Sinan_25 Ozel Grup
Katılma Tarihi: 24 eylul 2005 Yer: Almanya Gönderilenler: 333
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam.
Burada, Iktibas Dergisinde okudugum güzel bir calismayi paylasima sunmak istiyorum.
İktibas Dergisi - M.Kürşad Atalar:
http://www.kuranislami.com/kuran/kurankoek.html
Bu yazı, Kur’an’ı anlama sorununa çözüm bulmak amacı ile geliştirmeye çalıştığımız ‘kök-anlamlılık’ yönteminin örnek bir sözcük üzerine uygulama çalışmasıdır. Burada seçilen örnek terim, c-a-l harflerinden oluşan ‘ceale’ fiilidir. Öncelikle Kur’an ayetleri temelinde bu fiilin kök-anlamı araştırılmakta, ardından bu fiil ile yakın-anlamlılık özelliği gösteren ‘halaka’ fiili arasında bir mukayese yapılmakta ve bu mukayesenin ardından her iki fiilin kök-anlamları ölçeğinde, tartışmalı kimi ayetlerin yorumu yapılmaktadır. Bu nedenle, bu çalışma, farklı bir yöntemle yapılmış küçük çaplı bir tefsir çalışması olarak alınabilir.
Kök-Anlamlılık Yönteminin Özellikleri:
Bu yöntemin temel özellikleri şöyle sıralanabilir:
1. Herhangi bir metni anlamak için, anlamın en küçük birimi olan sözcüğe müracaat edilmelidir.
2. Her sözcüğün bir kök/öz/sabit anlamı vardır ve bu anlam zaman ve dışsal etkilere karşı dirençlidir.
3. Her eyleme karşılık tek bir kelime kullanılır. Yakın-anlamlılık/çok anlamlılık sorunu, nefsi etkilerden/subjektiviteden kaynaklanmaktadır ve çözümlenebilir bir sorundur.
4. Deyimler, en az iki kelimeden oluştukları için terkip özelliğindedir. Bu nedenle sözcük tahlilinde bir kriter olarak alınamazlar.
Bu özellikleri, bir örnek kavram temelinde test edebiliriz. Burada seçtiğimiz sözcük, ‘ceale’dir. Bu yöntem diğer sözcükler için de aynı şekilde uygulanabilir.
Ceale/Halaka Fiilerinin Anlam Alanları
Bilinmelidir ki ‘ceale’ fiil kökü ile kastedilen anlam ile ‘halaka’ fiil kökü ile kastedilen anlam arasında fark vardır. Ceale fiil kökü, halaka fiil kökünden farklı bir eylemi nitelemek için kullanılmaktadır[1] Ceale’nin asli/sabit anlamı, yapmak/kılmak’tır; halaka’nın asli sabit anlamı ise yaratmak’tır. Tefsirlerde, ceale fiiline karşılık olarak, çoğunlukla, terimin bu sabit/asli anlamı göz önünde tutulmakla birlikte, kimi ayetlerde anlam ‘yaratmak’ olarak verilebilmektedir.[2] Biz, her iki sözcük arasındaki anlam farkını, Kur’an ayetlerini, semantik yöntemin imkanlarını kullanarak göstermeye çalışacağız.
Ceale fiili ve bundan türetilmiş terimler Kur’an’da 346 yerde, 47 farklı kullanımda geçmektedir[3] Meal ve tefsirlerde fiilin anlam dünyasına dahil edilen eylemler olarak, “yapmak/kılmak, vermek, meydana getirmek, takdir etmek, tayin etmek ve yaratmak” zikredilmektedir.[4 Bu anlamlar içinde, ‘yapmak/kılmak’, en çok kullanılan fiildir. Bu durum, fiilin asli anlamına ilişkin önemli bir işaret olarak alınabilirse de, burada asıl sorun, diğer anlamların, nasıl olup ta, ceale fiilinin anlamı olarak uygun görüldükleri hususudur.[5] Bu soruna, terimlerin anlam dünyasının zenginliği zaviyesinden bakıldığında, ilk elden ulaşılacak sonuç şudur: ceale fiilinin anlam dünyası zengindir; alt-anlamlar, asli anlamla çelişmez, bilakis onu bütünler. Bu açıklama tarzına göre, ceale fiili için yapmak/kılmak anlamının dışında uygun görülen diğer tüm anlamlar, bu asli anlamın ‘açıklayıcı/betimleyici’ cüzleri olarak kabul edilebilirler.
Bu izah, bazı açılardan isabetli olsa da, aslında yetersizdir. Zira aslında her bir eyleme karşılık ayrı bir fiil kullanılır. Fiiller arasındaki anlam yakınlığı, anlam aynılığı olarak görülmemelidir. Ceale fiilinin de asli anlamı vardır ve bu anlam diğer anlamlardan özde farklıdır. Örneğin ceale fiili için kullanılan ‘vermek’, ayrı bir fiildir ve bu fiile karşılık düşen anlam da, ceale’den farklı bir sözcükle karşılanmaktadır (Ar. eta, İng. give). Şu halde, aslında kelimeler, asli anlamları itibarıyla, birbirlerinden farklı eylemleri karşılamaktadırlar.[6]
Kur’an’da, c-a-l fiil kökünden türetilen terimlerin asli anlamını bulabileceğimiz, yeterince açık ifadeler yer almaktadır. Kur’an, bu fiili, çoğunlukla, nesnelerin üstlendikleri ‘vasıfları’ açıklamak için kullanmaktadır. Bu tür ifadelerin temel cümle yapısı şudur: (fiil + nesne + sıfat). Örneğin: “cealallahu’l-ka’bete’l-beyt’el-harame kıyamen linnas” (Allah, Kabe’yi, o saygıdeğer evi, insanlar için (hayat ve güven) durağı yaptı)[[7] ayetinde, ceale fiili, Kabe’ye, Allah tarafından ‘belirli bir vasıf/işlev yüklendiğini’ anlatmak için kullanılmaktadır. Yine: “ve ceale kelimetellezine keferu sufla” (küfredenlerin sözünü alçalttı[8] ayetinde, küfredenlerin sözünün, bir biçimden bir diğer biçime dönüştürülmesi/yeni bir vasfa kavuşması tasvir edilmektedir.[9] Bu kullanımın dışında sayıca az olsa da, (fiil + nesne + edat ) formunda gelen ayetler de vardır. Örneğin: felemma cehhezehum bicehazihim, ceale’s-sikayete fi rahli ehih (Onların yüklerini hazırlatırken, su tasını (öz) kardeşinin yükünün içine koydu.) ayetinde, sıfatın yerini harf-i cer (edat) almıştır.[10] Bu formda kullanılan ayetlerde de fiilin, asli anlamıyla kullanıldığı görülmektedir.
Ceale fiilinin bu kullanımlarının bize öğrettiği bazı gerçekler vardır. Buna göre: ceale fiili, bir yapma/kılma/dönüştürme eylemine karşılık gelmektedir. Bu eylem, ‘yaratmak’ fiili ile özde farklıdır. Yaratmak (halaka) fiili, değişik evreleri olan, ancak ceale fiilinin anlam alanı ile tıpatıp örtüşmeyen bir muhtevaya sahiptir.[11] Ceale fiilinin anlam dünyasında, bir yaratma eylemi yoktur; bilakis yaratılmış olan bir şeyin, bir işlev sahibi kılınması ya da bir başka şeye dönüştürülmesi söz konusudur. Bu husus, iki fiil arasındaki anlam farkının özünü teşkil etmektedir. Şu halde, ceale fiilinin geçtiği yerde, ‘yaratmak’ sözcüğünün kullanılması, isabetli değildir. Bununla ilgili örneklerimiz şunlardır:
En’am 1: “ Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve karanlıklar ve aydınlığı vareden Allah’a mahsustur(Elhamdulillahillezi halaka’s-semavati ve’l-ardi ve ceale’z-zulumati ve’n-nur).
Bu ayette, gökler ve yer için ‘yaratılma’, karanlıklar ve nur için ise ‘var edilme’ fiilinin kullanılması dikkat çekicidir. Bilindiği gibi karanlıklar[12] ve nur, bizatihi varlıkları olan şeylerden değildir. Aksine hem karanlık hem de nur, başka gök cisimlerinin evrendeki hareketleri sonucu oluşurlar. Dolayısıyla ceale (kılma/yapma), karanlık ve aydınlık’ın özünü tarif etmek için kullanılacak en uygun fiildir.
Zümer 6: “ Sizi bir tek candan yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi (Halakakum min nefsin vahidetin, sümme ceale minha zevceha).
Burada da yine insanın yaratılışı ile ilgili manidar bir durum söz konusudur. İnsanoğlu gerçekten tek bir özden (from a single being) yaratılmıştır. Dolayısıyla burada varlık öncesi durumdan varlığa geçiş tasvir edilmektedir ve bu durumu izah için kullanılabilecek en uygun tabir, halaka’dır. Fakat dikkat edilirse, Adem’in (as) eşinin yaratılması, halaka fiili ile değil, ceale fiili ile açıklanmaktadır.[13] Bu, ilk yaratmanın ‘farklı’ bir süreç olduğunun açık kanıtıdır.
Fatır 11: “ Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yarattı; sonra da sizi zevceler kıldı” (vallahu halakakum min turabin, sümme min nutfetin, sümme cealekum ezvaca)
Bu ayet, Zümer 6’da ifade ettiğimiz düşünceyi bir başka açıdan teyid etmektedir. Buna göre, insanın ‘yaratılışı’ önce topraktan olmuştur (ki bu Hz. Adem’in yaratılışıdır), ardından, insan soyu, nutfeden yaratılarak devam edegelmiştir. Her iki durum için de ‘yaratma’ fiilinin kullanımı gereklidir. Fakat yaratılmış olan insanın, birbirleri için ‘zevce kılınmaları’ farklı bir durumdur. Özetle şöyle söylenebilir, zevce kılınma hadisesi, yaratma fiilinden sonra gerçekleşmiştir. Veya bir başka ifadeyle; Allah insanı çift olarak yaratırken, birbirinin zevcesi olma özelliğiyle yaratmıştır.
Rum 54: “Allah ki sizi za’fdan yarattı; sonra zayıflığın ardından sizi kuvvetli yaptı; sonra kuvvetin ardından da sizi yine zayıf ve ihtiyar kıldı” (Allahullezi halakakum min za’fin, sümme ceale min ba’di za’fin kuvveten, sümme ceale min ba’di kuvvetin za’fen ve şeybeten”
Bu ayette de oldukça ilginç bir sıralama vardır: başlangıçta insanın za’fdan[14] yaratıldığı ifade edildikten sonra, insanın gençlik ve ihtiyarlık dönemleri için yaratma fiili yerine ‘yapma/kılma’ fiili kullanılmaktadır. Başlangıçta za’f terimi yaratma sözcüğü ile birlikte kullanılırken, ayetin sonunda, kuvvetlilik halinden yine zayıflığa geçişin anlatıldığı bölümde, bu kez yaratma sözcüğü yerine ‘kılma’ sözcüğü yer almaktadır. Bu durum açıkça göstermektedir ki, insanın yaratılıştan sonraki hayat evrelerinde geçirdiği değişim/dönüşüm için ‘ceale’ fiilinin kullanılması uygundur, zira bilinen bir husustur ki, bu sürecin yaratılma süreciyle ilişkisi yoktur.
Nahl 81: “Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlarda oturulacak barınaklar varetti ve sizi sıcaktan koruyan elbiseler var eyledi” (vallahu ceale lekum mimma halaka zilalen ve ceale lekum mine’l-cibali eknanen ve ceale lekum serabile tekimul’ul-harra).
‘Yaratma’ fiili ile ‘kılma/yapma’ fiili arasındaki anlam farkını gayet net bir şekilde ortaya koyan bu ayette, yaratılmış olan şeylere verilen özelliklerden bahsedilmektedir. Ağaçlar yaratılmıştır ve burada gölge vermesi özelliğiyle zikredilmişlerdir; dağlar yaratılmıştır ve burada, mağara yapmaya müsait olma özelliğiyle anılmışlardır; elbiseler ise yine sıcaktan koruyuculuk özelliğiyle tasvir edilmişlerdir.
Buraya kadar verdiğimiz örneklerden varmak istediğimiz sonuç şudur: Kur’an, ceale fiilini, halaka fiilinin yerine kullanmamaktadır. Bilakis her iki fiil, ayrı ayrı eylemleri ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu sonuç, bize, bu konudaki tartışmada oldukça önemli olduğuna inandığımız iki ayetin yorumlanmasında kolaylıklar sağlaması açısından önemlidir. Bu ayetler Enbiya: 30 ve Bakara: 30. Ayetlerdir. Bu ayetlerin önemi, her iki ayette de geçen ‘ceale’ fiilinin karşılığı olarak (bilhassa son zamanlarda ve bazı kesimler tarafından) ‘yaratma’ fiilinin kullanılmasıdır. Halbuki bu kullanım hatalıdır. Şimdi bu ayetleri detaylı olarak inceleyelim:
Enbiya 30: “Ve yaşayan her şeyi sudan yarattık”[15] (Ve cealna min’el-mai kulli şey’in hayy.”
Müfessir Razi, Tefsir’inde Keşşaf sahibinden alıntı yaparak; ayette geçen ‘cealna’ teriminin tek mef’ul veya çift mef’ul ile okunması hallerinde, 3 farklı anlamın mümkün olduğunu ifade etmektedir. Buna göre şayet cealna terimi tek mef’ul alırsa, mana “ Biz her canlıyı sudan yarattık[16] ya da “varlıkların suya olan ihtiyacını bildiğimiz için, onları sanki sudan yaratmış gibiyizdir”[17] olmaktadır. Şayet terim iki mef’ul alırsa, buna göre anlam, “ Biz, her şeyi, su sebebiyle canlı kıldık, dolayısıyla her canlı için mutlaka su lazımdır” şeklinde olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır. Ayette geçen cealna teriminin tek ya da çift mef’ullu okunmasına göre anlamın değişeceği söylenirken, ek delil olarak sunulan Nur:45 ve Enbiya:37 ayetlerde, yaratma fiilinin karşılığı olarak ‘halakna’ terimi kullanılmakta, fakat bu ayette, ‘cealna’ tabiri geçmektedir. Bizce asıl bu noktaya dikkat edilmelidir. Nitekim Razi, ayette geçen hayy teriminin ‘hayyen’ şeklinde de okunduğu tarzında bir bilgi aktarmaktadır. Şayet, böyle bir okuma doğruysa, o zaman zaten, terim iki mef’ulle okunduğunda söz konusu olan anlam, kendiliğinden çıkmaktadır. Zira bu durumda, her yaşayan şeyin sudan yaratılması değil, yaşayan her şeyin su vasıtasıyla ‘diri kılınması’ söz konusu olmaktadır. Zaten bu anlam, terimin farklı okunuşlarından ikisinde söz konusudur. Geriye bir tek anlam kalmaktadır ki o da, her canlının sudan yaratıldığı görüşüdür. Bu konuyla ilgili olarak, modern dönemden önce getirilen yorumlarda doyurucu izahat yapılamamıştır; zira o dönem için söz konusu edilen anlamı ‘açıklayabilecek’ bilgi zaten yoktur. Modern dönemde ise, kainatın yaratılışı üzerine geliştirilen teorilerden biri, varlığın sudan meydana geldiği şeklindedir. Bu iddia, suyun içindeki hidrojen ve oksijenin, tüm varlığın temeli olduğu tezine dayanmaktadır[18] Ancak bu görüş, ‘kesin bir bilgi’ye dayanmamaktadır ve bir teori olarak değerlendirilmelidir. Fakat, ikinci anlam, hem makuldür, hem de hayatın gerçeklerine uygundur.[19] Terim, ‘hayyan’ şeklinde okunmadığında da şöyle anlamlandırılmalıdır: “yaşayan her şeyi sudan (su ile/su sayesinde, canlı) kıldık.” Şu halde, bu ayetin, varlıkların sudan yaratılması ile ilgisi yoktur; bu ayet, varlıkların suya olan (hayati) ihtiyacına atıfta bulunmaktadır.
Bakara 30: “Hani Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım[20] demişti. (Melekler): orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın?..dediler...” (ve iz kale rabbuke li’l-melaiketi inni cailun fi’l-ardi halifeh. Kalu etec’alu fiha men yufsidu fiha ve yesfiku’d-dimae.)[21]] Bu ayetin yorumunda üzerinde durulması gereken husus, ayetin temelde bir ‘yaratma’ olgusundan mı, yoksa üstlenilecek bir ‘işlev’den mi bahsettiğidir. Cail terimini yaratma sözcüğü ile karşılayan meallerin bu soruya verdikleri cevap, ayetin, temelde Hz. Adem’in yaratılması konusunu işlediği şeklindedir. Ancak bu meal, hatalıdır; zira burada çok açık bir şekilde, ilk insanın yeryüzüne ‘hangi işlevi üstlenmek üzere gönderildiği’ konusu işlenmektedir. Bu yüzden yaratma sorunu, ayetin konusu değildir.
Sorunu yaratma sorunu olarak alanlar, meleklerin itirazına bir açıklama getirmeye çalışırken, meleklerin soru soruş tarzını dikkate alarak, yeryüzünde, insandan önce başka varlıkların (cin ya da başka bir tür varlık) yaşadığını, fakat bunların yeryüzünde bozgunculuk yapıp, kan dökmeleri üzerine, Allah’ın bunları yokettiğini ve yerine insanı ‘halife’ olarak seçtiğini düşünmüşlerdir. Bu görüş, ayetin derinlemesine okunamaması sonucu geliştirilmiştir; zira hem Kur’an’ın başka hiçbir yerinde bu konuda en küçük bir değini dahi yoktur, hem de bu iddia, Hz. Adem’in yaratılışı ile ilgili diğer Kur’an ayetlerine ters düşmektedir. Halbuki burada cail teriminin anlam içeriği sorgulanmış olsaydı, bu yorumun isabetsizliği kendiliğinden ortaya çıkacaktı. Ceale fiili, şayet yaratma eylemini değil, yapma/kılma eylemini karşılıyorsa, bu durumda ilk ulaşılacak sonuç, melekler ile Allahu Teala arasında geçen bu diyalog esnasında, Hz. Adem’in yaratılması işleminin ‘tamamlanmış’ olduğudur. Yani Hz. Adem, kendisine takvası ve fücuru verilmiş olarak, kuru balçıktan (topraktan) yaratılmıştır ve melekler de onun hem iyi hem de kötü yönlerini bilmektedirler. Ancak meleklerin bu bilgisi deruni değildir; sadece şu tahminde bulunmuşlardır: eğer Adem, bu özellikleri ile yeryüzüne Halife olarak gönderilirse, fesad çıkarma ve kan dökücülük yönü ağır basacaktır. Fakat ilginçtir melekler Adem’in takva yönünü de bilmektedirler; zira pasajın sonunda, Allahu Teala, meleklerin, Hz. Adem’e öğretilen isimleri haber verememeleri üzerine “ben sizin gizlediklerinizi de bilirim” buyurmaktadır ki, burada meleklerin Hz. Adem’in takva yönünü gizleyip, fücur yönünü öne çıkardıklarına dair işaret vardır [22] Şu halde Adem, bu diyalog esnasında vardır/yaratılmıştır ve melekler Adem’i tanımaktadırlar. [23] Böylece, bu diyalogun asıl konusu Adem’in yaratılması değil, onun yeryüzüne ‘halife’ olarak ‘atanması’ (yani orada halife ‘kılınması’) olmaktadır. Bu sonuç, ceale fiilinin doğru anlamlandırılması ile kolayca ulaşılabilecek bir sonuçtur. Fakat müfessirler, bu fiili, bazı ayetlerde ‘yaratma’ sözcüğü ile karşıladıkları için, bu tür bir anlam kayması da yaşanabilmiştir [24]
Kur’an’da, bu düşüncemizi destekleyecek başka örnekler de vardır. Nitekim En’am:165, Sad:26, Yunus:14 ve Neml:62. ayetlerde aynı kalıp kullanılmakta, A’raf :69 ve 74, Zuhruf:60 ve Yunus:73’te de benzer bir ifade kullanılmaktadır. En’am:165’te, bütün insanlara hitaben: “sizi yeryüzünde halifeler (hulefa) yaptı” (ve hüvellezi cealekum halaife’l-ard) ifadesi geçmektedir ki, bu ayet, ceale fiilinin, yaratma ile değil yapma/kılma anlamı ile karşılanması gerektiğinin bir başka kanıtıdır. Zira burada Bakara:30 ayette olduğu gibi, sadece bir insanın (Adem’in) değil, bütün insanların ‘halifelik’ göreviyle görevlendirildikleri çok açıktır. Sad:26. ve Yunus:14. ayetlerde sırasıyla “ Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık (ya davude inni cealnake halifeten fi’l-ard) ve “sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık” (sümme cealnakum halaife fil’l-ard min ba’dihim) ve Neml:62. ayette de “kim sizi..yeryüzünün halifeleri yapıyor?” (emmen...yec’alukum hulafa’el-ard) buyurulmaktadır ki bu kullanım tarzı, halifeliğin ‘yeryüzünde insanın üstlendiği bir işlev’ olduğunu açıkça göstermektedir. A’raf:69 ve 74. ayetlerde ise sırasıyla Hud ve Lut (as), kavimlerine “Allah, sizi halifeler yaptı” (cealekum hulefae) Yunus:73 te de: “onları halifeler yaptık” (ve cealnahum halaife) ifadesi kullanılmaktadır ki, bu kullanımda da, halifeliğin Allah tarafından o insanlara ‘yükletildiği’ anlamı gayet açık olarak görülmektedir.[25]
Bütün bu ayetlerden çıkarılacak sonuç şudur: ayetlerde geçen ‘halife kılma’, ifadesi, insanın yeryüzündeki ‘görev’ine işaret etmekte; asla bir yaratma eyleminden bahsetmemektedir. Bu neticeye, ayetin anlamlandırılmasında ceale fiilinin asli anlamına müracaat edildiğinde kolaylıkla ulaşılabilmektedir. Şu halde, doğru bir yorumlama için fiillerin asli/sabit/kök anlamlarını temel almak, kullanışlı bir tefsir yöntemi olarak görülmelidir.
DİPNOTLAR:
[1] Ancak mealler (hatta tefsirler) kimi yerde, iki fiilin anlam alanını birbirine karıştıracak şekilde yapılmakta ve okuyucunun zihninin bulanıklaşmasına yol açmaktadırlar.
[2] Bu durum, bazı hallerde dilin yetersizliği ile açıklanabilir; ancak yine başka bazı hallerde, görünen o ki, dilin imkanlarının ötesinde bir ‘anlam kargaşası’ hadisesi söz konusudur. Nitekim başka bir dilde de (örneğin İngilizce’de, hatta bizzat Arapça’da) aynı hatanın işlendiği görülmektedir.
[3] Ceale, cealu, cealtu, cealtum, cealtehu, cealekum, cealna, cealnake, cealnakum, cealnahu, cealnaha, cealnahum, cealnake, cealeni, cealehu, cealeha, cealekum, cealu, ec’al, leec’alenneke, tec’al, tec’alna, tec’alni, tec’alune, tec’alunehu, nec’al, linec’aleke, velinec’alehu, nec’aluha, nec’alhuma, nec’alehum, yec’al, ve yec’alukum, yec’alni, yec’alhu, yec’alune, yec’aluhu, ic’al, ic’alna, ic’alni, vec’alhu, ic’alu, cuile, cailun, cailuke, lecailune, cailuhu.
[4] Fiile, birlikte kullanıldığı, bağlaçlar, tümleçler vs. ile daha başka anlamlar da verilebilmektedir. Bu durum, anlamın doğru karşılanması çabası olarak değerlendirilmeli ve bir ölçüde mazur görülmelidir.
[5] Bu ‘çok-anlamlılık’ sadece Türkçe meal/tefsirler için söz konusu değildir. Örneğin, İngilizce’de, ceale fiilinin anlam karşılığı olarak make (yapmak) mastarından başka, set (up, over, on), laid (on), grant, appoint (to, for), subdue, give, spread (out), begin, prescribe, ordain, bestowe, prepare, divide (into), assign, provide (with) condemn, place, put (on), bless, raise, create terimleri de kullanılmıştır.
[6] Anlam yakınlıkları/anlam kaymalarının önemli ve çok etkin bir nedeni olarak, insan nefsini göstermek mümkündür. Acelecilik, kolaycılık kısaca heva ve heves, terimlerin yanlış kullanımları için temel nedendir. Fakat söz konusu olan, herhangi bir tahrife maruz kalmayan Mushaf ise, bu durumda, böyle bir etkiden bahsetmek mümkün olamaz. Şu halde Allah, hangi eyleme karşılık hangi kelimeyi kullanacağını elbette bilmektedir ve bu kullanım, o durumu tasvir için mümkün olan en uygun kullanımdır.
[7] Maide 97: Allah has made the sacred House of the Ka’bah a means of stabilising the (community) life of the people.
[8] Tevbe 40: ...and made the word of the disbelievers abased.
[9] Ceale fiil kökünün geçtiği ayetlerin çok azı dışında hemen tamamı bu kategoriye girmektedir.
[10] Kur’an’da bu formda kullanılan edatlar, fi, mea, ke, ala, fevka dır ( Yusuf:15,62 ve 70; Ra’d:3; Nuh:7; A’raf:47; Yunus:100; Fil:2; Enfal:37; Ali İmran:55).
[11] Yaratmak fiili ile ilgili olarak Kur’an’da 4 terim geçmektedir: halık, bari’, bedi’ ve fatır. Bu terimlerin her biri yaratma sürecinin bir yönüne atıfta bulunmaktadır. Halık, günlük lisanda kullanılan ‘genel’ yaratma eylemini; Bari’, yoktan yaratma eylemini; Bedi’, örneksiz/baştan yaratma eylemini; Fatır ise, yaratılışın çatlama/parçalanma fiili ile ilişkili olan evresine gönderme yapan yaratma eylemini karşılar. Yaratma sürecinin bir de ‘tasvir’ (form/biçim verme) evresi vardır ki; bu husus, Haşr Suresinin son ayetinde: Halik’ul- Bari’ul- Musavvir şeklinde geçen ayette anlatılmaktadır. Yani Allah Halık’tır, Bari’dir ve Musavvir’dir. Şu halde bu üç özellik, yaratmanın üç ayrı vechesini ortaya koymaktadır.
[12] Burada karanlık yerine karanlıklar denilmesi ayrıca manidardır; zira karanlık sadece güneş ve dünyanın hareketleri sonucu oluşan bir şey değildir. Uzay, tabir caizse, bir karanlıklar diyarıdır.
[13] Ra’d 3’te, “orada bütün meyvalardan iki çift varetti” (ve min kulli’s-semerati ceale fiha zevceyn’i-sneyni) tabiri ilgi çekicidir zira burada da ‘zevce’ terimi ile birlikte yine ‘ceale’ fiili kullanılmaktadır.
[14] Bundan kastın, toprak ya da meni olması mümkündür. Ya da ayetin meali: “insan zayıf olarak yaratıldı” şeklinde de verilebilir. Bu durumda, insanın bebeklik döneminin kastedilmesi mümkündür.
[15] Bu meal, örneğin Süleyman Ateş ve Ahmed Davudoğlu Mealleri ile Elmalılı Tefsiri, Mevdudi Tefsiri ve Razi Tefsiri’nde bu şekilde verilmiştir. Ancak İbni Kesir Tefsiri’nde mana, doğru olarak: “ve her şeyi sudan canlı kıldık” şeklinde yer almıştır.
[16] “Allah her hayvanı (dabbe) sudan yarattı” (Nur:45) ayeti de aynı şekilde değerlendirilmektedir.
[17] Buradaki anlam da “insanı aceleden yarattık” (Enbiya:37) ayetindeki gibidir.
[18] Nitekim İsmail Hakkı İzmirli’nin bu konudaki yorumu şöyledir: “...Kur’an’da açıklandığı üzere ecramda ayrılış husule gelmiş, yerle gök birbirinden ayrılmıştır. Yer başlı başına şu’le saçan bir kıt’a olmuştur. O zaman kimya bilginlerinin ‘müvellid-ül humuza=oksijen’ dedikleri su maddesi kendisindeki hararetle arzdan tebahhur ediyor, ve hava boşluğunda tesadüf ettiği soğukluk onu suya çevirdikten sonra su, ağırlığından dolayı yere iniyordu. Bu keyfiyet tekerrür ede ede, nihayet bütün yeryüzü su oldu. Sonra bundan karalar meydana geldi; nebatlar, hayvanlar ve bütün canlılar sudan zuhur etti...”
[19] Razi, Kadi Beyzavi ve Elmalılı Hamdi bu görüşte ısrar etmektedirler. Örneğin Beydavi aynen şunu söylemektedir: “...ayete şöyle de mana verilebilir: Biz her şeyi su sebebiyle canlı kıldık. Su olmadan canlılığını devam ettiremez.” (Kadi Beydavi, Envar’üt-Tenzil, IV, s.245).
[20] Bu çeviri, Süleyman Ateş, Hasan Basri Çantay, Ahmet Davudoğlu meallerine ve Mevdudi, Seyyid Kutup, İbni Kesir ve Razi Tefsirlerine aittir. Elmalılı Tefsiri’nde ise, “halife yapacağım” olarak çevrilmiş ve fakat ikinci bölümdeki ‘etec’alu’ ifadesi bu kez yine ‘yaratma’ olarak tercüme edilmiştir. Derveze Tefsiri’ninde ise “varedeceğim” şeklinde bir anlam verilmiştir.
[21] İngilizce metinde, cail terimi, create (yaratmak) olarak değil appoint (atamak) olarak tercüme edilmiştir.
[22] Buradan hareketle, meleklerin, Allah’ın tesbihi ve yüceltilmesi konusunda, Hz. Adem’in ‘bir bilgi ve iradeye dayalı’ olarak (yani takvası ile) yaptığı ibadetin, kendi ibadetlerinden daha ‘faziletli’ olduğu gerçeğini ‘saklama’ çabasında oldukları da düşünülebilir.
[23] Zira ceale fiili, ‘var olan’ bir şeyin bir başka şeye dönüştürülmesi anlamını da haizdir.
[24] Burada şu ihtimalden de bahsetmek mümkündür: Allahu Teala, henüz Adem’i yaratmadan önce, meleklere: Adem’i yeryüzünde halife olarak yaratacağım” buyurmuştur. Fakat eğer yaratma hadisesi gerçekleşmeden önce böyle bir konuşma vuku bulmuşsa, bu konuşmada, Adem’in hangi özelliklerle yaratılacağına dair meleklere bilgi verilmesi de gereklidir; zira melekler ancak bu bilgiye göre Adem’in halife oluşuna itiraz etmiş olmalıdırlar. Aksi taktirde, meleklerin itirazının bir anlamı kalmaz.
[25] Bu ayetlerde, halife yaptık ifadesi, bazı meallerde, hükümdar yaptık şeklinde verilmektedir ki, bu aslında hatalı bir çeviridir: zira ‘güçlü’ kulların yerini alacak yeni kullar, zaten kendiliğinden ‘güçlü’ (yani hükümdar) olmalıdır. Bu tür bir anlamlandırma, aslında meal değil, tefsirdir. Dolayısıyla, her bir mealin, aslında küçük bir tefsir olduğu gerçeği hatırdan çıkarılmamalıdır.
|