180 derece geriye kutsal Kabe’ye dönüldü?
Acaba sünnet olmak gibi, domuz eti yememek gibi, oruç tutmak gibi her
şeylerini taklit ettiği Musevilerden farklı bir şey yapmak mıydı amaç?
(Barış Saban)
CEVAP: Kim demiş kıble Mescid-i Aksa diye?
Mescid-i Aksa neresi? Kudüs sanıyorsunuz ama Kudüs’te Peygamber
zamanında mescit var mıydı? Yahudiler kendi mabetlerine mescit
demiyorlardı ki. Mescid-i Aksa, Mekke civarında Arafat bölgesinde bir
mescitti. Peygamberimizin Mescid-i Aksa’ya dönerek namaz kıldığına dair
Kur’ân’da en ufak bir işaret yoktur. Mekke’deyken herkes gibi o da
Kabe’ye dönüyordu. Medine’ye geldiği zaman Yahudilere dinin temelde
birliğini göstermek için onların durduğu yöne yani Kudüs’e doğru
yönelip namaz kıldı. Bu, 17 ay kadar sürdü. Daha sonra Bakara
Suresi’nde Peygamber’e, Kabeye yönelmesi emredildi. İşte kıble emri
sadece bu ayette geçer. Ondan önce herhangi bir yöne yönelme emri
yoktur.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
SORU:
Bir yazınızda “Cennet hiç kimsenin tekelinde değildir. Kim dürüstçe
yaşar, güzel işler yaparsa cennete gider” diyorsunuz ama bazı kişiler
cennete gidecek kişileri şöyle tarif ediyor: “İlk şart Müslüman olmak
ve görevlerini yapmak. Bir kişi Müslümanlığı kabul etmiyorsa dünyada
çok güzel bir iş yapsa da sadece dünyada kalır. Ahirette geçerli
değildir.” Bu söylenenler için sizin yorumunuz nedir?
CEVAP:
Bunları söyleyenler yüzeysel kişilerdir. Hem peygambere inandıklarını
söylüyorlar hem de onun getirdiği mesajı kabul etmiyorlar. O zaman
peygambere inanmanın ne anlamı kalır? Ben “herkes cennete gider”
demedim, “Bir hak peygambere inanan, onun buyruklarınca hareket edip
Allah’a kul olan, güzel işler yapan herkes cennete gider” dedim. Böyle
bir kimse aslında İslâm’ın ruhunu yaşıyor demektir. Çünkü İslâm,
Allah’a teslim olmak, O’na tapmak, güzel işler yapmak, doğru olmak
demektir. Bu anlamıyla adı ne olursa olsun her Hak din İslâm’dır.
Dileyen inanır, dileyen inkâr eder. Herkes yaptığının karşılığını
görür. İman nasip işidir. Nasibi olmayan inanmaz. Burada körü körüne
nefsinin peşinde sürünen, ahirette de kör olarak Hakk’ın huzuruna çıkar.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
SORU:
Teyzemin oğlunu size kısaca şöyle tanımlayayım: Çok yalan söyler. İçki
içer. Birkaç kız arkadaşı var ama onun amacı cinsel ilişki yani kızları
kullanmak. Bazen birilerinin hakkını vermez veya parasını ödemez, böyle
şeylere hiç değer vermez. Evli kadınlara dahi kötü gözle bakar.
Ramazan’da oruç tutmaz, namaz kılmaz... Ben onun bu durumundan
utanıyorum. Maalesef annesi babası da bazı şeylere destek veriyor. İyi
bir Hıristiyan veya iyi bir Yahudi’yi bile ondan üstün görüyorum. Ona
Müslüman gözüyle bakamıyorum. Sadece Allah’ı bir bilir, peygamberimize
inanır, kitaplara inanır. Bu kişiye Müslüman gözüyle bakmamam yanlış
bir davranış mı? Bunları size niye anlatıyorum biliyor musunuz? Çürkü
bu kişi aileme de zarar veriyor. (E. G.)
CEVAP: Böyle insanlar
öğüt verirsiniz, dinlemezse kendi haline bırakırsınız. Müslümanlık
sadece “inandım” demekten ibaret değildir. Öylelerinin durumu İslâm
bilincine ermemiş kaba bedevininin durumuna benzer. “Göçebe Araplar
’İnandık’ dediler. De ki: İnanmadınız fakat ’İslâm olduk’deyin. Henüz
iman kalplerinize girmedi” (Hucurat: 14). Ankebut Suresi’nin 2’nci
ayetinde de insanların sadece sözle “inandık” demelerinin yeterli
olmadığı, çeşitli olaylarla denenip imanda samimi olup olmadıklarının
ortaya çıkarılacağı vurgulanmaktadır. Bu ve benzeri ayetler,
imanlarının gereğini davranışlarıyla yerine getirmeden sadece dille
“inandım” demenin yeterli olmadığını belirtmektedir. Gerçek Müslümanlık
Kur’ân’a göre yaşamaktır. Ahirete kesin inanan yalan söylemez, zina
etmez, haksızlık etmez. Size, Asr Suresi’ni okumanızı tavsiye ederim.
Orada bütün insanların, ömürlerini ziyan ettikleri, boşa geçirdikleri,
yalnız inanıp güzel işler yapanların, birbirlerine hakkı ve sabrı
tavsiye edenlerin ömürlerini değerlendirdikleri vurgulanmaktadır. İman
insanın ahlakına bir şeyler katmalı ki iman olsun. Yoksa kuru sözden
ibaret kalır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma