HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: Laiklik ve sekülarizmin tarihsel serüveni Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

“[D]inin eleştirisi her türlü eleştirinin önkoşuludur... Dinsiz eleştirinin temeli şudur: İnsanı din yaratmaz, insan dini yaratır... Fakat insan dünyanın dışında oturan soyut bir varlık değildir. İnsan, insanın dünyasıdır, devlettir, toplumdur. Bu devlet, bu toplum dinin dünyaya bakışını üretir, çünkü bunların kendileri tepetaklak bir dünyadır. Din bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantığı, manevi yüceliği, coşkusu, ahlakça onaylanması, görkemli bütünlüğü, avuntu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir. İnsanın özünün hayali olarak gerçekleşmesidir, çünkü insanın sahici bir gerçekliği yoktur. Bu nedenle dine karşı savaşım, manevi kokusu din olan bu dünyaya karşı da dolaylı olarak savaşımdır. Din baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur. Halkın hayali mutluluğu olarak dinin kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunu istemektir... Dinin eleştirisi, kendi gerçekliğini düşünebilmesi, yaşayabilmesi ve yönlendirebilmesi için, insanın hayallerini kırar. Hayalleri kırılıp aklı başına gelmiş bir insan sıfatıyla kendi çevresinde kendi kendisinin gerçek güneşi olarak dönebilmesi için... Din, insan çevresinde dönmediği sürece onun çevresinde dönen hayali bir güneştir” demişti komünizmin peygamberi Karl Marx, “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Doğru” makalesinin önsözünde.

Dikkat edilirse, Marx’ın kısaltarak verdiğim bu sosyolojik yorumu, dinin bir ‘yanlış bilinçlilik hali’ olduğunu söylemekle birlikte, bundan dolayı inananı küçümsemeye kalkışmıyor, aksine anlayışla karşılıyor. Ben de, benzer şekilde düşünüyorum ve halkın (halkımızın) bir türlü dinmeyen, eksilmeyen, hatta giderek artan din ihtiyacını anlayabiliyorum ve saygı duyuyorum. Ancak ‘nüfusun yüzde 99’unun Müslüman’ olduğu iddia edilen ülkemizde, Ramazan’da din (elbette İslâm dininin Sünni yorumu) sadece halk düzeyinde değil, devlet düzeyinde de o kadar görünür oldu, o kadar ‘hegomonik’ bir dile kavuştu ki, bu konuda birkaç söz etmek ihtiyacı duydum. Ramazan’da, Müslüman, gayrimüslim tüm vatandaşların vergileriyle finanse edilen Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı onlarca camiden, minare başına en az dörder hoparlörden, çoğu ne yazık ki usulden nasibini almamış müezzinlerin okuduğu beş vakit ezana, yine sesi sonuna kadar açılmış hoparlörlerle dışarıya aktarılan, çoğumuzun anlamadığı Arapça hutbeler, vaazlar, hatimler, mevlitler; gecelerimize davul sesleri eklendi. Başbakanımız, NATO Genel Sekreteri’ne, AB büyükelçilerine, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat’a ve gazetecilere, sanatçılara iftar yemekleri verdi ve bu yemeklerde saatlerce İslâm övgüsü yaptı. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunları görünce insan şüpheleniyor: Acaba Diyanet İşleri Başkanlığı veya Başbakan veya diğer devlet görevlileri, bu ülkede, sadece imanı bütün Sünnilerin değil, ‘light’ Sünnilerin, tamamen farklı İslami rituelleri olan Alevilerin, İslam’la ilişkileri bile olmadığın savunan Kızılbaşların, dahası Hıristiyanların, Musevilerin, Süryanilerin, Yezidilerin ve de ateistlerin yaşadığını ve ‘laik’ olduğunu iddia eden bir devletin, din(ler) karşısında yansız veya ya hepsine eşit yakınlıkta, ya da hepsine eşit uzaklıkta durması gerektiğini bilmiyor mu? Biliyorsa, bu yoğun Sünni retoriğin ve pratiklerin bu kesimleri nasıl etkilediğini düşünebiliyor mu? Bu kesimlerin sadece Sünni bayramlarında resmi tatil olmasına, devletin kendi bayramlarının adlarını bile anmamasına nasıl üzüldüklerini düşünebiliyor mu? Lafı uzatmayayım, sözüm halka, medyaya veya yerel yönetimlere değil. Sözüm devlete ve devleti temsil edenlere. Dinle hayat (dolayısıyla dinle devlet) arasında ikilik olmadığını söyleyen İslam dini ile dinle hayatı birbirinden bıçakla keser gibi ayırmayı hedefleyen Fransız tipi katı bir laiklik anlayışını benimsemiş olanlar arasındaki çatışmanın, ufuktaki Anayasa tartışmalarıyla daha da gerilimli hal alacağını öngörerek, bu hafta tabiri caizse, ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya’ yelteneceğim; laikliğin ve sekülerliğin tarihine bakmaya çalışacağım.  


Civitas dei / civitas terrara


İlk insan topluluklarında görülen ‘Tanrı-Kral’ anlayışının ‘Tanrı’nın oğlu-Kral’ anlayışına evrilmesi çok uzun zaman almıştı. Roma İmparatorluğu ise, çok tanrılı (Pagan) bir devletti ve herkes istediği tanrıya inanıyordu ve devlet işleyişinde herhangi bir din esas alınmıyordu. Yani Roma ‘seküler’ (dünyevi) bir devletti. Laikliğin ilk işareti sayılan Matta İncili’ndeki “Kayzer’in şeylerini Kayzer’e ve Tanrı’nın şeylerini Tanrı’ya ödeyin” (ya da Türkçeye geçtiği şekliyle “Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya”) ayeti Roma’da Neron döneminde, Hıristiyanlığa yönelik ağır baskılar sonucu ortaya çıkmıştı.

Hıristiyan-Katolik doktrinine göre, dünya Adem’le Havva’nın cennetten kovulmasından bu yana Civitas Dei (“Tanrı Sitesi/Devleti’) ve Civitas Terrara (Yeryüzü Sitesi/Devleti) olarak ikiye ayrılıyordu. Katolik Kilisesi ise, Yeryüzü Devleti’ndeki Tanrı Devleti’nin temsilcisiydi. Devletle Kilise arasındaki gerilimi ilk çözen, daha sonra Bizans adını alacak olan Doğu Roma İmparatorluğu’nun başı I. Consantinus’un 313 tarihinde yayımladığı ‘Milano Fermanı’ oldu. Bu fermanla Hıristiyanlık resmen tanındı ve din özgürlüğü güvenceye alındı. Bunun karşılığında da Kilise, Constantinus’u ödüllere, iltifatlara boğdu. Bu süreç Doğu’da Büyük Theodosius ve Batı’da Gratianus tarafından bir adım daha ileri götürülerek Hıristiyanlık, ‘Resmî Din’, Katolik Kilisesi, ‘Devlet Kilisesi’ ilan edildi.  


Doğu-Batı farkı


381 tarihli İznik Konsili’nden itibaren adım adım kendi Ortodoks Kilisesi’ni kuran Doğu’da (Bizans’ta) Kilise, başından itibaren devlete tabi olurken Batı’da, Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra ortaya çıkan feodal düzenin neden olduğu kargaşa ortamında, gücünü koruyan tek kurum Kilise olmuştu. Bu nedenle de, Kilise iyice kurumsallaşmış ve otoritesini arttırmıştı. Örneğin 11. yüzyılda formüle edilecek olan ‘İki kılıç’ doktrinine göre, Tanrı’nın Hıristiyanlığı korumak için kullandığı iki kılıçtan biri Regnum’u (Dünyevi iktidar), diğeri Sacerdotium’u (Ruhani iktidar) Papalık elinde tutuyordu. Ancak zamanla krallar feodaliteye karşı güçlenince, Kilise’nin otoritesine itiraz etmeye başladılar. Sonuçta, Avrupa’da ruhani otoritenin sivil otoriteye tabi kılınması, Engizisyon’dan, uzun ve kanlı din savaşlarından, katliamlardan, pogrom’lardan, Rönesans ve Reform hareketlerinden sonra mümkün oldu.

Yani, Almanya’da Lutherci Protestan hareketi, İngiltere’de Anglikan Protestan hareketi ve İsviçre’de Calvin ve Zwingli Protestan hareketleri tarafından oluşturan ‘Milli Kiliseler’, büyük coğrafi keşifler, ticaretin gelişmesi, sanayi devrimi, gelişen kentler, yeni bir sınıfın (burjuva) doğması, ulus-devletlerin ortaya çıkması, düşünce yapısının ve dünya algısının değişmesi gibi bir dizi süreçle ya da daha kısa ve öz şekilde ‘kapitalizmin doğuşu ile ilintili’ diyerek açıklamak da mümkün. 18. yüzyıldan itibaren ‘Aydınlanma’ düşüncesi ile birlikte, dünyevi olanın öneminin artması ruhani olanı adım adım geriletmeye başladı. Bu süreç bugün sıklıkla birbirine karıştırılan ancak ikisi de çok farklı tarihsel arka plana ve niteliklere sahip ‘laikleşme’ ve ‘sekülerleşme’ şeklinde iki damar halinde gerçekleşti.  


Laiklik mi, laisizm mi?


‘Laiklik’ denince akla Fransa, ‘sekülerleşme’ deyince akla İngiltere gelir. Fransa’da laïque sözcüğüne, ilk kez 13. yüzyılda rastlanır. 16. yüzyıla dek çok az kullanılan sözcük Yunanca ‘halk’, ‘kalabalık’, ‘kitle’ anlamına gelen laos’tan gelir, Latinceye geçer ve ‘din adamı ya da dindar olmayan’ anlamında kullanılır. Kilise, başlangıçta laikos sözcüğünü kendine bağlı kişiler için; clerikos sözcüğünü ise dini yöneten ve öğreten papazlar vb. için kullanmıştır. Çünkü o dönemde herkesin Kilise’ye bağlı olduğu varsayılmaktadır. 16. yüzyıldan sonra, clericus, clerc (din adamı), clergé (ruhban) sözcükleri Fransızcaya girer ve Kilise’ye bağlı olmayanlara (‘din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk’ anlamına) isim ve sıfat olarak lai denir ve bunun laid (çirkin) sözcüğü ile karışmaması için laïc (eril) ve laïque (dişil) sözcükleri türetilir.

Fransa’da monarşi ile Katoliklik arasında sıkı bir bağ sürekli var olmuş ve bu bağ monarşinin, Katolikliğe bağlılığı şeklinde gerçekleşmişti. 1598’de imzalanan Nantes Fermanı ile Protestanların ibadetlerini kısmen yerine getirmelerine izin verilmişti. Bunu 1682’de Papaz Bossuet başkanlığında toplanan Fransa Kilise Meclisi’nin, Tanrı’nın buyruğu ile kral ve hükümdarın hiçbir dinî otoriteye bağlı olmadığını ifade etmesi izledi.  


Fransız İhtilali’nin etkisi


Laisizm (laikleştirmecilik/laikçilik) kavramı ise, toplum mühendisliğine soyunan Fransız pozitivistlerinin, ‘tanrısız ve kralsız bir dünya kurmak’ için, 1789-1795 arasında, dini sivil otoriteye teslim ederek, akılcı insanlar yetiştirmek kaygısıyla tüm dinsel etkinlikleri yasaklamalarıyla başlayan tepkici, hatta kinci anlayışın uzantısıdır. 1789’da Fransız İhtilali sırasında ilan edilen ‘Yurttaş ve Haklar Bildirgesi’nin 10. maddesinde, “Hiç kimse, dinsel bile olsa, fikirlerinden dolayı mağdur edilemez; yeter ki bunların tezahürleri yasalarla oluşturulmuş olan kamu düzenini bozmasın” diyerek Fransız tipi laikliğin ilk adımını atmıştı. 1790’da çıkarılan ‘Din Adamları Sivil Yönetmeliği’ ile bir adım daha ileri gidildi ve din adamlarının sivil otoriteye tabi olmasının yolu açıldı.

11 Kasım 1799’dan 18 Mayıs 1804’e kadar Fransa Konsülü olan Napolyon Bonapart’ın 1801’de Papalık ile imzaladığı ‘Concardat’ (Konkordato) ile din görevlilerinin ve devlet görevlilerinin yetki alanlarının sınırları kesin olarak belirlendi. 1876 seçimlerinde Cumhuriyetçilerin Kralcılara karşı üstünlük sağlamasıyla kiliseye baskı daha da arttı. 1880’de Cizvit tarikatı kanun dışı ilan edildi, 1882 Anayasası uyarınca devletin dinsel, Kilise’nin de siyasal iktidarı kullanması olanaksız hale getirildi. Aynı yıl, ilköğretim okulları devletleştirildi, tarikat okulları ve manastırlar lağvedildi. ‘Mecburi ve Laik İlköğretim Kanunu’ ile din eğitimi, okullardan çıkarıldı ancak çocukların din eğitimi alabilmeleri için haftanın bir günü tatil edilmesine karar verildi. 1901’de yasalaşan ‘Dernekler ve Tarikatlar Kanunu’ ile de bütün din kurumları birer dernek statüsüne indirildi. 1904’de bir adım daha atılarak, Napolyon ile papalık arasında imzalanan 1801 tarihli anlaşma iptal edildi.  


Dreyfus Davası sonrası


Ancak Fransa’da kilise ile devletin tamamen ayrılması ancak, 1896-1905 arasında sadece Fransa’yı değil, tüm Avrupa’yı ve dünyayı sarsan Dreyfus Davası’ndan sonra oldu. Dava boyunca, monarşizmle cumhuriyetçilik, anti-semitizm ile insan hakları, komploculukla hukukun üstünlüğü, otoriterlikle demokrasi, devletle aydınlar, şovenist milliyetçilikle anti-militarizm, içine kapalı cemaatçilikle evrenselci idealler çarpışmış, sonunda kilise, ordu ve aristokrasinin politik gücü sınırlanmış, Fransa geriye dönülmez ve tartışılmaz biçimde ‘cumhuriyetçi’ ve ‘laik’ olmuştu. Bu tarihten sonra Jakoben laiklik anlayışı çok sınavdan başarısızlıkla çıktı, sonunda değişti, yumuşadı. 1789’dan itibaren dört cumhuriyet yıkmış, beş cumhuriyet kurmuş, iki defa kralı geri getirmiş, iki imparatora taç giydirmiş Fransa’da, devletle kiliseyi barıştırmak General De Gaulle’e nasip oldu. 1958 tarihli 5. Cumhuriyet Anayasası’nın ilk bölümünün 2. maddesine “Fransa... bütün inançlara saygı duyan laik bir Cumhuriyettir” ibaresi konuldu. O günden bu yana da Fransız laikleri kendileriyle hesaplaşmayı sürdürüyorlar.  


Anglo-Sakson tipi sekülerlik


Anglo-Sakson demokrasilerinde bir devrimin değil, doğal evrim sonucu ortaya çıkan ‘dünyevileşme’ (sécularisation, sekülerleşme) anlamına gelen anlayışı gelince; Latincede ‘dünyaya, içinde yaşanılan zamana ait olan; dine ve kiliseye bağlı ve bağımlı olmayan’ anlamına gelen ‘saccularis’ sözcüğünü ilk kullananlar İngiliz Anglikanlarıydı. Sözcük başlangıçta papaz, piskopos gibi halkın içinde yaşayan din adamları için kullanılmıştı. İngiltere’de Kilise 597 yılında kurulmuş ve Papalıktan (Roma’dan) 1559’da ayrılmıştı. Bu tarihten itibaren Kilise’nin yöneticisi krallar veya kraliçeler, yani sivil otorite oldu. 1688 yılında imzalanan Hoşgörü Anlaşması ile birlikte Protestanlara din ve inanç özgürlüğü verildi. Katoliklere uygulanan sert kanunlar 1791’de yumuşamaya başlarken, Anglikan olmayanların kamu hizmetlerine kabul edilmesi 1828’te gerçekleşti. 1829’da Katoliklere uygulanan kimi ayrımcı düzenlemeler kaldırıldı. Son olarak 1858’de Yahudilere parlamenter olma hakkı tanındı.

İngiltere’deki türden seküler çoğulcu demokrasilerde, hiçbir düşünsel ya da dinsel başkalık yok edilemez, görmezlikten gelinemez, tekelleştirilemez ve başkalarına dayatılamaz. Her dinin, inancın kendi alınyazısını belirleme hakkı vardır. Avrupa Birliği Sözleşmesi’nin 128. maddesinin esin kaynağı da bu anlayıştır.

Bugün İngiltere’de kültürel farklılıklardan kaynaklanan sorunların çözümü konusunda, yerel yönetimlere geniş inisiyatif tanınmıştır. Yerel yöneticiler o kültürlerin araçlarından (örneğin şeriat mahkemeleri) yararlanabilirler veya okullarda başörtüsü sorunu gibi sorunlar yerel düzeyde çözümlenir. Devlet hiçbir dine doğrudan yardım etmemekle birlikte, dinî kurumların belirlenmiş binalarının bakımı için yardım ederek ve dinî kurumların kurmuş oldukları derneklere vergi muafiyeti getirerek dolaylı katkıda bulunur. Devlet okullarında aile itiraz etmediği sürece din dersleri de müfredatta yer alır. 1944’te yapılan bir değişiklik ile din eğitimine ve –her gün okullarda- derse Hıristiyan geleneklerine göre dua ile başlanmaktadır. Bu yasaya göre hiç kimse dinî görüşünden dolayı öğretmenlikten atılamayacağı ya da farklı muame­leye tabi tutulamayacağı garantiye alınmıştır.

Ancak, şunu da belirtmem gerekir ki, İngiltere’de devletin dinle ilişkisi benim ölçülerime göre sağlıklı değil. Çünkü dinî inançlara yönelik bu hoşgörüye rağmen, İngiltere’de Anglikan Kilisesi ile devlet arasında sıkı bir ilişki vardır. Kralın taç giyme töreni dinî bir törendir ve Canterbury Başpiskoposu tarafından krala taç giydirilir. Parlamenterler görevlerine dua ile başlarlar. Ayrıca kiliseyi temsilen parlamentoda temsilci bulunur. Parlamento, kilisenin örgütlenmesi için yetkili olup doktrinini ve ibadet yerlerini denetler. Canterbury ve York Başpiskoposları ile birlikte 24 Anglikan piskoposu Lordlar Kamarası’nın üyesidir.

Bunlara rağmen, seçmek zorunda olsaydım, Fransız tipi katı laiklik anlayışını değil, Anglo-Sakson tipi seküler yaklaşımı seçerdim. Ne yazık ki, tarihçesini önümüzdeki hafta anlatacağım Türkiye’deki laiklik anlayışı, Anglo-Sakson tipi sekülerleşmeden değil, Fransız tipi laisizmden (laikçilikten) ilham aldı. Başa dönersek, dinle devlet ilişkileri, laiklik ve sekülerleşme hakkında çok daha ciddi ve derin tartışmalar yapmamız gerekiyor.  

Kaynakça:
Murat Aksoy, Başörtüsü - Türban Batılılaşma-Modernleşme, Laiklik ve Örtünme, Kitap Yayınevi, 2005; Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik, Yağmur Yayınları, İstanbul, 1962; Alain Touraine, Eşitliklerimiz ve Farklılıklarımızla Bir Arada Yaşayabilecek miyiz?, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2000; Etyen Mahçupyan, Batı’dan Doğu’ya, Dünden Bugüne Zihniyet yapıları ve Değişim, Patika Yayıncılık, İstanbul, 2000; Dinler ve Laiklik (Yay. Haz. Jean Bauberot), Ufuk Kitapları, İstanbul, 2003; Laiklik ve Demokrasi, (Derleyen: İbrahim Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara, 2001; Kadir Canatan, Din ve Laiklik, İnsan Yayınları, İstanbul, 1997.

Ayşe HÜR-TARAF-



__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats