ebu muharrem Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 11 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 77
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ENFÜSÎ VE ÂFAKÎ MESLEKLER
İnsanlık, neredeyse her kabilede bir peygamberin bulunduğu bir dönem yaşadı. Çünkü insanlığın "bebeklik" çağıydı ve vesayete muhtaçtı.
"Çocukluk" dönemine erince peygamber sayısı gittikçe azaldı. Nihayet "adamlık" devrine ulaşınca son buldu.
Aslına bakılırsa, son bulan hidayete nispetle peygamberlik değil, fakat vesayete nispetle peygamberlerdir. Nitekim son peygamber, "Lev künnâ nesme'u ev na'kilu" (Mülk 67/10) yu öğretmiştir. Yani peygamberlere kulak vermeyenler, pişman olacaklar ve "Sizi dinlemiş yahut düşünmüş olsaydık keşke!" diyeceklerdir.
Bu itirafta, dinlemek düşünmeyle ilişkilendirilmiştir.
Dinleme fiilinin tahakkuku için, iki ayrı kimlik gereklidir. Oysa düşünme eylemi, öznenin kendisinde başlar ve kendisinde biter. Ayrıca dinlemek yöresel ama düşünmek evrenseldir. Hem, dinlemenin tek yolu, ama düşünmenin enfüsî ve afakî olan iki yolu vardır.
İşte yukarıdaki ayette; insanların, sorumluluklarını dinlemenin dışında bu iki yolla da idrak edebileceği ve Rablarını bulabileceği ifade edilmektedir.
Kur'ân'ın üslubu ile söylenecek olursa, herkesin bellerinden zürriyetleri alınmış, "gafildik" dememeleri için "Rabbınız değil miyim!" seslenişine, "Bilakis, elbette Rabbımızsın!" şeklinde cevap verebilecek kıvamda akort edilmiştir.
Bu temsili diyalogla ifade edilen: tek tek bütün insanların, eylemlerinden sorumlu tutulacaklarına, daha hayata adım atmadan tanık yapıldıklarıdır. Yani fıtrat, her insanda, içinden tutuşmuş bir çaput gibi yanarak sürekli bir sıcaklık bulundurmakta, herkesin gayret ve çabasına sorumluluk bilinci telkin etmektedir. İşte, yaratılışlarda benliğe konmuş olan, ferdî kabiliyetlerde saklı bulunan hissî şifreler enfüsî (öznel), beş duyuya mesaj ileten; oluş, havadis ve eşya ise âfâkî (nesnel) ayetlerdir.
İnsan, eşyaya ve dolayısıyla havadise "hilafet", bir anlamda peygamberlik (Kur'ân'da enbe'e) eder. Kendi yaratılışından, koluna konan kelebekten, izlediği kara bir kargadan, ayak bastığı sarı bir çiçekten ibretler alır.
Bu öznel ve nesnel yollardan gelen ibretleri ilme dönüştürür. Bu ilim sayesinde, hayatın zorluklarını, hoş bir suyun içimi gibi kolaylaştırır. Evrende zevkli ve keyifli bir hayat sürer. Aynı zamanda bu ilmi, sorumluluğunu hatırlamaya, kendisini ve sahibini tanımaya delil yapar.
Bu nedenle, asırların imbiğinden geçmiş şu, "Men arefe nefseh, fekad arefe Rabbeh" sözünün büyük bir gerçeği dile getirdiğini söyleyebiliriz; Kendisini tanıyan, Rabbını da tanır.
İşte buradaki "tanıma", kesinlikle sorumluluk bilinci taşıyan, kimlikli bir tanımadır.
Kendisini tanımadan Rabbını tanımak ise, sorunlu, temelsiz ve değersizdir. Çünkü kimliksiz bir tanımadır. Aslında bu, tanıma bile değil, sadece bir öğrenmedir.
Bizce, "kimsin?" sorusunu duraksamadan cevaplandırabilecek olanlar, ayetlerden sadece enfüsî olanları değil, aynı zamanda âfâkî olanları da, dengeli, aralıksız ve doğru okumayı bilenlerdir.
Şimdi meseleye Selçuklular dünyasından bakalım. Büyük bir başlangıcın ilk sebebi olan Osman Bey'in askerî birliklerini kuranlar, Selçukluların artıklarından seyr-i süluk-i âfâkî mensuplarıdır.
Selçuklu Niksar medreseleri, sadece enfüsî seyri seçen Malatya'ya karşı, enfüsî seyrin yanında hayatın zorluklarını kolaylaştıracak olan felekî bilgileri de ihmal etmemiştir.
Râzî, sadece enfüsî seyri seçen muhalifleri yanında, kimya, astronomi ve tıpta da mahirdir. Onun tarzını Anadolu'da meslek edinenler de böyledir. Uhuvvet teşkilatı reisi Ahi Evren, onun öğrencilerindendir. Yıkıcı Moğol akınlarına, Ahilerin merkezi olan Kayseri kentinin uzun süre direnebilmiş olması bundandır.
Kişisel kimlikte en güzel örnek kuşkusuz gezgin Peygamber Hz. İbrahim'dir. O, enfüsî ayetlerin yanında, yer ve göklerin melekûtunu okuma sınavını kazanmıştır. Onu tek başına bir ümmet yapan şey de budur.
Bu iki tür ayeti, dengeli, sürekli ve doğru okuyamayanlar, İbrâhimî bir duruş kimliğinden mahrum kalırlar. Bu nedenle de tek başlarına ümmet olamazlar. Dinlerini, cemiyetlerinin dinlerine uydururlar. Şablonlarına uymayan bütün anlayışları deccal sayarak, mesih, mehdi ve velî gibi kurtarıcı ve koruyucular beklerler.
Koruyucuları vefat edince de ökçeleri üzerine dönerler. Himayeye muhtaç yaşar, hatta büyük hesap anında bile bunu gerekli görürler.
Bu ise, dinde kimlik bozulmasının; Yahudileşme ve Hıristiyanlaşmanın ilk basamağıdır. Nitekim sırf âfâkî meslekte olanları Yahudileşme, sırf enfüsî meslekte olanları ise Hıristiyanlaşma tehdit eder.
"Yahudileşen ve Hıristiyanlaşanlar" la devam edecek.
Ahmet Baydar'dan iktibas
|
ebu muharrem Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 11 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 77
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sayın kardeşim ulu-yol yazarın kastettiği inananların sayısal çoğunluğu değil dinin kemale ermesi..Bununla ilgili bazı fikirler var onları sizlerle paylaşacğım.
Konuya devam ediyorum.
Kişisel kimlikte en güzel örnek kuşkusuz gezgin peygamber Hz.İbrahimdir.O,enfüsi ayetlerin yanında,yer ve göklerin melekutunu okuma sınavını kazanmıştır.Onu tek başına ümmet yapan da bu olsa gerek.Bu iki tür ayeti(enfüs ve afak) dengeli,sürekli ve doğru okuyamayanlar,ibrahimi bir duruş kimliğinden mahrum kalırlar.Dinlerini,cemiyetlerinin dinlerine uydururlar.Şablonlarına uymayan bütün anlyışları deccal sayarak,mesih,mehdi ve veli gibi kurtarıcı ve koruyucular beklerler.Koruyucuları vefat edince de ökçeleri üzerine dönerler.Himayeye muhtaç yaşar hatta büyük hesap anında bile şefaat olarak bunu gerekli görürler.
bu ise ,dinde kimlik bozulmasının,yahudileşmnin ve hristiyanlaşmanın ilk basamağıdır.Nitekim sırf afaki meslekte olanları yahudileşm,sırf enfüsi meslekte olanları ise Hristiyanlaşma tehdit eder.Suçluların ilahi azaptan kurtuluş için,bir ruhani vesayetini gerekli görme anlayışı,dünyayı terkin sonucudur.Kurtuluş için muayyen bir topluma mensup bulunma şartını ileri sürmek de buna benzer ki,bu da tam aksine ahireti terk sonucunda gelişir.Vesayet ve aidiyet inançları,bu tek taraflı rağbetler ve terkler sonucunda ortaya çıkan sapmalardır.Nitekim birincisi(vesayet)dindar toplumları,öteki hayatta isevi bir teslimiyete güvendirmiş,ikincisi ise şimdiki hayatta israili bir uyanıklılığa sevk etmiştir.
Dinde emir ve yasak işlerini belli bir grubun takibine bırakmak tam bir hristiyanlaşma,her emir ve yasağı her seviyeden herkesin işi olarak görmek ise tam bir yahudileşme temayülüdür.
Gidişat ve duruşları kişiliklerin belirlediği,bunun da çeşitli okuyuşlarla oluştuğu ise elbette tartışılmaz.Acaba Tevratın tamamını muhkemmiş,İncilin tamamını müteşabihmiş gibi okuyuşlar İbrahimi'midir?Acaba kuran ayetlerini şunlar muhkem,bunlarda müteşabih diye belirleyerek okuyuşlar ibrahimi midir?acaba sadece enfüsi ayetleri ya da sadece afaki ayetleri okuyuşlar ibrahimi midir?Elbette hayır.
Böyle olduğu halde,aidiyet düşkünü kimselerin'Biz Allahın sevgilileriyiz(5/18)ateş bize sayılı gün dokunur,sonra kurtuluruz(2/80)demeleri nasıl izah edilir.Uhrevi kurtuluş için Şia ya mensup olmanın (Müslüman diyarda doğmakta aynı mantık) yeterli olduguna inanmak,ancak hristiyan olursanız kurtulursunuz demekten ne kadar farklıdır?
Sünni şeyh,bir gün müridleri arasında,meşhur bir siyasiden söz ederken,'Ben o adamı cennetime almam' buyurur!Dinleyenlerden kimlikli olanı dayanamaz ve itirazla karışık Şeyhe sorar;şeyh efendi Birisini cennete almak sizin elinizde mi?Şeyh şecaaat edeyim derken sirkatini faş eder ve Şefaat etmem ,demek istemiştim.Sizce,Kuranın hidayetine mi,yahudiliğe mi,yoksa hristiyanlığa mı daha yakındır bu şeyh?İnançsız babasının bile bağışlanmasını dileyen,uyarı alınca bundan vazgeçen ibrahimin çizgisinin neresindedir?
Selametle
|