Kur’an, hem lafız hem de mâna açısından, büyük belagat ve edebiyat ustalarının dahi bir benzerini ortaya koymaktan âciz kaldıkları ilahi bir kitaptır.
Allah tarafından insanları hidayete çağırmak üzere gönderilen peygamberlere, insanları iknâ edebilmeleri için, gönderildikleri toplumların durumuna ve zamanın şartlarına göre bir takım mucizeler verilmiştir.
Sihrin revaçta olduğu bir dönemde, ünlü sihircilerin yaşadığı bir topluma peygamber olarak gönderilen Hz. Musa (a.s.)’ a sihir mucizesi; tıbbın ilerlediği bir zamanda gönderilen Hz. İsa (a.s.)’ a tıbbî mucizeler; Arap toplumunun fesahat ve belagat yönünden en yüksek mertebeye ulaştığı bir dönemde gönderilen Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e ise bütün belagatçılara ve bütün edebiyatçılara meydan okuyan ‘Kuran mucizesi’ verilmiştir.
İşte biz burada, Kur’andaki edebi anlatımları, benzetmeleri, tasvirleri misaller vererek açıklamaya çalışacağız:
Yüce Allah, Bakara Sûresinin 17. ayetinde Münafıklardan bahsederken, onların küfür içerisinde bocalamalarını şu benzetmelerle açıklıyor:
“Onların durumu, karanlık bir gecede ateş yakan kimse gibidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır, artık onların gözleri görmez olur...”
Allah-u Teala, burada küfrü karanlığa; küfür içerisindeki kişiyi de karanlık bir gecede etrafını göremeyen ve bundan dolayı kendisini emniyette hissetmeyen kişiye benzetiyor. Bu kişi bulunduğu endişe verici ortamdan kurtulmak için etrafını aydınlatmak maksadıyla bir ateş yakıyor, fakat bu ateş onun yolunu aydınlatmaya ve onu selamete çıkarmaya yetmiyor, çünkü erken sönüyor ve yine etraf karanlıklara gömülüyor...
Münafık da tıpkı böyle...
Münafık kişi; aslında kafir olduğu halde, Müslümanların planlarını ve gizli sırlarını öğrenip, kafir dostlarına aktarmak gayesiyle Müslümanların yanına geldiği zaman onlardanmış gibi davranan ve bu maksatla kafirlerle Müslümanlar arasında gidip-gelen kişidir...Ayet-i Kerimede, münafık kişinin Müslümanların yanına geldiği zaman yolunun bir anda aydınlandığı, fakat tekrar kafirlerin yanına döndüğünde yine karanlıklar içerisinde kaldığından bahsediliyor...Yüce Allah, Münafığı geceleyin ateş yakan birisine, onun dışarıdan mü’min görünmesini aydınlığa, o aydınlıktan gördüğü faydanın kesilmesini de ateşin sönmesine benzetiyor...
Tefsir âlimi Elmalı’lı Hamdi Yazır, bu ayetin tefsirini yaparken şöyle der: “Allah-u Teala; münafıkların, hidayeti (imanı) verip, dalaleti (küfrü) satın aldıklarını belirttikten sonra, onların, yaptıkları bu tercihte ne kadar yanıldıklarını bu misalle açıklıyor. Eski Araplarda geceleri yüksek tepelerde ateş yakarak, insanların yollarını bulmalarına yardımcı olmak, hayırlı ve faydalı işler arasında kabul edilirdi... Bu Âyette, İslam’ın nûrundan mahrum kalıp küfür karanlığında bocalayan münafığın durumu; çölde ansızın ateşin sönmesiyle, ışıktan mahrum kalıp, zifiri karanlık içerisinde korku ve endişeye kapılan insanın durumuna benzetiliyor...”
Allah (c.c.), yine Bakara Sûresinin 19 ve 20. ayetlerinde münafıklardan bahsetmeye devam ediyor:
“Yahut onların durumu, gökten sağnak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. O münafıklar, yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kafirleri çepeçevre kuşatmıştır... Şimşek, sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakıp, onlar için etrafı aydınlatınca şimşeğin ışığıyla biraz yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah, şüphesiz her şeye kadirdir.”
Münafıkların imanla küfür arasında tereddüt ve şaşkınlık içerisinde bulunmaları, zifiri karanlıkta gök gürültüleri, şimşekler ve yıldırımlarla birlikte yağan yağmura tutulmuş kimsenin durumuna benzetilmiştir: karanlık bir gecede yürüyen, yıldırım ışığından başka hiçbir ışığı olmayan bir kişi; hem yıldırımın sesinden korkuyor; gürültüyü duymamak için parmaklarını kulaklarına tıkıyor, hem de, yolunu bulabilmesi için, onun ışığına muhtaç...Şaşkın...
Allah dileseydi, gürültünün şiddetini artırıp, onların parmaklarıyla kulaklarını tıkamalarına rağmen, bu gürültüyle onların kulaklarını sağır ederdi... Ve yine Allah, dileseydi, onların yollarını aydınlatmak için talep ettikleri, istedikleri yıldırımın ışığını artırıp onların gözlerini bu ışıkla kör ederdi...
Allah (c.c.), Bakara Sûresinin 26. ayetinde şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki Allah, sivrisinekle veya hakirlik ve küçüklükte ondan daha aşağı olan bir şeyle misal vermekten çekinmez. İman edenler, bu misallerin Rabblerinden gelen bir hak ve gerçek olduğunu bilirler, kafirler ise, ‘Allah böyle misaller vermekle neyi murad eder’ derler. Allah bu misallerle bazısını saptırır, bazısını da hidayete ulaştırır”
Bu ayeti, Hacc sûresi 73. ayet ve Ankebut sûresi 41. ayetle beraber dikkate almak yerinde olacaktır, zira; bu ayetin nâzil olma sebebi (nüzul sebebi) bu iki ayettir:
1. “Ey insanlar! Allah size, tapılan putlar hakkında bir misal veriyor...Dinleyin!..Allah’ı bırakıp da kendilerine taptığınız bu putların hepsi bir araya gelseler, bir sivrisinek bile yaratamazlar. Eğer sinek, putlardan bir şey kapıp alsa, onlar onu geri almaya dahi kadir değildir...Puttan hayır bekleyip ona tapan da, kendisinden hayır beklenen o put da hakir ve âcizdir...” (Hacc 73)
2. “Allah’ı bırakıp da putlara sığınanların, onları ilah edinenlerin durumu, kendisine mukavemetsiz bir ev yapan örümceğin durumu gibidir...Şüphesiz ki, evlerin en zayıfı örümceğin evidir. Keşke bilselerdi...” (Ankebut 41)
Birinci ayette (Hacc sûresi 73. ayet) Cenab-u Hakk, yarattığı varlıkların en küçüklerinden biri olan sineği misal vererek, kendisinden başka hiç kimsenin bir sinek bile yaratamayacağını, buna rağmen müşriklerin putlara tapıp onlardan medet ummalarının akıl kârı olmadığını, bu misalle açıklıyor...Müşriklerin, bütün kainatı, bütün varlıkları yaratan Allah’tan yüz çevirip, onun yarattıklarının en hakiri, en zayıfı olan sineği dahi yaratmaktan aciz olan putlara tapmaları, onlardan bir takım isteklerde bulunmaları ne garip?..Putlardan istekte bulunan insanlar da âciz; putlar da...İsteyen de güçsüz, istenen de...
Tefsir âlimi, Kurtubî bu ayetin tefsirini yaparken şöyle der: “Yüce Allah, dört sebepten dolayı sineği misal verdi: sineğin hakirliği, zayıflığı, pisliği ve çokluğu...Şu halde sinek hayvanların en zayıfı, en basiti iken ve müşriklerin, Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar böyle bir varlığı dahi yaratmaya ve onun verdiği eziyeti bertaraf etmeye güç yetiremezken, bunların kendilerine ibadet edilen ilahlar ve itaat edilen rabblar olması mümkün mü?..”
İkinci ayette (Ankebut Sûresi 41. ayet) Cenab-u Allah, kendisinden yüz çevirip, hiçbir fayda veya zarar veremeyecek bir varlığı ilah edinenlere, o güçsüz varlığa sığınanlara, kendisini soğuktan, sıcaktan, yağmurdan ve rahatsızlık veren diğer şeylerden koruyamayacak şekilde zayıf bir ev yapan örümceği misal veriyor: Örümceğin, kendisine sığınak olarak yaptığı evi nasıl ki onu dış tehlikelerden koruyamıyorsa, Allah’tan başka tapılan şeyler de, kimseyi tehliken koruyamaz, kimseyi korktuğundan emin kılamaz...
Allah, putlara tapma hususunda kafirleri, hafif bir rüzgarla veya üfürmeyle yıkılacak kadar zayıf bir ev yapan örümceğe benzetiyor, sonra da, “keşke yaptıkları işin bu kadar gülünç olduğunu bilselerdi” diyor.
Allah-u Teala’nın bu iki ayette, sinek ve örümcekten misal vermesi üzerine, kafirler: “Madem ki Allah, yüce ve izzet sahibidir, neden böyle ufak şeylerle misaller veriyor” dediler. İşte Allah onların bu sözlerine cevap olarak yukarıda zikrettiğimiz Bakara Sûresinin 26. ayetini gönderiyor...
Allah (c.c.), Bakara sûresinin 74. ayetinde: “Bundan sonra yine kalpleriniz taş gibi katılaştı. Hatta taştan daha katı hale geldi. Çünkü, taşlardan öyleleri vardır ki, içlerinden ırmaklar akar. Öyle taşlar vardır ki, çatlar da ondan sular fışkırır, Taşlardan bir kısmı da, Allah korkusundan yuvarlanıp düşerler. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” buyurmaktadır...
Bu ayette Allah-u Teala, kendilerine mucizeler gösterilip, öğütler ve nasihatler verildiği halde bu uyarılara aldırış etmeyen insanlardan bahsederken, onların kalplerinin hakka kapalı olduğunu, katılaşıp taş kesildiğini ifade ediyor.
Onların kalplerinin, sertlik ve katılıkla vasıflandırılmasının sebebi; gördükleri mucizelerden ders ve ibret almamalarıdır.Kasvet: taşın sertliği gibi bir sertlik ve katılık demektir. Onların kalpleri, öğüt almaktan ve dağları eritip, kayaları yumuşatan nasihat ve uyarılardan uzak olduğu için ‘kasvet’ kelimesi burada nasihatten uzak olmak manasına kullanılmıştır.