Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
DÖNÜŞ GÖKLEREDİR: İslâm dünyası ve müslüman din adamları, sadece, Hz. Muhammed’in yaşadığı ve Kur‘an’ın anlattığı esrâ olayını anlayabilmiş olsalardı, ölüm ve hemen ölüm ötesi bir muamma olmaktan çıkardı. Rivayetlerden ve Kur‘an’dan da anlaşılıyor ki, Hz. Muhammed’in yaptığı söz konusu yolculuğun Hz. Muhammed ve Kur‘an’dan başka şahidi yoktur. Olay, Hz. Muhammed’in yaşadığı özel bir olay ve gördüğü özel bir mucizedir. Hz. Muhammed’in gördüğü mucizeye, kendisinin peygamberliğine inanan arkadaşları da dahil, muhataplarından hiçkimsenin vakıf olmadığı da anlaşılmaktadır.
“Eksiklikten uzaktır O (Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâ’ya yürüttü, (Esrâ, yaptırdı) O’na âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye. Gerçekten O, işiten görendir.” (17/Esrâ: 1, S. Ateş çev.)
Âyette geçen ve sureye ad olan esrâ kavramı, adından da anlaşılacağı gibi beden dışı yolculuk anlamına gelen astral bir seyahati vurgulamaktadır. Çünkü insan da, biri ateş esaslı, biri de toprak esaslı olmak üzere iki ayrı, yani çift beden sahibidir. İnsanın asıl ve ölümsüz bedeni, ateş esaslı bir tür ışın olan, toprak esaslı bedene hayat verip canlılık kazandıran, Kur‘an’ın ifadesi ile Can’dır. Hz. Musâ ile ilgili kıssada harekete geçen Musâ’nın Asâ’sı bu olayı sembolize etmektedir.
“İsrâ”, gece yürütülüşü. Bu ayette sözü edilen;Allah Muhammed kulunu Mekke’den Medine’ye yürüttüğüdür. Kuran’da bu kavram hep bu anlamda gelmiştir. “Gecenin bir kesiminde ehlini götür/yürüt…!” (11/81, 15/65). “Biz Musa’ya; kullarımı götür/yürüt…!” (20/77, 26/52, 44/23).
Âyetin dikkat çektiği ve Hz. Muhammed’in astral bir seyahat yaptığı “uzaktaki bir toplanma yeri” anlamına gelen Mescidi Aksâ, zannedildiği gibi Kudüs’teki bir cami olmayıp, bütün insanların Kıyamete kadar bir daha dönmemek üzere, hemen ölüm sonrası astral bir seyahat sonucu çıktıkları, gökteki dünyanın benzeri (müteşabihi), zaman ve mekân kurallarının hakim olduğu bir gezegen ve o gezegenin çok özel bir bölgesidir.
Allah’ın Kelamı’na İlk secdegah/mescid Mekke, ikincisi de Medinedir.
Çok ilginçtir, Hz. Muhammed’in ziyaret ettiği ve çok önemli olaylara şahit olduğu söz konusu gezegene Kur‘an, arzu edilen bir yıldız diye dikkat çekmektedir.
“Arzulanan yıldıza andolsun. Arkadaşınız azıp, sapmadı. O, kendi arzusuyla konuşmaz. O’nun konuşması, vahiyden başka bir şey değildir. O’nu en güçlü öğretti. Üstün akıl sahibi, doğruldu. Kendisi yüksek ufukta iken. Sonra yaklaştı. İki yay uzunluğu kadar, yahut daha az kaldı. Kuluna vahyettiğini vahyetti. Gördüğünden yanılmadı. O’nun gördüklerinden kuşku mu duyuyorsunuz? And olsun, O’nu bir inişinde daha görmüştü. Sidretül Münteha’nın yanında. O’nun yanında cennetül-mevâ vardır. Sidreyi kaplayan kaplıyordu. Gözü yanılmadı ve haddi aşmadı. And olsun, Rabbi’nin büyük âyetlerinden bazılarını gördü.” (53/Necm: 1-18)
Ennecm, “hevé” fiilinin failidir, naib-i faili yada mefulü değildir. Manası “arzuladı” olsa dahi, arzulayan Ennecm’in kendisidir. Teşbihî bir anlatım söz konusudur. Yıldız ortaya çıkınca, yükselince… Parlak Süreyya yıldızı… Yıldızdan kasıt Allah’ın Resulü Muhammed ve parlayan ışığı Kuran’dır. Gece karanlığında yolunu kayb eden yolcular bu yıldızla yollarını doğrulturlar. Allah’ın Resulü yolunu kaybetmemiş/sapmamış ve hiç yol bilmez biri değildir. Aksine yol bulamayanlara taşıdığı ışıkla yol gösteren, yolunu aydınlatandır.
“Dalle”; yolu kaybetti/şaşırdı. “Ğevé”; hiçbir yol bilmedi. Dalle/dalalet hevé’nın zıddı, ğavé/ğayy de rüşd’in zıddı. Biri yolu şaşırmak diğeri yol bilmemektir.
Âyetler, Hz. Muhammed’in, söz konusu yıldızda görüp yaşadıklarını, adeta ayrı ayrı çizilmiş resim tabloları halinde sunduğu için, âyetlere verilen anlamlar, Hz. Muhammed’in orada yaşadıklarını yeterince yansıtmamaktadır. Genel olarak; âyetlerden cennetlerin söz konusu yıldızda olduğu ve Hz. Muhammed’in ziyareti esnasında Yüce Allah’ın cennete tecelli ederek, cennetin en yüksek yerinde bulunan Hz. Muhammed’e vasıtasız, doğrudan vahyettiği ve Hz. Muhammed’in, Yüce Allah’ı bir nevi gördüğü anlaşılıyor.
Âyetlerle ilgili tefsirlerde yer alan yorumlardan, müslüman din adamlarının, âyetlerin dikkat çektiği olayları anlamaları şöyle dursun, âyetlerin yer aldığı sürenin adından da anlaşılacağı gibi, olay veya olayların bir yıldızda yaşandığını bile anlamamışlar ve âyetlerle ilgili gülünç yorumlar yapmışlardır. Halbuki âyetlerin dikkat çektiği yer bir önce verdiğimiz âyetin dikkat çektiği Mescidi Aksâ’dır.
Halbuki ayetler olay veya olayların yaşandığı bir yıldızdan bahsetmiyor. Ayetler Muhammed’in nasıl vahye mahzar olduğunu anlatıyor.
Hz. Muhammed’in yaşadığı ve İslâm literatürüne Miraç hadisesi diye girmiş bulunan ve Kur‘an’ın yüzlerce âyetle ışık tuttuğu olayın, asıl ve yegâne esprisi, ölümün Uzayın derinliklerindeki belli bir yıldıza yapılan astral bir seyahat olduğunu anlatmaktadır.
Diğer bir ifade ile: Ölümün, Cann’ın bulunduğu bedenden, yaşadığı mekândan ayrılıp, başka bir bedene ve başka bir mekâna geçmesi olduğunu vurgulamaktadır.
Aşağıda vereceğimiz âyetlerde, ölüm sonrası bütün insanların göğe döneceğine, başka bir açıdan ışık tutmaktadır.
“O size yeri boyun eğer yaptı. Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yeyin. (Sonunda) DÖNÜŞ O'NADIR.
Uslu/muti’ yeryüzünün sırtında istediğiniz gibi dolaşın, yeyin için, eğlenin , zevkini çıkarın… sonunda dönüş Allah’adır; O’na hesap verecesiniz. “DÖNÜŞ O'NADIR.” Sözünden göğe, gökteki yıldıza dönüş serüveni anlatılmıyor. Bu tabirin yer aldığı ayetlere bakıldığında kastedilen mananın dediğim gibi olduğu anlaşılıyor.
GÖKTE OLANIN, sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer, birden sallanmağa başlar.
Yoksa siz, GÖKTE OLANIN üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermeyeceğinden emin misiniz? (O zaman) tehdidimin nasıl olduğunu bileceksiniz.” (67/ Mülk Suresi: 15, 16, 17, S. Ateş çev.)
Bu ayetlerde “GÖKTE OLAN” ile kastedilen Allah’ın kendisi değil, azabıdır. Yukarıdan/gökten gönderdiği felaketlerle Allah gökte oluyor. Allah yaptıkları ile her yerdedir.
İlk bakışta âyetlerden, Yüce Allah’ın sanki gökte olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Kur‘an’ın geneli dikkate alınarak, Yüce Allah’ın zaman ve mekân üstü olduğu da hatırlanırsa, âyetlerin, Yüce Allah’ın nerede olduğunu değil, dönüşün ne yöne doğru olacağını vurguladığı anlaşılmaktadır.
Ayetlerde bir yere dönüş konu edinmiş değildir.
Dönüşün göğe doğru olacağına yani, göğe ve gökteki söz konusu yıldıza doğru olacağına aşağıdaki âyet daha açık bir şekilde dikkat çekmektedir.
“Yerin içine gireni ve ondan çıkanı bilir. Gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O çok esirgeyen, çok bağışlayandır.” (34/Sebe: 2, S. Ateş çev.)
Âyetin tasvir ettiği olayı daha iyi vurgulamak için âyeti, parantez açarak tekrar yazalım.
“Yerin içine gireni (ceset) ve ondan çıkanı (can) bilir. Gökten ineni (ölüm meleği) ve oraya çıkanı bilir.”
Ayet net ve veciz olarak şunu söylüyor: Allah yerde ve gökte olanların hepsinden haberdardır, olan her şey bilgisi dahilindedir. Hiçbir şey O’nun bilgisi dışında meydana gelmiyor. Yere gireni çıkanı, Gökten ineni ona çıkanı O biliyor. Bu sadece ceset ve can değildir. Yağmurdan, tohumdan, canlılardan bitkilerden, ölülerden, dirilerden, iyi kötü ameller ve sözlerden her şeye kadar gireni çıkanı, ineni yükseleni O biliyor.
Âyetin dikkat çektiği gökten inenin, ölüm meleği olduğu aşağıdaki âyetten anlaşılmaktadır.
“‘Rabb’imiz Allah’tır deyip, sonra doğru olanların üzerine melekler iner: Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin! (derler)” (41/Fussilet: 30, S. Ateş çev.)
Surenin 18. ayetinden itibaren Allah’ın düşmanlarının cehennemle karşı karşıya oluş sahnesi gözler önüne serilirken, melekler, “Rabbimiz Allah” deyip dosdoğru istikametten ayrılmamış muttakilere iner (onları cesaretlendirir) “korkmayın, tasalanmayın, daha önce va’d olunduğunuz cennetle sevinin!” derler. Sahne dünya değil, ahirettir.
Ölümün göğe, yani Uzayın derinliklerine dönüş olduğuna doğrudan ve dolaylı dikkat çeken yüzlerce âyetten en dikkat çekici olanlarından bazılarını daha dikkatinize sunarak konuyu bitirelim:
“Biz toprakta kaybolduktan sonra, yeni bir yaratılış içinde mi olacağız? dediler. Doğrusu onlar Rablerine çıkmayı inkâr edenlerdir.” (32/Secde: 10, S. Ateş çev.)
Onlar/kafirler, toz toprak olduktan sonra, “nuşûr”u; yeniden dirilişi ve dolayısıyla Allah’a verecekleri hesabı inkar ediyorlar. Ayette göğe çıkış söz konusu yapılmamıştır.
“And olsun şafak vaktine.
Değirmileşen aya. Ki, siz mutlaka tabakadan tabakaya (galaksiden, galaksiye) bineceksiniz. (Çıkacaksınız) Onlar hala İnanmıyorlar mı?” (84/İnşikak: 16, 20, S. Ateş çev.)
Anlatılanlar bir uzay yolculuğu değildir, uzay yolculuğu anlatılmıyor. Kitabı gerisinden verilenlerin durumları ; halden hale (azaptan azaba) tebdil oluşları anlatılıyor. “Neden inanmıyorlar ki! Kuran onlara okunduğunda (heyhât) boyun eğmiyorlar!”
“Gökte rızkınız da var, uyarıldığınız (azap) da var.” (51/Zariyat: 22, S. Ateş çev.)
Rızkınız da size va’d edilen azap/bela da semadan geliyor. Yağmur vs de taş da semadan yağıyor. Kast edilen dünya seması.
Hz. Muhammed’in ziyaret ettiği ve bütün insanların ölüm sonrası gideceği yıldıza aşağıdaki âyetler de dikkat çekmektedir:
“Göğe ve Târık’a andolsun. Tarık’ın ne olduğunu sen nereden bileceksin. Parlayan yıldızdır. (Buluşma yıldızıdır)” (86/Tarık: 1, 2, 3, S. Ateş çev.)
...yukarda verdiğimiz âyette geçen, “parlayan yıldızdır” ifadesi, Kur‘an’dan tetkik edildiğinde, “parlayan” diye anlamlandırılan Sakıb kelimesinin bulmayı, buluşmayı vurgulayan bir kavram olduğu anlaşılmaktadır.
Bulma, buluşma yıldızı… Bu da nereden çıktı!
Târık; gece kapı çalan misafir... Sâqib; delici, keskin… Ennecmüsséqib: İçin için tutuşan akkor hale gelen, yanan, parlayan, ışık saçan yıldız. Kanaatımca bu da Vahyi ve Elçi’sini tasvir ediyor. Aydınlığıyla zulumatı/karanlıkları deliyor.
Aynı surenin 11. âyeti de göğe dönüleceğini vurgulamak suretiyle, dönülecek yerin söz konusu yıldız olduğuna dikkat çekmektedir.
“DÖNÜLEN GÖĞE AND OLSUN, Çatlayan yere andolsun ki, O (Kur‘an) elbette ayırt edici bir sözdür. O, şaka değildir.” (86/Tarık: 11, 12, 13, 14)
Rac’a sahip olan semadır. Yani, sama dönülen yer olmayıp, bizatihi dönen, dönüşüme uğrayan semanın kendisidir.
“Rac’” semadaki değişim ve dönüşümü anlatıyor. Burçlar sahibi sema… Burçların dünya ve dünya hayatında oynadığı rolü ehli daha iyi bilir. Semadaki değişim ve dönüşüm olmasa, mevsimler, rüzgarlar, bulutlar, yağmurlar… oluşmaz ve yeryüzünde de hayat olmaz.
Buraya kadar dikkatinize sunduğumuz âyetlerden ve yaptığımız yorumlardan, bütün insanların hemen ölüm sonrası gökteki bir gezegene çıktığı ve Kıyamet sonrası yeniden düzenlenecek yeryüzüne, yeryüzü cennetlerine, ebediyen kalmak üzere tekrar gönderileceği anlaşılmaktadır.
“O gün göğü yazı tomarlarını dürer gibi toplarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi onu yine iade ederiz. Üzerimize sözdür; biz bunu mutlaka yapacağız.
And olsun Tevrat’tan sonra Zebur’da da ARZA mutlaka iyi kullarım VARİS olacaklar diye yazmıştık.” (21/Enbiya: 104, 105, S. Ateş çev.)
Sema, kitapların dürülüp kapatıldığı gibi, kapatıldığında; Amel defterlerinin kapandığı, artık pişmanlıkların, tövbelerin kar etmediği gün gelip çattığında…
Bunlar da benim yorumum.
Allah’a emanet olun.
Abdurrahman
|