yunusemre Yasaklı
Katılma Tarihi: 16 mayis 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 213
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam dostlar...
Sizlere Yeni Yorumlar sitesinde okuduğum ve ilgimi çeken bir makaleyi paylaşmak istiyorum...
DOMUZ ETİ HARAM MI?
On iki yıldır yürütmekte olduğum Kur’an tetkikleri esnasında yaptığım ve beni çok şaşırtan tesbitlerden biri de, domuz etinin haram olmadığıdır. Çünkü Kur’an’ın, lehmü hınzır (domuz eti) diye dikkat çektiği et, herhangi bir hayvan etine değil, yenilebilirliğini kaybetmiş bozuk veya kokmuş etlere dikkat çekmektedir. Ancak sonraki kuşak İslâm âlimleri, dergimizin ilk sayısında açıkladığımız gibi, peygamber ve peygamber isimlerini teşhis edemedikleri gibi, Kur’an’ın dikkat çektiği hayvan ve hayvan isimlerini de teşhis edememişler ve bundan dolayı da, Kur’an’ın yenmesini yasakladığı lehmü hınzır’ı, yani bozuk eti, Tevrat menşeli rivayetlerin de tesiriyle domuz hayvanına yormuşlardır. Halbuki Kur’an, hınzır sözcüğü ile belli bir hayvana dikkat çekmemektedir. Yani, Kur’an’da adı geçen veya Kur’an’ın resmettiği hayvanlar arasında, hınzır diye bir hayvan yer almamaktadır. Kur’an hınzır sözcüğü ile, doğallığını kaybetmiş etlere ve doğruluktan saptığı için, fıtratı bozulmuş insanlara dikkat çekmektedir.
İslâm âlimleri, Kur’an’ın doğru anlaşılması için büyük önem arz eden ve aşağıda vereceğimiz âyetin vurguladığı, Kur’an kelimelerinin içerdiği, çok temel bir özelliği, yeterince idrak edemedikleri için, bu ve buna benzer birçok konuyu doğru anlamamışlardır.
“Allah sözün en güzelini birbirine benzer, ikişerli bir Kitap halinde indirdi...” (39/23 S. Ateş çev.)
Âyet, Kur’an’ın benzer anlamlı, ikil kelimeler içeren bir Kitap olduğuna dikkat çekmektedir.
Örneğin, Ahmed ve Muhammed kelimeleri hem lafız olarak, hem anlam olarak, birbirlerinin benzeri, iki ayrı kelimedir. Kelimeler, aynı şahsa dikkat çeken, iki ayrı özel isim ve son peygamber Ahmed-Muhammed (a.s)’a dikkat çekmektedirler. Dergimizin ilk sayısında da açıkladığımız gibi, Kur’an’ın içerdiği bu özellik, sadece peygamberlere ait bir özellik değildir. Kur’an, Kur’an’da adı geçen herkese ve herşeye de, iki ayrı kelime ile dikkat çekmektedir. Biz, Kur’an’ın bu özelliğini dikkate alarak, Kur’an’da adı geçen hayvanları teşhis ettik ve Kur’an’ın, bizim domuz adını verdiğimiz hayvandan hiç söz etmediğini tesbit ettik. Çünkü Kur’an, Kur’an’da adı geçen hayvanları, bazı özellikleri ile birlikte anlatarak, hangi hayvanlardan söz ettiğini dikkatlere sunmaktadır. Ancak, İslâm âlimlerinin domuzdan söz ettiğini iddia ettikleri ve Kur’an’da, beş ayrı yerde geçen âyetlerden, sözü edilen şeyin, herhangi bir hayvan olmadığı anlaşılmaktadır.
“De ki: Bana vahyolunanda (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut DOMUZ ETİ (lehmü hınzır) -ki pistir- ya da Allah’tan başkası adına boğazlanmış bir fısk (murdar olmuş hayvan) olursa başka (bunlar haramdır).” (6/145 S. Ateş çev.)
Âyet, domuza ve domuz etine dikkat çektiği iddia edilen ve genel olarak benzer ifadeler içeren, Kur’an’daki dört ayrı âyetten, en geniş olanıdır.
Rivayetler dikkate alınmadığı takdirde, âyetin orijinalinde geçen lehmü hınzır kelimelerinin, domuz etine değil de, kedi, tavşan, tilki, tavuk veya hindi gibi hayvanlardan birinin etine dikkat çekmediği nasıl iddia edilecektir. Çünkü, yukarda verdiğimiz âyette ve diğer âyetlerde geçen, hınzır kelimesinin, hangi hayvana dikkat çektiği anlaşılmamaktadır.
Kur’an, etinin yenmesini yasakladığı bir hayvanın, hangi hayvan olduğunun bilinmesi için, illa rivayetlere mi ihtiyaç duymaktadır? Anlaşılmak için, illa rivayetlere ihtiyaç duyan bir Kitabın, beşeri olmadığı, Allah katından olduğu nasıl anlaşılacaktır?
Halbuki Kur’an, etler dahil, temiz olan, yani insan sağlığına zararlı olduğu açıkça bilinmeyen bütün yiyeceklerin helal olduğunu vurgulamaktadır.
“Bugün size İYİ ve TEMİZ şeyler helal kılındı. Kendilerine Kitap verilenlerin yemeği, size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir...” (5/5 S. Ateş çev.)
Kur’an, yukarda verdiğimiz âyetin vurguladığı bir olayı, dört ayrı yerde, (2/172-5/4,5-16/114) tekrar tekrar vurgulayarak, yenilecek şeylerle ilgili temel kuralın, temizlik kuralı olduğuna dikkat çekmektedir. Âyet, Kitap Ehlinin yediği yemekleri, Müslümanlara da helal kılarak, Kitap Ehlinin yediği yemeklerin de temiz olduğunu vurgulamaktadır.
Eğer Kur’an’ın, yenmesini yasakladığı lehmü hınzır, bilhassa Hristiyan dünyasının yediği domuz eti olsaydı, âyet Hristiyanların yediği yemekleri Müslümanlara helal kılmazdı.
Bir önce verdiğimiz ve lehmü hınzır’a dikkat çeken âyetin, lehmü hınzır’ın yenmesini, pis olduğu için yasakladığı açıkça anlaşılıyor. Âyetin dikkat çektiği pisliğin, maddi bir pislik olduğu da anlaşılıyor. Madden pis olan bir yiyeceğin, insan sağlığını mutlaka etkileyeceği de kaçınılmazdır. Bu durumda, yüz yıllardan beri, domuz eti yiyen Hristiyan dünyası, domuz etinden olumsuz yönde etkilenmediğine göre, domuz etinin de temiz olduğu anlaşılmaktadır.
Bir kitap, temiz olan bütün yiyecekleri, önce helal kılıp, sonra da, temiz olduğu yüzlerce yıllık tecrübe ile bilinen bir yiyeceği haram kılarsa, çelişkiye düşmüş olmaz mı? Veya Yüce Allah, Kitap Ehli Hristiyanların yediği yemekleri Müslümanlara da helal kılarken, domuz etinin, Hristiyanların temel bir yemeği olduğunu bilmiyor muydu?
Hemen Asrı Saadet sonrası yapılan yanlış yorumların, İslâm anlayışında oluşturduğu bu çelişkiyi, sadece Türkiye’de bulunan 27 ayrı ilahiyat fakültesinin, yüzbinlerce ilahiyatçının, onbinlerce doktor, doçent ve profesörün, 100 bin mensubu bulunan ve bu fakir milletin bütçesinden kattrilyonları götüren, Diyanet Teşkilatının, müridlerine hidayet dağıtan, kalb gözleri açık Allah dostu! yüzlerce tarikat şeyhinin iza’nına ve insafına sunuyorum.
“İşte öyle, kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse, o (hareketi) Rabbinin yanında kendisi için iyidir. Size (âyetlerle) oku(nup açıkla)nanlar dışındaki hayvanlar sizin için helal kılınmıştır...” (22/30 S. Ateş çev.)
Yenilecek etler veya yiyecekler için temel kuralın, temiz olmaları kuralı ise de, bazı hallerde veya bazı hayvanların boğazlanmasının yasak olduğu da, yukarda verdiğimiz âyetten anlaşılıyor. Âyete göre, bazı hayvanların yenmesinin yasak olduğu, Kur’an’da bize okunmaktadır. Acaba Kur’an’da okunan, yani Kur’an’ın yenmesini yasakladığı hayvan, hangi hayvan veya hangi hayvanlardır.
“Ey inananlar, Allah sizi, ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir av’la dener ki, gizlide kendisinden kimin korktuğunu bilsin (Görmeden Allah’a inanıp O’ndan korkanlar ortaya çıksın, bilinsin). Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı azap vardır.
Ey inananlar, İHRAMDA iken av öldürmeyin. Sizden kim kasden onu öldürürse, öldürdüğünün dengi olan bir hayvan cezası vardır ki (bu öldürülene denk olduğuna) içinizden iki âdil kişinin karar vereceği, Kabe’ye varacak bir kurban; yahut yoksullara yedirme şeklinde keffaret; yada buna denk oruçtur. Ta ki böylece (o insan) yaptığı işin vebalini tadsın. Allah, geçmişi affetmiştir. Kim yine (ihramlı iken av öldürmeğe) dönerse Allah ondan öç alır...” (5/94-95 S. Ateş çev.)
Âyetler, belli bir dini eğitim almamış veya klasik dini rivayetlere şartlanmamış her insanın, kolaylıkla anlayacağı gibi, yavrulama, yumurtlama veya hamilelik dönemlerinde, evcil veya vahşi, her tür hayvanın avlanmasını veya boğazlanmasını yasaklamaktadır. Yani âyetler, hayvan haklarına dikkat çekerek, her tür hayvan neslinin mutlaka korunmasını vurgulamaktadır.
Ancak, sonraki kuşak ve günümüz din adamları, akıllara durgunluk veren bir gafletle, âyetlerin, Hac zamanı, Mekke’ye giden hacılarla ilgili ve sadece, Mekke ve Mekke’nin çevresi ile sınırlı olduğunu sanmışlardır.
Halbuki âyetler, yavrulama veya hamilelik dönemlerinde, her tür hayvanın, avlanmasını veya boğazlanmasını yasaklamakta ve Yerküre’nin her yanındaki hayvanları kapsamaktadır.
Aşağıda vereceğimiz âyetten de, evcil veya vahşi, her tür hayvan etinin, esas itibariyle helal olduğu ve insanlar istedikleri takdirde, sağlığa zararlı olmayan, her tür hayvan etini yiyebilecekleri anlaşılmaktadır.
“Yahudilere bütün tırnaklı(hayvan)ları haram ettik. Sığır ve koyunun da, yağlarını onlara haram kıldık; yalnız (hayvanların) sırtlarının yahut bağırsaklarının taşıdığı, yada kemiğe karışan yağlarını haram etmedik. Aşırılıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz.” (6/146 S. Ateş çev.)
Âyetten, Yüce Allah’ın; Yahudileri cezalandırmak için, onlara, kedi, köpek, kurt, ayı, tavuk, kuş gibi pençeli bütün hayvanların etini yasakladığı anlaşılıyor. Ancak, aynı âyetten ve aşağıda vereceğimiz âyetten, bu yasağın, sadece Yahudilerle sınırlı olduğu, diğer insanlar ve Müslümanlar açısından bağlayıcı olmadığı, pençeli, pençesiz bütün hayvanların Müslümanlara helal kılındığı da anlaşılıyor.
“Yahudilerin yaptıkları zulümlerden, çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden dolayı kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasakladık.” (4/160 S. Ateş çev.)
Daha önce de değindiğimiz gibi Kur’an, bilim veya tecrübe yoluyla, insan sağlığına zararlı olmadığı anlaşılan, her türlü et veya yemeğin, temiz olduğunu vurgulayarak, Müslümanlara helal kılmaktadır. Aşağıda vereceğimiz ve konumuzla ilgili, en önemli ve en detaylı âyetin ilk ifadesi de, bizim bu tesbitimizi açıkça onaylamaktadır.
“De ki: BANA VAHYOLUNANDA (bu haram dediklerinizi) YİYEN KİMSE İÇİN HARAM EDİLMİŞ BİR ŞEY BULAMIYORUM. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki pistir- yada allah’tan başkası adına boğazlanmış bir fısk (murdar olmuş hayvan) olursa başka (bunlar haramdır). Ama kim çaresiz kalırsa (başkasının hakkına) saldırmamak ve (zorunluluk) sınırı(nı) aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir). Çünkü Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir.” (6/145 S. Ateş çev.)
Geleneksel anlayışın verdiği bir bakış açısıyla ve çok bozuk yapılan âyet çevirisini aynen verdik. Âyetin ilk cümlesi için yapılan çeviri, âyetin ilk cümlesinin verdiği mesajı aynen vermekte ve âyetin dikkat çektiği etler dışında kalan, her tür hayvan etlerinin, yenildiği takdirde, helal olduğu vurgulanmaktadır.
“Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki pistir-...” Âyetin, resm veya tasvir ettiği eti vurgulayan bu ifadelerine giydirilen anlamlar, âyetin vurguladığı eti, resm veya tasvir etmekten son derece uzaktır.
Bu durum; âyetin tercümesinden kaynaklanan yanlışlıktan veya âyetin tercümesindeki zorluktan kaynaklanmıyor.
Âyetin orijinalinin, resm veya tasvir ettiği etin, anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır.
Âyetin orijinali, “Ancak ölmüş, yani kanı akmamış, yani zararlı bir et olursa ki öylesi pistir”, demektedir.
“Ya da Allah’tan başkası adına boğazlanmış bir fısk (murdar olmuş hayvan) olursa başka (bunlar haramdır).” Âyetin bu cümle ile vurguladığı olay da çok yanlış, hatta hiç anlaşılamamıştır.
Çok ilginçtir, âyet bu ifade ile, ehli tarafından boğazlananmamış, yani usulüne uygun kesilmemiş, usulüne uygun kesilmediği için de, kanı içinde kalmış, doğal olmayan (fısk) yada doğal yolla elde edilmemiş etlere dikkat çekmektedir. Âyet bu ifade ile; “yani olağan dışı, Allah’ın emrettiği gibi boğazlanmamış olursa başka...” demektedir.
Âyetin bu ifadesi ile, bir önceki ifadesi bir bütün olup aynı olayı vurgulamaktadır.
“Ancak ölmüş, yani kanı akmamış, yani zararlı bir et olursa ki, öylesi pistir, çünkü, Allah’ın emrine uygun boğazlanmamıştır.”
Veteriner hekimlerden ve kasaplardan edindiğim bilgilere göre, hayvanlar boğazlanırken, boğazlarından geçen belli damarlar kesilmediği takdirde, hayvanların vücutlarındaki kan yeterince akmaz ve etleri fazla kanlı kalır. Kan mikroplu olduğu için de, fazla kan, fazla mikroba yol açar ve bu tür etler, insan sağlığı için zararlı (muzır) olurlar. Bir de, hiç boğazlanmadan, kendiliğinden ölen bir hayvanı düşünelim. Çok taze ölmüş de olsa, doğal olarak mikroplu olan kan bütünüyle vücutta kalacak ve kandaki bütün mikroplar ette de olacaktır.
Yukarda verdiğimiz âyet, benzeri diğer âyetler ve biraz sonra vereceğimiz âyet, bilhassa bu olayı vurgulamakta ve sağlıklı kesim yapılmasına dikkat çekmektedir.
Hınzır: Âyetin orjinalinde geçen ve domuz hayvanına yorulan hınzır kavramı, Türkçe’ye de muzır şeklinde girmiş olup, zararlı, zararı dokunan, anlamında kullanılmaktadır. Kavram, esas itibariyle Kur’an’da da bu anlamda kullanılmasına rağmen, zaman içinde anlam değişikliğine uğrayarak, domuz anlamına dönüşmüş bulunmaktadır.
Lehm, et demektir. Lehmü hınzır ise; zararlı et, yani mikroplu veya bozuk et demektir. Lehmü hınzır kavramının, domuz eti anlamını ihtiva ettiğini veya Kur’an’ın, domuz etini haram kıldığını düşünmek, hem mantığa, hem de Kur’an’ın içerdiği usluba da uymamaktadır.
Çünkü, kedi, köpek, at, eşek dahil, sağlıklı kesilen, sağlıklı hiçbir hayvan etini yasaklamayan Kur’an’ın, somut bir gerekçe olmadan, domuz etini yasakladığı düşünülemez. Domuz etinin haramlığına, domuzun pis oluşunu, domuzun pis oluşuna da, domuzun et ve dışkı yemesini gerekçe göstermek, hiç tutarlı bir gerekçe değildir. Çünkü, köpek de et ve dışkı yemektedir. Kur’an, köpek etini veya köpeği pis saymazken, neden domuzu veya domuz etini pis saysın?
Yine veteriner hekimlerden aldığım bilgiye göre, kedi, köpek ve domuz gibi hayvanlar da sağlıklı oldukları ve usulüne uygun kesilip, usulüne uygun pişirildikleri takdirde, besin yönünden ve insan sağlığı açısından, koyun, keçi ve inek gibi diğer hayvanlardan farksızdırlar.
Güney Kore, Çin, İspanya ve İtalya gibi ülkelerde kedi ve köpek eti yenmesi, domuz etinin dünyada çokça tüketilmesi, veteriner hekimlerden aldığım bilgilerin doğru olduğunu, zaten kanıtlamaktadır. Eğer bu etler, insan sağlığına zararlı olsa idi, bugüne kadar mahzurları çoktan ortaya çıkardı.
Lehmü hınzır kavramının domuz eti anlamını içermesi, Kur’an’ın içerdiği hitabet uslubuna da aykırıdır. Çünkü Kur’an, etten söz ederken, sözünü ettiği etin ait olduğu hayvanın cinsinden hiç söz etmez. Örneğin; Türkçe’deki gibi, dana eti, koyun eti, inek eti, balık eti veya bıldırcın eti gibi ifadeler kullanmaz. Etlerden genel olarak söz eder ve sözünü ettiği etin, ait olduğu hayvandan söz etmez. Kur’an sadece bir yerde kuş eti tabirini kullanır ki, kuş tabiri de gökte uçan bütün kanatlı hayvanları tanımlayan genel bir tabirdir.
“Fıskan uhille li ğayrillahi bihi.’
Âyetin bu ifadesine de, Allah’tan başkası adına boğazlanmış olursa gibi, mantıksız bir anlam yüklenildi.
Halbuki âyet, biraz önce de değindiğimiz gibi, usulüne uygun boğazlanmamış, yani usulüne uygun öldürülmemiş hayvanlara ve bu tür hayvanlara ait etlere dikkat çekmektedir.
Âyetin bu ifadesi ve bir önceki ifadeleri hep aynı şeyi, usulüne uygun ölmemiş, ölü bir hayvanı, değişik ifadelerle ve değişik açılardan anlatmaktadır.
Ancak ölmüş, yani kanı akmamış, yani zararlı bir et olursa ki, öylesi pistir, çünkü Allah’ın emrine uygun boğazlanmamıştır.
Âyetin son ifadesine, “Allah’ın emrine uygun boğazlanmamıştır”, anlamı yerine, “Allah’tan başkası adına boğazlanmış olursa” gibi realite dışı bir anlam yüklenildi. Halbuki, hayvanlar zaten insanlar adına, insanlar yesin için boğazlanmaktadırlar.
“... Allah o(kocaman hayva)nları size boğun eğdirdi ki şükredesiniz. Onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Fakat sizin takvanız O’na ulaşır...” (22/36-37 S. Ateş çev.)
Âyete giydirilen anlamın yanlış olduğu, Allah’tan başkası adına veya Allah’ın ismi anılmadan boğazlanan hayvanlara ait etlerin, hiçbir kurum ve kişi tarafından test edilebilir olmayışından da anlaşılmaktadır. Halbuki, usulüne uygun boğazlanmamış bir hayvan etini, tıbbı tahlil veya şahsi tecrübeler ile tesbit etmek mümkün olmaktadır.
“Allah’ın emrine uygun boğazlanmamış”
Kur’an, hayvanların Allah’ın emrine uygun olmayan bir yöntemle boğazlanmasını veya öldürülmesini yasaklarken, yasakladığı öldürme veya ölme yöntemlerine de açıkça dikkat çekmektedir.
“... boğulmuş, (tahta veya taşla) vurul(arak öldürül)müş, yukarıdan düşmüş, boynuzlanmış ve canavar parçalayarak ölmüş olan hayvanlar -henüz canları çıkmadan kestikleriniz hariç- dikili taşlar (putlar) adına boğazlanan hayvanlar ve fal oklariyle kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (insanı yoldan çıkaran kötü şeylerdir)...” (5/3 S. Ateş çev.)
Âyet, yenmesi yasaklanan etlere ve bu etlerin elde ediliş biçimine dikkat çekmekte ve konuyla ilgili diğer âyetleri (6/145, 2/173, 16/115) daha geniş ve başka bir açıdan tefsir etmektedir.
Ancak, diğer âyetler gibi bu âyete giydirilen anlamlar da, âyetin tasvir veya resmettiği olayı yeterince yansıtmamaktadır.
“... dikili taşlar (putlar) adına boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyle (şans) kısmet aramanız size haram kılındı...”
Âyet çevirisinde yer alan, bilhassa bu ifadelerin, âyetin anlattığı olayla hiç ilgisi bulunmamaktadır. Âyet bu ifadelerle, ucu yontulmuş parçalarla, yani ok veya süngü gibi aletlerle öldürülmüş hayvanlara dikkat çekmektedir. Âyetin anlamı, aynı sûrenin, “içki, kumar, yontulmuş satranç taşları” gibi, kumar araçlarına dikkat çeken, 90. âyetinin anlamı ile karıştırıldı.
Âyet, “boğularak veya yuvarlanarak veya boynuzlanarak veya kurt tarafından; canları çıkmadan kestikleriniz hariç veya ucu yontulmuş, yani sivri bir şey sokularak ölmüş olursa ki, bunlar fısktır. (Doğal değildir.)” demektedir.
Âyet:
1- Herhangi bir şekilde havasız kalarak ölmüş,
2- Uçurumdan yuvarlanarak veya yüksek bir yerden düşerek ölmüş,
3- Başka bir hayvan veya kurt gibi vahşi bir hayvan tarafından öldürülmüş,
4- Taş, tahta, ok, kurşun veya sivri bir şeyle öldürülmüş hayvanlara ve bu şekilde ölmüş hayvan etlerine dikkat çekmektedir. Klasik tabirle; “Allah’tan başkası adına boğazlanan” (Allah’ın emrine uygun boğazlanmamış) hayvanlara dikkat çekmektedir.
Âyette geçen ve dikili taş diye anlam verilen alâ nusb kelimesi, ucu yontulmuş anlamına, kısmet ve fal oku diye anlam verilen teksimu bi eclam kelimeleri de sert, sivri parçalar, yani sivri âletler anlamına geldiği; Kur’an’dan anlamlandırıldığında anlaşılmaktadır.
KUR’AN’DAKİ HAYVANLAR
“Sizi bir tek candan yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi ve sizin için davarlardan SEKİZ ÇİFT indirdi (:deve, öküz, koyun, keçi)...” (39/6 S. Ateş çev.)
İslâm âlimi veya rivayetlerin, domuz hayvanı ve domuz eti ile ilgili yorumlarının güvenilir olmadığı, yukarda verdiğimiz âyetin dikkat çektiği, sekiz çifti, (ezvâç) dört çifte yormuş olmalarından da anlaşılmaktadır. Halbuki âyetin, sekiz çift, yani onaltı ayrı hayvan türüne dikkat çektiği, diğer âyetlerden ve Kur’an’ın genelinden açıkça anlaşılmaktadır. Âyetin dikkat çektiği hayvanlarla ilgili, Asrı-Saadet menşeli orijinal rivayetler, diğer bir çok orijinal rivayetler gibi, sonraki kuşak İslâm âlimlerine intikal etmediği için, âyetin dikkat çektiği hayvanlar, ne yazık ki, bugüne kadar teşhis olunamadı.
“Sekiz çift (hayvan): koyundan iki, keçiden iki. De ki: (Allah) iki erkeği mi haram etti, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru) ları mı? Eğer doğru iseniz bana bilgi ile haber verin.
Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: iki erkeği mi haram etti, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı?..” (6/143, 144 S. Ateş çev.)
Âyetler, bir önceki âyetin benzeri (müteşabihi) olup, bir önceki âyetin dikkat çektiği, on altı türü, dört gruba ayırmakta ve her grupta, erkekli-dişili, küçüklü-büyüklü dört tür hayvan olduğuna dikkat çekmektedirler. Ancak âyetlere yüklenen anlamlar, âyetlerin vurguladığı türleri çağrıştırmamaktadır. Çünkü, âyetlere yüklenen anlamlar, belli hayvan türleri yerine, belli hayvanları vurgulamaktadır.
“Sekiz çift. ZAİ’den İKİŞER MAZİ’den İKİŞER. De ki: Dört erkeği mi haram etti, dört dişiyi mi, yoksa dört dişinin rahimlerinde bulunanları mı?..
Ve İBİL’den İKİŞER BAKARİ’den İKİŞER. De ki: Dört erkeği mi haram etti, dört dişiyi mi, yoksa dört dişinin rahimlerinde bulunanları mı?..”
Âyetlerin dikkat çektiği ZAİ, MAZİ, İBİL ve BAKARİ kelimelerinin sadece, erkekli-dişili, koyun, keçi, deve ve inek türü hayvanlara dikkat çektiği zannedildi. Halbuki kelimeler, bütün hayvanlara dikkat çekerek, dört gruba ayırmaktadır.
Âyetin dikkat çektiği ÜSNEYN kelimesi, iki’ye değil, ikişer’e, yani her grupta, küçüklü-büyüklü, erkekli-dişili, dört tür hayvan bulunduğunu vurgulamaktadır.
“ZAİ’den ikişer.” Âyet bu ifade ile, arslan, köpek, kurt ve ayı türü birinci grup etobur hayvanlara dikkat çekerek, erkek ve dişi, iki cins’e, küçük ve büyük, iki boy’a ayırmaktadır.
ETOBURLAR
1. BİRİNCİ GRUP ETOBURLAR
1. Erkek büyük etoburlar. 2. Dişi büyük etoburlar. 3. Erkek küçük etoburlar. 4. Dişi küçük etoburlar.
“MAZİ’den ikişer.” Âyet bu ifade ile, yılan, balık, örümcek ve kımıl türü ikinci grup etobur hayvanlara dikkat çekerek, erkek ve dişi, iki cins’e, küçük ve büyük iki boy’a ayırmaktadır.
2. İKİNCİ GRUP ETOBURLAR
1. Erkek büyük etoburlar. 2. Dişi büyük etoburlar. 3. Erkek küçük etoburlar. 4. Dişi küçük etoburlar.
“Ve İBİL’den ikişer.” Âyet bu ifade ile, deve, at, katır, eşek türü birinci grup otobur hayvanlara dikkat çekerken, erkek ve dişi, iki cins’e küçük ve büyük iki boy’a ayırmaktadır.
OTOBURLAR
1. BİRİNCİ GRUP OTOBURLAR
1. Erkek büyük otoburlar. 2. Dişi büyük otoburlar. 3. Erkek küçük otoburlar. 4. Dişi küçük otoburlar.
“BAKARİ’den ikişer.” Âyet bu ifade ile, inek, koyun, tavuk, kuş, arı, türü ikinci grup otobur hayvanlara dikkat çekerken, erkek ve dişi, iki cinse, büyük ve küçük iki boy’a ayırmaktadır.
2. İKİNCİ GRUP OTOBURLAR
1. Erkek büyük otoburlar. 2. Dişi büyük otoburlar 3. Erkek küçük otoburlar. 4. Dişi küçük otoburlar.
Yukarda verdiğimiz âyetlerin dikkat çektiği, dört gruba mensup bütün hayvan türlerine, Kur’an, değişik sûre ve değişik âyetlerde, ayrıca dikkat çekmektedir. Ancak Kur’an, herşey gibi, hayvan türlerini de iki ayrı kelime ile vurguladığı için, 16 ayrı hayvan türüne, 32 ayrı isimle dikkat çekmektedir.
ETOBURLAR
1. BİRİNCİ GRUP ETOBURLAR
1. Gasveret-Gredet: Aslan, ayı, kaplan türü vahşi hayv. Âyetler: (74/51)-(2/65, 7/166, 5/60)
2. Sebu-Zibu: Kurt, sırtlan, çakal türü vahşi hayv. (5/3)-(12/13,14,17)
3. Kelb-Mükellib: Köpek, kedi, maymun ve domuz türü evcil hayv. (18/18, 22, 7/166)-(5/4)
4. Zübâbân-Ğurâbân: Atmaca, karga türü etobur kuşlar. (22/73)-(5/27)
2. İKİNCİ GRUP ETOBURLAR
1. Hutü-Hita: Balık ve balık türü hayv. Âyetler: (18/63, 61, 68/48, 37/142)-(7/163)
2. Yeste-Anke: Sinek, örümcek türü etoburlar. (2/26)-(29/41)
3. Kumele-Cevade: Bit, pire, çekirge türü canlılar (7/133)-(7/133)
4. Defâdi-Demman: Bakteri, mikrop, alyuvar ve akyuvarlar gibi en küçük canlılar (7/133)-(6/145)
OTOBURLAR
1. BİRİNCİ GRUP OTOBURLAR
1. İbil-Fil: Deve, fil, zürafa türü hayv. Âyetler: (6/144, 88/17, 105/3)-(105/1)
2. Sâfinat-Tevarat: At ve at türü hayv. (38/31, 32)
3. Ğeyle-Bığale: Katır ve katır türü hayv. (59/6, 8/60, 16/8, 3/14, 17/64)-(16/8)
4. Himar-Hemulet: Eşek ve eşek türü hayv. (62/5, 74/50, 31/19)-(6/142)
2. İKİNCİ GRUP OTOBURLAR
1. Bakari-Bakara: İnek ve manda türü hayv. Âyetler: (2/67, 68, 69, 70)-(6/142)
2. Niğac-Nağcet: Koyun ve keçi türü hayv. (38/24)-(38/23, 24)
3. Hud-Hude: Ördek, tavuk, bıldırcın türü otobur kuşlar (27/20)-(27/20)
4. Nahl-Neml: Bal arısı ve arı türü otoburlar (16/68)-(27/18)
Sonraki kuşak İslâm âlimleri, âyetlerin dikkat çektiği sekiz çifti, aşağıda vereceğimiz âyetten esinlenerek, sekiz tek’e yormuşlardır.
“O yarattı iki çifti; erkeği, dişiyi.” (53/45, S. Ateş çev.)
Âyetin, erkek ve dişi iki cinsi, iki çift diye nitelendirmesinden, Kur’an’ın, bir tek kişi veya canlıyı, bir çift olarak vurguladığı zannedildi. Halbuki; Kur’an’daki bu ve buna benzer âyetler, hayvanları tasnif ederken açıkladığımız gibi, iki türe veya iki cinse ve her cinsten, küçüklü-büyüklü, iki boya veya genç, ihtiyar iki kuşağa dikkat çekmektedir. Yani âyet, bir büyük, bir küçük, iki erkekten ve bir büyük, bir küçük iki dişiden (iki çiftten) söz etmektedir.
“O’dur ki arzı uzattı, orada sabit dağlar ve ırmaklar var etti, orada her meyvadan iki çift (erkek-dişi) yarattı...” (13/3, S. Ateş çev.)
Bu ve buna benzer âyetlerden de, Kur’an’ın, canlı, cansız herşeyi, genel olarak, iki türde ve iki boy’da değerlendirdiği anlaşılıyor.
Kur’an’ın varlıkları, hem cins veya türlerine göre, hem de boylarına göre sınıflandırması, akla ve mantığa da son derece uymaktadır.
Örneğin; 18 yaşında bir kız ile, 18 yaşında bir delikanlı, hem fizyolojik olarak, hem de psikolojik olarak birbirinden farklı olduğu gibi, 18 yaşındaki bir insanla 60-70 yaşındaki bir insan da birbirinden farklıdır.
Veya 3 aylık bir kuzu ile 3 yaşındaki bir koyun, küçücük ham bir elma ile olgun bir elma, küçük bir taşla büyük bir kaya hem fizyolojik olarak, hem de fonksiyonel olarak birbirinden farklıdırlar.
Ancak sonraki kuşak İslâm âlimleri, Kur’an’ın, aynı tür varlıkları da iki gruba ayırdığını idrak edemedikleri için, yukarıda verdiğimiz âyet ve benzeri bazı âyetleri iyi anlamlandıramamışlardır.
Örneğin, yukarıda verdiğimiz âyet “her meyvadan iki çift yarattı” demiyor, “herşeyden; meyvaların her iki çiftinden de ikişer tane yarattı” diyerek, bizim yaptığımız tasnifi, yani Kur’an’ın dikkat çektiği iki çift’in, ne tür bir, “iki çift” olduğunu vurgulamaktadır.
“Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca (iş ciddileşip sular kaynamağa başlayınca, Nuh’a) dedik ki: ‘HERŞEYDEN İKİŞER ÇİFTİ ve aleyhlerinde hüküm verdiklerimiz hariç olmak üzere aileni ve inananları gemiye yükle!’ Zaten onunla beraber inanan pek azdı.” (11/40, S. Ateş çev.)
“Herşeyden iki çift”. Âyetin bir ifadesine yüklenen bu anlam da, âyetin vurguladığı şeyi yeterince yansıtmamaktadır.
“Min külli zevceyni üsneyni”. Âyet bu ifade ile “her iki çiftten ikişer tane”ye dikkat çekmektedir.
“Onlara elçilerin geldiği şu kent halkını misal olarak anlat. Biz onlara İKİ elçi gönderdik, onları yalanladılar, biz de (elçileri) üçüncü biriyle destekledik...” (36/13, 14, S. Ateş çev.)
Âyet, iki elçiden değil, ikişer elçiden söz etmektedir. Çünkü âyetler ve âyetlerin yer aldığı kıssadan (36/13’27) söz konusu elçilerin, Hz. Musa ve Hz. Harun, elçileri destekleyen ve taşlanarak öldürülen üçüncü kişinin de, Firavn kavminden imanını gizleyen bir kişi (40/28’44) olduğu anlaşılıyor.
Âyet, söz konusu elçilerin, söz konusu kavme, önce ilk yaşamlarında, sonra da ikinci (Dünya) yaşamlarında gönderildiğine dikkat çekiyor. Yani âyet, söz konusu kavme, hem ilk yaşamlarında, hem de ikinci yaşamlarında ikişer elçi gönderildiğini vurguluyor.
“Eğer siz o (Hak elçisi)ne yardım etmezseniz, iyi bilin ki, Allah ona yardım etmişti: hani yalnız İKİKİŞİDENBİRİ olduğu halde, inkâr edenler kendisini (Mekke’den) çıkardıkları sırada ikisi mağarada iken arkadaşına “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” diyordu. (İşte o zaman) Allah (ona yardım etti) onun üzerine sekîne (huzur ve güven duygusu)nu indirdi ve onu, sizin görmediğiniz askerlerle destekledi; inanmayanların sözünü alçalttı...” (9/40, S. Ateş çev.)
Âyetin vurguladığı olayı, “hani yalnız iki kişiden biri olduğu halde” anlamı, yeterince yansıtmamaktadır. Çünkü âyet, Hz. Muhammed’in, yanında bir de arkadaşı, yani iki kişi oldukları halde, iki kere suikastten kurtulduklarını vurgulamaktadır.
“Allah: iki Tanrı tutmayın. O ancak tek Tanrı’dır. Yalnız benden korkun!, dedi.” (16/51, S. Ateş çev.)
Âyet çevirisi, âyetin verdiği mesajı yeterince yansıtmamaktadır. Çünkü âyet: “Allah: İkişer’den iki Tanrı tutmayın. O ancak tek Tanrı’dır. Yalnız benden korkun!, dedi” demektedir.
Âyet öncelikle, Yüce Allah’ın, karşı bir cinsi olmadığı gibi, küçük veya büyük bir hemcinsinin de olmadığına dikkat çekmektedir.
Zevceyn ve üsneyn kelimeleri, Kur’an’da 3 yerde birlikte yer alırken, Zevceyn kelimesi, Kur’an’ın genelinde 6 yerde, üsneyn kelimesi de 11 yerde yer almaktadır. Bu kelimeler, dergimizin ilk sayısında ve konu başında da dikkatinize sunduğumuz gibi, Kur’an’ı oluşturan, birbiri ile benzer, (müteşabih) takriben, 10.000 çift kelimelerden, bir çift kelimedir. Kelimeler benzer anlamlı olup, iki çifte, yani dört tek’e dikkat çekmektedirler.
HINZIR KELİMESİ ve KUR’AN KELİMELERİNİN BİLİNMEYEN ÖZELLİĞİ
Zevceyn ve üsneyn kelimeleri ile ilgili yukarıda yaptığımız açıklamadan sonra, Kur’an’ın içerdiği kelimelerin, insanı hayrete düşüren bir özelliğine değinelim.
“Allah, sözün en güzelini birbirine benzer, ikişerli (mesani) bir Kitap halinde indirdi...” (39/23, S. Ateş çev.)
Yukarıda verdiğimiz âyet ve benzeri diğer âyetler, Kur’an kelimelerinin veya Kur’an’ın içerdiği olağanüstü bir sisteme dikkat çekmektedir. Âyetin dikkat çektiği, birbirine benzer ikişerli söz’den maksat, birbirinin yedeği dört ayrı kelime veya kavramdır. Âyet, Kur’an’ın, dörtlü kelime gruplarından oluştuğuna dikkat çekmektedir.
Örneğin: Yukarıda değindiğimiz, üsneyn kelimesi ile, zevceyn kelimesi benzer anlamlı iki ayrı kelimedir. Yani kelimeler, birbirinin yedeği ve benzeri iki ayrı kelimedir. Mesani ve ezvâç kelimeleri de, birbirinin yedeği ve benzeri iki ayrı kelime olup, üsneyn ve zevceyn kelimeleri ile müteşabih (benzer)dirler.
Yukarıda verdiğimiz âyet, Kur’an’ın, şemalarda görüldüğü gibi, kelime gruplarından oluşan bir kitap olduğunu vurgulamaktadır. Allah kelimesinden başka, Kur’an’da yer alan bütün kelimelerin, bu tür bir özellik taşıdığı anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse; her kelimenin, benzer anlamlı, 3 ayrı yedeği bulunmaktadır. Bir kelimenin benzerlerinden biri, ikisi veya üçü, anlam kaymasına uğrasa bile, Kur’an’ın geneli dikkate alındığında, kelimenin anlamı korunmuş olmaktadır.
Ancak, İslâm âlimleri, Kur’an kelimelerinin bu tür bir özellik taşıdığını bilmedikleri için, hınzır kelimesinde olduğu gibi, birçok kelimenin anlam kaymasına ve birçok kelimenin de, anlam karışıklığına uğramasına engel olamamışlar ve Kur’an’ın, muamma bir kitap haline dönüşmesine yol açmışlardır. Ayrıca: Kur’an kelimelerinin taşıdığı bu özelliği, Kur’an âyetleri de taşımaktadır. Yani Kur’an âyetleri de, dörtlü âyet gruplarından oluşmaktadır. Diğer bir ifade ile, Kur’an bir olayı, birbirine benzer, dört ayrı âyet veya kıssa ile anlatmaktadır.
Kur’an kelime veya âyetlerinin içerdiği, söz konusu özelliğin bilinmesi, dikkate alınması, Kur’an’dan yapılacak yorumların isabetli olması için çok büyük önem taşımaktadır. Çünkü; herhangi bir konuda yapılan bir yorumun sağlaması, o konuyla ilgili kavramların, ait olduğu kelime gruplarını tesbit etmekle mümkün olmaktadır.
Sonuç olarak: Yukarıda verdiğimiz, en son tablodan da anlaşılacağı gibi, Kur’an’daki hınzır kavramının, herhangi bir hayvanı vurgulamadığı ve domuz eti ile ilgili dini rivayetlerin, yanlış olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
__________________ İsrâ 89
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
|