Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Ama böyle olmuyor ki... Hz. Musa'nın takipçilerinin de kendilerince sahih hadisleri var. Hz. İsa'nın da...
Şimdi, Hz. Musa ile Hz. İsa'nın "örnekliğine" uymak nasıl olacak ?
Mesela içimizden kimisi, Hz. Peygamber'in salat, hacc gibi konularda Hz. İbrahim'in sünnetine uyduğunu iddia ettiler. Dediler ki, bunlar zaten biliniyordu. Mekkede Hanifler vardı. Hatta Hz. Peygamber de bunlardan biri idi. Dikkat edin, Kuran'ın "Sen bundan önce kitap nedir, iman nedir bilmezdin" dediği Resul'den bahsediyoruz.
Evet sevgili Bembeyaz...
Ortada bir Kuran emri var. "Sen de o Resullerin yoluna uy"
Ortada bu Resullere ait olduğu söylenen rivayetler var.
Ne tesadüf... Aynı bu gün gibi.
Evet, Hz. Muhammed, kendisinden önceki resullerin yoluna ne ile uymuştur ?
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Şu halde ben bize yöneltilmiş "Resule itaat edin" emirini de böyle mi anlamalıyım ?
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Katılma Tarihi: 17 mart 2008 Yer: Netherlands Gönderilenler: 421
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Elciye itaat, onu gonderene itaat degilmidir ??
Bir ulkenin baskonsolosu, bakanliktan aldigi emir dogrultusunda mi calisir, yoksa kendi kafasina gore mi?? Sonucta elcidir.. yani iletmek ile vazifelidir..
Hz. Ibrahimde'de guzel ornekler vardir diyor Kuran, ee Hz. Ibrahim'in hadisleri nerede peki??
Ben elcinin getirdigine, teblig ettigine iman ettim, ve ondan baskasina yuz vevirdim diyen birisine, o elci ( peygamber ), hayir olmaz, sen birde benim hadislerimi okumalisin, orada benim koydugum farzlar, haramlar/helaller var, bazilari Kuran dakileri nesh ediyor hatta, hatta recm gibi cezalarin oldugu sayfayi keci yedi..
Hadisleri toplayanlar, cok seciciymis dogrusu.. Hem Kuran'i Allah korumayi vaad etti, diyeceksin hemde recm ayetinin oldugu mushafi keci yedi diyeceksin..
Nekadar da yazsak, fayda vermez, cunku onyargilar/onkabullenmeleri bir kenara birakmadikca, gercege varmakta gucluk cekilir..
Recm cezasinin Kuranda var oldugunu saniyordum, cunku Kurani hep arapca okuyordum ve hadis kitaplarinda bogulmustum.. Sonra, bir misirli arkadasim, peygamberimizin, zina edip hamile kalan bir kadini, cocugu dogup 2 yasina geldikten sonra kendi elleriyle recm ettigini anlatan bir hadis okudu.. ve Kuran'da recm ayetini aradim.. okadar emindim ki bulacagima, ara ara ara.. yok.. sonra baktim ki keci yemis.. !!!
Eee, Kuran ile tanisip, boylesine guzel arkadasi yalniz birakmak olur mu hic.. !! Butun diger kitap arkadaslarima veda ettim.. Simdi cok mutluyum.. Aklimi kullaniyorum din konusunda da ozgurce.. soruyorum sorguluyorum cevap buluyorum veriyorum.. Guzel bir insaat bu.. Beyt.. tuglalari saglam yerlestiriyorum.. Dini Allah'a has kilmak temeli uzerine..
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selamlar,
"Yalnız Kur'ancı tevhid anlayışı ne derece doğru? Yalnız Kur'an'ın temel felsefesi otoriteyi Yalnız ALLAH 'a tahsis etmek (tevhid) olarak açıklanmıştır. Bunun yolu ise Kur'an dışında hiçbir dinsel hüküm kaynağını kabul etmemektir.
Bu ifadeyle Kur'an'a dayalı olan dışındaki tüm sözlü ve pratik dini gelenek de reddedilmiş olmaktadır. Yani Yalnız Kur'an'cı düşünceye göre bugünün müslümanının saf bir tevhidi düşünceye ulaşması önündeki en büyük engel son Peygamber' e izafe edilen kimi söz ve uygulamalar olmaktadır. Peygamberi sadece aldığını duyurmakla mükellef olan sıradan bir insan olarak değerlendiren “Yalnız Kur'ancılar”, bu tavırlarıyla onun ilahlaştırılmasına karşı çıktıkları da düşünmektedirler.(hiç şüphesiz Kur'an peygamberleri ilahlaştıranları da kınar) Bu konuda Kur’ani bir duruş içinde olmaya çalışanlar, bizce bir noktadan sonrasını iyi değerlendirememekte ve dolayısıyla da aşırı bir reaksiyon ile gerçekten uzaklaşmaktadırlar.
Peygamberin peygamberliğinin nerede başlayıp nerede bittiği hassas bir konudur ve o sebeple de bu konuda doğru bir sınır çizebilmek için biraz açmak istiyoruz: Hiç şüphesiz Hıristiyanlar İsa peygamberi ve kendi din adamlarını ALLAH'a eş koşmuşlardır ve bu sebeple de kınanmışlardır. Kur'an açık ifadelerle bu tespiti yapar ve inananlar olarak bizlerin de gerekli dersleri çıkarması kadar doğal bir şey yoktur. Şimdi onların nasıl eş koştuğuna bakalım ve Muhammed (as.)'ın durumunu da yeniden değerlendirelim.
Hıristiyanlar İsa ALLAH'ın oğludur demişlerdir. Kur'an bunu şirk ve küfür olarak niteler.Onların İsa as.'ı ALLAH'ın oğlu olarak nitelemekteki gerekçeleri ise öncelikle İsa (as.)'nın mucizevi doğumu ve mucizelerle dolu hayatıdır. İnananların Muhammed (as.) hakkındaki kanaatlerine şirk gözü ile bakan “Yalnız Kur’an”'cıların temel eleştirisi ise daha farklıdır. Onlara göre Müslümanlar Muhammed peygamber adına uydurulan hadis ve sünnete inanarak eş koşmaktadırlar. Muhammed peygamber sadece vahiy alıp insanlara bunu ileten, bunun dışında ise sıradan bir insan olan normal bir varlıktır.Onun aldığı vahiyler ise Kur'an' ile sınırlıdır .
Muhammed peygamberin Kur'an'dan başka vahiy aldığı ve Kur'an'ı tamamlayıcı nitelikte ilave hükümler vazettiği de yine asılsız bir iddia olarak ilk kez Reşat Halife tarafından "Yalnız Kur'an'a inanmak için oniki sebep" isimli makalesinde açıkça söylenmiştir. Bu noktada dini bayramlar meselesi bizce bir dönüm noktası olarak öne çıktı.Bizi yol ayrımına getiren sorular ise şunlardır:
Eğer Kur'an, dinin bütün temel gereklerini doğrudan veya dolaylı olarak haber veriyorsa ve vahiy dini Yalnızca bunlarla sınırlıysa, sıradan bir insan olan Muhammed peygamber nasıl olup da Kur'an'da varolmayan bir şeyi insanlara din olarak vazetmiştir?
Sıradan insanlar olarak bizlerin de böyle dini vecibeler icad etmeye hakkı olabilir mi?
Yoksa "Yaşayan Kur'an" olarak nitelenen Muhammed peygamberin Kur'an'a uyma anlayışı çok mu farklı idi?
Yalnız Kur’ancı açıdan bakarsak peygamberin Kur’an'a uyma konusunda gevşek bir tutum içinde olduğu gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır ki, bu doğru değildir.
Nesiller boyu hiçbir meşruiyet eleştirisine maruz kalmadan geniş kitleler tarafından yaşanarak günümüze getirilmiş olan nice uygulamalarda vardır ki,Kur'an tarafından haber verilmemiştir ancak mesele, duruşu itibariyle bir yanılgı olamayacağı konusunda son derece kuvvetli bir intiba vermektedir.Bazı şeyler yanlış anlaşılmış ve uygulanmış olabilir ancak mesela bir bayram konusunun bir yanılgı ve uydurma olduğunu söyleyebilmek de doğrusu son derece zordur.
Yani Yalnız Kur'ancı teori yaşanan pratiği açıklamakta bariz bir şekilde yetersiz kalmaktadır. O açıdan dini hayat ve düşüncenin sadece Kur’an bilgisine dayalı olarak yeni bir sorgulamadan geçirilip ıslahının yüzde yüz doğru olmayabileceği de ciddi bir seçenek olarak belirmektedir.
Doğrusu "tam, mükemmel ve detaylı" bir kitabın bu ihtiyacı karşılaması kadar doğal bir şey de olamaz, ancak (maalesef diyemiyoruz), durum bu değildir. Çünkü bizler Kur'an'a tabi olmakla ve ilahi iradeye uymakla mükellefiz ve bizim bu konuda bir tercihimiz de söz konusu değildir...
Şöyle düşünün; bir an için olaylara ALLAH'ın açısından bakmaya çalışalım, eğer siz, insanlara kendi başına yetecek bir kitap indirseydiniz, bu kitapta hangi detaylara yer verirdiniz? Hiç şüphesiz, eğer Yüce Yaratıcı dileseydi insanlara hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde detaylar içeren çok daha ayrıntılı bir kitap indirebilirdi ve bu kitap bugün tek başına pek çok meseleyi çözebilirdi. Birkaç kelime ile namazların günde kaç vakit ve rekat kılınacağından, zekatın yüzde kaç olduğuna ve daha pek çok ayrıntı verilebilir ve insanlar sadece Kuran ile hiç şüphesiz tatmin olurlardı. Ancak her ne kadar anlamakta zorlansak da Rabbimizin böyle bir yolu tercih etmediği apaçık ortadadır.Yalnız Kurancıların bu boşluğu doldurmak için ortaya koydukları çeşitli argümanlar ise, dinsel realiteyi bir bütün olarak ve tatmin edici bir tarzda açıklayamamaktadır.
Bunu Kur'an'ın bir eksikliği olarak düşünmek de doğru değildir, eksiklik ancak yetersizlikten kaynaklandığı takdirde bir ayıp ve kusur olur. Ancak eğer yapmış olduğunuz şey mesela üç bacaklı bir sandalye ise, bunun dördüncü bacağı nerede diye, hiç kimsenin sormaya hakkı olamaz. Çünkü işe başlarken amacınız üç bacaklı bir sandalye yapmaktı ve öyle de yaptınız. Sonuçta ortaya çıkan şey her ne kadar eksik ve kusurlu bir şey gibi görünüyor ise de, hayal ettiğinizi yüzde yüz gerçekleştirdiğiniz için kusursuz, tam ve mükemmeldir, çünkü plan öyledir.
Kur'an için de aynı şeyi söyleyebiliriz, Kur'an'da bazı mühim bilgiler yoktur,ancak bu bilgiler Kur'an (haşa) yetersiz bir yazar tarafından yazıldığı için değil, öyle olması istendiği için noksan bırakılmıştır. Tamamen iradi ve planlı bir olaydır. Kur'an'ın kendi kendisi hakkındaki "tam, mükemmel ve detaylı" tanımlamasını da böylece düşünmek gerekir.
Şimdi de bunun sebebi hikmeti hakkında düşünelim:Kur'an'ın belli bilgileri kasten vermemesindeki en büyük sebep, bizce Son Peygamber olan Muhammed (as.)'ın önemini azaltmamaktır. Dolayısıyla sahte peygamberlerin doğuşuna izin vermemektir, çünkü hakikatin bir parçası Kur'an ise diğeri de Peygamberin fiili tebliği ve öğretisidir. Sadece birine dayanan, gerçeği açıklamakta yetersiz kalır ve kalması da istenmiştir.
Bugün “Yalnız Kur'an”cı anlayışın bir yandan İslam’ın son ve gerçekliği tartışılmaz Peygamberini bir şekilde devre dışı bırakmaya çalıştığı görülürken, "tabiat boşluk kabul etmez" prensibi gereği aynı boşluğun pekçok sahte elçi tarafından doldurulmaya çalışıldığı da görülmektedir. “Yalnız Kur'an” fikriyle birlikte yaşanan resul(!) enflasyonun ana sebebi bizce budur.
Kur’an, ancak bir peygamber eliyle en mükemmel şekilde anlaşılabilir ve yaşanabilir, bu peygamber ise doğal olarak Muhammed (as.)'dır. ( O’nun bıraktığı sözlü ve fiili gelenek sayesinde) Onu devre dışı bıraktığınızda onun mevkisinin birileri tarafından doldurması da kaçınılmaz olmaktadır.
Özetle söylemek istediğimiz şudur, vahiy dini Yalnız Kur'an'dan ibarettir savı ile getirilen alternatif düşünce dini hayatı açıklamakta yetersiz kalmaktadır ve bu sebeple doğru değildir. İlahi irade de bu yönde kullanılmamıştır, Kur'an’ın tertibi bunu açıkça göstermektedir. Hal böyle olunca Yalnız Kur'ancı bakış açısıyla İslam dünyasına yöneltilen şirk eleştirileri de geçerliliğini yitirmektedir. Kur'an’ı peygamberin öğretisi doğrultusunda anlamaya ve yaşamaya çalışan kitleleri temel bir yanılgı içinde olmakla suçlayamayız, her ne kadar pek çok haklı eleştirimiz olsa da, Bir bayram günü olan bugün, inananlarla kucaklaşma ve kaynaşma günüdür. ALLAH, bir diyen, Kur’an'a ve peygambere iman etmiş insanlarla bizim bir alıp veremediğimiz olamaz. Onlara bazı şirk unsurlarına bulaştılar diye müşrik gözü ile de bakmamalıyız. Unutmayalım ki her günah bir küfür, küfür ise bir çeşit şirktir. Şimdi kim günah işlemiyor?
Bunun anlamı elbette ki yanlışı da doğru ile birlikte kabul etmek değildir. Yanlışa her zaman muhalif olmak her müminin boynunun borcudur. Öte yandan yanlışı bahane edip doğru işlerde birlikte olmaktan da kaçınmamalı ve mücadelemizi sistemin içinde kalarak sürdürmeliyiz. Çünkü ortada aksini gerektirecek derecede kuvvetli bir neden yok. Zaten şartları oluştuğunda Rabb’e hicret etmek her müminin bir vazifesidir.
Doğru olan inananlarla ayrılmak için değil birleşmek için sebepler aramaktır. Kur'an kitap ehli ile bile ortak bir payda da buluşmaya çalışın diyor. Kendi aramızda ise bu paydalar zaten bolca mevcut, Bu vesileyle tüm inanan kardeşlerimin bayramını da kutluyorum..."""
Allah razı olsun.. anlamak isteyenler için yeterince açıklayıcı cümleler...
selam ve dua ile...
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
Sen yahut bu yazının yazarı Peygamberimiz Bayram namazı kılıp, din adına bayram ile ilgili hükümler vaz ederken orada / yanıbaşında / sağ yanında hazır mı idiniz ?
Şok ! Hem ne şok !
Çok iyi biliyorsun ki, bu söz / bu soru bana ait değildir.
Bana bunu sormayı her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi öğretti.
Şimdi sen dersin ki, bu nasıl olabilir ?
Ben sana deyivereyim nasıl olur:
Alemlerden müstağni olan Allah'ı yer yüzüne indirip beşerle güreş tutturmak nasıl mümkün olursa bu da öylece olur.
Allah'ın gönderdiği tertemiz bir Peygamberi / Lut'u öz kızlarıyla yatırma becerisi nasıl kazanılırsa öylece olur.
Allah'ın gönderdiği tertemiz bir Peygamberi / Harun'u put yapıcısı olarak niteleyebilmek nasıl olursa öylece olur.
Allah'ın gönderdiği tertemiz elçinin / Musa'nın 40 günlük yokluğunda ve bir başka tertemiz Peygamberi Harun'un gözleri önünde Buzağı heykeli yapıp tapınmak nasıl mümkün olursa öylece olur.
Allah'ın gönderdiği tertemiz bir Peygamberi / Süleyman'ı büyücü bir sihirbaz ilan etmek nasıl mümkün olursa aynı öylece olur.
Allah'ın gönderdiği tertemiz bir Peygamber'e / İsa'ya "Ben Allah'ın oğluyum, Allah evlat edindi" dedirtmek nasıl olursa öylece olur.
Sizler / bizler insanız, dünyalıyız da, bütün bunları yapanlar marslı mı?
Ya değilse siz, size mahsus bir ahit mi aldınız ki onda "Şeytan ümmetinize asla musallat olmayacaktır" diye yazıyor. Çünkü hakikat o ki Allah ahdinden asla caymaz.
Şimdi haber verin, siz hakikaten Resulün sağ yanında hazır mı idiniz ki şahitlik edip durursunuz.
Sizin bu asılsız şahitliğiniz muhakkak yazılacak ve siz zandan uzak bir bilgiyle şahit olmadığınız şeyler hususunda söyledikleriniz yüzünden sorulacaksınız.
Siz şahitliğinizde yanılmışsanız, bunu öğrendiğiniz kimseler de size erişip çatacak şeyden sizi asla kurtaramayacak.
Aklınızı başınıza devşirin !
Allah'ın müşrikleri kınadığı şeyi kendinize mi yakıştırıyorsunuz ?
Siz bırakın 1400 sene öncesini daha dün dünyada olup biten şeyleri tam bir şahitlikle bilemiyorken nasıl olur da Allah'ın size gayb kıldığı şeyler hususunda şahitlik eder de Allah'ın ve Resulünün adını kullanarak Kuran'da emredilmemiş şeyleri insanlara din diye dayatırsınız ?
Allah'ın önceki ümmetlerin yoldan çıkıp sapıtışına dair anlattığı onca kıssayı "eskilerin masalları" gibi mi dinlersiniz ?
Bu çağrı çok mu uzaklardan geliyor ?
Yoksa siz rivayetlerini delil edinip, şahitliklerine ortak olduğunuz her kişiyi ve daha nicesini feda etmekten çekinmeyeceğiniz bir gün hususunda açık bir ihtar işitmediniz mi ?
En netice ben size diyorum ki; "Resul sadece vahye tabi olmuş, sadece onunla öğüt vermiştir. Benimle sizin aranızda tanık olarak Allah yeter"
Çünkü Allah'ın tanıklığı en güzel tanıklıktır.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
ali kardeşim,
tefsirlerdeki israiliyyatı delil diye önümüze boş yere koyma.. sen geç onları... mesihiyyatı boşver... o tür uydurmaların ne kadar kötü ve yanlış olduğunu aklı başında olanlar bilir...
onların uydurma olduklarını söyleyen bir sürü islam aliminin yazdıklarını okumadan böyle mantık hataları yapma... sanki o yazılanları herkes onaylamış gibi konuşma....
olayları işine geldiği gibi yorumluyorsun ve yanlış bir akıl yrütme yapıyorsun.. bu da doğal olarak seni yanlışa götürüyor...
"yaşayan kur an olan hz. muhammed"i dışlayarak, onu yok sayarak bu dini anlayamazsınız.. eksik anlarsınız.. kendinize yazık edersiniz..
zanna uyarsınız.. oysa zan; gerçek bilginin yerini asla tutmaz...
1400 yıllık tarihi tecrübeyi yok sayarak nereye varabilirsiniz.... akıl var.. mantık var..
ben sizden saha seviyeli yorumlar beklerdim... size yakışmıyor....
uydurma rivayetler asla delil değeri taşımazlar.. kaç defa söyledik...
bir elma ağacındaki 25 çürük elmaya bakarak bütün elma ağacındaki meyveleri itham etmek doğru mudur?
elma ağacına (peygamberin tarz ve uygulamalarına, yani; onun kuran yorumuna) hakaret etmek doğru mudur??
bunu aklı başında biri yapmaz.. meseleye şartlanarak bakan birisi yapabilir...
dolayısıyla hakikata karşı bilerek ve isteyerek kör sağır ve dilsiz kesilmeyelim...
"şu elmalar çürük, ama şunlar da sağlam" diyelim.. hakkı teslim edelim... yoksa bütün inandırıcılığınızı kaybedersiniz ve kaybediyorsunuz da....
doğruya doğru demekten çekinmeyelim....
şahit olarak Allah ve melekleri yeter....
selam ve dua ile...
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
Katılma Tarihi: 17 mart 2008 Yer: Netherlands Gönderilenler: 421
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Sahit olarak Allah yeter....
Kuran ise, Allah'in kelamidir ve dogruya iletir..
Allah'in kelami arasinda ayirim yapmak olur cunku aksi, eger Peygamberimiz Kuran disi vahiy almissa, su soru geliyor aklima; Hepside Allah'in kelami degil mi?? Daha zor olan, anlasilmaz olanlar Kurana, digerleri de hadislere mi diye ayirim yapildi.. ??
Yalniz Kuran demek, tabii hatali bir soylem.. Cunku insana Akil da verilmis.. Kuran akil ile birlesince, ondan sonra, hangi mezhep aliminin, hangi hocanin, hangi alimin ne dediginin onemi kalmiyor.. !
Kuran, yeryuzunde, insanlarin anlayabilecegi sekilde inmistir.. Anlasilmayan, zor anlasilan bir kitapi Allah neden insanlara indirsin..
Allah bizlere gucumuzun yettigi olcude emreder, yukumluluk yukler..
Peygamberimizin gorevi Kuran da aciklanmis, baska bir gorev yuklemek kimin haddine ..!
Peygamber kendi cinsel hayatini sahabeye mi anlatti, nereden yazdi sahabe bukadar cinsel hadisleri.. ?? Yoksa sahabeden rivayet adi altinda kimileri dinimize yalanlar cirkinlikler mi soktular..
Sizde Hakk diyeni oldururler mi.. ??? Kuran'i tozlu raflardan cikartalim diyorum.. okuyalim, okutalim, zor ogrenilir deyipte, insanlari hadislere bogmayalim demek buyuk hata degil mi.. !!!
Insanlara, sakal birakmanin sevaplarini, sakali kesmenin dinden cikardigini, kabak sevmiyorum diyenin dinden ciktigini, sol elle yenen yemegi seytanin yedigini bildiren hadisleri sahih kabul edip, kitabina alan Buhari amcanin hadislerini okutalim..
Ne ala memleket.. Yani, dine bukadar yozlasma, yalan yanlis seyler girmisken, bukadar supheli zanli seyler varken, Kuran'da zandan sakinin emri de varken, insanlar hala neden celiskisiz bir Kitabi anlayamacaklarina inanip, sorumluluk almiyorlar..
Cunku insanlar, mazeret ariyorlar.. cunku insanlar kolaya degil, zahmetsiz olana kaciyorlar.. cunku insanlar esasen ne hadistekileri nede Kurandakileri gercek manada yasiyorlar..
Buyuk kitle, islami gereken yerlerde kullaniyor..
Tekrar tekrar soyluyorum, insanlar, yemek yemeyi, su icmeyi, cinselligi, sac sakal birakmayi, temizlenmeyi, uyumayi, nereye nasil girecegini, oturmayi, kalkmayi, aglamayi, gulmeyi vs.. hadislerden ogrenmedi.. Kuran'da bunlarin detaylari yok diye Kuran yetmez demek, akli inkardir..
Insanlar'a ruh verildi, yani gerekli malzeme ozellikler verildi.. Bir kuzu sutun kaynagini dogar dogmaz biliyor.. O da hadis okumadi heralde..
Insanlar, degisik kimliklerde karekterlerde yaratilmislar, tek tip insan, tek tip gorunus, imkansizdir.. Peygamberin giyinisi, gorunusu onun ozelidir.. Peygamberin Ahlak'i ise Kurandir.. Ornek: Kuran ile ahlaklanmak..
Pek hala, hadislerden bihaber olan insanlar, oturup kalkip yeyip icip sevisiyor..
Kuran yeter,.. Gerisi teferruat ve teferruat ise insanin karekteri ile ilgili renklilik..
Yoksa, Allah herkesi ayni tip, ayni renk, tek millet, tek dilli olarak yaratirdi.. Hala dusunmeyecekmiyiz.. ??
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNET’İNİ DOĞRU ANLAMAK İÇİN NE YAPMALIYIZ???
Günümüzde bütün dünyada Müslümanların en çok üzerinde durması gereken konulardan biri de, Hz. Peygamber’in Sünnet’inin nasıl anlaşıldığı ve uygulandığı hususudur.
“Yaşayan Kur’an” olarak da adlandırılan Hz. Peygamber’in “en güzel örnek”[1] olduğunu, ona ittibâ edilmesi gerektiğini haber veren Yüce Allah’tır.[2] Hal böyleyken onu kendisine rehber edinmek isteyen insanlara düşen en önemli vazife; onu lâyık-ı vechile tanımak ve onun uygulamalarındaki maksadı doğru kavramaktır. Onun “bir insan peygamber”[3] olduğu gerçeğini göz ardı etmemektir. Onu aşırı derecede yüceltmek suretiyle örnek alınma konumundan uzaklaştırmamaktır. Bütün insanlığı onun getirdiği en büyük mucize olan Kur’an-ı Kerim’e çağırmaktır.
“Hz. Peygamber’in Sünnet’i denilince ne anlaşılmaktadır?” ve “ne anlaşılmalıdır?” hususlarının doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira bu soruların cevapları ortaya konulduğunda pek çok konuda bir takım hatalar yapıldığı fark edilebilecektir. Kanaatimizce Sünnet; şekle ve lafza takılmayı terk edip, işin özüne ve ruhuna inmektir. Hz. Peygamber’in uygulamalarının arkasındaki niyeti ve maksadı doğru kavramaktır.
Bunu iki misalle açıklamaya çalışacak olursak şunları söyleyebiliriz. Hz. Peygamber’in misvak kullanmasındaki amaç; ağız ve diş sağlığıdır. Günümüzde bu temizlik diş fırçası ve macun ile yapılıyorsa Hz. Peygamber’in maksadı anlaşılmış ve Sünnet gerçekleştirilmiş demektir. Yok eğer bazı kimseler hâlâ diş fırçasını ve macunu bid’at, misvak kullanmayı Sünnet olarak görüyorlarsa, onların Sünnet’i gerçek manada anladıklarını söyleyebilmemiz zor görünmektedir.
Aynı şekilde ezanın uzak yerlere ulaştırılması Sünnet’tir. Bunu sağlamak için minareye veya yüksek yerlere çıkmak ise Sünnet değildir. Amaç ezanı en uzaktaki insanı duyurmaktır. Günümüzde bu problem mikrofon ve hoparlör tertibatı ile sağlanıyor ve ezan en uzağa ulaştırılıyorsa Sünnet gerçekleştiriliyor demektir. Bütün bunlara rağmen hâlâ bazıları minareye çıkmayı ve mikrofonsuz ezan okumayı Sünnet sayıyorlarsa bunların Sünnet’i gerçek manada kavrayabildiklerini ifade etmemiz mümkün görünmemektedir. Zira o günün şartlarında ağız temizliği misvak ile sağlanmış, ezan da yüksek bir yerden okunmuştur ki bu doğrudur. O dönemin şartları gereği bu böyledir ve burada yadırganacak bir yön de bulunmamaktadır. Ayrıca şunu da ilave edelim ki, bazıları hâlâ bu uygulamalarını devam ettirebilirler. Misvakla dişlerini temizleyebilirler, yüksek bir yerden mikrofonsuz ezan okuyabilirler. Bu da normaldir ve yadırganacak tarafı yoktur. Ancak bu kimselerin “Sünnet budur” diye dayatma yapmaları ise kesinlikle yanlıştır. Böyle bir iddia Hz. Peygamber’in doğru anlaşılmadığının bir delilidir. Bunu da ifade etmemiz gerekmektedir. Nitekim bundan yaklaşık 150 yıl önce yazılan şu satırlar Müslümanların Sünnet anlayışı hakkında bir fikir vermektedir. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan ve eleştirel bir bakış açısıyla problemlere yaklaşan Mehmed Arif Bey’in (1845-1897) yazdıkları bahsettiğimiz gerçeğe ışık tutmaktadır.
“Bizim sünneti koruyan zevât-ı kirâmımızın (!) ekserisi, çeşitli tembellik ve fütûr ile kılınan öğle namazının dört rekat sünnetini, acele bir işi sebebiyle terk eden adamı, “sünneti terk ettin!” diye uyarmak suretiyle başına kıyameti kopartırlar. Cânım efendim, arz edilen şekillerdeki gibi kılınan dört rekat namaz mıdır sünnet? Yâhut bıyıklarını ziyadece keserek dudaklarının kırmızılığını meydana çıkarmak? Ya da sakalını bir tutam uzatarak sünnete uyduğunu halka göstermek midir sünnet? Veya belinde ya da cebinde veya elbisesinin cebindeki misvakıyla takvâ fürûşluk yapmak mıdır sünnet? Ah sünnet! Ah sünnet! Lütfedilsin kütüb-i sünen ve ehâdîs karıştırılsın. (O zaman) bütün cemaat-i müslimîni hey’et-i mecmuasıyla (Müslüman toplumun tamamını) selâmet-i dareyne ulaştırıp, iki cihanda hedefe ulaştıracak ve onu olgunluk mertebesine yükseltecek sünen-i seniyyenin haddi hesabının çok olduğu görülür.”
“Acaba bunlar niçin iltizam olunmuyor ve o kadar sünneti ve belki farzları terk eden ne sebeple uyarılmıyor? Meselâ halka kerem ve rahm göstermek (merhametli ve yumuşak olmak) sünnet; kimsenin elindeki şeye göz dikmemek sünnet; kelâm-ı hakkı (doğru sözü) her yerde söylemek sünnet; yağcılık yapmamak sünnet; Müslümanları birbirine sevdirip bir din kardeşliğinin fiilen gerçekleşmesine çalışmak sünnet; hatır gönül kırmamak sünnet; hak işte ve söz de kınayanın kınamasından korkmamak sünnet; mütebessim (güler yüzlü) ve tatlı dilli olmak sünnet; her işi iyi yapmak sünnet; bir cemiyete girdiğinde özel bir yer aramayıp rast geldiği ve açık gördüğü yere oturmak, kimsenin ayağa kalkmamasını beklememek sünnet; ihvânını ziyaret, hasta iseler ziyaret etmek sünnet, sünnet, sünnet!!!”[4]
Görüldüğü üzere 1,5 asır önce yazılan satırlar tazeliğini hâlâ korumakta ve geçmişten günümüze Müslümanların çoğunluğunun Sünnet anlayışı hakkında da bir fikir vermektedir. Burada şunu ifade edelim ki hâlâ aynı anlayışların devam ettiriliyor olması gerçekten düşündürücüdür. Öyleyse mü’minlere düşen vazife, Hz. Peygamber’i doğru anlamaktır. Kur’an’ın bize model olarak gösterdiği Hz. Peygamber’in özelliklerini gücü nispetinde kendi şahsında toplamak, onun gibi ilkeli, kararlı, tutarlı ve dürüst olmaktır. İşte bu takdirde Sünnet daha doğru anlaşılabilecektir. Bunu bir an önce gerçekleştirmeye ise her zamankinden daha çok bugün ihtiyacımız olduğu ortadadır.
Hz. Peygamber’i daha doğru tanıyabilmemiz için onun bazı kişilik özelliklerini hatırlamamız yerinde olacaktır. Şöyle ki;
Hz. Muhammed; hayatı boyunca sadece gerçeği söylemiş ve söylediklerini de harfiyen yaşamıştır.
Hz. Muhammed; daima tatlı dilli, güler yüzlü ve hoşgörülü olmuş, sözlerinin saygı ile dinlenilmesini sağlamıştır.
Hz. Muhammed; temizliğe ve sadeliğe önem vermiş, giyim ve kuşamıyla çevresindekilere örnek olmuştur. Lüks ve ihtişamdan kaçınmış, gösteriş yapmayı yasaklamıştır.
Hz. Muhammed; yemeğe besmele ile başlamış, sağ elini kullanmış ve tıka basa doymadan sofradan kalmıştır. Yemekten önce ve sonra ellerini yıkamış, sağlığa zararlı şeyleri yiyip içmemiştir. Yemek yerken sofra adabına uymuş ve etrafındakileri de nezaketle uyarmıştır.
Hz. Muhammed; geçici sıkıntıları tasa etmemiş, hayata daima gerçekçi ve iyimser bir gözle bakılmasını öğütlemiş, her zaman Allah’a yönelmeyi tavsiye etmiştir.
Hz. Muhammed; insanlar kanaatkar olmayı öğretmiş, kimseyi incitmemiş, kendisine düşmanlık edenlerin bile iyiliğini istemiştir. İnsanların kusurlarını yüzlerine vurmamış, tenkidlerini isim vermeden yapmıştır.
Hz. Muhammed; sürekli herkese iyilik yapmış, açlık sıkıntısı çekmiş, Allah’ın rızasını kazanmak için bütün çilelere katlanmış ama asla şikayet etmemiştir.
Hz. Muhammed; adaleti titizlikle korumuş, insanlara makamlarına göre muamele etmeyi doğru bulmamış, fakir, kimsesiz, hasta, özürlü ve yetimlere daha fazla ilgi göstermiştir.
Hz. Muhammed; kibirden nefret etmiş, kimseye karşı büyüklük taslamamıştır. Ancak hakikati inkara şartlanmış olanlar karşısında da asla ezilip büzülmemiş, hakkı ve doğruyu sonuna kadar savunmuş, hedeflerini bir bir gerçekleştirmiş ve asla ümitsizliğe kapılmamıştır.
Hz. Muhammed; otoritesini zorlama tedbirlerle değil sevgiyle yerleştirmiş, dalkavukluktan ve yağcılıktan da hoşlanmamıştır.
Hz. Muhammed; meclislerde boş bulduğu yere oturmuş, kendisinin aşırı derecede yüceltilmesini asla onaylamamıştır. O, hayatında iken Yahûdî ve Hıristiyanların düştüğü bu yanlışı görerek sahâbîlerini önceden uyarmıştır.[5]
Hz. Muhammed; halkın arasına katılmış, komşularını, dostlarını ve hastaları ziyaret etmiş, Müslümanların acı ve tatlı günlerini onlarla paylaşmıştır.
Hz. Muhammed; kendisinin de diğer insanlar gibi bir insan olduğunu, sadece Allah’ın koruması ile hata ve günahtan kurtulabileceğini, hiçbir kaygıya kapılmadan samimiyetle ifade etmiştir.
Hz. Muhammed; eşlerine saygı göstermiş, haklarına riayet etmiş, gece ibadet etmek istediği zaman bile eşinden izin alma inceliğini göstermiştir.
Hz. Muhammed; aile bireyleri ile şakalaşmış, aile içi tatsızlıkları anlayışla karşılamış, kusurları affetmiş, ikazlarını incitmeden ve medenice yapmıştır.
Hz. Muhammed; bir ömür boyu doğruluk çizgisinden asla sapmamıştır. İyilik yolunda sebat göstermiş, sık sık tövbe ve istiğfar yapmış, ahlakını güzelleştirmesi için Allah’a bolca dua etmiştir.
Hz. Muhammed; bütün ömrü boyunca erdemli bir hayat yaşamaya kendini adadığı için insanların en seçkini olmuş, Yüce Allah tarafından da “en güzel örnek” olarak takdim edilmiştir.
Hz. Muhammed; inanmadığı ve yaşamadığı hiçbir şeyi söylememiştir. Onun kendisiyle çeliştiği tek bir örneğe rastlanmamıştır. Düşmanları bile onun bu hakkını teslim etmişlerdir.
Hz. Muhammed; insanlığa evrensel ahlak ilkelerini getirmiş, herkesin sorunlarıyla içtenlikle ilgilenmiş, kendisine küstahça davrananlara bile insanca muamele etmiştir.
Hz. Muhammed; İslam’a davet ettiği insanlara ahiret kurtuluşundan başka hiçbir peşin çıkar vaad etmemiştir. Aksine bu yolun uzun, çetin ve çileli olduğunu önceden haber vermiştir.
Hz. Muhammed; saygınlığını zor kullanarak değil, getirdiği ilâhî prensipler doğrultusunda yaşadığı erdemli bir hayat sonucu kazanmıştır. Onu sevenler de gönülden sevmişlerdir.
Hz. Muhammed; her fırsatta alçak gönüllü, kinden uzak, bağışlayıcı ve üstün bir cesaret sahibi olduğunu göstermiştir.
Netice itibarıyla ahiret güzelliklerini, dünyanın bilgeliğini, düzgün bir hayat yaşamayı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen bir kimsenin örneği Hz. Muhammed Mustafa’dır. O, hayırda en ileride olan, ahlâkı övülen, faziletleri kendisinde toplayan ve her türlü kusurdan arınmış bulunan, bütün insanlık için örnek bir şahsiyettir. Onu gerçek anlamda seven ise onun ilkelerini hayatına tatbik eden, onun yolundan giden ve her yönüyle onun gibi olmaya çalışan kimsedir.
[1] Ahzâb, 33/21. “Gerçek şu ki, Allah’ı ve ahiret gününü (korku ve umutla) bekleyen ve O’nu her daim anan kimseler için Allah’ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder.”
[2] Âl-i İmrân, 3/31. “De ki (ey Peygamber): “Eğer gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana tabî olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin; zira Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır.”
[3] Kehf, 18/110. “De ki: “Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım. Tanrınızın bir ve tek Tanrı olduğu vahyolundu bana. Öyleyse, artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koysun ve Rabbine özgü kullukta hiç kimseyi, hiçbir şeyi (O’na) ortak koşmasın!.”; Fussilet, 41/6. “(Ey Muhammed) de ki: “Ben de ancak sizin gibi ölümlü bir insanım. Bana Tanrınızın tek Tanrı olduğu vahyedilmiştir. Öyleyse O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin!”
[4] MEHMED ÂRİF BEY, Hadisleri Anlamada Toplumsal Boyut, Son Dönem Osmanlı Toplumu ve İlmiye Sınıfına Yönelik Eleştiriler, Haz. İbrâhim Hatiboğlu, Darü’l-Hadis, İst., 2000, s. 51.
[5] Nitekim Hz. Peygamber: “Meryem oğlu Îsâ’yı, Hıristiyanların aşırı derecede övdükleri gibi siz de beni aşırı bir şekilde övmeyin! Çünkü ben bir kulum. ‘Allah’ın kulu ve elçisi’ deyin” buyurmuşlardır. Bkz. BUHÂRÎ, 60/Enbiyâ, 48 (IV, 142); DÂRİMÎ, 20/Rikak, 68 (II, 626, 627); İBN HANBEL, I, 23, 24, 55.
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma