Yazanlarda |
|
hayat1 Newbie
Katılma Tarihi: 06 nisan 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 3
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ÖZ VE ŞEKİL DENGESİ-1
İnsanları aynı dinde yapan sadece şekil midir? Yada sadece şekle bakarak insanları ilk planda belli bir kategoriye soksak bile bu durum gerçeği ne kadar yansıtır? ‘’Beni Yahudi yapan insan öldürmeyi haram saymam değil, benim takkem, dua şeklimdir’’ diyor bir Yahudi din adamı. Oysa bu yaklaşım ancak genel bir bakış açısı sağlayabilir bizlere. İnsanların düşünceleri, duyguları, inançları yaşamlarına yön veriyor. İnsan öldürmeyi haram saymayan biri, bunu en büyük suçlardan kabul eden İslam dinindedir diyebilir miyiz? Haram ve helaller Yaratıcı’ mız tarafından belirlendiğine göre, falan kişi isterse benim dinimdeki haramları haram saymasın yine de biz aynı dinde sayılırız diyebilir miyiz? O kişinin takke takmış olması din konusunda birşeyi haram yada helal saymasından daha mı önemlidir? Günümüzde birçok insanı terör faaliyetleriyle öldürenler de belki takke takıyor ama masum insanları gözünü kırpmadan öldürebiliyor. İnsanın din konusunda öz ve biçim açısından bir bütünlük ve uyum içinde olması, inandıklarının ve yaptıklarının birbirini tutması, birinin diğerine tercih edilmemesi daha makul bir yaklaşım olarak görünüyor.
Din konusunda öz ve biçimin birarada olması insanda mükemmeliği, bilgeliği sağlayacak bir formül gibidir. ‘’Özü sözü bir ‘’ dediğimiz kişilere güvenir, etrafımızdaki insanların dürüst ve güvenilir olmasını isteriz. Bilinçli, aklı başında bir yaşam tarzı süren insanların söyledikleri ve yaptıkları arasında bir uyum ve denge vardır. Bir insan birşeyi yanlış bulduğunu söylüyor ama yine de yapıyorsa o insanın ya sözlerinden yada yaptıklarından şüphe duyarız. Örneğin kendisi sigara içtiği halde başkalarına ‘’Sigara içmeyin, sigara sağlığa zararlıdır, ben de sigara içmenin yanlışlığına inanıyorum’’ diyen kişinin sözleri ne kadar inandırıcıdır? Kendisi yalan söyleyip durduğu halde çocuğuna ‘’Yalanın çok kötü birşey olduğunu, günah olduğunu, asla yapmaması gerektiğini’’ söyleyip durması yine çocuk açısından ne kadar inandırıcıdır? Sözünde durmayan anne babalar gerçekte çocuklarını yalan söylemeye alıştırmıyorlar mı? İnsan birşeyin yanlışlığına inanabilir ama onu yine de yapabilir, o konudaki zaafları, alışkanlıkları, içinde bulunduğu şartlar, kişilik yapısındaki problemler, vb. nedenlerle aynı hatayı defalarca tekrarlayabilir ama yine de başkalarına ‘’Siz bunu yapmayın, bu yanlıştır, vb.’’ şeyler söyleyebilir. Bu durumda sözleri doğru ancak yaptıkları yanlıştır. Ancak bir başkası da ’’Ben bunları yapıyorum yanlış da, haram da bulmuyorum’’ diyorsa, din açısından bu ikisinin durumu aynı mıdır?
İnsanların iman derecesini bilemeyeceğimize göre ancak yaptıklarına bakarak bir değerlendirme yaparız. Şekle bakarak o kişinin neleri önemsediğini, nelere değer verdiğini, nelerden kaçındığını, uzak durduğunu anlamaya çalışırız. Domuz eti yemeyen, yalan söylemeyen, Kuran okuyan, Ramazan’da oruç tutan birinin Müslüman olduğunu düşünürüz, burada kişinin din adına yaptıklarına göre bir değerlendirme yaparız.
Farklı kültürlerin, farklı dinlerin bir arada yaşadığı toplumlarda bu şekle bağlı değerlendirmeler daha belirleyici olabilir çünkü o topluluk için belli bir kıyafet tarzı, belli bir mahallede yaşama, belli ibadetlere katılma artık birer simge haline gelmiştir. Ağlama duvarının önünde ağlayan birinin Yahudi olduğunu, Kabe’yi tavaf eden birinin de Müslüman olduğunu düşünürüz hemen.
Ancak dış görünüşteki, şekildeki benzerlik, eğer bu şekil, form, dış yapı insandaki davranışlarla bir bütünlük içinde değilse, bu durum o insanların aynı inançta olduğunu söylememiz için yeterli değildir. Peygamberimiz döneminde insanların giyim tarzları aynı peygamberimiz gibiydi, o yöreye ait bir giyim tarzı vardı, o insanlar peygamberimizle aynı dili konuşuyor, aynı coğrafyada yaşıyor, aynı kültürü paylaşıyorlardı. Ama tüm bu şekilsel ortak yönlere rağmen o insanlardan bazıları peygamberimize inandı, bazıları onu, getirdiği dini reddetti, hatta en yakınlarından, aralarında akrabalık bağı olanlardan bile ona düşman kesilenler vardı.
Demek ki formdaki, şekildeki, dış görünüşteki ortaklık insanların birbirlerini desteklemesi, aynı şeylere inanması , vb. için yeterli olmuyor. Nitekim günümüzde Arap ülkelerindeki insanlar zenginlik içinde yaşarken, diğer taraftan Irak’ taki savaş devam etmekte, genç yaşlı birçok kişi ölmekte, Afrika’ da insanlar açlığa mahkum olmaktadır.
İnsanlar inançlarındaki özü kaybederlerse, gerçekte o dinin gerektirmediği hatta yasakladığı pek çok şeyi üstelik de din adına yapabilmektedir. ‘Benim dinim sevgi dinidir’ diyen bir peygambere inandığını söyleyen Hristiyanlar, Irak’ta savaş başlatıp, bunun da dinen gerekli olduğunu iddia edebilmektedir. Yine Yahudilerin yıllardır birçok insanı öldürmesi, başka dinden olanlara yaşam hakkı tanımaması buna örnek verilebilir. Ayrıca ‘’Sadece Tek bir Allah’a inanırız, O’ndan yardım dileriz’’ diyen Müslümanların da ağaçlara bez bağlaması, mağaraları, mezarları, taşları, suları, vb. kutsallaştırması, oralarda adaklar adaması, oralarda dileğinin kabul olacağına inanması, aslında Allah’tan değil de başka şeylerden medet umması değil midir?
Yahudilerin ve Hristiyanların kendi peygamberlerine ‘’Tanrı’nın oğlu’ demeleri, ‘Üçbirlik’’ dedikleri bir inanç uydurmaları, dinlerinde olmayan pek çok uygulamayı dine sokmaları, ruhbanlık icat etmeleri, kiliselerde kendi çıkarlarına dini alet etmeleri, kiliselerin toplumda güç ve otoriteye dönüşmesi, vb. uygulamalar özün kaybolması durumunda insanların o dinde yanlışlıklara sapabileceklerine örnek verilebilir. Günümüzde kilise papazlarının, papanın söylediklerinin ne olursa olsun doğru kabul edilip uygulanması, toplumların Kutsal savaşlar adı altında savaşa, sömürüye sürüklenmesi, sırf o kilise öncüleri dedi diye eşcinsellik, vb. sapkınlıkların yine o kilise mensuplarınca onaylanması, kiliselerde para toplamanın kurumsallaşması, kilise girişlerine ödeme gişelerinin yapılması, kilise rahiplerinin kişileri dine kabul ve dinden çıkarma, günahı affetme, vb. yetkilerinin olması, vb. uygulamalar insanların inançlarında özün kaybolmasıyla nasıl da o dinde olmayan pek çok şeyi meşrulaştırabileceklerine örnek verilebilir.
Günümüzde Müslüman dini gruplarda, cemaatlerde ve tarikatlardaki ruhbanlık benzeri uygulamalar da yine bizim dinimizde yasaklanmış ama bir şekilde meşrulaştırılıp yaygınlaştırılmış dini uygulamalar değil mi?
Demek ki özde eksiklikler, problemler varsa bunlar şekilsel dini uygulamaları da etkileyebiliyor hatta o dinin temelde yasakladıkları bir süre sonra din adına meşrulaştırılabiliyor.
|
Yukarı dön |
|
|
hayat1 Newbie
Katılma Tarihi: 06 nisan 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 3
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ÖZ VE ŞEKİL DENGESİ -2
Din açısından bakıldığında Kutsal kavramı (Bir Yaratıcı’nın, Tanrı’nın varlığı), dürüstlük, adalet, insan hakları (yaşama hakkı, yerleşme hakkı, eğitim hakkı, mal mülk edinme hakkı, düşünce ve inanç özgürlüğü, vb.), yardımlaşma, paylaşma, sözünde durma, vb. değerlerin her toplumda bir yeri vardır, insanlar bunların doğruluğunu, gerekliliğini onaylar ama yaşamda uygulamayabilir. Örneğin dürüstlük her toplumda aranan bir değerdir, konuştuğumuz, iletişimde bulunduğumuz insanların dürüst olmasını isteriz, güvenli ve huzurlu bir toplumda yaşamayı arzularız. En yalancı kişi bile ‘’Ben yapıyorum sen yapma’ der yada o da başkalarıyla ilişkilerinde dürüstlük arar. Aynı şekilde hiçbir hırsız kendi evinin yada bir yakınının soyulmasını istemez. Zamana, mekana, toplumların yapısına göre insanların yaşam tarzları değişebilmektedir. Ancak bu temel değerler değişmez, tüm çağlarda geçerlidir.
Kuran’da geçen ayetlerde insanların Hz. Adem’den itibaren Allah tarafından sürekli uyarıldığı, kendilerine peygamberler gönderildiği, din konusunda kendilerine yol gösterici Kitaplar indirildiği, uyarılmamış hiçbir toplumun olmadığı, din konusunda yapılan yanlışlıkların insanları felakete sürükleyeceği, yanlış dini uygulamaların da insanları birbirlerine kul köle edeceği, oysa gerçek dinin, Allah’ın dininin insanlığı barışa, huzura götüreceği, Kutsal olan, herşeye gücü yeten, herşeyi gören, işiten, herşeyi yaratan ve kontrol eden, yöneten, sorgulanmaz, tartışılmaz, ulaşılmaz, eleştirilmez, yargılanmaz, eşsiz, benzersiz bir Allah’ın olduğu , başkalarını ve başka nesneleri kutsallaştırmamamız, onlara tapmamamız gerektiği, bunun insanları ancak küçülteceği, kendilerinden aşağı varlıkların tapılmaya, kutsallaştırılmaya layık olmadığı, vb. bilgiler ayetlerde defalarca tekrarlanmaktadır.
Her dinde önem dereceleri farklı olsa da temel değerler vardır. Örneğin dürüstlük her toplumda bireylerden beklenen, hedeflenen bir davranış tarzıdır, insanlar başkalarıyla olan ilişkilerini o kişilerdeki dürüstlük derecesine göre belirler, güven yada güvensizlik hissederler.
Yaşam tarzları değişse de bu temel ilke değişmez. Bir çoban yada bir bilim adamı için dürüstlük bir değerdir, köyde yada büyükşehirde yaşayan için dürüstlük bir değerdir. Bir zamanlar belki bahçedeki ağaçtan elma çalınıyordu şimdi bankalar hortumlanıyor, internet üzerinden soygun yada bilgi hırsızlığı gibi modern dönemin suçları işleniyor. Yapılan iş her ikisinde de hırsızlık, sadece boyutları farklı, dönemler ve insanlar değişiyor ama değerler ve değersizlikler değişmiyor. İşte bu açıdan dürüstlük bir evrensel değerdir, sahtekarlık da evrensel bir değersizliktir, kimse soyguncu olduğunu bildiği birine iş vermek istemez örneğin ama dürüst olduğunu bildiği birine - onunla farklı inansa yada düşünse de - güvenir.
Toplumlarda ortak olan ‘’Bir kutsala ve onunla ilgili bir dine inanma’’ pek çok dini uygulamayı, ibadeti beraberinde getirir. Hangi toplum neyi kutsal biliyorsa ona göre yaşar, kutsal kabul edilenin -Yaratıcı, Tanrı yada kutsal bildiği, kutsallaştırdığı herhangi bir nesne yada canlı – memnun etmeye çalışır. Tarih boyunca görülen insanların sevdikleri, önem verdikleri şeyleri kutsal bildiklerine kurban etme gelenekleri buna örnektir.
Kişi kutsal bildiği değerlere uygun yaşamayı baştan kabul eder. İslam’da Allah inancı, O’nun rızasına uygun yaşamayı beraberinde getirir. İman ve salih amel birlikteliği ayetlerde sık sık tekrarlanır. Hatta insanların zaten Allah’a inandıkları, O’nu bir Yaratıcı olarak, Üstün bir güç olarak kabul ettikleri ancak yine de sadece O’na inanmaları, sadece O’na kulluk etmeleri, sadece O’ndan yardım dilemeleri, vb. gerekirken, O’nun yanında başka şeylere de inandıkları, oysa bunun onların kurtuluşu için yeterli olmadığı, aksine büyük bir suç olduğu anlatılmaktadır. Ayetlerde ‘’Onlara yerleri, gökleri kim yarattı, …. (şunları şunları) kim yarattı?’’ desen ‘’Allah derler’’ diye açıklanmaktadır.
Demek ki insanların Allah’ın varlığını kabul etmeleri yetmiyor , zaten O’na inanmadıklarını söyleyenler bile gerçekte inanıyor çünkü başları derde düştüğünde, sıkıntı anında yada ölüm anında-eninde sonunda- O’ndan yardım istiyor ve başka inandıkları şeylerin gerçekte kendilerine bir yarar sağlamayacağını farkediyorlar. Kuran’daki etrafını dalgalar saran gemideki kişilerin nasıl Allah’a –sadece O’na- yalvardıkları, O’nun dışında sığındıkları tüm şeylerden vazgeçtikleri, O’ndan başka kendilerine yardım edecek olmadığını anladıkları ve o anda sadece O’na inandıkları üzerinde durulması buna güzel bir örnektir.
İslam dini açısından Kuran’da defalarca tekrarlanan iman ve salih amelin birlikteliği, insanların inançlarıyla yaptıklarının bir bütün olması gerektiğini vurguluyor. Bu durumda sadece şekil yada sadece iman eksik olmaz mı? Günümüzde Ramazan’da oruç tutan bir kısım Müslümanların bir taraftan da ‘’Ne kadar kilo verdim acaba, bu Ramazan’da nasıl zayıflayabilirim?’’ mantığı, gerçekte kişiyi eğiten, bireysel bir denetim sağlayan oruç ibadetinin asıl değerini düşürmez mi? Ya sürekli namaz kıldıkları halde namazda okudukları duaların anlamından, yani namaz sırasında kulluk ettikleri Allah’a ne dediklerinden, ne istediklerinden habersizce namaz kılmaları yine sorgulanabilecek bir durum değil mi? Zekat ibadetini yerine getirmemek için yada en az vermek için bin bir türlü hesap yapanlar acaba Allah’ı kandırabileceklerini mi sanıyor yada O’nun herşeyi gördüğünü, herşeyden haberdar olduğunu bilmiyorlar mı? Ya Kabe’ nin etrafında yapılan ve çok yüksek fiyatlarla, ancak dünyanın en zenginleri tarafından kiralanabilen lüks otellere ne demeli?
Peygamberimiz bu dönemde yaşasaydı bizlere ne derdi acaba?
Yine Müslüman bir toplum olmamıza rağmen alkol ve uyuşturucu kullanma yaşının 13’ lere düşmesi, suç oranlarının hızla artması, hırsızlık, rüşvet, vb. suçların, toplumdaki eşcinsellik, evlilik dışı birliktelikler, vb. uygulamaların artık ‘normal’’ kabul edilmesi, aile yapımızda sarsıntıların artması, ilişkilerimizde değerlerin değil çıkarların ön planda olması, vb. gerçekler de kendimizi sorgulamamızı gerektiriyor.
Toplumsal barışın, huzurun, bütünlüğün sağlanması ve devamı için öz ve şekil uyumu ve dengesi gerekmektedir. Ne dediğini ne yaptığını bilen, özü sözü bir insanlardan oluşmuş bir toplumda bireyler farklı düşünseler, farklı inansalar da birarada ve barış içinde yaşayabilirler. Çünkü sizden farklı olsalar da o insanları anlayabilir, neleri önemser, nelerden rahatsız olur bilirsiniz. Bilinçli, ilkeli bir yaşam süren kişilerden oluşmuş toplumda insanların birbirine saygısı vardır, toplumsal değerler, toplumun huzuru, barış içinde yaşaması önemsenir.
Özetle söylemek gerekirse, öz ve şekil dengesi sadece bireyleri değil toplumu da barış ve huzura götürür.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|