Yazanlarda |
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Haricilerden Oryantalistlere Sünnet Karşıtlığı:
Sünnetin ve hadisin, tarihin belli dönemlerinde belki de siyasal ve sosyal bir ihtiyaca binaen ideolojileştirilmesinin zararını en çok “sünnet” ve “hadis” çekmiştir. Çünkü onun sultası altına sığınarak kendi meslek, meşrep ve hiziplerini savunmak için rakip hiziplere karşı savaş açanlar, karşı saldırıların kendilerine siper yaptıkları “sünnet” ve “hadise” yapılacağını ya hesaplamadılar, ya da bile bile böyle davrandılar. Bunun sonucunda sünnet ve hadise karşı bir tepki oluştu. Bu tepkilerden ilki Harici tepkisidir.
Doğruluğu ispata muhtaç olsa da, kaynaklarımız Hariciliğin belirtilerini Hz. Peygamber dönemine kadar götürür. Resulullah’a arkadaşlık etmiş olan Abdullah b.Zu’l-Hüveysıra’nın sonradan Haricilerin liderliğini yapacak olan Hurkus b.Züheyrle aynı kişi olması muhtemeldir. Bize kadar ulaşan sahih senetli rivayetlere göre Abdullah b.Zu’l-Huveysıra et-Temimi “Adil ol! Zira bu paylaştırma Allah’ın rızasının gözetildiği bir paylaştırma değildir” demiş, bunun üzerine Resulullah üzüntüsünü belli ederek “ Ben adil olmayayım da kim adil olsun!” cevabını vermiştir. Bu densizliğin üzerine Hz. Peygamber’den kendisini öldürme izni isteyenlere ise, o engel olmuştur. (Buhari, Menakıp 25, Mürteddin 7, Müslim, Zekat 142,48, İbn Mace,Mukaddime 12)
Bol kanlı toplu eylemlere imza atan ilk İslam idealistleri olan ve çok farklı gerekçelerle ve bir o kadar farklı unsurların bir araya gelmesiyle oluşan Harici hareketini, topyekün sünnet karşıtlığıyla suçlamak için elimizde yeterli delil bulunmamaktadır. Bu suçlamayı kanaatimizce onlara ilk yönelten İbn Teymiye’dir. İbn Teymiyye der ki: “ Onların mezhebinin temeli Kur’an’ı yüceltmek ve ona uymaya çağırmaktı. Fakat sünnetten ve cemaatten uzaklaştılar. Onlar, recm, hırsızlık nisabı vb. gibi konularda Kur’an’a aykırı olduğu gerekçesiyle sünnete uymayı doğru bulmuyorlardı.” (İbn teymiyye. Mecmuatu’r Resail) Kanaatimiz o ki, Teymiyye’nin Hariciler hakkındaki bu genellemeci-indirgemeci yaklaşımı, daha sonra tartışmasız kabul edilen bir hakikat halini almıştır.
Haricilerin çok Kur’an okudukları, hatta kendilerine ilk dönemlerde “kurra” adı verildiği doğrudur. Ne ki, o dönemde bu terim “çok okuyanlar için” değil, “çok ibadet edenler için” kullanılıyordu. Haricilerin ise, ibadete çok düşkün, zahid ve abid bir yapılarının olduğu, neredeyse tüm kaynakların üzerinde ittifak ettikleri bir konudur.
Hariciler, “Kur’an’da her şeyin çözümü vardır” düşüncesini sloganlaştırmışlardı. Bunu Emevilere karşı siyasi bir taktik olarak da kullandılar. Belki Şafii’nin hadisi vahye dahil etmesinin altında, Hariciler’e bu konuda duyduğu tepki yatmaktadır. Haricilerin sünneti topyekün inkar ettiklerine dair elimizde ikna edici hiçbir belge olmasa da, onların Kur’an’ı bayraklaştırıp sünnet sayılan kimi yerleşik uygulamaları reddetmiş olmaları ihtimal dışı değildir. Çünkü onlar, iki tarafa karşı savaş veriyorlardı: Birincisi Şam Valisi Muaviye ve onun ordularına karşı, ikincisi Halife Hz. Ali ve onun Şiasına karşı.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Emeviler, tüm iktidarları döneminde özellikle hadis rivayetini özendirdiler. Çünkü, bu şekilde lehlerinde hadis üretimini destekleyerek, aleyhlerine olan sahih nassı bir biçimde ‘dengelemiş’ oluyorlardı. Hariciler Emeviler’in bu siyasetini bildikleri için, piyasaya her gün yenileri sürülen mebzul miktardaki destek rivayetine karşı savaş açıyorlar ve Kur’an’ın iyiliği emir-kötülükten nehiy, cihad ve adaletle ilgili ayetlerini öne çıkarıyorlardı. Bu ‘nasslar savaşı’ sırasında ister istemez hadis ve sünnet karşıtı damgası yiyeceklerdi.
Hariciler, Hz. Ali ve taraftarlarına karşı da amansız bir savaş yürütüyorlardı. Hz. Ali ise onların fikirlerine karşı, kendi anlayışlarına göre te’vil etmekte zorlanmadıkları Kur’an ayetleriyle değil, sünnetle cevap veriyordu. Hz. Ali’nin kendisini temsilen Haricilere yolladığı İbn Abbas’a verdiği öğüdü hatırlatmanın tam zamanıdır: “ Onlarla Kur’an üzerinden tartışma. Çünkü Kur’an’ın farklı yorumları vardır. Onlarla sünneti delil göstererek tartış.” Süyuti, el-iktirah fi ilmi usuli’n nahv. 2/142)
İşte bu ve buna benzer nedenlerle, Haricilerin sünnete karşı mesafeli durdukları konusundaki haberler belli bir ihtiyat payıyla kabul edilebilir. Fakat bu tür haberler arasında “sünnete karşı savaş” adını verebileceğimiz rivayetlere de rastlamıyor değiliz. O tür rivayetlerden birini bize İmam Şafii naklediyor. Şafii, öncekilerin tartışmalarını aktarırken Hariciler’e şu görüşleri nisbet eder : “ Bunun (namazın) vakti yoktur. Dedi ki “Eğer her gün (ya da “günler” dedi) iki rekat namaz kılabilirse de, Allah’ın kitabında olmayan bir şey, herhangi bir kimseye farz olmaz.” (Şafii, Kitabu Cemmai’l-İlm)
İbn Hazm da buna benzer şeyler söyler. Ona göre Haricilerden Ebu İsmail el Batihi ve takipçileri “ sabah bir rekat ve akşam bir rekatın dışında namaz yükümlülüğü yoktur” görüşüne sahiptirler.( İbn azm, el-fasl, 4/189)
Sünnete karşı bu denli aşırı bir yaklaşımı benimseyen kimi Harici kolları olmuş olabilir. Fakat hemen tüm Harici ekollerinin, bu derece olmasa da, sünnet ve hadisle sabit birçok hükme itiraz ettikleri bilinen bir gerçektir. Kaynaklar, az veya çok olduğuna, korunmuş veya korunmamış olduğuna bakılmaksızın hırsızın elinin kesileceğini iddia ettiklerini, recm ve mest üzerine meshetmeyi Kur’an’da olmadığı gerekçesiyle reddetiklerini söyler.( el-Bağdadi,el-fark s.19) Fakat bu örnekler gösterilerek bir zümreyi toptan “sünnet düşmanı” ilan etmenin ciddiye alınır bir yanı olmasa gerek. Şu var ki, hiç kimse onların topyekün sünneti inkar ettiklerini söylememiştir. Kaldı ki, Hariciler içerisinden muhaddis diyebilecek kadar hadisle ilgilenen isimler çıkmıştır. Bunların başında, ilk defa sahih hadisleri bir araya derleyerek el-Camiu’s-Sahih adlı bir hadis mecmuası oluşturan Rebi b.Habib gelmektedir.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Topyekün sünneti inkar hareketi ilk kez Müslümanlar arasında değil, batılı oryantalistler arasında vücut bulmuştur. Hadis ilmiyle ilk meşgul olan oryantalist Avusturya asıllı İngiliz Dr. Sprenger’dir. (öl.1893) Sömürgeleştirdikleri Hindistan’a Doğu-Hindistan Şirketi sponsorluğunda gönderilen Sprenger, Delhi’de kurulan İslami İlimler Fakültesi’nin dekanlığına getirilmiştir. İlk kez hadislere toptan “uydurma” damgası vuran şahıs budur.(Görmez,Age,s.85) Sprenger’in ardından Alfred Guillaume, daha sonra Ignaz Goldziher (öl.1921) ve diğerleri….
Burada, “ötekileştirici” disiplin olan oryantalizm üzerinde bir miktar durmak gerek. Benmerkezci ve çatışmacı Avrupa kültürünün, kendisini inşa etmek için bir ötekine ihtiyacı vardır; düşman ve yabancı öteki… İşte oryantalizm, söz konusu düşman ötekini tanımlama ve kurgulamanın öbür adıdır. Bu noktada sözü, oryantalizm üzerine yaptığı çaplı çalışmasıyla tanınan Edward Said’in çarpıcı tespitine bırakalım: “ Şunu iddia ediyorum: Oryantalizm genellikle Batı tarafından zayıf olduğu için Doğu’ya empoze edilen bir doktrindir. Batı bu hareketi ile Doğu’yu kendi içinde eritmek ve aradaki farkları kaldırmak istemektedir.” ( Edward Said, Oryantalizm s.7) Ve şöyle yakınır Said: “Eğer Doğu kendi kendisini takdim edebilseydi, herhalde sonuç başka türlü olurdu. Ama yapamamaktadır. Bu çalışma Batılılar tarafından, yürütülür. Ve böylece takdim Batılıların hesabına çalışır. Doğu böylece daima zarardadır.”( Age,s,46)
Oryantalizm’in en azından başlangıçtaki amacını, 19 ve 20. yüzyıllar bu amacın gerçekleştiği yüzyıllar olmuştur. Luis Massignon’un şu itirafı kadar hiçbir söz özetleyemez: “Onların her şeylerini tahrip ettik; felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi veya intihar için olgun hale geldiler.” ( Age, s.446)
Hadisi süpüren Sprenger, aslında zincirin son halkası sayılır. Daha 17. yüzyılda Barthelemy d’Herbeloth (öl.1695), Peygamberimizin hakkında bir ansiklopediye yazdığı maddede şu nefret kokan ifadeleri kullanıyordu: “ Muhammed, meşhur düzenbaz, din adını da alan ve bizim Muhammedilik dediğimiz bir bid’atın düşünürü ve kurucusu.” (Görmez, Klasik Oryantalizm Hadis Araştırmalarına Sevk Eden Temel Faktörler, İslamiyet c.3 sayı 1, s.12) Oryantalizm, önce hedef tahtasına yerleştirdiği Hz. Peygamber’in imajını bozup onu istediği kılıkta yeniden inşa etmek için çaba sarfetmiş, ardından da sıra sünnet ve hadise gelmiştir.
Tilman Nagel’in “Hadis nedir?” sorusuna verdiği üç maddelik cevabın özeti, oryantalizmin neden hadisi ve sünneti hedefe yerleştirdiğini de özetlemektedir: Nafel’e göre “ Hadis neyi ifade eder?” sorusunun cevabı şudur: “A. Hadis, Asr-ı Saadet’i sürekli şimdiki zamana taşıma gayretini ifade eder. B. Hadis, başlangıç döneminden uzaklaşmış ümmeti kaynaştıran bir araçtır. C. İslam ümmetinin politik başarısı daima tesirli olagelmiş ve halihazırda algılanabilen güçlerin yaratılmasını icbar ediyordu. Bu güçler hadiste ortaya çıktı. Bunlar, Peygamber ve daha sonraki nesillerin inananları arasındaki tarihi mesafeyi ortadan kaldırdı ve İslam kültürünün geniş sahalarını bugüne kadar belirleyen bir kalıcılıkla etkiledi.” (Ay, s.25)
Doğrusu sünnet, alt unsurlarından biri olan hadisle birlikte İslami hayat tasavvurunun, bir başka ifadeyle İslami dünya ve alem görüşünün ete kemiğe bürünmüş şekliydi. Hz. Peygamber, sünnetle şimdi ve buradaya taşınıyor, etkisini, çağları aşarak ilk günkü diriliğinde bu sayede sürdürüyordu. Hz. Peygamber’in misyonunu tarihe hapsetmek isteyenler, nereye ateş edeceklerini iyi biliyorlardı.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İndirgemeci Tasavvurun Tipik Örneği: Hind Kur’aniyyun Akımı
Ağını ilk defa Hindistan’a seren Sprenger’in ağı boş çıkmamıştır. Çünkü İslam dünyasında ilk kez sünneti toptan inkar hareketi İngiliz sömürgesi olan Hindistan Müslümanları arasında çıkmıştır. Bu hareket “Kur’ancılık” (el Kur’an’iyyun) adıyla şöhret bulmuştur. Bu hareketin öncü isimleri, kendilerine Ehlu’z-zikr ve’l-Kur’an adını vermişlerdir.
Yukarıdaki veriler ışığında, “Neden Hindistan?” sorusunun, öyle zor cevaplanacak bir soru olmadığını düşünüyoruz. Cevabı biraz daha açmak yerine, konuya vakıf bir kalemden çıkan şu satırları, meramımızı anlatmak için yeterlidir:
“Hind Alt Kıtasında seslendirilen “Kur’an İslamı” tabiri veya kendilerine el-Kur’aniyyun (Kur’ancılar) ya da ehl-i Kur’an diyen bir grup durup dururken ortaya çıkmadı. Böyle bir düşüncenin ortaya çıkmasında oryantalist projenin etkisi gözardı edilemez, ancak bunu sadece Oryantalist proje ile izah etmek veya emperyalistlerin sömürge idealleri ile açıklamaya çalışmak doğru değildir. Tarihin miras olarak bize devrettiği problemler ve bu problemleri çözecek ilmi ve entelektüel birikimin azlığı, modern hayatın dayatmaları karşısında İslam dünyasının içine girdiği düşünce krizi ve bunu aşacak düşünsel ve ahlaki iradenin yokluğu bu sebeplerin başında gelir.”( M.Görmez, carullah’ın Kitabu’s-Sünne’sinin önsözünden)
Bu doğru tespitlerin yazarı, Kur’ancılık düşüncesinin kendisine dayanak olarak aldığı tarihsel okulları, özellikle Mutezile’yi tanımadığını da dile getirir:
“Hz. Aişe’nin, Hz. Ömer’in hatta Hz. Ebu Bekir’in zaman zaman “ Allah’ın Kitabı bize yeter” ifadelerinden bu naiv düşüncenin temellerini başlatanlar sadece rivayet istismarcıları olabilir. Kelamcı, müfessiri, usulcüsü hatta mahaddisi ile Mutezile mezhebini ve bu mezhebin esaslarına bağlı İslam alimlerini topyekün sünnet münkiri olarak ilan edenler, bizzat bu alimlerin kendi eserlerini okuma zahmetine katlanmayıp beşinci veya altıncı neslin Milel-Nihal kitaplarından hareketle ahkam kesenlerdir.” (Ay., s.III ve IV)
Mutezile’nin Hz. Peygamber’in misyonunu indirgemeci bir mantığa sahip olmadığı tarihsel bir hakikattir. Mutezilenin sünneti ya da hadisi toptan reddettiğini söylemek gerçeği çarpıtmak olacaktır. İslam rasyonelliğini temsil eden Mutezile, rakiplerinin kendisine karşı tam kapasite kullandıkları “hadis imalatını” boşa çıkarmak için, bu konuda oldukça titiz ve seçici davranmıştır.
Bu konudaki birçok örnekten işte sadece biri: Mutezile’nin Kur’an’ın Allah’ın bir fiili olduğu dolayısıyla “öncesiz” olmadığı konusundaki tezine karşı olanlar, Kur’an’ın öncesiz ve Allah’ın zati sıfatının bir sonucu olduğunu ispatlamak için Ebu Hüreyre’ye isnad edilen şu hadisi uydurdular: “Allah Adem’i yaratmadan bin yıl önce Taha ve Yasin sürelerini okudu, melekler bunu duyunca sordular: Bunların indirildiği ümmete ne mutlu, ne mutlu bunları taşıyan göğüslere, ne mutlu bunları konuşan dillere…” (İbn Hanbel bu hadisin ravisi Ömer b.Hafs için, “onun hadislerini yaktım” diyor. İbnu’l-evzi,Def’u Şübehi’t-Teşbih s.55) Bu örnekten sonra, Mutezile’yi sünnet ve hadise karşı aşırı titiz ve seçici tavrından dolayı “sünnet inkarcılığıyla suçlamak, sanırım doğru olmasa gerek.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bu bölümde Hind Kur’aniyyun Hareketi’ni örnek olarak seçmemiz, salt bu tür akımların ilki olduğu için değil, aynı zamanda en güçlüsü ve geriye bıraktığı literatür açısından en zengin olduğu içindi. Bu hareket, diğer Kur’ancı hareketlerden ayıran yanı, çok güçlü öncülere sahip olmasıydı. Biyografilerini verirken de görüleceği gibi, bu öncüler arasında, dini ilimler alanında otorite diyebileceğimiz isimler de bulunuyordu.
Hind Alt Kıtası Kur’aniyyun hareketinin en ünlüleri arasında Abdullah Çekralevi (öl.1918), Ahmeduddin Amritsari (1861-1936), el-Hafız Elsem Ciracpuri (1880-1947), İnayetullah Han el-Meşrıki (1888-1963), Gulam Ahmed Perviz (1903-1985) gibi önder ve ekol içinde ekol isimleri vardır.
Eş zamanlı olarak, Kur’ancılık hareketinin yine İngiliz işgali altındaki Mısır’da da ortaya çıktığını görüyoruz. Dr. Muhammed Tevfik Sıdkı, Mahmud Ebu Reyye, Dr. Ebu Şadi Ahmed Zeki, Dr. İsmail Edhem ve Muhammed Ebu Zeyd ed-Demenhuri, Kur’ancılık akımının Mısır’daki önde gelen isimleridir.
Burada biz, elimizdeki derli toplu bir çalışmanın da verdiği kolaylıkla, sadece indirgemeci peygamber tasavvurunun tipik bir örneğini teşkil eden Hind Kur’ancılığını ele alıp inceleyeceğiz. Sözünü ettiğimiz çalışma, Taif Ummu’l Kura Üniversitesi hocalarından Dr. Hadim Hüseyin İlahibahş’ın kaleme aldığı e—Kur’aniyyun ve Şubehatuhum Havle’s-Sunne adlı eseridir.
Kendisi de aslen bir Altkıtalı olan Hadim Hüseyin İlahibahş, konuyu işlerken sık sık objektif bir ilim adamı kimliğini bırakarak bir “sünnetçi-hadisçi” üslubu takınmıştır. Anlaşılan o ki, müellif kendini taraf olarak görmekte ve ele aldığı konunun objesi olan Kur’ancılık akımını da hasmı olarak telakki etmektedir.
Çalışma, öznel yorumları bir tarafa bırakılacak olursa, hala bu konuda Arap dilinde yapılmış en çaplı araştırma özelliğini korumaktadır. Yazarın işlediği konuya hakimiyeti ve Hind Alt kıtasındaki Kur’ancılık akımı önderlerinin eserlerine ilk elden ulaşmış olması, çalışmayı daha da güvenilir kılmaktadır. Fakat, İlahibahş’ın çalışmasının özgün kılan birinci unsur, eserinde belirttiği gibi, Kur’ancılık akımına mensup halen yaşayan cemaatlere ilişkin şahsi gözlem yapması olmuştur. Yazar, Kur’aniyyun ile bire bir ilişkiye geçerek, özel mescidlerine gidip ibadet şekillerini bizzat gözlemlemiş, bu gözlemlerini yer yer çalışmasına da yansıtmıştır.
Hind Kur’ancılığının birçok açıdan ilk olma özelliği taşıyan ilginç serüveni okunup bitirildiğinde, Hz. Peygamber’in misyonu içerisinde temel bir yere sahip olan sünneti toptan reddetmenin ne vahim sonuçlara yol açtığı açık ve seçik olarak görülecektir. Bu sonuçlar, sadece vahim değil, aynı zamanda “komik” diye nitelenebilecek şeyler de içermektedir. Fakat bu komiklik “trajik” olanı da içerdiği için, insanı güldürmek yerine acı acı tebessüm ettirmektedir. Bu acı tebessümün nedeni, bu ülkede son yıllarda boy vermekte olan kimi sünneti toptan inkara yönelik bireysel ve mevzi çıkışların, Hind örneğinde de görüldüğü gibi, nasıl kırılgan bir zemin üzerinde boy vermiş olduğunu biliyor olmamızdır.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kur’ancılıkla Sünnetçi- Hadisçilik karşı karşıya
Aslında ideolojileşen her şeyde olduğu gibi, dinin temel kaynakları konusunda da karşıt kamplar ve mevzilerde konuşlanıp birini diğerinin hasım bildiği bir yöneliş, sağlıksız bir yöneliştir. Kutuplaşmanın bir yanında gelenek ve rivayetin otoritesini kendisine siper yaparak cephe oluşturan sünnetçi-hadisçilik, öte yanında vahyin ve aklın otoritesini kendisine siper yaparak cephe oluşturan Kur’ancılık..
Oysaki Kur’an insanlık boyunca Allah’ın insana olan rahmetinin bir ifadesi olan vahiy kurumunun bir ürünü, sünnet ise yine aynı rahmetin bir başka tecellisi olan peygamberlik kurumunun bir ürünüdür. Kur’an kendisini değil Peygamberi örnek gösterir, Allah’ı sevenlerin Peygamber’i izlemelerini buyurur. Peygamber ise, hep Kur’an’a çağırır ve kendisinden sonrakilere Allah’ın kitabını bıraktığını, ona sarılanın ebedi kurtuluşa ereceğini söyler. Yine Peygamber, kendisine peygamberlik delili olarak verilen tek mucizenin Kur’an olduğunu ifade eder.
Kur’an, vahiydir ve Allah’tandır. Sünnet ve hadis, vahyin Hz.Peygamber tarafından yapılan yorumu, yani okuması ve bayınıdır. Dolayısıyla bir insan olan peygamberdendir. Kur’an ilahi koruma altına alınmış, lakin sünnet ve hadis ilahi koruma altına alınmamıştır. Kur’ancılık sünneti toptan reddederken, sünnetçilik-hadisçilik, buna misilleme olarak sünneti ve hadisi toptan vahye dahil eder. Kur’ancılık, insanlara peygambersiz bir din portresi çizerken, sünnetçilik-hadisçilik insanların önüne, doğrusu yalanına karışmış, onları ana kaynağa ulaşmaktan alıkoyacak bir dünya dolusu malzeme yığar.
Her ideolojik yaklaşım gibi Kur’ancılık ve sünnetçilik-hadisçilik de birbiriyle bir noktada örtüşürler: genellemecilik. İşte tipik bir Kur’ancı genellemeciliği: “İlgi çekicidir ki peygamberin bir numaralı düşmanlarından olan Buhari, Peygamberimize iftira ve hakaretlerle dolu kitabını peygamberin vefatından iki yüzyıl sonra yazmıştır.” (Edip Yüksel, Müslüman Din Adamlarına 19 Soru s.21) Hele şu satırların hiç endazesi yok: “ Sizin en kutsal hadis kitabınız olan Buhari, neden peygamberden iki yüzyıl sonra yazıldı? İşkencecilikten tutun, cinsi sapıklığa (!?) kadar Peygamberimize birçok hakaret ve iftirayı esirgemeyen Buhari’yi neden kaynak ediniyorsunuz.” (Age.s.25)
Bu bir eleştiri değildir, toptan süpürüp atmaktır. Makul değil mahsus bir aklın ürünüdür. Buhari’de yer alan bir hadisi eleştirmek başka şey, Buhari’nin Camiu’s-Sahih’indeki hadisleri insafsızca süpürmek başka şeydir. Ömrünü Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetlerin doğrusunu yalanından ayırmaya adayan Buhari’yi, “Peygamber’in bir numaralı düşmanı” ilan etmenin akla ve mantığa, insaf ve vicdana sığan bir tarafı da bulunmamaktadır.
Yukarıda süpürüp atan tavır karşısında, yine süpürüp alan tavrı görüyoruz. Bu tavır da en az birincisi kadar ideolojik ve marazidir. Osmanlı’nın son dönemlerinde yaygınlaşan, Buhari’yi anlamak yerine tıpkı Kur’an gibi yüzünden teganni ile kıraat etme alışkanlığı, hatta “Buhari-i Şerif Hatmi” gibi önceden bilinmeyen uygulamalar, işte yukarıdaki mantığın tam tersi kutbunda yer alan bir aklın ürünüdür.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yine Buhari ve Müslim başta olmak üzere, herhangi bir hadis derlemesinin tıpkı Kur’an gibi “la-raybe fih” (içerisinde kuşku barındırmayan kitap) ilan edilmesi, sünnet ve hadisi tümüyle reddeden Kur’ancılık akımının toptan reddine zemin hazırlamaktan başka bir şeye hizmet etmemiştir. “Buhari ve Müslim’de yer alan hiçbir hadis eleştirilemez” mantığının, isimleri önce dokunulmaz ilan edip sonra ardına sığınmaktan başka izaha gelir bir gerekçesi yoktur. Sünnetçi- hadisçi söylemin, usule uygun hadis eleştirisiyle hadisin toptan reddini birbirine karıştırması, tartışmanın ilmi değil hissi bir zeminde yapıldığının göstergesidir. Sünnetçi-hadisçi söylem, tek tek hadis eleştirisi yapan ehil kişileri dahi “sünnet inkarcısı” olarak lanse etmekle, hasımları olan kendileri gibi ideolojik söyleme sahip Kur’aniyyun akımına meşruluk kazandırmaktadır.
Kaldı ki “inkar”, imanın zıddıdır ve imanı söz konusu olmayan bir şeyin inkarı söz konusu olamaz. Buhari ve Müslim’in otoriteleri ardına sığınarak, bu derlemelerde yer alan herhangi bir hadisi usulüne uygun bir biçimde eleştireni hadis münkiri, sünnet karşıtı gibi lanse eden sünnetçi-hadisçi söylem, bu ithama başta Buhari ve Müslim’in kendileri olmak üzere seçkin sahabileri, birçok büyük imamı ve din otoritesini de dahil etmek zorunda kalacaklardır. Çünkü Buhari, yüzbinlerce hadisi eleyerek yalnızca çok az bir kısmını sahih saymış, Müslim ise hocasının sahih ilan ettiklerinden bazılarını sahih saymayarak kendi kitabına almamıştır. Bundan ayrı olarak, bu iki kitaba giren hadislerin de eleştirilebileceğinin en güzel örneklerini yine sahabe ve imamlar vermişlerdir. Şimdi onlardan birkaçını buraya alalım.
Çok sonraları Buhari ve Müslim’in sahihlerine girecek olan kimi hadis rivayetleri, Hz. Aişe tarafından daha İslam’ın ilk yıllarında eleştirilecektir. İmam Bedrüddin ez-Zerkeşi, Hz. Aişe’nin metin eleştirisine ya da tümden reddine muhatap olan 25 hadisi el-İcabe li İradi Mestedrektehu A’işetu ale’s-Sahabe adını verdiği bir kitapta toplamıştır.
Mesela şu Buhari ve Müslim hadisi: “Ev, kadın ve at uğursuzdur.” Buhari, Cihad 60.47, Nikah 70.18, Müslim, Selam 39.34) Ebu Hüreyre’nin Resulullah’tan bunu naklettiği Hz. Aişe’ye iletilince, kendini parçalarcasına öfkelenerek “Kur’an’ı Ebu’l-Kasım’a indiren Allah’a yemin olsun ki, o asla böyle bir şey demez!” der ve Hadid süresinin 22. ayetini delil gösterir. Peki, hem de daha Hz. Aişe hayattayken bu sözün Resulullah’a mal edilmesi nasıl açıklanabilir? Hz. Aişe’ye göre Resulullah cahiliye ehlinin bu üç şeyde uğursuzluk olduğuna inandığını söylemiş, ancak bu sözü duyanlar eksik işitip nakletmişlerdir. (Zerkeşi, el-İcabe, 104)
Buhari ve Müslim’in sahihlerine aldıkları şu hadisi Hz. Aişe tümüyle reddetmiştir: “Kadın, siyah köpek ve merkep namaz kılanın önünden geçince o kimsenin namazı bozulur.” (Müslim, salat 4.50) Ebu Hüreyre’nin bunu naklettiğini duyunca Hz. Aişe “Bizi köpek ve eşeğe denk tutmanız ne kötü şey, kadın kötü bir hayvan mı?” diye itiraz etmiş ve Resulullah namaz kılarken kendisinin Resulullah’ın önünde uzandığını, Peygamber’in buna bir şey demediğini söylemiştir.( el-İcabe, s.136) Bu ikinci haber Müslim’de yer almıştır. Köpeğin namazı bozduğunu bildiren hadisi Hanbeliler ve Zahiriler dışında Hanefiler, Şafiiler ve Malikiler kabul edilebilir bulmamışlardır.
Hz. Aişe sonradan hadis derlemelerine sahih kaydıyla girecek olan bazı hadisler kendisine nakledildiğinde “Bu konuda Kur’an size yeter” demiştir. Mesela “ Ölü kendisine ağlayandan dolayı azab görür” (Buhari,Cenaiz 29.32, Müslim, Cenaiz 11.9) hadisi Hz. Aişe’ye hatırlatıldığında, o haberin yanlış nakledildiğini, müminlerle alakalı olmadığını söyleyerek “Kur’an size yeter” demiş ve “Kimse bir diğerinin sorumluluğunu yüklenmez.” (53.38) ayetini okumuştur. (el-İcabe, s.68 ve 92)
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yine Buhari’nin naklettiği şu haber de buna örnektir: Resulullah Bedir’de müşrik ölülerinin başında durdu ve “Rabbinizin vaad ettiği azabı buldunuz mu? Dedi ve ekledi: “Onlar, söylediğim şeyi işte şimdi işitiyorlar!” Bu Hz. Aişe’ye nakledildiğinde, Resulullah’ın bu sözle şunu kastettiğini söyledi: “Onlar, kendilerine (hayattayken) söylediklerimin gerçek olduğunu işte şimdi bilmiş oldular.” Ve ardından şu ayeti okudu: “Sen, kabirdekilere işittirecek değilsin.” (35.22)
Hz. Aişe kimi zaman da, gerçek anlamı tepe taklak edilerek nakledilen hadisleri tashih ediyordu. Buhari ve Müslim’in aldığı şu hadis, maksadına aykırı bir biçimde nakledildiği için Hz. Aişe’nin itirazına muhatap olan bir hadistir: “Bir adamın karnının kendisini tükeden irinle dolu olması, şiirle dolu olmasından daha hayırlıdır.” (Buhari, Edep 78.92, 5/2279; Müslim, Şiir 41.4, 4/1769) Hz. Aişe, Ebu Hüreyre’nin naklettiği bu hadisi işitince: “Ebu Hureyre hadisi iyi öğrenememiş” dedi ve eksik rivayet ettiğini söyledi. (el-İcabe, s.111)
Hz. Aişe elbette bu eleştirilerinde yalnız değildir. İbn Abbas takat üstü yükümlülüğün olmaması prensibine dayanarak elleri su kabına daldırmadan önce yıkama hükmünü getiren Ebu Hüreyre hadisini reddetmiştir. Bunu açıklama bağlamında da “Peki yalaktan su alırken nasıl yapacaktır?” demiştir. (Şatıbi, el-Muvafakat 3/8)
Bu ve buna benzer birçok itirazına ve reddine bakılarak Hz. Aişe’yi “sünnet münkiri” olarak göstermek mümkün müdür? Ya da, rivayet edilen hadisleri Kur’an mihengine vurduğu için onu suçlamak doğru olur mu? Hz. Aişe’nin Resulullah’ın misyonunu bilmediğini ya da saygısızlık ettiğini söylemeye kim cür’et edebilir? O halde, sorun doğru bakmak ve doğru görmekle alakalıdır ve Hz. Aişe de bunu yapmıştır.
Hz. Aişe’nin yöntemini ondan sonra gelen imamlar da sürdürmüştür. Müslim’in Sahihi’ne aldığı “Resulullah kedinin satışını yasakladı” ( Müslim, Musakat 22,9,3/1198) hadisini, başta Ebu Hanife olmak üzere, fakihlerin çoğunluğu Kur’an’da böyle bir yasağa dayanak olmadığı gerekçesiyle reddetmişlerdir. (San’ani, Subulu’s-Selam, 3/10)
Aynı şey musarrat hadisi diye bilinen, bir satış hilesi olarak sağmal hayvanların sütünü memesinde tutmayı yasaklayan Buhari ve Müslim’in ortaklaşa naklettikleri (Bunari, Büyu 64, Müslim Büyu 11) haber için de geçerlidir. İmam Ebu Hanife bu hadisi “her nimet bir külfetin karşılığıdır” prensibine aykırı olduğu için reddetmiştir. (el-Muvafakat, 3/12) Yine Ebu Hanife, sahih senetle nakledildiği halde “Bir kafire karşılık olarak bir mümin kısas edilemez” hadisini reddetmiş ve gerekçe olarak da Kur’an’daki “cana can” (5.45) gibi genel ilkeleri göstermiştir.
Ebu Hanife, Kur’an’a arz ettikten sonra reddettiği hadislerle ilgili olarak şu tarihi savunmayı yapar:
“Kur’an’a aykırı düşen bir hadisi rivayet eden birini reddetmem ya da yalanlamam, Resulullah’ı reddetmem ya da yalanlamam anlamına hiç gelmez.O, ancak batıl bir haberi Resul’e isnad edene karşı yapılmış bir reddir. Suçlama varsa eğer, Rasul için değil o haberi nakleden için geçerlidir. Rasul’ün dile getirdiği her sözün, biz işitmiş ya da iştmemiş olalım, başımız ve gözümüz üzerinde yeri vardır. Biz onlara inanır ve onun tarafından söylendiğine şahitlik ederiz. Yine şahitlik ederiz ki Resulullah, Allah’ın emirlerine ters düşen hiçbir şeyi emretmemiş, Allah’ın emirleri dışında bir hüküm düzüp koşmamış ve Kitap’ta yer almayan bid’atler uydurmamıştır.” (el-Muvaffak Ahmet b.el-Mekki, Menakıbu Ebi Hanife, s.87-88)
İmam Ebu Hanife’nin bu savunması, sünneti ve hadisi Kur’an’a sunan herkes için geçerlidir. Bu, birbirine hasım olan Hadisçi ve Kur’ancı söylemin ideolojik çatışması dışında değerlendirilmesi gereken adil ve mutedil bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımı sürdüren çağdaş alimlerden Muhammed Gazali, hadisi Kur’an’a sunmanın en güzel örneklerini vermiştir. O, sünnet ve hadise karşı toptancı değil, seçici ve ayırıcı bir yaklaşım sergilemiştir.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İşte Muhammed Gazali’nin Kur’an’a sunduğu bir Müslim hadisi:
“Her azı dişli hayvanın yenilmesi haramdır” (Buhari, Zebaih 75.28,5/2102; Müslim, Seyd 34.3,3/1533) Gazali, bu hadisin En’am 145. ayete, ayrıca Nahl, Bakara ve Maide Surelerinde yer alan ayetlere aykırılığını gerekçe göstererek geçersiz olduğu söyler. Hadisin şarihinin “Bu hadis En’am Suresi’ndeki ayeti neshetmiştir” iddiasına şöyle cevap verir: “Ahad hadisin Kur’an’dan bir ayetin hükmünü geçersiz kılabileceğini iddia etmek nasıl da kırılgan ve komik bir iddiadır. Üstelik hükmü geçersiz kılındığı söylenen bu ayetin anlamı Kur’an’da dört kez yinelenmiştir.” (Muhammed el-Gazali, es-Sunnetu’n-Nebevviyye Beyne Ehli’l-Fıkh ve Ehli’l-Hadis, s.103)
Rasulullah’a sihir yapıldığı ve bunun akabinde Felak ve Nas Surelerinin indirildiği Buhari hadisine Muhammed Gazali, Muavvizetan Surelerinin Mekke’de indiğini, oysaki söz konusu sürelerin iniş nedeni olarak gösterilen sihrin Medine’de yapıldığının rivayet edildiğini dile getirerek şöyle der: “Bu hadisin rivayetinde Buhari tek başına kalmıştır. Hadisin metninde olduğu gibi senedinde de bir gariplik vardır.”
Sünnet ve hadis konusundaki adil ve mudedil seçmeci yaklaşıma ilişkin örnekleri burada noktalıyoruz. Kur’ancılık ile sünnetçilik-hadisçilik arasıdaki kıyasıya rekabetin tozu dumanı arasında kaynayıp giden, hep bu dengeli yaklaşım olmuştur. Şimdi sünneti toptan reddeden indirgemeci yaklaşımın tipik örneği Hind Kur’aniyyun akımının ilginç serüvenine dönebiliriz.
Her tepkisel aşırılık bir başka aşırılığın ürünüdür:
Sünneti toptan inkara dayanan Hind Kur’ancılık hareketi, her şeyden önce tepkisel bir harekettir. Çıkışı iki nedene dayandırılabilir. Birincisi, sömürgeci İngilizlerin kültürel etkisi; ikincisi, bölgede tüm versiyonlarıyla (mehdilik iddiasından yalancı peygamberliğe uzanan Bahailik, Kadıyanilik gibi akımlar, sünnetçi-hadisçi yaklaşımlar ve mistik-aşırı yüceltmeci tavırlar) yaygın olan mahsus akıl.
Önce sömürgeci İngilizlerin kültürel etkisi üzerinde duralım.
Okyanus ülkelerini saymazsak, ana kıdada Osmanlı’nın hakimiyet yüzyılları boyunca, Osmanlı hakimiyeti dışında yer alan iki devlet vardı: İran ve Hind Moğol İslam Devleti. Babür Şah’ın çocukları gücünü kaybedip de Hind Moğol İslam devleti küçük parçalara bölününce, öteden beri Avrupalı sömürgecilerin iştahını kapartan Alt Kıta, biraz da Hıristiyanlık gayretiyle ilk Batı sömürgelerinden biri olma şansızlığına uğradı. 18. yüzyılın ortalarında, Fransa ile İngiltere’nin bölge üzerindeki egemenlik mücadelesi İngiltere lehine bitti. Fakat, Alt Kafkasya ve kırım’ı sömürgeleştirme hareketine girişip güneye doğru yönelmesi (1854/56) İngiltere’yi telaşlandırdığı için İngilizler Alt Kıtayı tümüyle işgale kalkıştılar.
Hicri 1273 (miladi 1857) tarihi, Hind Müslümanları için dönüm noktasıdır. Çünkü, bu tarihte sömürgeci İngiliz işgaline karşı askeri bir ayaklanma başlatmışlar, fakat bu kıyam son kıyam olmuştur. İngilizler kıyamı hakimiyetlerini pekiştirmek için bir bahane olarak kullanmışlardır ve hakimiyetlerinin önünde herhangi bir engel de kalmamıştır. Ayaklanmanın ardından işgal ettikleri topraklarda geniş çaplı bir talan ve çapul seferberliği başlatmışlar, yapılan zulümler ayyuka çıkmıştır.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
__________________ Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
|
Yukarı dön |
|
|
MSER1 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 199
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sünnetin topyekun inkar etmediği için tipik Hint Kur’aniyyun’u arasında değerlendirilmemesi gereken, fakat Hint Modern İslam düşüncesinin babası sayılan ve Kur’aniyyun da dahil Alt Kıta’daki tüm reformist hareketleri etkileyen ünlü düşünür Seyyid Ahmed Han’ın, bu isyanın ardından sömürge yönetiminin uyguladığı aşırı şiddet ve zulüm üzerine yazdığı şu canhıraş çığlık, başta Kur’ancılık olmak üzere, Alt Kıta’daki modernist çıkışın nedenlerini ele vermektedir.
“Ünlü ailelerin çoğu ortalıkta gözükmüyordu; onlarınki acı bir hikaye. Kendi sorunlarıma, acılarıma aldırmıyordum. Halkımın dertleriyle muzdariptim. Umutsuzluğa kapıldım. Müslümanların yükselip ihtişamlarını kazanmalarına dair hiçbir umudum kalmadı. Bu trajedinin içine hapsoldum. Müslümanların ıstıraplarına dayanamıyordum. Beynimi kemiren acılar beni vaktinden evvel yaşlandırdı. Doğduğum ülkeye veda edip yabancı bir beldeye yerleşmek istedim. Fakat sonradan, görevden kaçmayıp bilakis halkımla birlikte kalmam ve onlarla birlikte batmam veya onlarla birlikte su yüzüne çıkmam gerektiği anladım.” Mecmua-i-Lectures’ten nakl. Prof.Dr.Abdul Hamid, İslam Düşüncesi Tarihi, cilt 4, s.367)
Fransızlar olsun İngilizler olsun, başından beri Alt Kıta’da Hırıstıyanlaştırma faaliyetlerine özel bir önem atfetmişlerdir. Misyoner teşkilatları, karargahlarını Alt Kıta’nın tamamına yaymışlar, harıl harıl çalışıyorlardı. Hırıstıyanlaştırma çalışmalarına en sert direniş İslam’dan gelmişti. Alt Kıta’nın Budist sakinleri, misyonerlik çalışmalarının önünde bir engel oluşturmuyordu. Müslümanların sert direnişiyle karşılaşan İngilizler, oryantalizm çalışmalarını hızlandırarak Alt Kıta’yı bu çalışmaların bir canlı laboratuarı haline getirdiler. İslam’a ve Müslümanlara karşı nabıl bir din ve kültür savaşı vereceklerini bu laboratuarda deneyeceklerdi. Müslümanları kültürel, dini, siyasal, ahlaki ve hatta askeri saldırıya karşı ayakta tutan en güçlü unsurun İslam dini olduğunu anlamışlardı. Bu dinin kodlarını çözmek için uğraş verdiler. Bu kodları çözdüklerinde, karşılarında dinin hayata taşınmasında birinci önceliğe sahip olan “sünnet” ve onun söz dağarcığı olan “hadisi” gördüler.
Bir de bunun karşı tarafı vardı: Hind Müslümanları, kendilerini binlerce kilometre öteden gelip alt eden bu düşmanın ezici gücüne direnememişlerdi. Yani, kaybeden taraftaydılar. Galibin kerameti var mıydı? Yoksa tüm suç mağlupta mıydı? Mağluplar kendilerinin neden mağlup olduğu, onların neden galip geldiği üzerinde kafa yordular. Bu nedenler araştırılırken önlerine yanlış, kaynağından sapmış ve saptırılmış din anlayışları çıktı. Bunların başında parçalanmışlık, taklit, hurafe, tembellik, cahillik geliyordu. Bütün bu hastalıkların kaynağını araştıran kaygı sahibi insanlar, karşılarında Kur’an’dan uzaklaşmayı, aklın aktif bir biçimde kullanılmamasını buldular.
Fakat, doğrunun birer parçası olun bu teşhisi bir yanlış tedaviye kurban ettiler. Tüm sorumluluğu yıktıkları şeylerin başında “sünnet-hadis” geliyordu. Kur’an, etrafında tüm Müslümanların birleşebileceği tek ortak kaynaktı. Siyasal ve askeri yenilginin nedeni olarak gördükleri ihtilaf ve tefrikanın kaynağında, sünnet ve hadisin yer aldığını düşünüyorlardı. Bunda, Sprenger gibi Hindistan da görevli İngiliz oryantalistlerin katkısı büyüktü. Yenilgilerinde en büyük pay sahibi olduğuna inandıkları sünnet ve hadise karşı topyekün savaş açtılar.
Bunlar, Hind Kur’ancılığın çıkışının birinci nedeniydi. İkincisi ise bölgede yaygın olan bütün versiyonlarıyla birlikte (sünnetçi-hadisçi, mistik ve aşırı yüceltmeci) mahsus akıl. Sanırım Birelvi örneği, ne demek istediğimi isbata yeterlidir.
DEVAM EDECEK İNŞALLAH
|
Yukarı dön |
|
|
|
|