HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an'da Dinde Olanlar/Olmayanlar
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an'da Dinde Olanlar/Olmayanlar
Konu Konu: İMAMLAR TAZMİNAT İSTİYORLAR Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
zulfikarxk
Groupie
Groupie


Katılma Tarihi: 11 agustos 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 63
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı zulfikarxk

 Selam arkadaşlar benim sizle paylaşmak istediğim şey bu aralar gündemde olan bir konu türkiye genelindeki tüm imamlar en 800 900 ytl maaş alıyorlarmış günlük 18 saat görev yapıyorlarmış yatsı ve sabah namazı için devletten tazminat istiyorlar şu namazı beş vakit diye farz olarak  topluma dayatanların devletin başına açtığı belaya bakın ya olmayan vakti farz ederek adamlara bir hak veriyor keşke devlet  devlet olsada yaratan tanrının insanlara göndediği mesajı inceleyebilip bu konuya tepkisini verecek araştırmayı yada kendi bünyesinde bunu millete öğretecek bir enstitüyü kursada bunun kendi böyle bir beladan kurtulsak

__________________
hay aklımı seveyim gerçekden aklımı kiraya vermediğim içinde ayrıca çok mutluyum ayrıca aklımı kullandım diye arşimendede nbenzemedim sadece guranı okudum duydum ve uyguluyorum
Yukarı dön Göster zulfikarxk's Profil Diğer Mesajlarını Ara: zulfikarxk
 
blue
Newbie
Newbie


Katılma Tarihi: 26 temmuz 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 10
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı blue

zulfikarxk Yazdı:
 Selam arkadaşlar benim sizle paylaşmak istediğim şey bu aralar gündemde olan bir konu türkiye genelindeki tüm imamlar en 800 900 ytl maaş alıyorlarmış günlük 18 saat görev yapıyorlarmış yatsı ve sabah namazı için devletten tazminat istiyorlar şu namazı beş vakit diye farz olarak  topluma dayatanların devletin başına açtığı belaya bakın ya olmayan vakti farz ederek adamlara bir hak veriyor keşke devlet  devlet olsada yaratan tanrının insanlara göndediği mesajı inceleyebilip bu konuya tepkisini verecek araştırmayı yada kendi bünyesinde bunu millete öğretecek bir enstitüyü kursada bunun kendi böyle bir beladan kurtulsak


Evet aslında ben de o haberi okuduğumda daha önce hiç düşünmediğim bir şey olduğunu farkettm. Adil olmak lazım bu adamların işi gerçekten de pek kolay değil, 5 vakit git camiyi organize et, temizliğini, güvenliğini sağla, görevli olduğundan yerinden kolay kolay ayrılamama vs..bu açıdan bakınca kendince haklılar fakat bu bir anlamda uydurdukları dinin yan etkileri, hayatla, metabolizmayla olan çelişmeleri...

Devletin dinin gerçek, orjinal haline dönüşe yönelik sistemli bir çalışma yapmasını beklemek bu şartlarda pek gerçekçi değil, bu bir süreç işi..Ama burda devletten bişeyler beklemek yerine herkes, farkındalığı oranında, geleceğe de doğru bilgiyi taşıma sorumluluğu içinde görmeli kendini ve bireysel anlamda altyapısını bu ciddiyetle güçlendirmeli..Allah sonuçta salih amelde bulunanları destekleyecektir.
Yukarı dön Göster blue's Profil Diğer Mesajlarını Ara: blue
 
Tunboga
Katilimci Uye
Katilimci Uye


Katılma Tarihi: 03 haziran 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 66
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Tunboga

Hanif dostlara selam !

Kim ıspat göstererek anlatabilir ? Cami Hoca larının Türk Milleti  ve Türkiye Cumhuriyeti nin Hedefi olan , Muasır Medeniyet seviyesine ulaşması yönünde  hizmetleri olduğunu !

Fakat ciddi olarak , Türkiye nin Muasır Medeniyet Seviyesine ulaşımına hizmet eden Kurumlar ve Emekçi insanlar var.

Bunlardan biri olan kurum , Hastane ler ve bu hastaneler in sayısı 1.220  oysa ki Cami sayısı 77.500

Hastane lerde görev yapan Doktor sayısı 77.000 oysa ki Cami lerde Hoca sayısı 87.000 bu sayı kadrolu hoca sayısı dır , Her ilçede bulunana müftü ler ve Diyanet in Prof. ünvanlı ıspat sız , delil siz atıp tutan Dinadamları buna dahil değildir. Onlarıda katarsak Tam emin olmamam ile birlikte bu sayı 90.000 üzeridir

Ve yine Muasır Medeniyet amacına hizmet eden bir kurum olan okullarımız ın sayısı = 67.000 dir  Sağlık ocağı =  6.300 dur.

Her ilçede Kuran Kursu adı altında 3.852 Sufi kursu var iken , Türkiye Genelinde kütüphane sayısı 1.435 dir.

Bu Ülke de her 350 TÜRK vatandaşına 1 cami düşerken 

Aynı Ülke de her 60.000 TÜRK vatandaşına  1 hastane düşer

Cami hocalarına İmam demek büyük bir yanlışlıktır , gafletdir İmam kelimesi nin Türk çe karşılığı Önder dir.  Bugün İslam Konf.Örgt. üyesi 56 Ülkede hangi Cami hocası kime önder olmuş. Lütfen Furkan Suresi 74. ayet e bakınız..

Ve kimseler dir Ey Rabb imiz diyen , bahşet bize ezvacina/ eşlerimizden ve zürriyyatina /cocuklarımızdan göz nuru olacaklar ve yap bizi Lilmüttegıyne İmaman / korkup sakınanlara Önder

 

 



__________________
Cinn 20= Deki Şüphesiz ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O'na hiç kimseyi ortak koşmam
Yukarı dön Göster Tunboga's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Tunboga
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

 "Cami hocalarına İmam demek büyük bir yanlışlıktır , gafletdir İmam kelimesi nin Türk çe karşılığı Önder dir.  Bugün İslam Konf.Örgt. üyesi 56 Ülkede hangi Cami hocası kime önder olmuş."

  Evet kardeş,isabetli bir bakış.Ancak bu kavram Kuranda olumsuz anlamda da kullanılır ve "küfrün imamları"tabiri de geçer.Buna göre eğer bir insan tek başına Kuranın hayata müdahale etmesini savunuyor ve bunun mücadelesini veriyorsa bu hakkın ve doğrunun imamı=önderi;eğer Kurandışı olan beşeri anlayışların hakim olmasını istiyorsa küfrün ve şirkin önderi olur.
   Bu açıdan bütün tanıdığımız hocaları yaptıklarıyla değerlendirecek olursak çoğunun hangi tarafın önderi olduğunu kolaylıkla farkedebiliriz.

  Lanet olsun küfrün ve şirkin önderlerine,imamlarına;selam olsun hakkın imamlarına..
 


__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

İslam Toplumunun Oluşumunda “İmamların / Öncülerin” Rolleri

İsmail DUMAN


I. “İmam/Önder” Kavramının Açıklaması

Günümüzde “cami imamlığı” kastı ile bir meslek birimini ifade eden “imam” kavramı, içinde barındırdığı engin manalardan yoksun bırakıldığı için, “imam” olan kişi de, toplum içerisinde olması gerektiği gibi değil de kast olunan şekilde işlev görmektedir. 

Halbuki, “imam” kavramının sözlük manasına ve Kur’an’ı Kerim’de geçen manalarına göz gezdirdiğimizde, kavramın toplum içerisinde öncü, etken olan bir bireyi ifade ettiğini görebiliriz. 

“İmam”ın kelime anlamı, önde olan, önder olan, lider anlamındadır. 

“İmam” kelimesi ‘el-ümm’ kelimesinden türemiştir. Bu da anne demektir. Ümmet kavramı da aynı köke dayalı olarak; bir köke, bir öze, bir anne gibi asıla bağlı olan manasına gelmektedir. 

“İmam” bir anlamda “ümmet”in önderidir. “İmam” kendisine uyulan önderdir. Bir kök durumundadır ve arkasında bir cemaat vardır. 

Bu cemaat de bir “imamın-önderin” peşinde olduğu için “ümmet adını almaktadır.”(1)

Kur’an’ı Kerim’de “imam” kavramının farklı anlamlarda kullanıldığını görüyoruz. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

a) Kur’an’ı Kerim için “İmamül Mübin” sıfatının kullanılması

b) Yasin Suresi’nde “Levh-i Mahfuz” anlamında kullanılması

c) Takva sahiplerine önder olması anlamında kullanılması

İslam hukukunda ise, “imam” kavramı, Müslümanların oyu veya biati ile ümmetin din ve dünya siyasetini idare etmek üzere seçilmiş Müslüman önder manasına gelir. 

Tüm bu anlamların yanı sıra, bilindiği gibi “imam“ kavramı, namaz kıldıran kişi anlamında, insanların kendilerine uyup, ilim ve ictihadlarından faydalandıkları büyük âlimler anlamında ve hadis ilminde otorite olan âlimler anlamında da kullanılmıştır.

"İmam” kavramı, öz olarak topluluğa önder olan demektir. 

II. Topluma Öncü/Önder olarak “İmam”

Daha önce de bahsettiğimiz gibi, “imam” etrafında bir topluluk toplayan, onları peşinden götüren, onlara yol gösteren insandır.

Toplumsal yapılanmalara göz gezdirdiğimizde, insanların sadece “hakk” yolunda değil aynı zamanda batıl yolunda da sistemli çalıştıklarını ve kendilerine önderlik edecek “imam”lar tayin ettiklerini görüyoruz. Bu noktadan yola çıktığımızda, Kur’an’ı Kerim’in “imam” kavramının çift kutuplu manasını farklı ayetlerde ele aldığına şahit oluyoruz:

a) “Bunun üzerine onu(Firavunu) ve ordularını yakalayıp denize attık. Zâlimlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir bak! Biz onları ateşe çağıran önderler kıldık. Kıyamet gününde ise onlara yardım olunmaz. “ (Kasas–40/41)

İlk ayete baktığımızda, Hz. Musa ile Firavun arasında yaşanan mücadele sonucunda Firavun’un ve ordularının nasıl helak olduklarının anlatıldığını görüyoruz. Bu ayetin hemen ardından ise, 41. ayette “ateşe çağıran önderler” terimi ile karşılaşıyoruz. 

“Biz onları ateşe çağıran önderler kıldık” derken, “Biz onları küfür üzere kendilerine uyulan liderler yaptık” denilmektedir.  Böylelikle onlar hem kendi veballerini yüklenecekler, hem de kendilerine tabi olanların günahlarını yüklenecekler ki; cezaları daha büyük olsun.

Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, küfrün de “imam”ları, savunucuları, önderleri ve takipçileri vardır. Küfrün imamları da küfrün hakim gelmesi için çaba sarfetmektedirler. Elbette ki küfür var olduğu sürece, küfre karşı koyanlarda var olacaktır. Yani küfrün imamları olduğu gibi, elbette “hakk”ın da imamları vardır:

b) “O gün her sınıf insanı imamları ile çağırırız. Kimin kitabı sağ eline verilirse onlar kitaplarını okurlar ve onlara hurma çekirdeği kadar zulmedilmez.” (İsra- 71)

Ayette geçen “O gün her sınıf insanı imamları ile çağırırız” buyruğu ile ilgili olarak Tirmizi, Ebu Hureyre’den rivayet ettiğine göre, Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Onlardan birisi çağırılır ve kitabı sağ eline verilir. Boyu altmış zira uzatılır, yüzü ağartılır, başı üzerine parıl parıl parlayan inci bir taç konulur. O da arkadaşlarının yanına geri döner. Onu uzaktan görürler ve: Allah’ım bu kişi bizim yanımıza gelsin ve bu kişiyi bizim için mübarek kıl, derler. Nihayet yanlarına varır ve şöyle der: Sizden her birinize bunun gibi (bir mükâfat bulunduğu) müjdesini veriyorum. (Hz. Peygamber devamla) buyurdu ki: Kafire gelince yüzü karartılır, boyu Adem suretinde altmış zira uzatılır ve ona bir taç giydirilir. Arkadaşları da onu görürler ve: Bunun şerrinden Allah’a sığınırız. Allah’ım bunu yanımıza getirme, derler. Ancak o yanlarına varır ve: Allah’ım bunu bizden uzaklaştır, derler. O, Allah da sizi uzaklaştırsın. Sizden her bir kimseye bunun gibi bir ceza vardır, der.” (2)

Ayette ifade edilen “imam” kavramı ile ilgili olarak farklı yorumlar bulunmaktadır. Bazı İslam âlimleri, bu kavramdan maksat olarak “kitaplar”ın kastedildiğini ifade ederken, bazı âlimler ise bu kavram ile kişilere öncülük eden bireylerin kastedildiğini belirtmişlerdir. 

Hz. Ali de, bu konu ile ilgili olarak, çağlarının önderleri ile çağırılacaklardır, diye açıklamada bulunmuştur. Peygamber(sav)’den de, yüce Allah’ın: “ O gün her sınıf insanı imamları ile çağırırız” buyruğu hakkında şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Herkes kendi zamanlarının imamları ile Rabblerinin kitabı, Peygamberlerinin de sünneti ile çağırılacaklardır.”(3)

Ayette kullanıldığı şekliyle “imam” kavramını ele aldığımızda, kavramın “kitap” olarak veya “önder kişi” olarak kullanılmasının çok farklı olmadığını görüyoruz. Çünkü insanlar kendilerine önder seçtikleri ile kendilerine rehber kabul ettikleri “kitap” arasında ciddi bir bağlantı kururlar. “Kitab”ı anlamayı, kendilerine önder kıldıkları kişilere göre şekillendirdiklerini görürüz.

Her iki ayet topluluğunu değerlendirdiğimizde, “imam” kavramının hem “hakk” mücadelesi hem de “batıl” mücadelesi için kullanıldığını görüyoruz. Konuyu genelden biraz daha özele indirdiğimizde İslam âlimlerinin/imamlarının/önderlerinin fonksiyonlarının iyi belirlenmesi ve irdelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

III. Günümüz İslam Âlimlerinin/Önderlerinin Pozisyonları ve Eksiklikleri

İslam tarihine baktığımız zaman, Rasulullah(s.a.v)’ın vefatından sonra, birkaç yüzyıl boyunca İslam ulemasının durağanlıktan kaçınan, dinamik bir yapı arz ettiğini görüyoruz. Bu süre zarfında İslami ilimlerde yaşanan canlılığın topluma da yön verdine şahit olabiliyoruz. Toplumda “özne” olan âlimlerin, yaşadıkları zaman dilimlerindeki “zorba diktatörler” karşısındaki duruşlarını/kıyamlarını okuyoruz.

Bu zaman diliminden günümüze doğru geldiğimizde, İslami ilimlerde yaşanan canlılığın ve İslam âlimlerine olan ilginin giderek azaldığını görüyoruz. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ise, materyalist felsefenin insanlara sunduğu “maddeci anlayış”ın, insanların yaşadıkları zaman dilimlerini “ilahlaştırarak” gerçek ilahlarından uzaklaşmalarına neden olduğuna şahit oluyoruz. 

Günümüzde bu anlayış, maalesef Müslüman toplumlara da sirayet etmiş bulunuyor. Batılı kaynaklardan beslenen Müslümanlar, ister istemez yaşamlarında “modernizm” faktörünü etken kılıyorlar. Müslüman bireyler kendi yaşamlarından başlayarak aile yaşamlarına kadar “madde”nin üstünlüğünü belirleyici faktör olarak görebiliyorlar. Bunun bir sonucu olarak da, “yaşadığın zamanda”(!) iyi bir iş, iyi bir mevki insanların ulaşmak istedikleri yegâne hedef haline geliyor. 

Elbette ki, bahsettiğimiz durum tüm Müslümanlar için geçerli değil. Lakin bizim için önemli olan bir çoğunluğun, bu tuzağa düştüklerini görüyoruz. İşte, bu yüzden günümüzde İslam âlimi olmaya aday olan gençlerimizin sayısı azaldı. Aslında bu durum bir döngü halini yansıtıyor. Bizlerin âlimleri “özne” olmadığı için, günümüz Müslümanları diğer “özne”(!)lerden etkileniyor. Aynı şekilde Müslümanlar bu halde oldukları için “özne” olacak İslam âlimleri yetişmiyor. 

Tüm bunların yanı sıra, kemiyet olarak zaten az olan âlimlerimiz, bir de “keyfiyet” anlamında yeterli seviyeye sahip olamıyorlar. Asıl olarak, niteliksel anlamdaki bu eksiklikler âlimlerimizin/imamlarımızın “özne” olmasına engel teşkil ediyor. Bu yüzden dolayı, âlimlerimizin “özne” olduğu ve İslam toplumlarının etkilenen değil etkileyen rolü oynadığı bir zamana ulaşabilmek için bulunduğumuz durumun, âlimlerimizin hangi konularda yanlışlıklar yaptıklarının bir tespitini yapmalı ve çözümler üretmeliyiz. Bu amaca muatıf olarak, âlimlerimizin “özne” olmasını engelleyen faktörlerden önemli gördüğümüz iki tanesini incelemeye çalışalım:

A) Söylem-Eylem Birlikteliği

İbn-i Mesud, ilmin tarifini şöyle yapar: “İlim, çok şey aktarmak değil, sahibini Allah’ın huzurunda esas duruşa getirmektir.”

Bu tarifte, aynı zamanda gerçek bir âlimin de tanımlaması yapılıyor: “ Âlim, çok şey anlatan değil, anlattığı şeyler ile amel ederek Allah’ın huzurunda esas duruşta olandır.”

Söylemleri pratiğe geçirmek, günümüz âlimlerinin veya âlim adaylarının önemli sıkıntılarından bir tanesini oluşturmaktadır. İnsanoğlu, “bilgi”ye ulaşmaya başlayınca, eğer o bilginin “bilinci”ne ve “hikmeti”ne vakıf olamamışsa, sahip olduğu bilgi, insanın kendisine anlamsız bir özgüven(!) duymasına neden olur. Bu tarz bilgi, insanın nefsini ön plana çıkarmakla birlikte, bilginin aktarıldığı kişiye de hiçbir faydası olmaz. Çünkü bizim aracı olduğumuz bilginin, aktardığımız kişi de tesir bulması “kalpleri evirip çeviren” Rabbimizin izni iledir. 

Bilindiği gibi, ashab-ı kiram, ayetleri ezberlerken, ezberledikleri ayetin manasını hayatlarına geçirmeden diğer bir ayeti ezberlememişlerdir. Bu durum da, bizlere, hayatımızda karşılık bulmamış bir ilah-i kelamın başkalarına aktarılmasının pek bir anlam ifade etmediğini gösteriyor. Kur’an’ı Kerim’de “söylenen sözün karşılığı” ile ilgili olarak bazı ayetler ile karşılaşıyoruz: 

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah’ın katında büyük bir hışmı gerektirir”(Saff/2–3)

Bu iki ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak El Kelbi dedi ki: “Müminler: Ey Allah’ın Resulü dediler. Şayet bizler Allah’ın hangi ameli daha çok sevdiğini bilseydik, biz de o işi yapmaya daha çok koşardık. Bunu üzerine: “Sizi çok acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret size göstereyim mi?”(es-Saf–10) buyruğu nazil oldu. Bir süre böylece beklediler ve bu arada şöyle diyorlardı: Bu ticaretin ne olduğunu bilseydik, elbette onu mallarımızı, canlarımızı, dostumuzu feda ederek satın alırdık. Yüce Allah bu ticareti onlara: “Allah’a ve Resulüne iman ederseniz, mallarınızla, canlarınızla Allah’ın yolunda cihad edersiniz.”(Saf–11) ayeti ile gösterdi. Uhud günü sınandılar, fakat kaçtılar. İşte sözlerine bağlı kalmadıkları için onları ayıplamak üzere bu süre nazil oldu.” 

Bu ayetlerin nüzul sebepleri ile ilgili başka rivayetlerde olmakla birlikte, ağırlıklı olarak, bu ayetin “cihad için söz verip, cihada katılmaktan kaçanlar” için indirildiği ifade ediliyor. 

Ayetin, nüzul sebebine göz attığımızda bile bu ayetteki hitabın bizleri ne kadar ilgilendirdiğini görüyoruz. Eğer bu ayet-i kerime, genel olarak hayatlarını Müslüman olarak yaşamış olan, fakat Uhud savaşından korkarak kaçan Müslümanlara hitaben inmişse, en başta âlimlerimiz olmak üzere tüm Müslümanların, söyledikleri sözlerle yaptıkları ameller arasındaki paralellikleri çok iyi değerlendirmeleri gerekmektedir. 

İmam Kurtubi’nin, “El-Camiu li-Ahkamil-Kur’an” adlı tefsirinde bu ayet ile ilgili olarak iki önemli pasaj geçmektedir. 

Birinci pasajda şöyle denilmekte: 

“En-Nehai dedi ki: Üç ayet-i kerime insanlara kıssa yoluyla öğütler vermeme engel oldu: “İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutur musunuz?”(El-Bakara,2/44); “Size yasakladığım şeylere kendim uymayarak size (emrettiklerime) aykırı davranmak istemiyorum”(Hud, 11/88) buyrukları ile: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?” buyruğudur.” 

İkinci pasajda ise şöyle deniliyor: 

“Hafız Ebu Nuaym’in rivayetine göre Malik b. Dinar, Sumame’den, o Enes b. Malik’ten şöyle dediğini nakletmiştir: Rasulullah(sav) buyurdu ki: “İsra'ya götürüldüğüm gece dudakları ateşten makaslarla kesilen ve her kesildikçe tekrar dudakları uzayan bir topluluğun yanından geçtim. Bunlardır kimlerdir, ey Cebrail diye sordum, dedi ki: Bunlar yapmadıkları şeyleri söyleyen, Allah’ın Kitabını okuyup da amel etmeyen ümmetin hatipleridir.”(4) 

Her iki pasajda da, ümmetin imamlarına/âlimlerine/hatiplerine sesleniliyor; söylenen sözün yapılmamasının nelere mal olduğu veya mal olabileceği aktarılıyor. 

Bir yanda, bu ayet-i kerime ve buna benzer ayetlerdeki hitaplardan korktuğu için kıssalar yoluyla öğüt vermekten kaçınan âlimlerimiz varken, bir yanda da ameli olarak tatbik edemediği söylemlerini insanlara aktaran âlimlerimiz mevcut bulunuyor.

Mehmet Göktaş, “Gençlerle Tevhid Dersleri” adlı kitabında, geçmiş âlimleri “ders almak için” değerlendirirken nelere dikkat edilmesi gerektiğini şöyle ifade ediyor:

“Geçmiş ulemayı değerlendirirken şu hususa çok az insan dikkat etmektedir. Zamanındaki yönetimler nasıl birer yönetimdi ve bu âlim’in o yönetimle alakası nasıldı, o yönetime karşı tavrı ne idi? Aslında bu husus çok önemli bir ölçüdür. Elbette sadece bu hususu göz önüne alarak bir âlimi tamamen reddetme veya tamamen kabullenme durumunda değiliz. Bunun dışında bir takım menfi veya müsbet yönleri var ise elbette göz önüne alınmalıdır. Fakat zamanındaki yönetimlere karşı tavırları, bizim için çok önemli bir ölçüdür. 

Bir âlim düşününüz ki, akaid kitabı yazmış ve bugün Müslümanlara okutuyoruz onun yazdığı kitabı. Hem de itikadının temellerini bu şekilde öğrensin, bu şekilde Allah’u Teala'ya inansın dininin temellerini bu kitapta yazıldığı esaslar üzerine kursun diye okutuyoruz. Müsaade ederseniz bu adamı iyi tanıyalım kimse. Hangi devirde yaşamış, bulunduğu yerler kimin hâkimiyetindeymiş, nasıl bir yönetimmiş, zalim miymiş, fasık mıymış, adil miymiş, kafir miymiş? Eğer söz konusu yönetim zalimse, fasıksa veya kâfirse kitabını okuduğumuz bu bizim âlim söz konusu yönetime karşı nasıl bir tavır koydu, onları red mi etmiş, hapislerde, zindanlarda mı çürümüş? Yoksa bu yöneticilerin saraylarından çıkmamış mı? İşi gücü onların hoşuna gidecek fetvalar mı vermek olmuş? Veyahut da hiçbir kimseye karışmadan bir köşeye çekilmiş, yönetimin ne lehinde ne de aleyhinde hiçbir tavır ortaya koymamış mı? Bütün bu davranışlarına nasıl gerekçeler getirmiş? Müsaadenizle bunları öğrenmek bugün her Müslüman'ın hakkıdır. Çünkü dinimizi aldığımız kişilerin kim olduklarını ve özellikle bu yönlerine dikkat etmemiz, titizlik göstermemiz en büyük hakkımızdır ve görevimizdir. 

Bir âlim düşünün ki, ömrü zâlim ve fasık sultanların saraylarında, sofralarında geçmiş olsun ve sonra onun “Zâlim sultanlara karşı Müslümanların nasıl davranması gerektiği”ne dair fetvasını alıp itikad haline getirelim, akaid kaidesi olarak görelim, hiç tartışmayalım. Hiç olacak şey midir bunlar. 

O halde bu ölçü hiçbir zaman unutulmamalıdır. “ 

Bu yorumdan da anlıyoruz ki, kendilerinden istifade ettiğimiz kişilerin söylemlerinin eylemleri ile bütünlüğü önem arz etmektedir. Söylem- eylem birlikteliğini sağlamış âlimlerin hitab ettiği cemaat de o ölçüde hassas davranır. Bu durumun örnekliğini Memluk Sultanı Baybars’ın zulümlerine karşı “duruş sergileyerek“ karşı koyan İbn Ebil İzz adlı âlimimizde görebiliyoruz.

Anlattıklarının hayatına aksettirerek, yaşadığı çağda “özne” bir âlim olan İbn Ebil İzz, zamanın sultanı Baybars’ın zulümlerine karşı muhalefet başlatmıştı. Başlattığı muhalefet sonucunda sürgün edilmesi kararı verilen Ebil İzz, “sultanın elini öpmesi” durumunda affedileceğine dair kendisine gelen elçilere, gerçek bir “âlim”e yakışır tarzda bir cevap vermişti: “Değil sultanınızın elini öpmek, ona kendi elimi dahi öptürmem.”. Böyle bir tavır sahibi bir “imam”ın hitap ettiği topluluk da, kendi imamlarının göstermiş olduğu cesareti göstererek “imam”larının sürgün edilmesi kararına karşı sokağa dökülmüştü. 

Bu durum, aslında “Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez." (Rad/11) ayetinin tecellisidir. Bu ayeti değerlendirdiğimizde, toplumun değişmesi için “âlim”lerin de değişmesi gerektiğini görüyoruz. “Âlimleri/İmamları” düzgün olan toplumların, halkları da düzgün olacaktır. Buradan yola çıkarak da, söyledikleri ile yaşadıkları bir olan “öncüler”in yol gösterdikleri topluluklarında aynı derecede “hakk” yol üzere olacaklarını ve zulme karşı toplum olarak tavırlarını ortaya koyacaklarını söyleyebiliriz.

B) Toplumsal ve Siyasal Olayları Değerlendirmede “Basiret” Faktörü

Hüseyin K. Ece, “İslam’ın Temel Kavramları” adlı çalışmasında basiret kavramını açıklarken şu ifadelere yer veriyor: 

“Basiret, görme,görüş, gören göz gibi anlamlara gelen ‘basar’ kökünden türemiştir. 

Basiret’in sözlükte, idrak etme, görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görebilme, kavrayış, bir şeyin iç yüzünü anlayabilme, feraset, kalp ile görme gibi manaları vardır.

Kur’an bu kelimeyi normal ‘görme’ anlamında kullandığı gibi, gerçeği keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yalandan, Hakk’ı batıldan ayırma yeteneği anlamında da kullanmaktadır. 

‘Basiret’, kalp gözüyle görebilme, işin iç yüzünü anlayabilme, bir şeyin aslını ve gerçeğini idrak edebilmedir. Manevi körlükte ve sapıklıkta olmak bunun karşıtıdır. Manevi körler, sadece kafa gözüyle görürler, ötesini göremezler, gördükleri maddi cismin ötesindeki anlam üzerinde düşünmezler. 

Şu ayetin verdiği örnek oldukça ilginçtir:

‘Eğer onları doğru yola çağırsan işitmezler. Görürsün, sana bakıyorlar(nazar ediyorlar), oysa onlar görmüyorlar(basarları yok)’.(7/Araf, 198)”(5)

“Basiret”, en genel anlamıyla, gelişen olaylar ve oluşan durumları tüm açıları ile ele alarak doğru bir değerlendirme yapabilmektir. 

Yaşadığımız çağda, medya faktörünün işlevsel kılınarak yapılan zulüm ve haksızlıkların örtbas edildiğine şahit oluyoruz. Her türlü “dezenformasyon”a rağmen olayların arkasında gelişen şeytani planları açığa vurması gereken Müslüman önderlerin, maalesef “basiret” tutukluğu”na yakalandıklarını görüyoruz. 

Bugün, bahsi geçen durumu, en kötü şekliyle Irak coğrafyasında yaşıyoruz. Şeytanın en büyüğü olan Amerika’nın, Irak’ta yaptığı katliamları, zulümleri örtbas etmek için birtakım entrikalara başvurduğunu ve bu entrikaları medya organları aracılığıyla besleyerek Müslümanları birbirine düşürdüklerine şahit oluyoruz. 

Irak’ta parayla tutulmuş ajanlar aracılığıyla, karşılıklı olarak Şii ve Sünni kardeşlerimize yapılan saldırılar, bölgede bulunan “önder” şahsiyetlerin bir kısmının olayları “basiret” ışığı altında değerlendirememelerinden dolayı, Müslümanlar arasındaki çatışmalara dönüşmeye başladı. Bölgede gerçekleştirilen ilk saldırıların şokuyla, suçlamaları birbirine yönelten bazı Sünni ve Şii âlimler, maalesef olayın daha da değişik boyutlara ulaşmasına neden oldular. Bu durum, günümüzde de görüldü gibi Irak’ın kardeşkanı dökülen “kaotik” bir ortama dönüşmesine neden oldu. 

Buradan yola çıkarak, topluma önderlik eden “âlimlerimizin/imamlarımızın” “basiret sahibi olmaları”nın ne derece önemli olduğunu anlıyoruz. Çünkü bir “âlim”in yaptığı bir hatayı, halk arasında herhangi bir kimse fark edemezse, belli bir zaman sonra o hatanın neden olduğu “yara”yı vücuttan atmak çok zor bir hal alır. Burada ilim ehli için hayli ciddi sorumluluklar ve ağır vazifeler bulunduğunu görüyoruz. Cahil bir insan bir hataya düşerse, bir konuda yanlış bir değerlendirmede bulunursa sadece kendisine yazık etmiş, kendisine zarar vermiş olur, ama bir âlim aynı hataya düşerse, bu durum da o âlimin bulunduğu bölgedeki halkın büyük bir çoğunluğu da bu hataya düşecektir. Bu durum, hem âlime ve hem de tüm İslam âlemine zarar verebilir. 

Kısacası, “Basiret sahibi olmak”, bir alimde bulunması gereken niteliksel bir faktördür. Günümüzde “Basiret sahibi olamayan önderler”in topluma ne derece zarar verdiklerini görürken, “basiret sahibi imamların/önderlerin” de toplumu fitnelere karşı ne derece sağlam bir yapıya büründürdüğüne şahit oluyoruz:

“Geçtiğimiz yaz mevsiminde Hizbullah’ın İsrail işgal topluluğuna karşı kazandığı mükemmel zafer sonrasında, bölgede kendi durumlarını muhafaza etmek isteyen emperyalist devletlerin, Lübnan coğrafyasında fitne tohumları atmak için uğraştıklarına şahit olduk. Hizbullah’ın,  amerikan menşeli “Sinyora Hükümeti”nden ayrıldığını ilan etmesinin ardından, fitne merkezleri “Hizbullah’ın Şii bir yapılanmaya sahip olduğu için Sünni ağırlıklı olan Sinyora Hükümeti’nden ayrıldığını” iddia ettiler. Lübnanlı Müslümanları bölmek için tezgâhlanmış olan bu oyun, Hizbullah önderi Seyyid Hasan Nasrallah’ın “basiret” merkezli verdiği bir karar ile bozuldu. Seyyid Nasrallah, Lübnan’daki bütün Şii ve Sünni Müslümanları, Sünni bir lider olan Fethi Yeken’in arkasında Cuma namazı kılmaya davet ederek, Müslümanların arasına ekilmek istenen fitne tohumlarına engel oldu.”

Genel tabloya baktığımızda, genelde İslam coğrafyasındaki tüm olayları, özelde ise bölgemizdeki olayları değerlendirirken “basiret” faktörünün vazgeçilmez bir keyfiyet unsuru olduğunu görüyoruz. “Basiretsiz imamlar”, ümmeti felakete taşıyabileceği gibi, “basiret sahibi gerçek imamlar” da ümmeti vahdet bayrağında toplayarak zafere ulaştıracaktır. 

IV. Sonuç

Küfrün “imam”ları, yaşadığımız çağa ve coğrafyaya “hegomanya”larını kurmak için çabalıyorlar. Bu amaçları doğrultusunda “sistemli” çalışmalar yapıyorlar. Elbette ki, sunnetullah gereği “batıl”ın karşısında dimdik duracak olan “hak ehli” olacaktır. Lakin önemli olan, bizim öncülerimizin ve dolayısıyla bizlerin, bu “mücadele yolu”nda menzile varmak için neler yaptığımızdır. Eğer bizler bu mücadeleye sahip çıkmaz isek, Rabbimiz bizim yerimize başka topluluklar getirip, onların eliyle küfrü yere çalacaktır. 

Rasulullah(s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “ İki sınıf vardır, onlar bozulursa tüm ümmet bozulur.Onlar “ulema” ve “umera” dır.” 

Bugün bizlerin kendini Rabbinin rızasını kazanmak için adamış genç ulemaya ihtiyacımız var; İslami mücadeleyi omuzlayacak, bu mücadele uğrunda gerektiğinde canını verebilecek olan âlimlere… Ancak bu şekilde İslam’ın bayrağını göklere çıkartabiliriz. 

Elbette ki, âlim olmaya aday olanlarında “ilim ehli”ne yakışır tavırlar sergilemeleri gerekmektedir. İlmi, nefsini tatmin aracı olarak değil, Rabbe ulaşma aracı olarak görmesi gerekmektedir. Bizler, zamanın modası olan “entelektüel jargon kullanarak ün yapmak” yerine “münevver” bir şahsiyet olmaya aday olmalıyız. Münevver kişi, yansıttığı ışığın kendisinden doğan bir ışık değil, Mutlak bilgi sahibinin sonsuz ilminden aldığı nur olduğunu bilen ve bu bilinçle hareket edendir. Hz. Ali’nin yaptığı tarifteki gibi, “Herkes ne der diye sorarken, Allah ne der diye sorana âlim denir.”

Rabbimiz, bu ümmete yol gösterecek gerçek âlimlerin sayısını arttırsın. Bizleri, dünyevileşme tuzağından kurtararak kendi yolu üzerinde sabit kılsın. Âlimlerimizi topluma “özne”ler kılsın ki, bizlerde yaşadığımız çağlarda “özne”ler olalım, yaşadığımız çağın yatağını bizler oluşturalım.

Rabbimiz, imamlarımıza/âlimlerimize/hatiplerine/önderlerimize söylediklerini yaşamayı, bizlere yazdıklarımızı hayatımıza geçirmeyi, siz okuyucularımıza da okuduklarınızı pratize etmeyi nasip eylesin ki, “Ey İman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz” ve buna benzer ayetlerle hesap gününde muhatap olmayalım. Âmin

Selam, dua ve muhabbet ile…
 

Dipnotlar:

1)  İslam’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, sf: 292

2)  Tirmizi, Tefsir 17. Sure 6.

3)   Suyuti, ed-Durru’l-Mensur, V, 317

4)  Ebu Naym, Hilye,II, 386

5)  İslam’ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, sf: 59 

Diriliş Saati Dergisi- Sayı:19 (Nisan-Mayıs 2007)


__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

İmam ve Ümmet Münâsebeti:

 

 Kuranda imam kavramının ümmet kelimesi ile yakın ilişkisini görmekteyiz. Biri anlaşılmadan ve gerçekleşmeden, diğerinin de anlaşılması ve gerçekleşebilmesi mümkün değildir. Zira ümmetin oluşumunda onlara belli bir düşünme, davranış ve yapı kazandıran imamdır/önderdir.

 İşte bu sebeple, Allah her topluma, bir imam ve rehber olan peygamber göndermiştir ki, toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkarsın.[1] Onlara, Kitapla yol göstersin, ışık tutsun, o toplum içerisinde kendisine iman edenlerin karşılaştıkları problemleri çözümlesin. Tek kelimeyle hakka, hidâyete yöneltsin; onların dünyalarını mâmur ettiği gibi, âhirette de kurtuluşlarına sebebiyet verecek aydınlık ve nurlu yolu (sırât-ı müstakîmi) göstersin.

  Allah, bozulmaya yüz tutmuş, kokuşmuş câhilî toplumlara peygamberler gönderir. Ellerinde kılavuz ve rehber (imam) olarak Kitab vardır. Rasüller, toplumlarını o Kitaba iman etmeye ve onunla amel etmeye çağırırlar. İman edenlere, Kitabı ve onun hikmetini öğretirler. Onları birtakım kötü davranış ve düşüncelerden, nefsin kötü arzularından arındırarak onlara rehberlik ederler. Dâvet etmiş oldukları doğrularla insanları fiilî olarak eğitirler; bu bilince dayalı sahih davranışlarda bulunan sâlih bir toplumu, müslüman bir ümmeti oluştururlar.

 Artık o toplumun önünde imam olan peygamber ve ellerinde Allahtan gelen Furkan vardır. O Furkan olan Allahın kitabıyla/hükmüyle hakkı bâtıldan ayırmaya çalışırlar. Zâlim, fâsık, müşrik ve kâfirleri cehennemle korkutarak, geçmiş toplumların başına gelen belâ ve musîbetlerin kendi başlarına da gelebileceğini hatırlatarak, kendilerine yüklenilen dâvet görevini yerine getirmeye çalışırlar. İman edenleri, ihsanda/güzel davranışlarda bulunmaya ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeye çağırır; hakka, hayra yönelen ve başkalarının da hakka yönelebilmesi için Allaha dâvet eden, iyilikleri emredip kötülükleri yasaklayanları cennetle müjdelerler. 

  Bu görevlerini yerine getirirken, dâveti reddeden bir toplum oluşur ki; bunların da öncüleri, imamları/önderleri vardır. Bu önderleri, halkı hakka ve hayra karşı örgütlerler. Bunların bir ideolojileri, ellerinde ise arzularından kaynaklanan bir kitapları, prensipleri ve ilkeleri vardır. Onunla düşünce ve davranışlarını ayarlamaya çalışır, örgütlü bir toplum oluşturmaya çalışırlar. Bu toplumun adı ise câhiliyye veya küfür toplumudur.

 Günümüzde Kuranı yaşam biçimi olarak kabullenmeyip başka sistemleri (komünizm, faşizm, kapitalizm, demokrasi, Kemalizm vs.) onun yerine ikameye çalışanlar ile bazı meselelerde Kurânı kabullenip hatta bazı ibâdetleri de şeklen (namaz, oruç, hac gibi) yerine getirmelerine rağmen, toplumsal yapıyı düzenlemede Kuran dışı sistemlerden birini kabullenen toplumlar işte bu câhiliyye toplumu kategorisine girerler. Örgütlü câhiliyye toplumu, İslâma ve müslümanlara, kademeli olarak savaş başlatır ki; hem kendi sistemini ayakta tutabilsin, hem de kendisini yok etmeye yönelik tüm düşünce, oluşum ve örgütlenmeleri yok edebilsin.

  Ancak, bu mücâdelesinde hassas davranması gerekir. Eğer o toplumda din, geleneksel anlamda kabul görüyor ve kısmen yaşanıyorsa, orada ruhban, Belam ve Sâmirîleri kullanarak davranışlarını dine dayandırıyor intibâı vererek topluma dindar gözükmesi gerekir ki, otoritesini meşrûlaştırabilsin. Âyetleri ruhban, Belam ve Sâmirîlerine tevil ve tahrif ettirerek, gerçekleri saptırarak, mücâdeleci müslümanları bozguncu ve bölücü olarak, terörist olarak gösterebilsin. Bunu sağladıktan sonra, oradaki müslümanlara uygulayacağı işkence, mahkûmiyet veya yargısız infazlarla mücâdelenin önünü kesebilsin. Kendisinin müsaade ettiği din anlayışını ise tevil ve tahrif mantığı ile bu psikolojik ve bedensel işkencenin de verdiği korku ile toplumda kabul görüp taraftar bulmasını sağlayabilsin.

 İşte böyle bir ortamda; âhiret bilinci kalplerine yerleşmiş olan müslüman dâvâ erleri sabrı kuşanarak, küfür toplumu içerisinde yeniden bir ümmet oluşturabilmek için sorumluluk bilinci ile bir araya gelmek zorunluluğu hissederler. Ancak bu şekilde, Allah Teâlânın rahmeti ortaya çıkmış olur.

�Sabrettikleri ve âyetlerimize yakînî olarak (kesin bir şekilde) iman ettikleri zaman, onların içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar/rehberler yaptık.� (Secde: 32/24)

 Evet, bir yanda câhiliyye toplumu içerisinde insanları hidâyete, doğru yola dâvet edip yönelten bir imam veya peygamber; diğer yanda ise peygambere veya muttakî imamlarlarla beraber Kurana tâbi olanları engellemeye çalışan ateş önderleri, ateşe dâvet eden imamlar.

�Onları (Firavun ve askerlerini) (insanları) ateşe çağıran imamlar/öncüler kıldık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.� (Kasas: 28/41)

Onlar kıyâmet günü yardım görmeyeceklerdir. Çünkü onlar insanların hidâyeti anlamalarına engel olmuşlardır. Onlar kitabı tevil ve tahrife yönelerek, insanların vahyi anlamalarını engellemiş ve sapmalarına sebebiyet vermişlerdir. Peki ya onları destekleyerek yanlarında yer alanlar, onların zulüm ve işkencesinden korkarak uymak mecburiyetinde oldukları anlayışıyla hareket edenler, kendilerini sorumluluktan kurtarabilecek mi?

  "Rabbim, bizi saptıranlar bunlardı, bunlar bizim hakkı anlamamıza ve hakkı yaşamamıza engel olmuşlardı, bizi bunlardan ayır, bunlardan ayrı değerlendir. Biz, güçsüzlüğümüz sebebiyle onlarla birlikte olmuş, İslâma ve müslümanlara karşı yapılan savaşta bu sebeple onların yanında yer almıştık" diyerek davranışlarının doğru olduğunu savunabilecekler mi? Hayır! Bu bahanelerin hiçbir faydası olmayacak. Çünkü onlar zâlimlerle birlik olup hakka birlikte karşı çıkmışlar, âhireti bir kenara bırakarak dünya nimetlerini tercih etmişlerdir. Yardımcı oldukları, yolunda yürüdükleri imamları/önderleri olan o zâlim müstekbirlerle birlikte ateşe gireceklerdir. Âhirette insan toplulukları imamları/önderleriyle birlikte çağrılacaktır.

�Her insan topluluğunu, imamları/önderleri ile birlikte çağıracağımız günde kimlerin amel defterleri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okurlar.� (İsrâ: 17/71)

 Evet, o gün insanlar ellerine tutuşturulan kitabı okuyacaklar. �Eyvah, bu kitaba ne olmuş, büyük küçük her şeyi en ince ayrıntısına kadar saymış, dökmüş. Yazıklar olsun bize!� diyecekler (Kehf: 18/49), ama artık faydası yok; orada haksızlığa uğratılmadan bizzat kazandıkları şeyler sebebiyle ateşe atılacaklardır.

  Kuranda imam kelimesi ile kastedilen şeyin sadece peygamberlerin değil, rasûllerle birlikte kitabın da imam olduğunu[2], insanlara önder ve rehber olduğunu, onların yollarını aydınlatıp hayatlarını belli bir plan çerçevesinde programladığını görürüz. Peygamberler görevlerini yerine getirip ümmetini/toplumunu oluşturduktan sonra onlar toplum içerisinde tâyin edilmiş bir vakte kadar kalırlar, sonra Allah onları toplumlarından çekip alınca, artık orada önder ve rehber (imam) olarak kitap vardır. İnsanlar artık o kitaba sarılırlar, onunla problem ve ihtilâflarını halleder, onunla toplumsal yaşamlarını düzenlerler. Belli bir süre böyle devam eder, zamanla nefislerini ön plana çıkaranlar olur, aralarında ihtilâflar baş gösterir.    Kimileri bağy edip Allahın hidâyetinden, aydınlık yolundan saparlar. İhtiraslar çoğalır, dünyaya meyleder, âhireti unuturlar. Bu sebeple ayrılık ve fitne zuhur eder, dinden sapmalar çoğalır. Onlar artık din, kitap tanımazlar. Onların ahit ve antlaşmaları da olmaz. Orada can, mal, akıl, nesil ve din emniyetleri de kalmaz. Orada her şey onların hevâlarına/arzularına göre ayarlanır. 

 Eğer güçlü iseler, birtakım değerleri ayaklar altına alırlar, ezmeye, sömürmeye ve yok etmeye çalışırlar. Artık öylesi ortamlarda; peygamberi kendisine örnek edinen, Kitabı rehber (imam) edinen müminler için ağır sorumluluk başlar, o sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmaları gerekir:

�Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün imamlarına/önderlerine karşı savaşın. Çünkü onların yemin (diye bir şeyleri) yoktur. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler.� (Tevbe: 9/12)

  Peygamberin çizgisini tâkip eden tevhidî topluluk, içinde yaşadıkları câhilî toplumun önderlerine karşı uyanık ve dikkatli olmak zorundadır. Zira, onlar gücü ellerine geçirdikleri zaman, ekini ve nesli ifsad ederler.[3] Bunu gerçekleştirirken ne söz/ahit, ne de antlaşma tanırlar. Artık orada insanların hürriyetleri ellerinden alınır ve insanlar tâğûtî otoritenin kulu haline getirilirler. Orada zulüm ve haksızlık yaygınlaşır. Küfrün imamları/önderleri, ototiretelerini süreklileştirebilmek için, insanların bilinçsizleştirilmeleri ve sorumluluk duygularını kaybetmeleri gerekir. Bu tâğutlar, fikir ve düşünce hürriyetini kendi ölçülerine göre belirler, birtakım tabular oluştururlar. Bilinçsizleştirdikleri yığınların kaybolan değer yargılarının yerine, küfrün imamları/önderleri, kendi değer yargılarını enjekte ederler ve bunları toplumun sahiplenmesini isterler.

  Böyle bir toplumda, bilinçli kimselere haksızlık karşısında susmayan inançlı insanlara çok büyük görevler düşer. Zira Allah, insanları bilinçlenmeye ve akletmeye çağırır. Allah, kullarını, kullara kul olmaktan kurtarıp sadece kendisine kulluk yapmalarını sağlayarak gerçek hürriyetlerine kavuşmalarını ister. İşte bu sebeple, küfrün önderleri olan müstekbirler, fırsatını buldukları an müslüman dâvâ erlerini ve onların imamlarını yok etmeye çalışırlar. Rabbimiz ise, müslümanların Kuranı kendilerine imam (rehber) edinmelerini istemektedir.

 Kuran bize rehberlik ederek küfrün önderlerine karşı sürekli bir mücâdele içerisinde olmamızı öğütler; onlarla savaşmamızı emreder.[4] İşte bu savaş, yani cihad, organize olmuş imamlı bir cemaatle olur. Toplum, müttakî bir topluluktur. İmamları ise takvâ sahiplerinin önderidir. Onlara takvâda öncülük eder. Bu toplumda bütün hesaplar âhiret üzerine yapılır, âhireti kazanmanın mücâdelesi verilir.

�Ve onlar (iman edip tevbe edenler), �Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!� derler.� (Furkan: 25/74)        & ;nbs p;        

 İmam, bir rehber ve önderdir; insanlara öncülük eder. İmâmet ise bir makamdır, rehberlik ve önderlik makamı. İmâmet, Âdemle başlamış ve Rasûlullaha kadar kesintisiz olarak vahiyle birlikte devam etmiştir. Rasûlullahtan sonra ise bu makam, Onun getirdiği Kitab (Kuran)a vâris olan, Kitabı yaşayıp toplumda yaşanılır kılabilmek için mücâdele veren imamlar tarafından sürdürülecektir. İşte bu imamlar, Rasûlün getirdiği şeriatı uygulamada ve dini insanlara tebliğ etmede Onun halefidirler. Bu makama getirilen insanın Kuranı kendisine rehber, Rasûlullahı ise örnek edinerek muttakî olması gerekir. Peygamberin soyundan da gelse zâlim olanlar bu makama gelemezler.[5]

 Firavunî sistemlerin temeli, zora ve zulme dayanır. Orada insanlar gruplara, partilere ayrılarak güçsüzleştirilerek birlikleri yok edilir. Bu sistemlerin zulüm ve sömürülerinden kendilerini korumaya çalışanlar, Firavunların/küfür önderlerinin kendilerine müsaade etmiş oldukları yasalar çerçevesinde hareket ederler. Bu sebeple orada güç ve inisiyatif Firavunların elindedir, onu diledikleri gibi kullanırlar. Tüm mücâdeleci hareketleri kontrolleri altında tutarlar.

 Allah ise zayıf bırakılmış, ezilen ve sömürülen müstazaf halka seslenerek onları birlik olmaya, yeniden imâmeti diriltmeye ve müstekbirlere karşı mücâdeleye dâvet ediyor, kendilerine lütufta bulunarak onları yeniden önderler yapacağını, ezilmiş ve sömürülmüşlükten kurtaracağını ve ne yapmaları gerektiğini anlatarak uyarıyor.

�Biz istiyoruz ki, o yeryüzünde müstaz�aflara (güçsüz düşürülenlere) lütufta bulunalım, onları imamlar/önderler yapalım, onları vârisler kılalım (ötekilerin yerini aldıralım).� (Kasas: 28/5)

�Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allaha ve Rasûlüne icâbet edin. Ve bilin ki, muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz Ona götürülüp toplanacaksınız.� (Enfâl: 8/24)

  İman edenler, imanlarının gereği olarak Allahın ve Rasûlünün çağrısına dikkat etmeliler. Bu çağrının gösterdiği hedefin gerçekleşebilmesi için gerekli güç ve çalışmayı ortaya koymalılar. Zira bu çağrı iman edenlere hayat bahşedecek  bir  dâvettir. İmâmet kurumunun yeniden gerçekleşebilmesi için imamlı cemaatlerini oluşturmaları gerekir. Zira Allahın huzuruna götürüldükleri âhiret gününde bu ağır sorumluluk gerektiren görevlerini yerine getirmemenin ne anlama geldiğini bilirler.

  Her imam, kendi cemaatini oluştururken, İslâmın karşısında insanlar da oluşacaktır. Bu insanlar da küfrün imamlarıdır. İnsanları kendi küfür yollarına dâvet ederken, kendi küfrî toplumlarını oluştururlar. Artık orada iki ayrı topluluk oluşmuştur. Bir yanda insanları Allah ve Onun dinine çağıran imam ve beraberinde oluşan İslâm toplumu, diğer yanda, insanları ateşe (cehenneme) çağıran küfür imamları ve beraberinde oluşan câhiliyye toplumu.

  Bu iki toplumun da inandıkları bir rabbi, bir dini vardır. Bu topluluklar, âhirete imamlarıyla birlikte giderler. Peygamberi, Onun getirdiği Kuranı ve Kitapla insanlar arasında hükmeden Peygamberin halefi olan imamları kendisine rehber edinenler âhirette Onunla beraber cennete girerler. Allah, Kuran ve Peygamberi tanımayan veya bunları tanıdığını iddia etmesine rağmen, Kuranı yaşam biçimi olarak kabullenmeyip kendi yanlarından sistem belirleyerek insanları onunla idare edenleri önder ve rehber edinenler de âhirette o imamlarıyla birlikte ateşe girecekler, cehenneme atılacaklardır.

 Her ümmetin peygamberi Allah huzurunda şâhidlik edecek[6] ve �Ya Rabbi, Senin dinini, Senin mesajını insanlara ulaştırdım, onlara Kitapta belirlediğin hayat şeklini ve bana öğrettiğin doğru düşünme ve uygulama biçimini öğrettim� diyecektir. Rasûlullahın ümmeti, sadece kendi bulunduğu dönemde yaşayıp da dâvetini kabullenerek onun gereklerini yerine getiren insanlarla sınırlı değildir. Bu ümmet, Onun risâlet döneminde başlayıp kıyâmet gününe kadar getirmiş olduğu dine girerek ona uygun amellerle imanını doğrulayarak onun göstermiş olduğu yolda yürüyen ve o dinin sürekli yaşanılabilmesi için dâvet ve cihad görevini yerine getiren insanların tamamından oluşmaktadır.

  Biz de, bizim için çizilmiş olan bu yolda imamlarımızı hangi ölçüye göre tesbit etmiş olduğumuza, kimleri imam olarak tanıdığımıza dikkat edelim. Dikkat edelim ki, âhiretimizi kurtarmaya çalışmış, görevimizi yapmış olabilelim; âhirete imamımızla birlikte gideceğimizi unutmayalım. Onlar bizim hakkımızda orada şâhidlik edeceklerdir.

  Kuranda belirlenen imamlı cemaatimizi oluşturarak, âhirette kurtuluşumuzu sağlayacak davranış içerisinde olalım. Bu ümmetin kıyâmete kadar devam edebilmesi için bizden sonra gelen nesillere bu kurumu sapasağlam, tertemiz bir vaziyette bırakalım ki, kurtuluşa erenlerden olabilelim.

�İçinizden hayra çağıran ve marûfu emredip münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.� (Âl-i İmrân: 3/104)

�Muhakkak ümmetiniz tek bir ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; o halde Bana ibâdet edin.� (Enbiyâ: 21/92)

  İşte Allahın tarif ettiği ideal toplum. İslâmı kendine din olarak seçmiş, Allaha iman ederek yalnız Onu Rab edinmiş, kulluğunu sadece Ona yaparak başka hiçbir şeyi ortak tanımayan, sahte rableri reddederek onların yaşam biçimlerini ve ideolojilerini kabul etmeden,  kıble edinilen çeşitli şeylere yönelmeyip sadece Rabbimizin belirlediği kıbleye yönelen, Kuranda tarif edilen, özellikleri belirtilen şahsı kendisine imam edinerek, başkalarını önder ve rehber edinmeyen muttakî toplum; işte kurtulacak olan cemaat de budur.[7]             


 

[1] Bakara: 2/257.

[2] Hûd: 11/17.

[3] Bakara: 2/205.

[4] Tevbe: 9/12.

[5] Bakara: 2/124.

[6] Nisâ: 4/41.

[7] Cafer Tayyar Soykök, Kur'an'da İmam ve İmamet, Haksöz, sayı 62, 64. Ahmet Kalkan, Kur�an Kavram Tefsiri


                 http://www.darulkitap.com/muhtelif/kavramlarans/imam/15.htm                        


 







__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
bembeyaz
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı bembeyaz

 

Selamlar,

Arkadaşlarımızın cevaplarında geçen "müttakiler" kelimesinin anlamına dikkat çekmek istiyorum... Neden hala bu kelimeyi "Allah'tan korkup sakınanlar" diye tercüme ediyoruz?

Acaba bu tercüme yeterli mi? İnsanların zihninde güzel bir çağrışım yapıyor mu? Korktuğumuz birisine gerçek bir dost olabilir miyiz? Onu gerçekten sevebilir miyiz? Ona gönülden bağlanabilir miyiz? Ona gerektiği şekilde saygı duyabilir miyiz? Niçin sevgiye değil de korkuya vurgu yapıyoruz. Acaba meallerdeki bu tercüme tam ve doğru bir tercüme olabilir mi? Allah'ın muradını bize eksiksiz yansıtabilir mi? Bunlar üzerinde arkadaşlarımızı düşünmeye davet ediyorum...

Elbette bu konuyu takva bölümünde işlemek gerekebilirdi. Ama dikkatimi çektiği için hemen burada gündeme almak istedim... Bir teklifim olacak... Zira tenkitten sonra teklif gelmesi esastır...

 Acaba "müttekiler"i;

 "Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar",

 "Allah'a saygısızlık yapmaktan korkanlar",

 "Allah'ı incitmekten sakınanlar"

 "Allah'ın sevgisini kaybetmekten kaçınanlar",

 "Hayatlarının her anında Allah'tan yana bir bilinç ve duyarlılık içinde olanlar"

şeklinde tercüme etsek doğru yapmış olur muyuz? Yoksa eski tercümeyle yetinmeye devam mı edelim? Herkese saygılar...

 

Yukarı dön Göster bembeyaz's Profil Diğer Mesajlarını Ara: bembeyaz Ziyaret bembeyaz's Ana Sayfa
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

 Bembeyaz yazdı:

"Allah'ın sevgisini kaybetmekten kaçınanlar",

 "Hayatlarının her anında Allah'tan yana bir bilinç ve duyarlılık içinde olanlar"

 Kardeş,ben bu ikisini beğendim,diğer arkadaşlar ne diyecekler bakalım.Aslında "bilinçli olanlar" kelimesi bile yeterli.


__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
Muhsin
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 subat 2007
Gönderilenler: 401
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Muhsin

slm, kadeslerim, rabbimizin  ilminizi artirmasini niyaz ederim.

Imam maaslarina gelince, yazacak cok sey var ama, yanlis sey yazmakdan Rabbime siginirim.

 

Yukarı dön Göster Muhsin's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Muhsin
 
muvahhit
Ayrıldı
Ayrıldı


Katılma Tarihi: 24 haziran 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 669
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı muvahhit

imamlardan da  cehenneme gidecekler var...diyanet işleri başkanlığından da cehenneme gidecekler var..aralarında müftülerde var..hatta ön sıralarda baş müftülerde var..nerden mi biliyorum..gayretlerinden ...gayretlerinden..

anlayacağınız var oğlu var.

pretestö ediyan. iğer mağaşlarımız artmaz ise..zubah nemazlarıni mevcut cümaat gibi gılmeyecez artı  gıldırmiyecezz..

emme hocam sen bu işi Allah ırızası için yapmeyyon   mu?

--ivet emme işin içine pere girdimi işin rengide değişiii....

hocam senin rengünde değüşmesün öte terefte.

--Allahın iznüynen değüşmez.
niden ki?

şundan ki...biiiz mağdem bu işi!

--işi mi..ne işi ki hocaa sen bunu iş olarak mı görüyonda sonra pere isteyyon


neye kardeşim...meğmura veriler..işçiye veriler...bene neye virmesinler..zırf nemaz gıldireyyoz diye...

vallahi sen de haklısan bie hoca.




__________________
Herkes kendi ameliyle Allah’ın huzuruna gider
Yukarı dön Göster muvahhit's Profil Diğer Mesajlarını Ara: muvahhit
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats