Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Haksöz Dergisi - Sayı: 28 - Temmuz 93 Kuran Çalışmaları |
|
Süleyman Peygamberi Anlamak -1
Cengiz Duman
Bir. / Giriş "Kıssalarda
geçen olaylarla peygamberimiz ve ashabına gayret, sabır ve müjde
bildirilmekte; Allah'ın ayetlerini yalanlayıp küfürde direnenler de
uyarılmaktadır. Daha sonraki çağlarda gelecek olan müminler için de bu
kıssalarda durum ve şartlarına göre ibretler ve örnekler vardır. Zaten
müminler bunlar üzerinde düşünmeye ve öğüt almaya çağırılmaktadır. Kur'an'daki
kıssa ve haberlerin anlatımına geçilmeden önce "bil-hak, bil-ilm"
ifadeleri yer alır. Bundan amaç, anlatılacakların anlatılanların gerçek
ve doğru olduğu zaman ve zanla alakası bulunmadığıdır." (1) "Gerçekten rasullerin kıssalarında akıl sahipleri için çok büyük bir ibret vardır." (Yusuf/111) Ağırlıklı
olarak Mekki surelerden; Sad, Nemi, Sebe, Enbiya surelerinde, kıssası
anlatılan Süleyman (a) hakkında, Kur'an-ı Kerim'in indiği dönemde
Arapların bir takım bilgileri mevcuttu. Arap
müşriklerinin bu bilgileri evvela; Kitab ehliyle olan münasebetleri
esnasında Tevrat ve İncil'den aktarılan rivayetlerden kaynaklanıyordu.
Bunun yanı sıra Kureyş suresinde belirtilen; kışın Yemen'e, yazın Şam'a
yapılan ticaret kervanlarının seferleri esnasında da bilgiler
ediniyorlardı. Yemen tarafına yaptıkları "kış seferberinde o bölge
içerisinde bulunan Sebe ile ilgili rivayet ve kalıntıları; Şam'a
yapılan "yaz seferberinde ise o bölge yakınlarında bulunan şimdiki
Kudüs'te hükümranlık sürmüş olan Süleyman (a) hakkındaki rivayet ve
kalıntıları işitip görüyorlardı. Böylece
Cahiliyye toplumunun Süleyman (a) kıssası hakkındaki altyapısı, henüz
Kur'an inmeden önce oluşmuştu. Ne var ki bu altyapı hidayete sevkedecek
Tevhidi çizgiden uzaktı ve daha ziyade masalımsıydı. Rivayetlerin
kurgusu zenginlik, maddiyat ve aşk teması üzerineydi. Tevrat'ta ve
İncil'deki metinler aslından uzaklaşmış; tarihsel vak'alara
dönüştürülmüşlerdi. Hz.
Süleyman (a) hakkında bütün bu olumsuzluklara muhatap olan Cahiliye
toplumuna Allah; Süleyman kıssasını vahyederek onlardan öğüt almalarını
istedi. Bu kıssanın nüzulü, Müslümanlar için ibret ve öğüt,
inanmayanlar için azgınlıklarını daha da artıran sebep oldu. "Rasul'lerin
kıssalarında, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz.
Bunda sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir." (Hud/120) İki. / Babası Davud (a) Hz.
Süleyman'dan evvel, babası Davud'un, büyük bir hükümdarlığı vardı.
Davud (a) aynı zamanda rasul seçilmiş ve kendisine kitap verilmişti.
"Andolsun ki biz, Rasullerin kimini kimine üstün kıldık, Davud'a da
Zebur'u verdik." (İsra/55). Adil bir hükümdardı. Halkını ezmedi. "Ey
Davud biz seni hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet."
(Sad/26) Allah'ın
verdiği nimetler sayesinde egemenliği oldukça genişlemişti. "Onun
mülkünü güçlendirmiştik." (Sad/20) "Dağları ona ram etmiştik..."
(Sad/18) "Toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onun nağmesine katılırdı..."
(Sad/19). Böylece
otoritesini sağlamlaştıran Davud'a Allah; zırh yapımını öğretmek
suretiyle savaşlarda üstünlük elde ederek egemenliğini daha da
genişletmesini sağladı. "Savaşın şiddetinden korunmak için zırh yapma
sanatını öğretmiştik." (Enbiya/80). Calut'la yaptığı savaşı anlatan
ayetler (Bakara/249-250) onun savaşma sanatındaki maharetini bize
gösterir. Davud'un
bu muhteşem hükümranlığı altında yetişen Hz. Süleyman aynı zamanda onun
kararlarına ortak oluyordu. "Davud ve Süleyman da milletinin
koyunlarının yayıldığı ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz onların
hükmüne şahittik." (Enbiya/78). Babası Davud'un yanında tecrübe ve
bilgisini geliştiren Hz. Süleyman, ülke yönetiminde de derin bir
tecrübe sahibi olmuştu. Hz. Davud'un hükümdarlığı ölümüne kadar sürdü.
Onun ölümünden sonra tahtına Hz. Süleyman varis oldu. Kur'an-ı Kerim'in
Neml Suresi 15. ayeti bu hususa şöyle işaret eder: "Süleyman, Davud'a
mirasçı oldu." Tevrat'ta ise bu olay şöyle anlatılır: "Ve Davud ataları
ile uyudu... Ve Süleyman babası Davud'un tahtına oturdu..." (Tevrat, I.
Krallar). Üç. / Süleyman'ın (a) hükümdarlığı Artık
Süleyman (a) hem bir melik, hem de rasul olarak ülkesini yönetmeye
başlamıştı. Babasından kalan hükümdarlıktan başka, Allah ona
peygamberlik de vermişti. "Andolsun ki Davud'a ve Süleyman'a İLİM
verdik." (Nemi/15). Hz. Süleyman, Tevrat'ta "Irmaktan Filistiler
diyarına ve Mısır sınırına kadar" diye tarif edilen, bugünkü İsrail
topraklarından daha da büyük bir araziye sahip devletin başına
geçmişti. Ülkenin batısını teşkil eden topraklar Akdeniz'e sınırdı. Bu
kıyılar deniz ticaretinin limanlarını oluşturuyordu. Ayrıca Kızıldeniz
kıyısında da limanlar mevcuttu. a/ Rüzgar Tevrat'ın
I. Krallar bölümünde Süleyman'ın Edom'da, Kızıldeniz kıyısında gemiler
yaptırdığı belirtilir. Kur'an'ın gösterdiği işaretlerden bakacak
olursak Süleyman (a) Allah'ın, istediği tarafa sevkettiği "rüzgar"
sayesinde, bütün gemilerin rüzgarın itme gücü ile hareket ettiği o
çağda, mal yüklü gemilerinin daha hızlı seyretmesini sağlayarak
ticarette de büyük aşamalar kaydettiği düşünülebilir. "Bereketli
kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı,
Onun buyruğuna verdik..." (Enbiya/81). "Bunun üzerine Biz de, istediği
yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgarı verdik." (Sad/36) "Gündüzün
estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen
rüzgarı Süleyman 'in buyruğu altına verdik." (Sebe/12) "O halde rüzgar
Süleyman'ın emrindeydi ve o bir aylık uzağa deniz seferleri
düzenleyebiliyordu. Çünkü rüzgar onun gemileri için istediği yönde
esiyordu." (2) Bazı
müfessirler; "Süleyman aleyhisselama müsahhar kılınan bir rıyhi
(rüzgar) mahsus idi... Yani Süleyman aleyhisselam isterse bütün alemin
rüzgarını tutabilirdi demek değil, havada bir cereyanına tasarruf
edebilir ve onunla dilediği yere gidebilirdi... Süleyman aleyhisselam
bununla balon gibi mi yoksa teyyare gibi mi giderdi orasını Allah
bilir." Veya "Şam'da sabah taamını yer öğle vakti istahırda bulunur.
Öğleden sonra Kabil'e varır orada beytutet ederdi... O rüzgar emri
veçhile istediği yere kürsüsünü ve kürsü üzerinde etbaını ve askerini
alır götürürdü." (3) diyerek
Süleyman (a)'in rüzgara binerek seyahat ettiği, hatta ordu dahil her
şeyin rüzgara binerek böylece istenilen yere gidildiği kanaatindedirler. Eğer
Hz. Süleyman rüzgara binip Kabil'e kadar gitmiş olsaydı; aşağı yukarı
Kabil kadar bir uzaklıkta olan Sebe diyarına da gider bizzat ora halkı
hakkında bilgi edinirdi. "Ben, dedi, senin görmediğin bir şeyi gördüm
ve Sebe'den sana gerçek bir haber getirdim" (Neml/22) diye haber
getiren Hüdhüd kuşuna gerek kalmazdı. "Süleyman'ın
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı.
Hepsi toplu olarak gidiyorlardı. Sonunda karıncaların bulunduğu vadiye
geldiklerinde bir karınca: Ey karıncalar dedi, yuvalarınıza girin ki
Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler." (Neml/18). Bu
ayette ise Süleyman'ın ordusunun günümüz orduları gibi gayet düzenli
bir yürüyüşle sevkedildiğini ve "bir karıncanın" diğer karıncalara
ezilmemeleri için uyarıda bulunmasından da Süleyman (a)'ın ordusunun
rüzgara binerek hareket etmediği anlaşılıyor. b/ İnşaatçılık Süleyman
(a) aynı zamanda yapı işlerine de ağırlık vermişti. Yaptırdığı
binaların en görkemlisi Kudüs'te inşasına başlanılan mabeddi. Emrinde
inşaat işlerinde çalıştırdığı binlerce köle ve usta vardı. "Ve
şeytanları: Her bina ustasını ve dalgıcı. Ve zincirlerle birbirine
bağlanmış diğerlerini buyruğu altına verdik.' (Sad/37-38). Bu sayede
çok zor bir iş olan inşaatçılığa ağırlık verildi. Her şeyin insan
emeğiyle yapıldığı o çağlarda başlanılan bir inşaat yıllarca sürüyordu.
Binlerce köleyi besleyen, yıllarca süren yapılara yığınlarca malzemeyi
temin edebilen Hz. Süleyman'ın hükümdarlığının ne kadar büyük olduğu
Tevrat'ın I. Krallar bölümünde şöyle dile getiriliyor: "Ve Süleyman'ın
yük taşıyan yetmiş bin ve dağlarda taş kesen seksen bin adamı;
bunlardan başka Süleyman'ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, İşin
başında bulunan üç bin üç yüz baş kahyaları vardı... Ve Süleyman on üç
yıldır evini yapıyordu." c/Bakır "...Onun
için su gibi erimiş bakır akıttık." (Sebe/12). Allah, Hz. Süleyman'a,
bakır madenini bahşetti. Böylece babası Davud'a demiri yumuşatarak
savaş malzemeleri yapma sanatını ihsan eden yüce Allah; Süleyman'a da
bakır madenini sel gibi akıtarak Davud'dan kalan demircilik sanatının
üzerine bakırcılığı da eklemesini sağladı, Böylece bakırcılık gelişti,
bina dekorasyonları, heykeller, devasa kazan ve kaplar imal edilmeye
başlandı. "Süleyman
için ö ne dilerse; mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar
ve taşınması güç kazanlar yaparlardı." (Sebe/13). Süleyman inşa ettiği
mabedin süslemelerini bakırdan yaptırıyordu. İnşaatlarda çalışan
binlerce işçinin yemekleri için dev kazanlar ve günlük yaşamda
kullanılan kap kaçakları bakırdan döktürmüştü. Bakır, artık günlük
hayatın bir parçası olmuştu. Tevrat'ın I. Krallar bölümünde her birinin
dört arşın olduğu belirtilen tunçtan on kazan yaptığı belirtilir. Burada,
Süleyman Ateş'in "Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri" isimli eserinde
üzerinde durduğu "Kıtr kaynağı"nın katran olduğu iddiasına değinmekte
yarar görmekteyiz. Ateş; "Müfessirlere göre kıtr kaynağı, erimiş bakır
kaynağıdır." dedikten sonra "Fakat Muhammed İzzet Derveze'nin işaret
ettiği gibi kıtr'ın, katran yani petrol olması daha uygundur." Hz.
Süleyman, o kaynaktan elde edilen katrandan yararlanmıştır. Akla uygun
olan budur. Yoksa erimiş bakırın o zaman için sel gibi akıtılması akla
uygun düşmemektedir." (4) diyerek,
"kıtr"ın bakır değil, katran olduğunu iddia etmektedir. Ateş; bu kanıya
çağımızın en önemli kaynağı olan petrolün, o bölgede bulunmasından
dolayı varıyor. Oysa Sebe Suresi 13. ayetinde belirtilen "kaleler,
heykeller, havuzlar kadar büyük leğenler, sabit kazanlar"ın hangi
madenlerden yapıldığı hakkında bir fikir serdetmiyor, o dönemde günlük
hayatta kullanılması pek bir şey ifade etmeyen katranın "kıtr kaynağı"
olduğunu savunuyor. Halbuki 12. ayetin siyak ve sibakı "kıtr"ın bakır
kaynağı olduğunu gösteriyor. Süleyman; mabed'in ve inşa ettirdiği diğer
yapıların süslemelerini; koca koca kazanları, kapları acaba hangi
madenden yaptırıyordu? Bu bolca harcanan madenin bereketi nereden
geliyordu? "Onun için, su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle,
yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlardan
buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.
Süleyman için, o ne dilerse, mabedler, heykeller, büyük havuzlara
benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı." (Sebe/12-13) ç/Atlar Süleyman(a)'ın
sahip olduğu nimetler arasında atlar da vardı. Ordusunun süvari
birliklerini, en iyi cins atlar olduğu bilinen Arap atları ile teçhiz
etmişti. "Ona
bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu. Süleyman:
'Doğrusu, ben bu iyi malları, Rabbimi anmayı sağladıkları için
severim.' demiştir (Sad/31-32). Bu ayet-i kerimeden anlaşıldığı
kadarıyla, kendisine bir beldeden (Tevrat'a göre Mısır'dan) getirilen
cins atlarla, Hz. Süleyman bizzat ilgilenmiştir. Onların bu güzel
görünüşleri ve Allah yolunda kullanılan bir nimet olması hasebiyle
Süleyman, atları sevdiğini söylüyor: "Koşup,
toz perdesi arkasında kayboldukları zaman: 'Artık yeter, onları bana
getirin.' dedi. Bacaklarım ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı."
(Sad/33). Atları yarıştırıp deneyen Süleyman, onları yanına getirip
bacaklarını ve boyunlarını okşar. Bu ayetlerde belirtilen mal sevgisi;
Allah tarafından verilen malların Allah'ı anmayı, onu hatırlamayı
sağladıkları için sevilmesi olayıdır; dünya hayatına tapan insanların
mal sevgisi gibi olmadığını belirtmesi içindir. Hz. Süleyman'ın mal
sevgisi Allah'ın istediği nizamın temini için atların ve diğerlerinin
bir vasıta olmasından dolayıdır. Hz. Süleyman her zaman Allah'a;
verdiği nimetler için şükreden bir kuldu. O denenmiş biriydi. Allah'a
asi olması mümkün değildi. Bunu Allah, bir sonraki ayette şöyle
anlatıyor: "And olsun ki Süleyman 'ı denedik, hükümranlığını zayıf
düşürdük; sonra eski haline döndü. Süleyman: 'Rabbim, beni bağışla!
Bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver! Sen
şüphesiz, daima bağışta bulunansın.' dedi." (Sad/34-35) Müfessirlerden
bazıları ise bu ayetlerde geçen "meshetme" olayını Süleyman'ın atları
seyrederken namaz vaktini kaçırmasından ötürü atların boyun ve
bacaklarını kesmesi olarak yorumlamışlardır. Namaz ibadetini tam yerine
getirememesinden dolayı, buna sebep olan atları katlettiğini iddia eden
müfessirler, böyle acaip bir yorumdan sonra olayı yumuşatmak için
Süleyman'ın atları tasadduk ettiğini; bu yorumda da açık verince at
etinin o zamanlar helal olduğunu bu sebeple fakirlere tasadduk
edildiğini savunmuşlardır. Ayetlerde
anlaşılması gerekenin Süleyman'ın mal sevgisinin; Allah rızasını
kazanma yolunda bu malların bir vesile olduğunu itiraf etmesi iken,
olmadık yorumlara gidilmesi sonucu, ayetlerin asıl mesajı
kaybolmaktadır. Dolayısı ile olay hidayetle ilgili olmaktan ziyade
tarihsel boyutlarda kalmaktadır. d/Cinler Hz.
Süleyman babasının zamanından devam edegelen bir hükümdarlığın sahibi
idi. Bu hükümdarlığı tesis ederlerken çeşitli savaşlar yapmışlar, bu
savaşlardan aldıkları ganimetler yanında savaşan düşmanlardan esirler,
köleler edinmişlerdi. "Rabbinin izniyle, yanında iş gören CİNleri onun
buyruğu altına verdik." (Sebe/12) " Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören ŞEYTANlardan da onun buyruğu altına verdik." (Enbiya/82) "Süleyman'ın CİNlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı." (Neml/18) "...Bina kuran ve dalgıçlık yapan ŞEYTANları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik," (Sad/37-38) Eğer
emrinde böyle büyük bir güç mevcut olmasaydı, emeğe dayalı işlerin
yoğun olduğu o dönemde Hz. Süleyman'ın, yıllar sürecek binalar yapmaya
girişmesi mümkün olamazdı. Ayrıca ticaret ve diğer el sanatlarının
yoğun olarak yapılması mümkün olmazdı. Bunun yanısıra iki insan
topluluğunun karşı karşıya gelerek çarpışması şeklinde yapılan
savaşlarda ele geçirilen cinler (esirler) bu savaşlarda kullanılmış
olsaydı, asıl ordu birlikleri daha çok yıpranırdı. Neml Suresi 18.
ayetinde verilen "Süleyman'ın CİNlerden, insanlardan ve kuşlardan
müteşekkil ordusu toplandı." cin, insan ve kuş sıralaması, ordunun
savaş düzeni hakkında bize, yukarıda serdettiğimiz cinlerle ilgili
fikirlerimizin isabetli olduğunu kanıtlamaktadır. Bütün
bu tesbitlerden sonra, Süleyman'ın emrindeki cin ve şeytan olarak
isimlendirilen kölelerin insan üstü yaratıklar olduğunu ileri sürenlere
karşı, şunları da ifade etmemiz gerekmektedir: 1-
"Demir halkalarla bağlı" ifadesi günümüz filmcilerinin tarihi filmlerde
köleleri hep boyunları ve ayakları bağlı olarak tipledikleri gibi,
boyunları ayakları zincirlerle bağlı "insan" esirleri ifade eder. Yoksa
insan üstü varlıkların zincire vurulması gibi garip bir yorum yapmak
gerekirdi ki; bu mantıksız bir yorum olurdu. 2-
"Dalgıçlık yapan" şeytanlar ifadesi ise inci ve sünger çıkarmak için
denizin derinliklerine dalan insanları anlatmaktadır. Dünyanın bir çok
bölgesinde halen bu tip İnsanlar vardır ve geçimlerini bu yolla temin
etmektedirler. Kur'an'da denizin derinliklerinden çıkarılan inci ve
mercan hakkında şu ayeti kerime geçmektedir. "Bu iki denizden de inci
ve mercan çıkar." (Rahman/22) 3-
"Süleyman'ın Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu
toplandı." ayetinde cinlerin, ordunun en ön safında yer alması onların
bir nev'i yem olarak öne sürülerek hem onların bu yolla
cezalandırılması sağlanmış ve hem de karşı ordu yıpratılmış oluyordu.
Esasen bu cinler insanüstü varlıklar olsalardı arkadan "insan"
birliklerinin sürülmesine gerek kalmazdı. Çünkü kılıç, ok, mızrak
işlemeyen bir orduya karşı kimse duramazdı. Bütün
bu esirlere cin ve şeytan denilmesi, onların ele geçirilen yabancı
kavimlerden olmalarından ileri gelmektedir. Aynı zamanda bu köleler Hz.
Süleyman'a karşı çıkan kafirler olmalarından dolayı bu sıfatlarla
isimlendirilmişlerdir. "Cin
kelimesi insanlar arasında bir sınıf için de kullanılmaktadır. Hatta
şeytan kelimesi bile Kur'an'da bir çok defalar insanlar için
kullanılmıştır. Fena insanlardan bir çok yerlerde şeytanlar adı ile
bahsedilmiştir (2/14; 3/175; 21/82 vs. olduğu gibi). Fakat Arap
edebiyatında cin kelimesinin insan için kullanılması İslamiyetten
evveldir, Musa İbn Cabir'in, cinlerim de kaçıp gitmedi, mısrası (Cin
gibi olan arkadaşlarım da kaçıp gitmediler) şeklinde tefsir
edilmektedir. Burada cin kelimesinin insan manasına geldiği açıkça
görülmektedir. Tirmizi de (Araplar, işinde çabuk ve zeki olan kimseleri
cinlere veya şeytanlara benzetirler) der. İslamiyetten önceki şiirlerde
cin kelimesinin, büyük ve cesur insanlar için kullanıldığını gösteren
misaller vardır. Sonra Arap dilcileri cin kelimesini "mu'zam al-nas"
yani insanların ekseriyeti, yahut da beşeriyetin kısmı küllisi olarak
izah ediyorlar." (5) Mantıken
bir rasulün emrine ŞEYTAN'ın verilmesi Kur'an esprisine uygun düşmez.
Çünkü Rasul ve Şeytan iki zıt kutuptur, ikisinin yan yana gelmesi
Vahy'e gölge düşürür. Dolayısıyla Süleyman(a)'ın emrindeki şeytanları
ele geçirilen esirler olarak algılamak en tutarlı yorumdur. e/Kuş Mantığı "Ey
İnsanlar! Bize Mantıkut-Tayr Öğretildi." (Neml/16). Sebe melikesi ile
Hz. Süleyman arasında geçen olaylar öncesinde açıklanan bu özellik aynı
zamanda Sebe'den haber getirip, diyalogu sağlayan Hüdhüd kuşunun
Süleyman'la anlaşmasını izah etmiş oluyordu. "Şu yazımı onlara götür,
onlara at." (Neml/28) Hz.
Süleyman'ın kuşlarla olan ilişkisi, babası zamanında başlamıştı:
"Doğrusu Biz, akşam sabah onunla beraber teşbih eden dağları, KUŞLARI
da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik." (Sad/18). Davud da
kuşlarla ilgilenmişti, onun bu ilgisi Süleyman'da da devam ermişti.
Daha sonraları Süleyman (a),kuşların hareketlerini de anlamaya başlamış
ve onları çeşitli işlerde kullanma imkanlarını elde etmişti. "O
yalnız kuşların sesleri veya hareketleri ile ifade ettikleri hislerini
anlamakla kalmıyor, o hisleri idare eden mantıki, ledünniyatı da
biliyordu." (6) "Binaenaleyh
kuşun muhtelif hisleri arasındaki münasebatı idare eden hassasiyet
kuvvesi kuş mantığı ve hislerini izhar için çıkardığı sesler de kuş
dili demek olur. Mesela horozun yem aramak için deşinmesinde bir mantık
vardır. Yemi bulduğu zaman "dik, dik" diye tavukları çağırması da bir
nutuk, bir dil demektir." (7) Dolayısıyla
kuş mantığını kavrayan Süleyman (a) onları istediği yerlerde kullanmayı
başarmıştı. "Hz. Süleyman (a.s.) bu kuş birliklerini, muhtemelen
haberleşme, avlanma ve buna benzer görevler için kullanıyordu." (8) Devamı gelecek sayıda Notlar: 1- Sami Börekçi, "Kur'an'ın Düşünceyi Değiştirmesi", Kelime, Sayı 16, s. 15. 2- Mevdudi, Tefhimü'l-Kur'an, Cilt 3, s.293, İnsan Yay., İstanbul, 1987. 3- Mehmed Vehbi, Hülasatü'l-Beyan, Cilt 11-12, s. 241, İstanbul, 1987. 4- Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Cilt 7, s. 241, İstanbul, 1990. 5- Mevlana Muhammed Ali, İslam Dini, s. 128, İstanbul, 1946. 6- Elmalı Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt 5, s. 3665, İstanbul, 1979. 7- A. g. e.. Cilt 5, s. 3665. 8- Mevdudi, a. g. e., Cilt4, s. 88.
Haksöz Dergisi - Sayı: 29 - Ağustos 93 Kuran Çalışmaları |
|
Süleyman Peygamberi Anlamak -2
Cengiz Duman
Dört/ Sebe Melikesi Nemi
Suresi'nde anlatılan, Süleyman (a) ve Sebe melikesi arasında geçen
olaylar; Kur'an-ı Kerim'in diğer surelerinde anlatılan Hz. Süleyman ile
ilgili kıssaların iyice anlaşılmasından sonra daha iyi kavranacaktır. "Süleyman'ın
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı.
Hepsi toplu olarak gidiyorlardı." (Neml/18). Hz. Süleyman ordusu ile
bir sefere çıkar, fakat bir müddet sonra Hüdhüd ona bir haber getirir.
"Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe'den doğru bir haber
getirdim." Bu ayet-i kerimeden anlaşılan, Hz. Süleyman'ın Sebe'den
haberi olmadığıdır. Allah onu, Hüdhüd vasıtasıyla Sebe'den, orada
olanlardan haberdar eder ve bu vesileyle de Sebe'ye sevkeder. Burada
haberleşmeyi; kıssanın anlatımına başlarken "Ey insanlar! Bize KUŞ
MANTIĞI öğretildi." diye belirtilen "Mantıku't-tayr" sayesinde
Süleyman'la Hüdhüd arasındaki diyalog sağlar. Tabi burada Hüdhüd ile
Süleyman arasındaki konuşmalar sanki hüdhüd insan dili biliyor da
konuşuyor gibi anlaşılıyorsa da; aslolan MANTIKUT-TAYR'ı bilen Hz.
Süleyman tarafından Hüdhüd'ün mantığı kavranarak oluşan diyalog olduğu
kabul edilmesi lazımdır. Bu hususa merhum Elmalılı Hamdi Yazır; Hak
Dini Kur'an Dili adlı tefsirinde şöyle değinir: "...Süleyman'a kuş dili
değil, kuşa insan dili bildirilmiş olur. Halbuki 'Bize mantıku't-tayr
öğretildi' buyrulmuştur. Ehemmiyet kuşun söylemesinden ziyade
Süleyman'ın anlamasında ve anlayışının derinliğindedir." Hüdhüd'ün
getirdiği haberde Sebe ile ilgili anlattığı detaylar Peygamberlik
fonksiyonunun Allah tarafından Hüdhüd ağzıyla ifade edilmesidir.
"Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm." Sebe kavminin
Allah'ı tanımadıkları, Allah zannıyla güneşe taptıklarını anlatıyor.
Bunu niçin yapıyorlar? "... Şeytan kendilerine, yaptıklarını güzel
göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. " O halde ne olacaktır?
Şeytan onlara eğri yolu süslü gösterdiği için, doğru yolu
bulamayacaklardır. Onlara Allah'ın dinini bildirecek bir rasul
gereklidir. İşte Allah'ın Süleyman'ı Sebe'ye sevketmesi; onlara doğru
yolu bildirmek istemesinden kaynaklanıyor. Tabii ki bu ayetler bize,
aynı zamanda peygamberliğin toplumdaki fonksiyonunu anlatmış oluyor. Hüdhüd'ün
Süleyman'a Sebe kavminin durumunu bildirdikten sonra; Süleyman (a)
Melike'ye Hüdhüd vasıtasıyla bir mektup gönderir. Mektubu alan Melike,
hemen mele'sini toplar. "Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında
bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş
hakkında kesin bir hüküm veremem." Bu
ayet, Melikenin ülkeyi nasıl yönettiği hakkında bize bir fikir
veriyor.. Daha önce 23. ayette Melike'nin elde ettiği nimetler sayılır:
"Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir
tahta sahip olan bir kadın buldum." Kendisine her şeyden bolca verilen,
ifadesi Süleyman (a) için de kullanılır: "Ey insanlar! Bize kuşdili
öğretildi ve bize HER ŞEYDEN BOLCA VERİLDİ." Şu halde Melike büyük bir
servet sahibidir ve ülkesini şura ile yönetmektedir. Sebe Melikesi
Belkıs ile Hz. Süleyman arasında yapılacak bir kıyaslamada, ülke
yönetim tarzları ile sahip oldukları servetlerin birbirlerine yakın
olduğunu gösteren verilerle karşılaşıyoruz. Her iki yönetim birbirinin
aynı kapasiteye sahiptirler. Ancak Belkıs'ın yönettiği devlet ve tebası
şirke düşmüş, Allah'a isyan etmişlerdir. Hz. Süleyman'ın yönetimi ise
adaleti ile şöhret bulmuş, ele geçirilen yerler ve tüm bölgede nam
salmış, diğer idarelerin gözleri korkmuştu. Tabii bu Belkıs tarafından
da duyulmuştu. Yapılacak
en iyi iş, Hz. Süleyman'ın mektubunu aldıktan sonra, Süleyman'ın zayıf
taraflarını yoklamaktı. Neticede şura, Hz. Süleyman'ın hediyelerle
denenmesine karar verir. Bu kararda şu psikoloji vardır: Krallar her ne
kadar büyük bir servete sahip olsalar da, tebaları tarafından saygı ile
karşılansalar da, yine de içlerinden elde ettikleri bu nimetlerden daha
da fazlasını isterler. Bu onların zayıf taraflarıdır. Dolayısı ile iyi
bir yönetici olan Melike, Süleyman'ı denemek ister. Fakat umdukları
gibi olmaz. Süleyman (a) mala düşkün biri değildir. Allah bunu daha
önce anlatmıştı. "(Süleyman) Doğrusu ben bu iyi malları Rabbimi anmayı
sağladıkları için severim." (Sad/32). Hz. Süleyman'ın, malı Allah'a
hizmette bir vasıta olduğu için sevdiğini bilmeyen melikeye cevabı çok
serttir: "Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki
de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! Andolsun ki, güç
yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük
düşmüş olarak çıkarırız," Bu sert cevap içerisinde Melike'nin daha önce
ifade ettiği bir husus yer alır. O da; "Doğrusu hükümdarlar bir şehre
girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık
yaparlar." şeklindeki hükümdarlar hakkındaki tanımıdır. Hz.
Süleyman, bu sert cevabı yolladıktan sonra, Melike'nin teslim
olacağından o kadar emindir ki şöyle bir çağrı yapar. "Ey cemaat! Bana
teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtım yanıma
getirebilir?" Amacı ona kudretinin büyüklüğünü göstermektir. Buna bile
gerek kalmaz çok zeki biri olan Melike; Süleyman'ın hükümdarlığı
hakkında tevatüren edindiği bilgilerle, bu mülkün Allah'ın yardımı
olmadan olamayacağı kanaatine varır. Hz. Süleyman'la görüşmek üzere
Kudüs'e doğru yola çıkar. Belkıs
Kudüs'e doğru yol alırken onun müslüman olduğundan haberi olmayan Hz.
Süleyman, Kitab ilmine sahip birisi sayesinde Belkıs'ın tahtını
getirttirerek, tahtı melike tarafından tanınamayacak hale getirtir.
Süleyman'ın Melike'ye ilk sorusu, yanı başlarında duran tahtın kime ait
olduğu idi. Belkıs'ın cevabı ise tahttan ziyade Allah'a teslim olması
ile ilgiliydi. "Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim
olmuştuk." Rivayeten aldığı bu bilgilerle teslim olan Melike, Hz.
Süleyman'ın sahip olduğu eserleri görünce kalbi daha mutmain olur ve
şöyle der: "Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la
beraber alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." Böylece
Allah'ın verdiği nimetleri, O'nun yolunda kullanan bir yöneticinin ve
toplumun ulaştığı seviye Belkıs'a gösterilmiş, onun da elindeki serveti
Allah yolunda kullanması gerektiği anlatılmış oluyordu. Beş./ Süleyman'ın Ölümü "Süleyman'ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü
cinlere farkettirdi. O ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet
cinler gaybı bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde
kalmazlardı." (Sebe/14) Süleyman
(a), babasından devraldığı hükümdarlığı adaletle; Allah'tan aldığı
Rasullüğü hak ile yerine getirip eceli geldiğinde vefat ettirilir.
Emrindeki cinlerin bu olaydan haberleri olmaz. Dolayısıyla azab içinde
hayatları devam eder. Eğer Süleyman'ın ölümünden haberleri olsalardı
isyan eder kurtulurlardı. Müfessirler
ise bu ayete farklı bir açıdan yaklaşırlar. Mehmed Vehbi Efendi'ye
göre: "Nastan aylarca uzlet edip hiç kimseyle ihtilat etmeksizin
ibadetle meşgul olarak evvelden beri adeti olduğundan, herkes eski
adetine hamletmiş ve ölümü hatırlarına gelmemişti. O zamanda asaya
dayanarak ibadet etmek caiz olduğundan asa üzerine dayanması da adet-i
sabıkaya muvafık olduğu cihetle tul-u müddet vefat ettiği halde asa
üzerinde kalacağı görülmüş bir şey olmadığından hiç kimsenin şüphesini
dai olmadı. Halbuki cinniler biz gaybı biliriz diyerek halkı
aldatıyorlardı." (9) Razi'ye
göre: "Süleyman bazen tam bir gündüz gece ayakta Allah'a ibadet ederdi.
Hatta bazen daha da uzatırdı. Bir asası vardı, ona dayanarak O'nun
huzurunda dururdu. İşte böyle bir ibadeti sırasında değneğe dayanmış
iken vefat ettirildi. Askerleri kendisini ibadette sanıyorlardı.
Böylece günler, aylar geçti. Sonra Allah işin ortaya çıkmasını
isteyince kurt, Süleyman'ın değneğini kemirerek çürüttü ve Süleyman
yere düştü. Süleyman'ın öldüğünü daha önce farketmeyen ve kendilerinin
gaybı bildiğini zanneden cinler, bu durum karşısında gaybı
bilmediklerini anladılar." (10) Ayeti
açıklamak için müfessirlerin yaptıkları yorumlar oldukça ilginç. Asaya
dayalı olarak günler haftalar hatta aylar geçirip ibadet etmek gibi bir
ibadet çeşidi bulunarak olayı izah etmek çok acayip bir yorum olsa
gerektir. Hal böyle olsa bile namazın sadece kıyam bölümünü ikmal edip
diğer erkanlarını yerine getiremeyen biri derhal fark edilirdi. Hele
hele asaya dayalı namaz kılan birinin rahatsızlığından ötürü bunu yapsa
gerektir ki; eğer böyle ise oturarak namazını kılabilirdi. Büyük bir
hükümdarlığın sahibine bu uzun müddet içerisinde hiç bir şey
danışılmaması mümkün olmazdı. Kırk gün toplumundan ayrılan Musa
peygamberin, döndüğünde onları buzağıya tapar bulması; Süleyman'ın
böyle çok uzun müddet toplumdan ayrı kalmasının mümkün olmadığına
delalettir. Ömer
Rıza Doğrul'a göre: "Süleyman'ın dayandığı değnek, onun saltanatıdır.
Değneğini yiyen kurt da oğlunun idaresizliği ve zaafıdır, Cinler de
kendisinin emri altına giren yabancılardır. Süleyman'ın ölümünden sonra
onun saltanatına musallat olan oğlu Rehoboam, sefahate ve zevke
daldığından, onun saltanatını kemirdi, çürüttü, sonun da
İsrailoğullan'na hizmet eden, boyun eğen kabileler, artık onlara boyun
eğmediler." (11) Tevrat'ta
da Süleyman'ın ölümünden sonra yerine oğlu Rehoboam'ın geçtiğini fakat;
ülkeyi babasının yönettiği gibi iyi yönetemediğini anlatır. Dolayısı
ile Süleyman'ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu adaletle ülkeyi
yönetememiş, fakat emrindeki köleler, kavimler idareye tabi olarak
itaattan ayrılmamışlardır. Ne zaman ki Süleyman'ın ölümünü haber
almışlar o zaman idareye karşı gelerek, tabi olmaktan imtina etmeye
başlamışlardır. Eğer Süleyman'ın ölümünü daha evvel haber almış
olsalardı itaat etmeyerek isyan edecekler ve baskıdan kurtulacaklardı. Hz.
Süleyman'ın ölümü hakkında Tevrat'ta muharref ifadeler vardır. "Ve vaki
oldu ki, Süleyman'ın ihtiyarlığı zamanında karılan onun yüreğini başka
ilahların ardınca saptırdılar..." (Tevrat, I. Krallar). Bu
hususu Allah şiddetle reddeder. "Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı
hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama
insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı." (Bakara/102). Gerek
müfessirlerin yaptığı yorumlar, gerekse Ö. Rıza Doğrul'un yaptığı izah,
sonuçta vakıayı anlamaya yönelik ferdi görüşler olarak alınmalı, ama
nihai tespit olarak değerlendirilmemelidir. Zira Rabbimiz bu detay
üzerinde fazla durmamış, asıl mesajı, öne çıkarmıştır: " ...Şayet
cinler gaybı bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde
kalmazlardı." Bizler için önemli olan husus budur. Ölümün nasıllığının
bilinmesi bizlere pek bir şey kazandırmayacaktır. Hatta belki de
gereksizdir. Altı./ Bir Tesbit Müslümanlar,
Kur'an'la olan ilişkilerinin niteliğini zamanla kaybetmişler, Kur'an'ın
verdiği mesajdan ziyade kavramlar üzerinde uğraşır olmuşlardır.
Süleyman kıssası da aynı akibete uğramış, bu kıssa ancak "karınca, kuş,
taht, köşk, Süleyman (a)'m ölümü" gibi ayrıntılı olarak zihinlerde yer
etmiştir. Dolayısıyla
müfessirlerimizin tefsirleri; Süleyman kıssasının değişime uğramış
kavramlarının yerlerine oturtturularak, müfessirlerin yaşadıkları
çağlardaki toplumlarına; Süleyman kıssasının vermek istediği mesajı o
çağlara yansıtarak vermeleri gerekirken ayrıntıların tartışıldığı
metinlerle dolup taşmıştır. Kur'an'ı
yüzünden okuyup içeriğine vakıf olamayan halk, Süleyman (a) gibi nice
krallık, imparatorluk kuranların gidişat ve çökmeleri hakkında ne bir
değerlendirme ne de tepki gösterememişlerdir. Servet, zevk-ü sefa
peşinde, toplumunu unutarak yaşayan yönetimlerini uyarma arzusu
gösteremediklerinden her türlü eza ve cefaya maruz kalmışlardır, Yedi./ Sonuç Sonuç olarak Süleyman (a) kıssasının vermek istediği mesajları şöyle sıralayabiliriz: a)
Hz. Süleyman kıssasının nazil olmasının ilk sebebi Tevrat, İncil gibi
muharref kitaplardan ve çeşitli rivayetlerden, Hz. Süleyman hakkında
bir takım yanlış fikirlere sahip olan cahiliyye toplumuna kıssanın
doğrusunu bildirmektir. Çünkü hidayetle ilgili içerikten yoksun olan
Süleyman (a) kıssasından insanlar öğüt ve ibret alamazlardı. b)
Mekke'yi kendi heva ve heveslerine göre yöneten Mekke melelerine,
toplumu hak ve adaletle yönetmeleri kıssa yoluyla bildirilmiş oluyordu. c)
Hz. Süleyman'ın kıssasının bütünü, ülke yönetiminde bulunan bir
yöneticinin Allah'ın emirlerini gerek kendisine, gerek toplumuna,
gerekse diğer toplumlara uygulamalarını ibret olarak vermektedir. d)
"Ey Davudi Biz, seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar
arasında hak ile hükmet, hevana uyma yoksa seni Allah'ın yolundan
saptırır. " (Sad/26). Babası Davud'a Allah'ın emrettiği bu ilke; Hz.
Süleyman'ın da kavmini yönetirken uyguladığı İlahi bir ilkedir. Allah
böylece ülke yöneticilerinin toplumlarına yapacakları davranışların
nasıl olması gerektiğini iki İslami otorite olan Davud ve Süleyman'ın
kıssası ile bildirmiş oluyordu. e) Sebe melikesinin melesi ile yaptığı istişare, ülke yönetiminde ŞURA prensibinin önemini gösterir. f)
Allah'ın verdiği nimetleri onun kanunlarına göre değerlendirerek
toplumun refahını artırmak? Diğer toplumların önüne geçmek... Hz.
Süleyman'ın gemiler inşa edip, rüzgarlardan faydalanarak ticarette
ilerlemesi, zırh ve arap atları ile teçhiz edilmiş kuvvetli bir orduya
sahip olması, bakır madenini işleme sanatını geliştirmesi ve inşaat
sanatını ilerleterek elde ettiği göz alıcı binalar sayesinde kurduğu
medeniyet bizlere ibrettir. Böylece silah üstünlüğü sayesinde gelecek
tehlikelere karşı hem hazırlıklı olmak, hem de diğer kavimlere
üstünlüğünü bu yolla kabul ettirmek mümkün olabilir. İyi
değerlendirilen yeraltı ve yerüstü servetleri ve iyi yapılan ticaret
sayesinde ekonomik olarak hem kavmini refaha ulaştırmak ve hem de diğer
kavimlere egemenlik sağlamak mümkün olabilir. İslam bunu yaparken
insanlara adalet ve refah götürür. Fakat günümüzde ise aynı imkanlara
sahip müşrik, emperyalist Batı ülkeleri kendi refah ve zenginliklerini,
diğer milletlerin sömürülmesine, aç kalmasına, yokluk ve sefalet içinde
kalmasına dayandırmaktalar. g)
Yöneticiler geldikleri makama Allah'ın lutfu ile gelirler, dolayısıyla
böbürlenme, şöhret tutkusu ve tamahkarlık onlara yakışmaz. Elde
ettikleri o mevkinin Allah'ın onlara bahşettiği ve sınandıkları bir
mevki olduğunu her zaman hatırlamaları gerektiği kıssa yolu ile
anlatılır. h)
Süleyman (a)'ın Sebe melikesini, İslam'a çağrı metodu olan mektup
gönderme metodunu, daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselatu
vesselam'ın; çağdaşları diğer hükümdarları İslam'a davet ederken
kullandığını görmekteyiz. ı)
Davud ve Süleyman kıssası, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak İslam
otoritesinin yapması gereken davranışların neler olduğunun; olması
gerektiğinin örneklerini veren bir ibret ve nasihat vesikasıdır. Notlar: 9- Konyalı Mehmed Vehbi Efendi, Hülasat'ül-Beyan, Cilt 11-12, s. 4493, İstanbul, 4. Basım. 10 - Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Cilt 7, s. 243, İstanbul, 1990. 11- A. g. e., Cilt 7, s. 244.
|