Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İslam'a ana kapısından girmekAlın
size kocaman bir soru: Bakara 2. ayet neden “Huden li'l-muttekîn”
(takva sahipleri için tarifsiz bir hidayettir) diye biter? Neden
“takven li'l-muhtedîn” (hidayete erenler için takva kaynağıdır) diye
değil?
Biliyor musunuz, elimizdeki birçok tefsir ve hemen tüm mealler bu ayrımı ıskalamışlar.
Dahası da var: bazıları ayan açık Bakara 2'yi
“neden böyle değil” dediğim cümle gibi anlamışlar. Oysaki vahiy,
“Kur'an hidayete erenler için takva kaynağıdır” demek isteseydi öyle
derdi, ama demedi. Ya ne dedi? “Kur'an takva sahipleri için tarifsiz
bir hidayettir” dedi.
İşte burada kafa konforumuz bozuluyor. Yaygın
tabirle, ezberimiz bozuluyor. Biz kendimizi öyle şartlandırmışız ki,
takvadan ancak hidayetten sonra söz edilebilir sanmışız. Hidayetten
önce takva olmaz sanmışız. Ama ayet bunun tersini söylüyor. Hidayetten
önceki takvadan söz ediyor. Hatta bir adım daha atarak, zımnen şunu
söylüyor:
“İnsanı hidayete ulaştıran hidayete ermeden önceki takvasıdır.”
Hidayete ermeden önceki takva?..
Bu konuda bu köşede daha önce yazdığım “Vicdan
olmadan iman olur mu?” başlıklı makale orada öylece dururken, bunun
neden ve nasılını tekrar izaha girişecek değilim.
Sözü buradan açmamın nedeni, bu ayetin son tecellisiyle dün karşılaşmış olmamdır.
Ayetin tecelli ettiği şahıs, Murad Wilfried
Hofmann'dır. Essen Üniversitesinin 800 kişilik konferans salonunu
dolduran üniversite gençliğinin önüne onunla yan yana çıkmadan önce
sıcak bir sohbetimiz oldu.
Sohbetimiz sırasında Üstad Hofmann, Cezayir'de
bir Alman diplomatı olarak bulunduğu yıllarda yaşadığı bir hatırayı
nakletti. O bunu, Türkiye'yi İslam bünyesinden tamamen kesip koparma
projesi olan malum projenin İslam coğrafyasında ne derin yaralar
açtığını teyit sadedinde dile getiriyordu.
O tarihte bir Türk hanımla evli olan Hofmann
Cezayir'de bir camiye girmek isterler. Görevli Alman Hofmann'ın
girebileceğini fakat Türk eşinin giremeyeceğini söyler. Arkasından da
bir espri yaptı: “Her sabah kalktığımda Erdoğan hâlâ yerinde duruyor mu
diye soruyorum!”
Şimdi gelin benim yerimde olun da, daha neyin
ne olduğunun ortaya çıkmadığı 1920'li yılların başında tepeden
Batılılaşma projesinin taşeronlarını “Ey halaskarânı İslam!” diye
tebcil eden Cezayirli allame Abdulhamid b. Badis'i acı bir tebessümle
hatırlamayın.
Vahyin inşa ettiği arı-duru bir zihin
karşımdaki. Anadan doğma Müslüman (!) birçok entelektüelde görmeye
hasret gittiğim bir zihni netlik ve teşevvüşten uzaklık. Batı
varoluşçuluğunu “laf cambazlığı” olarak görüyor. Batılı düşünürler
içinde Ludwig Wittgenstein'i ciddi buluyor. Uçakta göz gezdirdiğim
eserinde Hofmann, bu agnostik üstadın İslam'a seçici/ayıklayıcı
yaklaştığından şikâyetini görüyorum.
Söz Kur'an'a geldiğinde, karşımdaki insanın
Kur'an'ı nasıl hücrelerine sindirmiş olduğunu, bilmem kaçıncı kez
hayretle müşahede ediyorum. Tek kelimeyle Kur'an'a vurgun biri olarak
gördüm onu. Ah ki, ne ah! Bizdeki benzerlerinde binde birini
göremediğim hassasiyet. Hatta bırakın ateist, agnostik ve deistlerinde,
İslamcılarında bile rastlayamıyorum bu vahiy hassasiyetine.
78'ine merdiven dayamış karşımdaki ihtiyar
(ihtiyar “doğru seçim yapabilen tam aktif irade” manasına gelir)
delikanlının vahye olan bu derin bilgi ve ilgisinin arka planını merak
ediyordum ki, kendisi sormadan açıkladı. Fransız işgali altındaki
Cezayir'de bulunduğu yıllar kanın gövdeyi götürdüğü yıllardır.
Cezayirliler işgalcilerden vatanlarını terk etmelerini istemekte,
Fransızlarsa bu talebi kanla, aşağılamayla, katliamla bastırmaya
çalışmaktadır. Bu dayanılmaz duruma karşı Cezayirlileri diri ve umutlu
tutan sırrı Hofmann çok merak eder. Sonunda bulur: Kur'an. Bu sırrı
Allah Bakara 153. ayete koymuştur.
Ve kendisi o tarihten sonra Kur'an'la yol
alır. Kur'an onu fıtratına doğru çeker getirir. Sonunda Allah
Rasulü'nün ve sahabenin girdiği İslam'ın ana kapısından o da girer.
İslam'ın ana kapısı vahyin kapısıdır.
ABD'de yüksek tahsilini yaparken bir kaza
geçirir. Yüzü ve alt dudağı tahrip olmuş, 19 dişi kırılmış, kolu
yerinden çıkmış, sağ dizinde kayma olmuştur. Gözünü hastanede açtığında
cerrah şöyle der: “Sevgili dostum, kimse böyle bir kazadan
kurtulamazdı! Tanrı'nın senin için planları olsa gerek!”
Hofmann diyor ki: “Yirmi dokuz yıl sonra, 25
Eylül 1980'de bunu anladım.” Bu tarih, Hofmann'ın fıtratına dönüş
tarihidir. İşte günlüğüne o günlerde düştüğü not: “..fark ettim ki,
kendime rağmen ve tamamen gayr-ı iradi bir biçimde, her hangi bir şok
yaşamadan ve adım adım duygu ve düşünce planında Müslüman olmaya
başlamıştım.”
Şu kesin ki, onu İslam'ın ana kapısına adım
adım yaklaştıran Kur'an'dır. İşte tam bu nedenle birini sahabeyle
kıyaslayacağım zaman “anadan doğma Müslüman”dan daha çok alın teriyle,
yürek teriyle, kendi kendini yeniden doğurarak Müslüman olan
mühtedileri kıyaslıyorum. Çünkü başta “sen bundan önce kitap nedir iman
nedir bilmezdin” denilen Peygamber olmak üzere tüm sahabe “mühtedi”
idi. Ve hepsi de İslam'a ana kapıdan girdiler.
İşte bu yüzden Kur'an muttakiler için hidayettir. Bilmem anlatabildim mi?
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|