Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Anadoluda ona Kuran okumak, sure okumak
derler. Bizim Kuran’ı yani “okunan”ı okumayı unutuşumuz çok eskilere
dayanır.
Kuran’ın ayet dizininin “oku” diyerek
başladığına inanırız da, onu okumayız. Okuduğumuz şey; arap harflerinin
bir araya gelmesinden ibaret bir söz yığınıdır. Anlamını bilmeden
söyleriz, anlamını bilmeden dinleriz. Büyülü, tılsımlı, sihirli
sözcüklerdir. Kayıp eşyaların bulunmasında, hastalıkların şifasında,
kapanan kısmetin açılmasında, bozulan ekonominin –biz yapar
olduklarımızı değiştirmediğimiz halde – düzelmesinde ve bilhassa
ölmüşlerimizin ruhlarının ferahlamasında pek istifade ederiz ondan.
İçimizde anlamını bilmeden okumaya ve anlamını bilmeden dinlemeye
“ziyafet” diyenlerimiz de vardır.
Alemlerin Rabbinin muhataplarının öğüt
alması için indirdiği ayetleri “namaz”da üstelik yine anlamını bilmeden
O’na geri okumamızdan da herhangi bir kuşku duymayız.
Dirilerin uyarılması için indirilen
Kuran’ı kendimizden uzaklaştırarak Kuran’daki tabiriyle “diri”
olmadığımızı ikrar ederiz. Çünkü O eğer kulak verirlerse ancak dirilere
fayda sağlar.
Her sene kadir gecesini kutlarız da, o
Kuran bize bir kez olsun inmiş mi inmemiş mi, ilgilenmeyiz.
Birimiz birimize, anlamı bilinmeyen bir
dilde öğütte bulunsa buna güler, dalga geçeriz ama Allah’ın “alemler
için bir öğüt” olarak nitelediği Kuran’la ve bilmediğimiz bir dille bize
“öğüt” verdiğine iman ederiz.
Tapınaklarımızda ayinlerimizin ve tozlu
rafların en yüksek yerlerinin vazgeçilmezidir Kuran…
Onu anlamını bilmeden okumak, hatta ona
dokunmak için elimizi ayağımızı yıkarız da, onu kavramak için hangi
pisliklerden nasıl arınacağımızı hiç bilmeyiz. Allah’ın “Beyt ehlinden /
müminlerden” giderdiği pisliğin, yıkanmakla keselenmekle geçebilecek
bir şey olmadığını henüz öğrenememişizdir. Vücuduna dövme yaptırana
kasıla kasıla “senin guslün kabul olmaz” deriz ama, aklını ve vicdanı
gerçeğe kapatanların “idrak” ve “iman” kirinin nelerin kabulüne mani
olacağından habersizizdir.
İşte bütün bunlar aslından devşirilmiş
“İslam” adlı dinin bağlılarının modern görünümüdür. Onun için biz ona
“İslam” demiyoruz. Kuran’da anlatılan “İslam” ile halkın bilip inandığı
“İslam”ı keskin hatlarıyla birbirinden ayırıyoruz. Kavram kargaşasına
düşmemek için halkın “İslam” dediğine biz “gelenek dini” veya “atalar
dini” diyoruz.
Kuran’daki islamın öğrenilmesi, önce
Kuran’a bakış açımızın düzeltilmesiyle başlamalıdır.
Kuran, tılsımlı, şifreli, sihirli
sözlerin ardı ardına dizildiği bir şiir değildir. Kuran, ayetlerden /
delillerden oluşan bir yaşama ve anlama biçimidir. Bir öğüttür. Doğruyu
eğriden ayıran, bu bilgiyi öğreten bir Furkan’dır. Akletmede zaafa düşen
sözde akıl sahiplerinin hastalıklarına bir şifadır. Muhataplarına öyle
sorular sorar ve sordurur ki, onları büyük bir şaşkınlıkla düşünmeye
sevk eder. Onlarda bir “Karia”ya bir “Şok”a sebebiyet verir.
Biz hanifler; gelenek dininin
bağlılarına ve onların alimlerine “zor sorular” sormayı Kuran’dan
öğrendik. Çünkü o bizim için bir ayettir, bir delildir.
Kuran okumak onun sözlerini tekrar etmek
değil, ayetlerini yani getirdiği delilleri idrak etmektir.
Kuran’a göre, yerler ve gökler Allah’ın
ayetleriyle / delilleriyle doludur. Peygamber’den mucize isteyenleri
ayetlere yönlendirerek hakiki mucizeyi işaret eder. Hoş, Allah’ın Hz.
Peygamber’e “indirmediği” mucizeyi kendisinden sonra yaşayanlar
indirivermiştir ama hakiki mucizeye hiçbir zaman vakıf olamamışlardır.
Çünkü hakiki mucizeye şahit olmak için
okumak gerekir. Kuran okumayı, bir sayfada yazılı metinleri okumak
zannedenler, yerlerin ve göklerin ayetlerini de bu denli basit okurlar.
Şu kınadığımız “gavur” bile yerlerin ve
göklerin ayetlerini bizden iyi okumuştur ve okumaktadır. İlimde, fende
geldikleri muciz yani aciz bırakıcı nokta, hakiki mucizeye şahit olmak
için okudukları kevni ayetlerden yani yaratış ayetlerinden gelmektedir.
Kurdu, kuşu, böceği, ağacı, dalı,
çiçeği, toprağı, güneşi, ayı satır satır okuyor, idrak ediyorlar.
Onların bu okuyuşları onları gerçeğe teslim olmaya zorluyor. Gerçekle
haşır neşir oluyorlar. İçlerinden vicdan, ahlak ve akıl sahibi
bulunanlar hakiki bir “iman” / “eminlik” ile yaşayıp, göçüp gidiyor.
Gerçeği gördüğü halde “bilerek” inkar edenler, akıllarını, fikirlerini
gerçek yerine kendilerinden hiçbir farkı bulunmayan beşerin yorumlarına,
talimatlarına, uydurma söz ve inanışlara teslim edenler “akıl
müsrifleri” olarak inkarcılar hanesine yazılıveriyor.
Kuran, ilmine çok güvenen sözde alim
sıfatlı akılsızların durumunu “Yahudi alimlerini” betimlerken “kitap
yüklü eşeğin durumuna” benzetir. Gerçekten onlar, sırtına kitap
yüklenmiş eşekler o kitaplardan ne derece nasiplenmişse o derece
nasiplenmişlerdir. Onların okuyuşları da, hurafeye ve dogmalara
boğulmuştur.
Vahyi ve okumayı, iki kapağın arasına
sıkıştıranlar, canlı cansız her şeyi konuşturan Allah’ı
susturabileceklerini zannedenlerdir. Her an yeni bir yaratışta olan
Rabb, her an yeni bir vahyediştedir. Gerek ki, hakkını vererek okuyan
bulunsun.
Ali Aksoy – 02.06.2010
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|