_islam'ın evrenselliği
*_ünlü
alman şairi goethe, “muhammed’in terennümleri” adlı bir şiirinde, hz.
peygamber’i bir pınardan fışkıran ırmağa benzetir. öyle bir ırmak ki,
sahip olduğu manevi güç sayesinde öteki bütün akarsuları sinesinde
toplar ve onları muazzam bir zaferle ilahi ummana kavuşturur.
[1]_bu,
kur’an vahyinin evrenselliğini dile getiren çok güzel bir teşbih, bir
metafor olsa gerektir. islam literatüründe bir sembol olarak oldukça
sık kullanılan “akar su”nun dini ve mistik değeri üzerinde burada
durmaya gerek yoktur. şu kadarını söyleyelim ki, su, hayat verir, çölü
cennete çevirir, dokunduğunu arındırır ve normal şartlar altında ummana
ulaşıncaya kadar da çabalayıp durur; çünkü aslında o, ummandan bir
katre idi. oradan geldi, yine oraya dönmek arzusundadır. bütün bu
özellikler hem islam vahyinde vardır; hem de onun arındırdığı kamil
insanda vardır. bundan dolayı olmaldır ki, muhammed ikbal’e
cavidname’nin manevi seyri esnasında, mevlana tarafından
“zinde-rud”(yaşayan ırmak) adı verilir: bu ırmak sembolünün
evrensellikle olan ilgisine daha sonra temas edilecektir.
_islam
hakkında söylenmesi en kolay şeylerden biri, şüphesiz, onun
“evrensel”(cihanşumul) olduğu keyfiyetidir. aslında hakikat adına ve
hakikat olduğu iddiasıyla ortaya çıkan her din, evrensel olmak
durumundadır, çünkü hakikat ontolojik düzlemde izafi (kişiye, topluma,
zamana, mekana vs.ye göre) olamaz. hak ve hakikat bir zamana, topluma
inhisar edilemez. izafi olan, sınırlı olan, hakikatın kendisi değil,
onunla ilgili düşünceler, yorumlar ve sistemlerdir.. çoğulluk genel
islami kanaate göre, hakikatin kendisinde değil, onun anlaşılması,
yorumlanması ve bu yolla hayata intikalindedir.
_islam’ın
bizatihi kendisi evrensellik iddiasıyla ortaya çıkmakta mıdır? birkaç
müşteşrik bir tarafa bırakılırsa, bu soruya “evet” diye cevap
veremeyecek kimse yoktur. bu bakımdan, islam’ın evrenselliği islam
dünyasında tartışma konusu dahi edilmemiştir. bu konuda farklı düşünen
müşteşriklerin görüşleri ise sağlam bir temele dayanmamaktadır.
_onların merkezi iddiası şudur:
[2]
yedinci asrın hicaz bölgesinde putperestliğin yanısıra yahudilik ve
hıristiyanlık vardır. müslümanlık, yahudilik ve hıristiyanlığı ortadan
kaldırmak için değil, puta tapan araplar için bir din olarak geldi.
başka bir deyişle, iki büyük dinin yanında onların ilettiği mesajın
esas itibariyle aynısını ileten üçüncü bir din olarak tarih sahnesine
çıktı. bilindiği gibi, islam'ın gelişine evvela puta tapan araplar –ki
bunlar arasında yeni peygamber’in yakınları da bulunuyordu- karşı
çıktı. daha sonra yahudiler yeni peygamberlik iddiasına meydan okumaya
başladılar. kur’an’ın putperestlerden sonra yahudileri tenkit etmeye
başlamasının sebebi budur. nihayet islam’a itiraz edenlerin
oluşturdukları kervana, hıristiyanlar da katıldı. kur’an da onları
hemen muhaliflerinin safına dahil etti. bu yolla islam’a, yavaş yavaş,
iki büyük ilahi dinin yanıbaşında bir din değil, tek hak din anlayışı
yerleşmeye başladı. müslümanlar, çok daha sonraları, bu çıkış
noktasının bir devamı olarak meşhur “tahrif nazariyesi”ni (yahudilik ve
hıristiyanlığın bozulduğu fikrini) geliştirdiler. artık islam’ın
evrensel olduğu inancı, tam anlamıyla gelişmeye başladı.. peygamber’in
vefatından takriben bir yüzyıl sonra islam’ın sınırlarının batıda
fransa’ya, doğuda hint alt-kıtasının ötelerine dayanması tarihin
islam’ın evrenselliğini kesinkes doğruladığı manasında yorumlandı…
_şimdi,
makul gibi görünen bu görüş, temelde yanlıştır. her şeyden önce hz.
muhammed’in islam’ı tebliğe “kendi yakınlarını uyarmakla”(XXVI/214)
başlaması, nasıl yeni dinin “akrabalar için bir din” olduğunu
göstermezse, yeni nazil olan vahyin bir “ kur’anen arabiyyen”(arapça
kur’an) olması da(bk. XX, 113; XLI, 3) islam’ın araplar için bir din
olduğunu göstermez. kur’an’ın gözde hitabı hiçbir zaman “ey araplar!”
şeklinde değildir; “ey inananlar!”, “ey insanlar”, “ey ademoğlu” v.s.
şeklindedir. bu htaplarda dahi islam’ın evrensellik iddiasını görmemek
mümkün değildir. kaldı ki, kur’an hiçbir kapalılığa meydan vermeyecek
ölçüde hz. muhammed’in “alemlere rahmet olarak gönderildiğini”(XXI/107)
ifade etmektedir.
_ikinci olarak, kur’an bir yandan
putperestliği şiddetle eleştirirken bir yandan da o günün arap
yarımadasında ve belki de daha başka yerlerde görülen ve
yahudilik-hıristiyanlık dini çerçevesinde öne sürülen yanlış uluhiyet
telakkilerini tenkid ediyordu. kur’an’ın “onlar Allah’ı bihakkın takdir
edemediler.” (VI/91) şeklindeki ifadesinin muhatabı, sadece puta tapan
araplar değildi. asıl muhatap yahudilerdi. kur’an’da yahudilik ve
hıristiyanlık tarihinde de bir takım şeylerin yanlış yola girdiği ve bu
girişin dinen sakıncalı olduğu açıkca ifade ediliyordu. tahrif
görüşünün daha sonra ictimai ve siyasi sebeplerden de dolayı oldukça
geniş bir çerçeve içinde geliştiği inkar edilemez; ama, aynı şekilde,
bu görüşün kur’an’dan kaynaklandığını inkar etmek de mümkün değildir.
_üçüncü
olarak, her dinden insanların ferd ferd yeni dine koşmaları ve islam’ın
coğrafi sınırlarının hayret uyandırıcı bir genişleme göstermesi,
evrensellik inancını doğuran bir sebep değil, o inancın olsa olsa bir
neticesidir. yani başarı tarihi bir teyiddir ve ya, en azından,
müslümanlar bunu böyle yorumlamışlardır.
_islam’ın evrensellik
iddiası karşısında duyulan rahatsızlık, bana öyle geliyor ki, sadece
onun cihanşumul bir din olduğu gerçeği ile lgili olmaktan ziyade, bu
gerçeğin tazammun ettiği başka inanış ve düşüncelerle ilgilidir. başka
bir deyişle, mesele, islam’ın niçin evrensel olduğu sorusuyla
alakalıdır. şimdi kısaca bu konuya temas edelim.
_
1.
kur’an vahyi, ta hz. adem’den beri akıp gelen vahiy ırmağının bir
devamı, bir halkası, islam inancına göre son halkasıdır. “Allah katında
din, hep islam olmuştur”(III/19). hz. muhammed, daha önce gelmiş geçmiş
peygamberleri reddetmek için değil, onların getirdikleri asli
(primordial) dini teyid, tasdik ve te’kid için gelmiştir. tevhid esası,
vahye dayalı dinlerin değişmez özü olmuştur. fakat inançlı ve ahlaklı
insan, dolayısiyle inanç ve ahlak anlayışına dayalı bir toplum vücuda
getirmek de vahyin değişmez hedefi olmuştur. elbette bu hedefe ulaşma
imkan ve vasıtası yer ve zaman göre farklılıklar arzetmiştir.
_vahye
dayalı dinler çizgisinde bir tekamül olmuş mudur? vahyin şimdi sözünü
ettiğimiz imkan, şart ve vasıtalarla da ilgili olduğu düşünüldüğü
takdirde bu soruya olumlu cevap vermek mümkündür. her yeni vahyi,
insanlığın ilmi, dini, ahlaki ve bedii tecrübelerine yeni zenginlikler
kazandırmıştır. ve bu zenginlik daha sonra gelen vahyin anlaşılmasına
da basamak teşkil etmiştir. bazı islam düşünürleri bu konuda bir adım
daha atmış ve daha önceki nübüvvet basamaklarının hz. muhammed’in
nebiliğini hazırlayan şartları oluşturduğuna inanmışlardır. bu inanış,
bir başka görünüm altında “hakikat-ı muhammediyye” olarak tasavvufta da
karşımıza çıkmaktadır. bu görüşün en mükemmel ifadesine
ibnu’l-arabi’nin yazılarında rastlamaktayız.
_aslında, daha
önceki peygamberlere gelen vahiyler de evrenseldi. onlar da hakikat idi
ve hakikat, yukarıda işaret edildiği gibi, bir yere, bir devire ve bir
topluma inhisar edemezdi. önceki vahiylere muhatap olan toplulukların
çok geniş imkanlar içinde hareket ederek dinlerinin sesini uzaklara
duyuramamış olmaları bu gerçeğe zarar vermez.
_islam’ın mekke’de
mevcut “haniflik” konusundaki tavrını, yahudileri ve hıristiyanları
“ehl-i kitap” saymasını kur’an’ın, kendisinden önceki vahiyleri öz
itibariyle kendi bünyesinde mütalaa etmesinin tabii bir sonucu olarak
görmek ve değerlendirmek gerekir.
_islam’ın evrenselliğinin bu
yönüne pek itiraz edilmemiştir. ancak evrenselliğin içerdiği husus
bundan sonra açıklamaya çalıştığımız öteki hususlarla birleşince
islam’a yöneltilen eleştiriler büyük bir hız ve yoğunluk kazanmıştır.
_
2.
yeterlilik: evrensellik iddiasının içerdiği ikinci husus, islam dininin
“kendi kendine yeterli” olduğu inancıdır. maide suresinin 3. ayeti,
müslümanlara göre yeterlilik konusuna kesin bir açıklık getirmektedir.
“bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak islam’a razı oldum”(V/3). bu
yeterlilik inancı, zaman ve mekana göre farklı şekillerde anlaşılıp
yorumlanabilmiştir. her şeyden önce son din olmakla en mükemmel din
arasında organik bir bağ görülmüştür. bunun adeta tabii bir sonucu
olarak yeterlilik, mesela, islam tarihinin klasik dönemlerinde, daha
ziyade, “müslümanların dini konularda, öteki din mensuplarından
öğrenecekleri hiçbir şey yoktur, çünkü dinimiz tam anlamıyla yeterli
bir dindir” şeklinde anlaşılmıştır. denebilir ki müslümanların bu
kanaati sarsılmadan hep devam edegelmiştir. bu inanç, son birkaç asırda
manevi, içtimai ve siyasi bakımdan büyük buhranlar içine düşen islam
aleminin bu kötü durumdan kurtulmasını sağlayan güç kaynaklarının
başında gelmiştir. çok dikkat çekicidir. mazideki izzet ve şereflerine
bakan ve “izzet Allah, O’nun elçisi ve inananlar içindir” ayetini
(LXIII, 8) okuyan akıllı ve duyarlı müslümanlar, “niçin bu hallere
düştük?” sorusu kadar “islamı bu hale nasıl getirdik?” sorusunu da
sormuşlardır.
_zor günlerde insanları, toplumları, milletleri
dağılmaktan, çökmekten kurtaracak fikirlere, ideallere ihtiyaç vardır.
islam, müslümanların acı günlerinde onlara bu özelliğe sahip bir fikir,
bir ideal, bir ufuk vermiştir. “her alanda geriyiz ama din dünyamızda
değil” inancı sadece itikadi ve kelami bakımdan değil, ictimai ve
siyasi bakımdan da önemli sonuçlar doğuragelmiştir.
_yine
evrenselliğin yeterlilikle ilgili yönüne islam’da felsefe-din
ilişkilerinin bozulmaya yüz tuttuğu dönemlerde de başvurulmuştur. şöyle
ki: başta gazali olmak üzere birçok islam mütefekkiri, felasife’nin
metafizik görüşlerinin bir kısmını islam’ın yeterlilik iddiasını tehdit
eder mahiyette görmüş ve yorumlamış, felsefe vahyi ikinci plana
itmekte, dini tahayyül gücünün bir eseri saymakta ve islam’ın karşısına
önemli ölçüde farklılıklar arzeden bir “dünya görüşü” ile çıkmakta idi.
bu, dinin (en azından filozof tabiatlı kişiler için) yeterli olmayacağı
anlamında yorumlanabilecek bazı hususları akla getirmekte idi. oysa
dünyevi ve uhrevi saadet için bir tek yol vardı ki o da ebu bekir
er-razi’nin “es-siratu’l-felsefiyye”si değil, “es-sıratu’n nebeviyye”
idi.
_ben, şahsen bu yorum ve endişelerin bir kısmına
katılmıyorum. mesela, felasife’nin dinin karşısına alternatif teşkil
edecek bir dünya görüşüyle çıkmak niyetini taşıdıklarına inanmıyorum.
burada sadece islam’ın evrensellik fikrini çok dolaylı bir biçimde de
olsa yeterince dikkate almayan ya da almadığına inanılan müessesenin
(felsefenin) başının niçin derde girdiğine işaret etmek maksadıyla
bunları söylüyorum. aynı durum, söz gelişi, bilim alanında asla söz
konusu olmadı, çünkü bilim kendisini dinin yanıbaşında bir “kemal ve
necat yolu” olarak ortaya atmadı. bilimin “yegane yol gösterici” olduğu
inancı için modern pozitivizmin güçlendiği günlere kadar beklemek
gerekiyordu. islam’ın parlak klasik döneminde ilmi çaba çok daha
mütevazi ve “doğruyu Allah daha iyi bilir” anlayışı içinde hareket
ediyordu.
_yeterlilik iddiası, asrımızda başka bir şekil ve
muhteva kazanarak kendisini gösterdi: yabancı düşünce ve ideolojilerin
ağırlıklarını iyiden iyiye hissettirdikleri dönemlerde bazı müslüman
aydınlar “islam sosyalizmi” ve ya “islam sosyal demokrasisi” gibi yeni
kavramlar ve hatta kendilerince yeni terkipler oluşturma cihetine
gittiler. o tarihi yeterlilik iddiası burada da sesini duyurdu: “islam
kendi kendine yeterli olan bir “sistem” ve “ideoloji”(!) idi ve onun
hiçbir “izm”e ihtiyacı yoktu”. bu anlayış, günümüzde bütün gücüyle
devam etmektedir. bugün de gündemde olan, daha ziyade, “islam ve
demokrasi ilişkisi”nin yahut “müslüman demokrat” sözünün mana ve
medlulüdür.
_ne yazık ki bu inanış ve tutumun bir de olumsuz
yanı olmuştur. ünlü filozoflarımızı, hind dini inanışları konusunda
bize sağlam bilgiler veren biruni gibi ilim adamlarını saymazsak,
müslüman alimler, başka dinler ve kültürler hakkında ilmi bilgilere
sahip olma ihtiyacını pek duymamışlardır. onların bu tutumu “ilim için
ilim”, “mukayese için ilim”, hatta “hükmetmek”, “hükümet için ilim”
anlayışının islam tarihinde doğup gelişmesine mani olmuştur.
_ben,
burada, islam’ı bir ‘ideoloji’ olarak anlamanın ne ölçüde doğru olduğu
meselesine eğilmeyeceğim. şu kadarını söyleyeyim ki, islam’ı
sosyalizmin (ve ya marksizmin) ve kapitalizmin karşısında “üçüncü
çözüm”(ve ya üçüncü yol) görme anlayışı, islami düşünce hayatına bir
hareketlilik getirmesine rağmen, beklenen başarıyı gösterememiştir. ben
islam’ı başka “izm”lerle mukayese edilebilecek ve ya onlar gibi
yapılandırılabilecek bir ideoloji olarak görmüyorum. burada söylemeye
çalıştığım şey, islam’ın evrensellik nabzının modern düşünce ve
tutumların içinde bile güçlü bir şekilde duyulduğuna işaret etmekten
ibarettir.
_
3. son
peygamber ve son din: bütün bu söylediklerimin, yukarıda işaret
edildiği gibi, hz. muhammed’in “son peygamber” , dolayısiyle, islam’ın
da “son din” olduğu inancı ve iddiasıyla kopmaz bir münasebeti olduğu
açıktır. bu bütünlüğü şu şekilde ifade etmek mümkündür: “islam
evrenseldir, çünkü o tarih boyunca hep varolagelen hak inancın, yani
‘Tanrı katındaki din’in(III/19) ta kendisidir. o kendi kendine yeterli
olmak durumundadır, çünkü son dindir. insan var oldukça bu din onun
ihtiyacını karşılamaya yetecektir. zaten evrenselliğin merkezi manası
da budur.
_daha önceki dinler, bildirdikleri mesaj açısından
evrensel idiler, önlerindeki zaman ve mekan açısından değil. oysa islam
bu açıdan da evrenseldi, çünkü ondan sonra başka bir din gelmeyecektir.
‘başka vahiy yok’ demek, dünya durdukça islam duracak demektir.
_vahyin
son bulmasının daha başka türlü anlaşılması da mümkündür. m. ikbal’e
göre, vahiy insanı eğite eğite bir dereceye ulaştırmış ve artık onu
kendi son halkası ile başbaşa bırakmıştır. başka bir deyişle, vahiy
müessesesi kendi kendini lağvetmiştir.
[3](
? _s.z.)
bu, insanın artık vahye ihtiyacı olmadığı manasına gelmez. eriştiği
his, fikir ve amel düzeyini iyice ve yerinde kullanabildiği takdirde
son vahyin ona yeteceği anlamına gelir. son vahiy, insanı kendisine
tevdi olunun ilahi emanetle (bkz. XXXIII/72) tam anlamıyla yüz yüze ve
baş başa bırakmıştır. o, “hilafeti”nin(bkz. II/30) mana ve seviyesini
muhafaza etmek durumundadır.
_yeterlilik inancı kadar, vahyin
son bulduğu inancının da islam tarihindeki etkileri çok büyük olmuştur.
islam kollektif şuuru, bu inançları zedeleyen hiçbir anlayışa
kapılarını açmamıştır. bahailik, kadiyanilik gibi dini hareketlere,
islam’ın yeterli ve son din olduğu gerçeğine zarar verdiklerine
inanıldığı için, yani islam’ın evrenselliğine şu ve ya bu manada meydan
okunduğuna kanaat getirildiği için karşı çıkılmıştır. “peygamber
vekilliği” yahut “yardımcı peygamberlik” gibi yumuşak kavramlar dahi bu
karşı çıkmayı durdurmaya yetmemiştir.
_daha başka türden
tepkiler, bazı sufi mütefekkirlerin biraz geniş tuttukları “velayet” ve
“keşif” anlayışları karşısında da ortaya çıkmıştır. çünkü keşfi bilgi,
son vahyi ancak tasdik ve te’yid edebilirdi. tasavvufi uygulama ise,
şeriatın hayata bihakkın intikali çerçevesinde dini bir mana ve değer
ifade edebilirdi. kimse ilhama ve ya keşfe vahyin statüsünü hatırlatan
ve ya o statüyü çağrıştıran bir önem atfedemezdi. Allah’ın insanla
irtibatı sürüp gider fakat O, hz. muhammed’e “gönderdiği” türden bir
vahyi hiçbir insana, o insan ne kadar “insan-ı kamil” olursa olsun,
“göndermemiştir.”
_bu arada yeri gelmişken bir noktaya daha
işaret etmek uygun olacaktır. islam’da felsefeye ve bazı tasavvuf
anlayışlarına karşı çıkmanın evrensellikle ilgili başka hususları da
akla getirdiği bilinmektedir. kur’an vahyi, insanı kendi fıtri
bütünlüğü içinde ele almakta ve ona öylece yol göstermektedir. yine
aynı vahiy, toplum hayatına da aynı bütüncül anlayış, yani tevhid
anlayışı içinde girmektedir.
_...önce birinci hususu ele alalım.
_kur’an’ın
ilk hedefi kendisine inanan fertte bir şuur terkibini sağlamaktır.
insanın sahip olduğu (hissi, fikri, bedii, ameli şeklinde adlandırılan)
güçler ayrı ayrı ele alınabilir; fakat onlar, ferdin hayat nizamında
organik bir bütünlük oluşturmak zorundadırlar. bir bütünlük yahut
terkip, her mü’minde belli bir ölçüde bulunmak durumundadır. fakat onu
en yüksek derecede önce peygamberde, ikinci olarak da müceddid insanda
ve velide bulmaktayız. peygamber, müceddid ve veli şahsiyetleri
evrensel insan modelini oluşturur. o halde, eğer din, insan hayatının
her bölgesine nüfuz edip bu evrensel insanın ortaya çıkması
istikametinde etki gösteremiyorsa, o din evrensellik fonksiyonunu icra
etmiyor demektir.
_yukarıda işaret edildiği gibi, islam
kollektif şuuru, bu ferdi terkip konusunda, her zaman değilse de,
genellikle hassas olmuştur. söz gelişi, felsefeye, dengeyi aklın
lehinde, duygu ve aksiyonun ise aleyhinde bozduğu için; bazı tasavvuf
anlayışlarına da duygu hayatını adeta kontrol edilemez hale getirdiği
için karşı çıkılmıştır. aynı şuur, dar ve lafzi bir hukukilikten de
rahatsız olmuştu. başka bir deyişle, bunlar, evrenselliği ferdi hayat
planında tehdid edecek duruma geldikleri zaman tepkiyle karşılanmıştır.
ve bunu aynen siyasi üst yapıya da yansıtmıştır.
_sosyal hayat
gelince, islam’ın buradaki evrenselliği, ünlü tarihçi toynbee’nin de
işaret ettiği gibi, kendisinden bekleneni başarma şerefine nail
olmasıyla ilgili bir keyfiyettir. bu başarının bugün içtimai olmaktan
ziyade tarihi olması, bu hükmün doğruluğuna zarar getirmez. kur’an
vahyi, kabile hayatından başka sosyal yapı tanımayan insanları ırk,
renk, dil vs. farkının asla değer ölçüsü olarak kabul edilmediği ümmet
şuuruna yani takva’nın, dolayısiyle “iman ve ahlak duyarlılığı”nın esas
alındığı bir “müminler topluluğu” anlayış ve uygulamasına
getirebilmiştir. önemli olan, islam’ın evrenselliğinin böyle bir
noktaya ulaşmış olmasıdır. onun müslümanlar tarafından ne kadar süre
devam ettirilip ettirilmediği ayrı bir konudur. ancak şu kadarını
söyleyelim ki, bu şuurun solgun etkileri dahi ırkçılığın, dil ve renk
ayrımı ile ilgili peşin hükümlerin islam dünyasında mesela batıda
olduğu anlamda, kök salmasına ve bir hayat şekli oluşturmasına izin
vermemiştir.
_özet olarak tekrar etmek gerekirse, islam’ın
evrensellik ışığı ferdi hayatın, fert evreninin tamamını, toplum
hayatının bütün kesitlerini ve kesimlerini aydınlatmak ister.
“aydınlatmak” demek, “varolmak için başka bir şeyi yerinden etmek”
demek değildir. bilim, sanat, ahlak, iktisat, siyaset vs. kendi
makuliyetleri ve kısmi bağımsızlıkları içinde var olacak, evrensel ışık
ise, “toplam varoluş zemini”nde müteal olan’dan (aşkın olan_s.z.)
kaynaklanan gücüyle “göklerin ve yerin nuru” (XXIV,35) olmaya devam
edecektir. bu, “nur karşısında yok olmak” değil, “nur ile varolmak”,
“nurlu yaşamak” anlamına gelir. böyle bir varoluş halinin “ben varsam o
yotkur” anlayışıyla ilgisi yoktur. o bakımdan, islam günlük dilde
kullandığımız anlamda bir “ideoloji” değildir.
_islami
evrensellik özellikle günümüzde kendi bünyesine uymaz görünen başka
ictimai değişmelere de direnmektedir. o, batıda da rönesans’tan beri
gelişmekte olan topyekün dünyevileşme anlayışının islam dünyasında
sağlam bir mekan tutmasına razı olmamıştır. inançtan ve ahlaktan güç,
çerçeve ve gaye almayan iktisadi ve siyasi hayattan daima rahatsız
olmuştur ve olmaktadır. ruhu takva olmayan hiçbir değişmeyi gelişme
saymamıştır. meselenin bu yönünü yeterince göremeyenler, islam’ın
“zamana uymakta güçlük çektiğini” söyleyegelmektedirler. müslüman
bilincin “zaman ile diyalog içinde olmak zorunda” olduğunu dile
getirirken, bu diyalogun zamanda olup bitene teslim olmak anlamına
gelmeyeceğini de düşünmek durumundayız.
_islam’ın burada
anlatmaya çalıştığımız özelliklere sahip evrenselliğinin bugün ciddi
sıkıntılarla karşı karşıya bulunduğu inkar edilemez. onun dün de çok
ciddi problemleri vardı, bugün de. evrenselliğin ferdi ve ictimai
plandaki tesirlerini yok etmeye çalışan güçler, bugün her zamankinden
daha müessir görünmektediler. fakat bunların hiçbirini bazı
müşteşriklerin yaptıkları gibi dinin, yani islam’ın bizatihi kendisine
yüklemek asla doğru değildir. hele islami evrenselliğin lehinde olan
bazı şeyleri onun aleyhindeymiş yahut evrenselliğin bulunmadığını
gösterirmiş gibi kullanmak bir misyoner sofistliğinin ötesinde değer
taşımaz.
_bazıları islam’ın yahudilik ve hıristiyanlığı
“kitap’lı dinler” çerçevesinde kabul etmesini dahi “eğer o yeterli
olsaydı bu yolda adım atmazdı” şeklinde anlamaya yönelmektedirler. bu,
“eğer hz. muhammed’in peygamberliği yeterli görülseydi, hz. isa’nın
peygamberliğine inanmaya gerek kalmazdı” demekkadar safdillik olsa
gerektir.
_ikinci olarak, islami evrenselliğin bir özelliği olna
“açıklık” da yanlış anlaşılmıştır. Mesela, bazı sufilerde görülen hz.
isa hayranlığını hz. muhammed’in sözümona yetmezliğine bağlayanlar
vardır. aynı şey tasavvufun öteki din ve kültürlerden etkilenmiş olduğu
dikkate alınarak da öne sürülmüştür. eğer islamiyet aşk konusunu eksik
bırakmamış ve inziva hayatının değerini bilebilmiş olsaymış,
hıristiyanlığa kapılarını bu ölçüde açık tutmak ihtiyacını nasıl
hissedermiş?
[4]_bu
iddialar, islam’ın evrenselliğine gölge düşürecek ciddiyette iddialar
değildir. bir din mensubunun başka bir din mensubunun tecrübelerinden
yararlanması ve onun başarılarına açık olması, kendi dininin
evrenselliğine olan güveninin bir sonucu olarak yorumlanması gereken
bir husustur. aslında islam’ın kendi doğuş devrinin gerisine, doğuş
döneminin mevcut ve geleceğin muhtemel gelişmelerine açık olması,
islam’ın evrenselliğinin en büyük gücü olmuştur. bu satırların yazarı,
20 yıl kadar önce küçük çaplı bir araştırma yapmış ve ihtida eden bazı
kimselerin sözlü ve yazılı beyanlarının ışığında islam’ın günümüzdeki
çekiciliğinin sebeplerini görmeye çalışmıştır. “niçin müslüman
oldunuz?” sorusuna verilen cevapların hemen hepsi, islam’ın burada
saydığımız özellikleri ile ilgiliydi. “müslüman oldum, çünkü islam
bilim ile dini, tefekkür ile duyguyu karşı karşıya getirmiyor. çünkü
islam hayatın hiçbir alanında insanı ‘ne yaparsan yap ben karışmam’
diyerek başı boş bırakmıyor. çünkü islam benden hz. isa’yı inkar etmemi
beklemiyor. çünkü islam fikir ve inanç hürriyetini teminat altına
alıyor ve diyaloğu, karşılıklı konuşma, öğrenme ve anlaşma yolunu elden
bırakmıyor. çünkü islam, iktisadi ve ticari hayatı bilim politikası ve
genel siyaseti inanç ve ahlaka dayanan bir toplum vücuda getirmek için
her türlü imkanı sağlıyor, vs.”
[5]_üçüncü
olarak, denmektedir ki, islam modern hayata intibaksızlığını
göstermekle her zaman ve her yerde, geçerli olamayacağını (yani
evrensel olmadığını) göstermiş bulunmaktadır. bu noktaya az önce temas
ettim. böyle iddialara inanan safdil müslümanların bulunduğunu da ifade
etmek isterim. eğer iddialar bu şekilde değil de müslümanın nazari ve
ameli aklının çok uzun zamandan beri yetersiz kaldığını ve bu yüzden de
karşılaştığı birçok problemi islami açıdan görecek durumda olmadığını
ve netice itibariyle de islam’ın evrensel nüfuzunu tıkayan bir engel
olduğunu dile getirseydi, kanaatimce, doğru ve haklı olurdu.
_her
şeyden önce şunu ifade edelim ki, “modern hayat” tabiri değer ifade
eden oldukça müphem bir tabirdir. bu hayatın içinde sadece bilim ve
teknoloji yahut insan hakları konusunda çok cüzi bir seviyede de olsa,
hassasiyet yoktur. sömürgecilik, katı ideolojiler adına milyonların
katledilmesi, ahlaksız ve yüzsüz bir dünyevileşme, aşktan, aşkınlıktan
yoksunluk, aile hayatı ve ferdi, beşeri ilişkilerde gerileme, korkunç
boyutlara varan müstehcenlik ve müstekrehlik ve daha binlerce
olumsuzluklar da sözüm ona “modern” hayatın içindedir. öyle dinler
vardır ki, bu hayatla barışık olmak için sahip olduğu her prensibi feda
etmiş, ünlü dinler tarihi bilgini zeahner’in alaycı bir ifadeyle dile
getirdiği gibi “bir sabah kalkmış, artık tutunacak bir prensibin
kalmadığını görmüşlerdir.”
_müslümanların islam’ın fikri ve
ameli hayatına affedilmez bir durgunluk getirdiği ne kadar doğruysa,
islam gibi karakteri ve şahsiyeti olan bir dinin “modernlik” zarfı
içinde kendisine sunulan her şeye intibak etmeyeceğini sözlemek de o
derece doğrudur.
_bugün islamiyetten beklenen, modern hayat körü
körüne teslim olup böylece kendi kendine emekliye sevketmek değil,
evrensel mana ve ruhunu modern hayata getirerek ona, hem muhteva , hem
de gaye vermektir. bunun için de müslümanların islam üzerinde yeniden
düşünmek, onun fikri yapısını modern bilim ve tefekkürü de dikkate
alarak yeniden kurmak gibi zor, ama şerefli bir vazife ve
sorumlulukları vardır. unutulmaması gerekir ki, evrensel olan, kur’an
vahyinin bizatihi kendisidir, onun belli şartlar altında yapılmış
yorumu, belli durumlar için öne sürülmüş tatbikatı değildir. işte bugün
sıkıntıda olan, evrensel kur’an vahyi değil, tarihi islamiyetin bir
kısmıdır. islam’ın evrenselliğini, islam’a dayalı nazari ve ameli
nizamın yeniden düşünülmesi ve geliştirilmesini birlikte düşünmek,
yeterince aydınlanmamış bazı kafaların öne sürdükleri gibi “islam’ın
ruhunu asriliğe satmak” değil, akif’in dediği gibi “ilhamı doğrudan
doğruya kur’an’dan alıp asrın idrakine islam’ı söyletmek”tir.
_bu
başarılırsa, zaten evrensel olan islam, bir kat daha evrensel kılınmış
olmayacak, önce “müslümanım” diyenler, sonra bütün insanlık bu
evrenselliğin bir kez daha tanığı olacaktır.
_kitabın ismi biraz
yanıltıcı öyle ki kitap bir çok kısımdan oluşmasına rağmen, kitabın adı
kitabın içeriğinin genelinden yola çıkılarak değil de içindeki bir
bölümün adının aynen alınmasıyla konulmuş.(kitap yaklaşık 200 sayfa, bu
makale 13 sayfa) kitaba adını veren kısmı bölümler halinde sizlere
aktarmaya çalıştık tabi ki kitabın tamamı “islam’ın evrenselliği”
üzerine yazılardan oluşmuyor...
_mehmet aydın’ın “islam’ın evrenselliği” adlı kitabından alıntıdır.
_
*1994 yılında düzenlenen “kutlu doğum…: uluslararası ilmi toplantısı”na bildiri olarak sunulmuştur.
_
[1]bkz. cavidname, 2. baskı. kültür bakanlığı yayınları, ankara, 1989, mütercim a. schimmel’in önsözü, s. 17.
_
[2]geniş bilgi için bkz. m. m. watt, islam and the integration of society, london, 1961, s. 273-285.
_
[3]m. ikbal, reconstruction of religious thought in islam, lahore, 1958, s. 126.
_
[4]benzer
iddiası için bkz. h. loust, essais sur ibn taimiya, paris, 1939, s.
267; krş. watt, islam and the integration of society, s. 273-4.
_
[5]bkz.
islam our choice, ed. e. a. bawany, karachi, 1967. benzer görüşlere r.
garaudy’nin bazıları türkçeye de çevrilmiş eserlerinde rastlamaktayız.
bkz. özellikle islam’ın va’dettikleri, çev: s. akdemir, istanbul, 1984,
s.12, 82, 104. yine aynı yazarın, 20. yüzyıl biyografisi, ankara, 1989,
s. 262 vd. ve s. 329 vd.