Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KISIM – 3
Bu temel anlamından başka , kaderin güç yetirmeyle bağlantılı olan bir diğer anlamı ölçüdür. Hicr suresi 21. Ayet: ( Katımızda hazineleri olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak bilinen bir ölçüye göre indiririz. )
Ayette Allah’ın katında olanın bir ölçü ile indirildiği ifade edilmiştir. Burada kader kelimesine güç yetirme anlamının verilmesi pek uygun düşmemektedir. Zira Allah’ın katında olanın bilinen (belli) bir güç yetirmeyle indirilmesi demek , o şeyin belli bir kanun ve nizam dahilinde indirilmesi anlamına gelecektir. Bu ise o şeyin belli bir ölçüye göre indirildiğini ifade eder.
Kaderin bir diğer manasını Talak suresi 7. Ayette bulmaktayız: ( Genişlik sahibi olan kimse nafakayı genişliğine göre versin; rızkı kendisine yetecek kadar olan kimse, Allah’ın kendisine verdiğinden versin;Allah kimseye verdiği rızkı aşan bir yük yüklemez. Allah güçlükten sonra kolaylık verir.)
Ayette kader rızkın daraltılması anlamında kullanılmıştır. Zira rızkın bir kimse için güç yetirilmesi , rızkın o kimseye belli bir ölçü ile verildiğini, belli bir ölçüye göre verilmesi de ölçüsüz, bol bir şekilde verilmediği yani rızkın o kimse için daraltıldığı anlamına gelmektedir. Ayrıca ayette İfadesinden önceki kısmın , kaderin anlamının bir kimsenin rızkının daraltılması şeklinde anlaşılmasında rolü vardır. Çünkü her iki ifade birbiriyle ters anlamlıdır. Birinci kısımda imkanı geniş olma (zengin olma) durumu sözkonusu olduğuna göre ikinci kısımda rızkın daraltılması anlamı ifade edilmiş olmaktadır.
Mürselat suresi 21. Ve 22. Ayetlerde kaderin bir başka anlamını buluyoruz: ( Onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi?)
Ayette insanın yaratıldığı suyun sağlam bir yerde bilinen bir süreye kadar tutulduğu ifade edilmiştir. Yani kader zaman anlamı ile ilgili olmaktadır. İnsanın kendisinden meydana geldiği suyun belli bir kadere kadar bir yere yerleştirilmesine iki anlam verilebilir. Bunlardan birincisi belli bir güç yetirmeye kadar bir yere yerleştirilmesi ikincisi belli bir zamana kadar bir yere yerleştirilmesi. Bu anlamlardan ikincisi tercih edilmiş olmakla beraber birinci anlam da verilebilir. Hatta buna bağlı olarak belli bir ölçü ve sınıra kadar bir yere yerleştirme anlamı da verilebilir. Zira burada Allah’ın insanın meydana geldiği suya güç yetirmesi o suyun kendi durumu , zamanı veya mekanı kategorileriyle ilgilidir. Ayette suyun mekanı hakkında bilgi veriliyor. O halde geriye suyun durumu ve zamanı ile ilgili hususlar kalmaktadır. İşte bunlardan birinci anlam da mümkün olmakla birlikte ikincisi olan zaman anlamı tercih edilmiştir . Yani Allah’ın varlığa (insanın kendisinden meydana geldiği suya) güç yetirmesi o suyun belli bir zamana ulaşmasıyla gerçekleşmektedir.
Kaderin bir diğer anlamını Enam suresi 96. Ayette görmek mümkündür: ( Tan yerini ağartan , geceyi dinlenme zamanı , güneşi ,ayı vakit ölçüsü yapan O’dur. İşte bu yüce Bilgin’in düzenlemesidir.)
Ayette bir şeyin bir şey olarak kılınması Allah’ın taktiri olarak ifade ediliyor. Mesela gecenin sükünet kılınışı gibi. Ayete göre kaderin anlamı Allah’ın varlığa (gece) güç yetirmesinde ortaya çıkmaktadır. Allah’ın geceye güç yetirmesi onu (geceyi) bir şey olarak (dinlenme zamanı) kılması veya yaratması demektir. O halde Allah’ın takdiri ayete göre birşeyin bir şey olarak yaratılması veya kılınması anlamına gelmektedir. Ayetteki takdir kelimesi fa’ale kalıbının mastarıdır. Bu babdaki fiilin anlamlarından birisi de filin bu baba sokularak ettirgen yani iki nesneye geçişli yapılmış olmasıdır. Ayette cea’le fiili ettirgen olarak yani iki nesneye geçişli olarak kullanılmıştır. İşte fa’ale kalıbındaki takdir kelimesi bu anlamı ortaya koymuş oluyor.
En’am suresi 91. Ayette kader değerlendirmek anlamındadır: ( “Allah hiçbir insana bir şey indirmedi “ demekle Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler. )
Ayette kader değerlendirmek anlamındadır. Zira bu anlamın verilmesinde inanmayanların ‘Allah hiçbir insana bir şey indirmedi’ sözlerinin etkisi vardır. Bu, bir hüküm ve yargıda bulunmaktır. Bir hüküm ve yargıda bulunmak ise yorumlamak dolayısıyla değerlendirmek demektir. Zaten günümüz anlambiliminde bir yargıda bulunmamızı sağlayan cümleyi oluşturan iki unsurdan birisi konu diğeri yorumdur. Dilbilgisindeki yüklem anlambilimde yorum olmaktadır. Yani konu hakkında yorumda bulunulmaktadır. Dolayısıyla o şey değerlendirilmiş olmaktadır. Böylece ayetteki kader kelimesine değerlendirme anlamının verilmesinde bu kelimenin sözcük anlamı değil de ayet bütünlüğü içerisindeki dil ve konu bağlamı çerçevesinde anlaşılmasının etkisi olmaktadır ki bu da kelimeyi anlamada anlambilimin kullanıldığını gösterir.
Kalem suresi 23-25 ayetlerde kader kelimesi azmetmek , kararlı olmak anlamında kullanılmıştır: (“Bugün orada hiçbir düşkün kimse yanınıza sokulmasın” diye gizli gizli konuşarak yürüyorlardı. Yoksullara yardım etmeye güçleri yeterken böyle konuşarak erkenden gittiler. )
Azmetmek ve niyet etmeye güç yetirmek , azmetmek ve niyet etmek, azim ve kararlılık içinde olmak anlamına gelir.
Kader kelimesi Kamer suresi 10- 12 ayetlerde bir işi düzenlemek , planlamak anlamına geliyor: ( O da “ben yenildim bana yardım et” diye Rabbine yalvarmıştı. Biz de bunun üzerine göğün kapılarını boşalan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık;her iki su belirtilen bir ölçüye göre birleşti.)
Bütün bu yan anlamlar , kaderin esas ve temel anlamı olan güç yetirme ile ilgili olduğu gibi, Al-i İmran suresi 29. Ayete göre: ( Deki; “ İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde bulunanları da bilir ve Allah’ın gücü herşeye yeter.”)
Ayetin genel olarak iki anlamdan oluştuğu söylenebilir . Bunlardan birincisi içinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah’ın onu bildiği ve Allah’ın göklerde ve yerde olanı bildiğidir. Diğer anlam ise Allah’ın herşeye gücünün yetmesidir ilk bakışta bu iki anlam arasındaki bağın ne anlamda olduğu çok açık değildir. Ancak yapısal anlambilim açısından ayeti dil ve konu bağlamına göre değerlendirecek olursak birinci kısımdaki anlamın özel , ikinci kısımdaki anlamın genel olduğunu, buna bağlı olarak ta Allah’ın her şeye gücünün yetmesi anlamının içerisinde Allah’ın göğüslerde olan ile yerde ve göklerde olanı bildiği anlamının bulunduğunu söyleyebiliriz . Yani Allah’ın herşeye güç yetirmesinin özel şekli O’nun göğüsler ile göklerde ve yerde olanı bilmesidir. Dolayısıyla kader ile Allah’ın ilmi arasında sıkı bir bağın olduğu bir başka ifade ile kaderin Allah7ın göğüslerde olan ile göklerde ve yerde olanı bildiği anlamına geldiği söylenebilir.
Keza Hadid suresi 22.- 23. Ayetlerde Allah’ın yazması veya ilminden bahsedilmiştir: ( Yeryüzünde ve öz benliklerinizde başınıza gelen herhangi bir olayı yaratmamızdan önce, şüphesiz, O Kitap’ta bulunur. Doğrusu , bu Allah’a kolaydır. Bu , kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah , kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez. )
Ayetteki “musibet” kelimesi “isabet eden şey” anlamındadır. Bu isabet eden şey kötü de olabilir iyi de olabilir. Nitekim isabet edenin sadece kötü bir şey olmadığı bilakis iyi bir şey olabileceği takip eden ayetteki Allah’ın size verdikleriyle şımarmamanız içindir ifadesinden çıkarılabilir. Halbuki musibet kelimesi Türkçede daha çok kötü olan şeylerle ilgili olarak kullanılmaktadır. Yeryüzünde ve özbenliklerinizde başınıza gelen iyi veya kötü bir şeyin yaratılmadan önce bir kitapta olması, Allah’ın bu musibeti yazdığı veya onu bildiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kader mevzuunda delil olarak en çok kullanılan bu iki ayette Allah’ın yazması veya ilmi insana isabet eden iyi veya kötü musibetle ilgili olup, insanın fiilleriyle ilgili değildir.
Ayrıca insanın başına gelen iyi veya kötü musibetin her zaman açık ve net bir şekildi insanın fiilleriyle de bağlantısını kurmak yani arada bir sebeplilik bağı oluşturmak ta mümkün değildir yani insana gelen şu musibetin sebebi insanın şu fiilidir demekte mümkün değildir. Dolayısıyla sebeplilik bağına göre musibeti fiil olarak yorumlamak da mümkün değildir. Hem böyle bile olsa sebep ile sebebin sonucunu birbirinden ayırmamız mümkündür. Dolayısıyla bu durum musibet ile insan fiilinin birbirinden ayrı şeyler olduğunu gösterir. Diğer taraftan ikinci ayette Allah insana isabet eden musibetin yaratılmadan önce bir kitapta olmasının nedenini açıklamaktadır. Bu da insanın kaybettiklerine üzülmemesi ve Allah’ın verdikleriyle şımarmaması içindir.
Günümüz kelamcılarından Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın da belirttiği gibi Allah müminleri ümitsizliğe düşmemeleri için teselli etmiş veya onları böbürlenip yollarını şaşırmaktan korumuştur. Yoksa ayet daha önceden yazılmış bir kadere uymak zorunda kalındığını ifade etmemektedir. Bu durumda her iki ayetin insanın fiilleriyle bağlantılı olarak ele alınması yorum olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir. Son iki ayetten önce geçen Al-i İmran suresi 29. ayete göre kader Allah’ın ilmi anlamına gelmekte idi . az önce geçen Hadid suresi 22. ve 23. ayetlerde de insana isabet eden musibeti Allah’ın bildiğinden bahsedilmekte idi. Bundan hareketle kader Allah’ın ilmi ile alakalıdır. Allah’ın ilmi de musibet ile alakalıdır. O halde kader, musibet ile alakalıdır şeklindi bir akılyürütme yapılabilir.Kader mevzuunda en çok kullanılan bu iki ayette Allah’ın yazması veya ilmi musibet veya nimetle ilgili olup, insanın fiil ve davranışlarıyla ilgili değildir. Dolayısıyla bu ayetlerin insanın fiilleriyle bağlantılı olarak ele alınması yorum olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir.
Zaten Al-i İmran suresi 165. Ayette kader kelimesi , musibeti isabet ettirmek anlamıyla yakından ilgilidir: ( Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca “Bu nereden ?” dersiniz? De ki: “O, kendinizdendir.” Doğrusu Allah’ın gücü her şeye yeter.) Ayette başlıca iki anlamdan bahsedilebilir . Birincisi insana musibetin isabet etmesi, ikincisi Allah’ın her şeye gücünün yetmesi. Yapısal anlambilimde dil ve konu bağlamına göre bu iki anlamı birbiriyle bağlantılı olarak anladığımızda birinci anlamın özel, ikinci anlamın genel nitelikli olduğu dolayısıyla insana isabet eden musibetin Allah’ın bir çeşit güç yetirmesi anlamına geldiği ortaya çıkmaktadır.
Ancak burada insanın sorumluluğuna da bir açıklık getirmek gerekiyor. Nitekim Nisa suresi 78-79 ayetlerde ( Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde olsanız bile ölüm size ulaşır. Onlara bir iyilik gelirse “ bu Allah katındandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse ,” Bu senin yüzündendir” derler. De ki : “ Hepsi Allah katırdandır” Bu topluma ne oluyor ki , nerde ise hiçbir söz anlamıyorlar? Sana bir iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük gelirse kendindendir. Seni insanlara elçi gönderdik. Tanık olarak Allah yeter.)
Bu iki ayette , münafıklara hitaben insana isabet eden iyilik ve kötülüğün Allah’tan olduğu, peygambere hitaben de sana isabet eden bir iyiliğin Allah’tan , kötülüğün de senin kendinden olduğu ifade edilerek insanın sorumluluğu da vurgulanmış oluyor. Keza Şura suresi 30. Ayette: ( Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.)
İsabet eden bir musibetten insanın sorumlu olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu durumda ayetlerden anladığımıza göre kader, temel anlamı itibarıyla Allah’ın varlığa güç yetirmesi özel anlamı itibarıyla da insana isabet eden musibet veya iyiliğin Allah tarafından bilinmesi veya isabet ettirilmesi anlamını ifade etmektedir. Ancak insana isabet eden musibetten insan sorumludur. Yani musibet sorumluluk açısından insana, bilinmesi veya isabet ettirilmesi anlamıyla da Allah’a aittir.
Kaderin anlamını Kur’an çerçevesinde bu şekilde ortaya koyduktan sonra kader ile Allah’a iman arasında bir bağın olup olmadığına bakmamız gerekmektedir. Kur’an çerçevesinde bu bağlamda Tegabun suresi 11. ayette : ( Başa gelen hiçbir olay Allah’ın izni olmadan olamaz; Allah’a kim inanırsa onun gönlünü doğruya yöneltir. Allah her şeyi bilendir.) Ayetin birinci kısmında musibetin Allah’ın izni ile isabet ettiğinden bahsedilirken, ikinci kısımda ise Allah’a iman edenin kalbine Allah’ın hidayet vereceğinden bahsedilmektedir. Ayeti bütün olarak ele alır ve bu iki anlam arasında bağlantı kurarsak musibetin Allah’ın izni ile isabet etmesi ile Allah’a imanın birbiriyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Keza Bakara suresi 155.-157. Ayetlerde: (And olsun ki sizi biraz korku biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksilterek deneyeceğiz. Katlananlara müjde ver. Başlarına bir musibet geldiği zaman”Kuşkusuz biz Allah’a aitiz ve elbette O’na döneceğiz” derler. İşte onlara Rablerinden nimetler ve rahmet vardır. İşte onlar doğru yolu bulmuşlardır.) İsabet eden musibet karşısında alınan tavır ile Allah’a iman arasında bir bağın olduğu açıktır.Yani kişinin Allah’a ait olduğunu ve O’na döneceğini söylemesi Allah’a olan imanın gösterir.
Yine Tevbe suresi 50.- 51. ayetlerde : (Sana bir iyilik gelirse, onların ağırına gider. Eğer, sana bir kötülük gelse “Biz önceden işimizi tuttuk” derler ve sevinerek geri dönerler. De ki: “Allah’ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez . O bizim sıkı dostumuzdur. İnananlar, Allah’a güvensinler.)
Musibetlerin isabet etmesiyle Allah’a tevekkül arasında bir bağ olduğu anlaşılmaktadır. Allah’ a tevekkül ise O’na iman ile ilgilidir. Lokman suresi 17. ayette : ( “Ey oğulcuğum! Namazı kıl , akla uygun olanı buyurup kötülüğü yasakla, başına gelene karşı dayanıklı ol; doğrusu bunlar üzerinde durulmaya değer, önemli işlerdir.”) İsabet edene sabretmenin gerekliliği anlaşılmaktadır. Sabır ise Allah’a iman ile ilgilidir. Keza Hadid suresi 22.-23. ayetlerde:
( Yer yüzünde ve öz benliklerinizde başınıza gelen herhangi bir olayı yaratmamızdan önce , şüphesiz, O Kitap’ta bulunur. Doğrusu ,bunlar Allah’a kolaydır. Bu , kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.)musibetin isabet etmesiyle , insanın kaybettiklerine üzülmemesi ve Allah’ın kendisine verdikleriyle de şımarmaması gerektiği anlatılmaktadır. Bu tür tutum ve davranış ise Allah’a iman ile ilgilidir.
Zaten Cibril hadisinde geçen kadere inanma bu manada anlaşılmalıdır. Yani kaderin insan fiili ve bunun ezelde tespitiyle bir alakası yoktur.Nitekim yazar H.Atay da kader meselesinde insanın iradesini ilgilendiren nokta ile tabii ve kevni hadiseleri ilgilendiren ciheti birbirinden ayırmak gerektiğini ifade ederken kaderin insan fiili ile ilgili olmadığını tabii ve kevni hadiselerle ilgili olduğunu demek istemiştir. Dolayısıyla insan fiilini ve bunun ezelde tespitini kaderin anlamı içine almak yorumla sözkonusu olup, bu da belli bir mantıkla probleme yaklaşmak ve belli bir kültür çerçevesinde problemi değerlendirmekle gerçekleşmektedir. Zaten kader kelimesi ile Kur’an’da insan fiilinin kastedilmiş olması Kur’an’ın uslübüna da aykırıdır. Zira kader ile insan fiili kastedilmiş olsa bu, insan fiiline ayrı bir varlık kategorisi vermek yani insan fiilini daha somut bir tarzda mustakil bir varlık imiş gibi değerlendirmek anlamına gelir. Halbuki fiil insana bağlı olarak anlaşılan soyut karakterli bir şeydir. Öte yandan kadere imanın bir iman esası olarak kabul edilip edilmeyeceği ise iman esasları anlayışı ile ilgili bir husustur ki , onu diğer bir yazımızda ele aldık.
http://72.14.203.104/search?q=cache:cgvyk7zOZKMJ:delikanforu m.net/showthread.php%3Ft%3D2876+H%C3%BCseyin+Atay+Kader& hl=tr&ct=clnk&cd=10
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|