Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
alıntıdır
Semud
Cemal ÇAĞLAK
Putlaştırma duygusu, kuvvetin sadece kendisini yaratan Allah ile olacağını unutan insanın icadıdır. Bu anlayış genellikle korkunun, güç karşısındaki ezginliğin, mala ve insana tahakküm hırsı gibi durumların neticesiyle gerçekleşmekle beraber, bir çok farklı etkinin tesiriyle de doğar. Yani putlar insanlara hükmedemezler, insanlar hükmetme hakkı verdikleri putların gölgesine sığınırlar.
Kainatı yaratan Allah, düzene soktuğu dünyada insana uyum içinde yaşayabilmesi için ayetleriyle yol göstermiştir. Ancak insan bir müddet sonra bu uyarıları terketmiş, kendi duygu ve düşüncelerinin inşası için Allah'ın düzene koyduğu hayat tarzını arzusuna göre şekillendirmiştir. Oysa yüce Allah, daha insanın yaratılış aşamasında bu sapkınlığın başrolünü oynayan Şeytan’ı ibret olarak insanlığa sunmuş, onun nasıl alçaltıldığını göstermişti. Kendisini yaratan Rabbi'nin -ki Şeytan’ın da bu yaratıcılığı kabullenmesine rağmen- verdiği emri tutmayarak karşı fikir oluşturması, isteklerini Allah'ın emirlerinin önüne geçirmesinden başka bir şey değildi. İşte bu örnek de dahil olmak üzere Allah, yaratıcılığının ve birçok sıfatının kabul edilmesine rağmen indirdiği hükümleri hayatının dışına atarak başka başka hüküm koyucular bulan ya da hükmü kendinden sadır kılanlara şirk içinde olduklarını haber vermektedir.
İnsanın düşünce açısından ilkel olduğu söylendiği -ki doğru değildir- zamanlarla ve içinde bulunduğumuz şu zaman itibariyle putlaştırdığı değerlere izafe ettiği bakış açısının evvelkilerle arasında hiçbir fark yoktur. Dün taştan ya da tahtadan yardım bekleyen zavallılar ile bugün o ilkelliği bir kenara koyarak uygarlaşmış(!) fetişistlerin sadece talepleri ve bu taleplerdeki beklentilerinin çapı değişmiştir. Dün vahşi hayvanlardan korunmak için o saldırganın timsali olan bir heykel veya resim, psikolojik endişeyi gidermek için o topluluğu idare ediyordu. Şimdi bu putperest duygunun abidevi bir görünümle insanları bir özgürlük sembolü olarak elindeki meş'aleyle Newyork sahillerinden özgürlüğün aydınlık yoluna çağırışına ne dersiniz? Üstelik bu özgürleştirici gücün karşısında secde eden uzak kıtaların ve ülkelerin liderleri ve onlara itaat eden halkların cemaat halinde yaptıkları tapınmalara ne buyrulur?
Hayatını vahyin yönlendirmediği insanın putlaştıramayacağı hiçbir şey yoktur. Bu sapma, dini, milli, siyasi, iktisadi vesair alanlarda olabilir. Kur'an, Hristiyan ve Yahudilerin hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu İsa'yı putlaştırdıklarını anlatırken dinin nasıl bir aldatma aracı haline getirilişini göstermektedir. Ancak geçmişe dönük bu ifsad yoklamasında bize yapılan uyarı nedir. Yoksa bizler de hocaları, şeyhleri, alimleri ve peygamberi rab mı ediniyoruz? Firavun'un ve Kıptileri'nin milli duygular adı altında yaptıklarını bizler de yaşatıyor muyuz? Karun'un, Bahçe sahiplerinin, Samiriler'in bıraktığı noktadan çoğaltma yarışı nöbetini devralarak kabirleri ziyaret edene dek bu acımasız koşuda kaybolup gidiyor muyuz? İşte bu durum Allah'ın hiçbir şekilde vekalet vermediği varlıklara insanın vekalet vermesi ve onların belirleyeceği esaslara boyun eğmesidir. Felaket burada başlamaktadır. Bu yüzdendir ki insanın varlık sahnesinde asırlardır ortaya koyduğu görüntü bir grubun diğer grubu ya ayakları altına alması ya da sürmesi veya yok etmesidir. Övünülen tarihin sayfaları başka ne yazıyor ki...
Peygamberlerin karşısına çıkarak inadına direnenlerin ilk etapta şehrin ileri gelenleri olduğunu Kur'an bize söylemektedir. Onların kışkırtmasıyla birlikte gerideki halk, hakikati boğma eylemine iştirak etmektedir. Aslında önde olan din adamlarının, idarecilerin, asker ve tacirlerin asıl amacı bu kışkırtmayı ilahlarını korumak hesabına değil, sahip oldukları konumları pekiştirmektir. Onlar da gerçekten en azından vahyin belirttiği gibi bir sineği kovamayacak putların acizliğini biliyorlardı. Onların hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini bilen müstekbirler aslında putlarına güç yetiriyor ve onlara istediklerini yaptırıyorlardı. Çıkarları hesabına yaptıkları her hareket "İlahlar böyle istiyor" sloganıyla yürütülür ve kutsallaştırılırken kendi isteklerini yerine getiriyorlardı. Çıkarcılık ve saldırganlık buna muhtaçtır. Kendi keyiflerini öne koyarak bu doğrultuda insanlardan çıkarları uğruna bir yardım bekleselerdi yolda kalırlardı. Onun için şirk her zaman putunu halkla kendi arasına sokmuş, halkın bağlandığı bu uyduruk varlığın eli, dili, gözü, kulağı olarak isteklerini kudsiyet namına yaptırmıştır. Samiri de böyle değil midir? Maddeye tapmış Yahudi'nin elinden paslı tenekeyi almak yünden pıtrak çıkarmak kadar zordur. Ancak o herkesin altınını toplamayı başardı. Diktiği buzağı heykeli bireyin malı olmaktan çıkarak toplum adına Samiri'nin kontrolüne girdi ve onun hesabına böğürdü. Bu ataların hileli yoludur. Kimsenin çiğnemesine müsaade edilmez. Öyleyse şirkin karşısına çıkan sağlam yürekler nasıl geri çevrilmelidir? Sadece dinden istifade ederek bu ifsad gerçekleşebilir. Çevirdiği binbir dolapla bugüne kadar yoksul yetim hakkı demeyip sahip olduğu güçle birlikte birçok garibana iş veren "kerem sahibi!" kapitalist patron, ulema heyetinin duaları eşliğinde cennet yolcusudur. Allah'ın ayetlerine tahammül edemeyenler musalla taşlarında ölünün arkasından kötü konuşulamayacağı için iyi bilinerek kaldırılırlar. Yoldan geçen ahali de bu ne idüğü belirsiz müslümanın cenazesine katılma sevabını kaybetmemek için bir an önce saf tutarak kendilerini ayaklar altına alanları eller üzerinde tekbirler eşliğinde taşıyıverirler. Belirli gün ve kutsal haftaların icrası esnasında içkinin, kumarın, fuhuşun ve zulmün doruğa çıktığı topraklara "İndi melekler gökten saf saf" nameleriyle mevlid okutulur. Daha neler olmaz ki; köşe bucak kadın satılan bir memlekette ilahiyatçılar Meryem'in bekaretini tartışır. Zulmü doruğa çıksa bile devlete karşı çıkışın cehennemlik bir günah olduğu bellettirilir ve ulü'l-emr'e itaatsizliğin cehennemlik işlerden bir iş olduğu va'zedilir. İşte halk bu kutsiyet anaforunda kendisini zulüm altında inleten ilahları, onları diken zalimlerden daha iyi korur. Onlara karşı doğacak bir tehlikeye karşı kendisinde olmuş/oluşturulmuş samimi duygularla mücadele verir. Halbuki o ilahlar kendisinin içine düştüğü sefaleti görmemekte, attığı çığlıkları duymamakta ve insanın iyiliği hesabına ağzından iki laf çıkarmamaktadır. Bu ilahlar yememekte, içmemekte ama onları dikenler hem yemekte hem içmekte, sınırsız israf ve sömürü yarışını yeryüzünü ateşe vererek sürdürmektedirler. Evet, ilahlar sadece kendilerini ortaya çıkaranların yanındadırlar. Hangi döneme bakarsanız bakın bu ilahlar, tahakküm altına alınmış toplumların yanında yer almazlar ve bu ilahların en büyük düşmanları ise çoğulculuğu iptal ederek sadece Allah'ın uluhiyetini onaylayanlardır. Bu ilahlar daima aristokratların sermaye sahiplerinin ve ruhbanların çıkarlarını korumuşlardır ve korumaya da devam etmektedirler. Hintli zenginler, askerler, din adamları ve yöneticiler ilahlar oluşturdular. Onlar da kastları... İşte kutsallık budur. Bu kastları sorgulayamazsınız ve sadece itaat etmelisiniz. Yeryüzü bu ve buna benzer anlayışlarla sürünen ve süründürenlerden teşekkül etmekte olan bir hayat tarzının seyrini yaşamaktadır. Dün Hint ve Yunan kaynaklı bu tazyik bugün kendisinden hiçbir şey kaybetmeden Amerika ve Avrupa anlayışıyla biçtiği gömleği insanların üzerine giydirmektedir. Şimdi onlar bu dünyanın askerleri, asilleri, din adamları ve ekonomistleridir. İnsanlık yine o askerlerin doğrulttuğu namlularda ecelini beklemekte, ekonomistlerinin eline bakmakta, siyasilerinin kibirleri karşısında ezilmekte, rahip ve rahibeler tarafından Afrika'da aç bıraktırılan çocukları doyuruşunu(!) seyretmektedir. Dün bir Firavun için piramit yapmak hesabına yüz binler can veriyorlardı. Bu ölüm yolculuğuna isteseler de istemeseler de itiliyorlardı. Bu gün ise firavunlaşmış güçler yine bütün bir insanlığı kendi hesaplarına ve arzularına göre aynı yolda yürütmektedirler.
İlahları dikenler insanı yozlaştırma alanında asırlardan beri bir çok tecrübe kazandılar. Şimdikiler atalarının sınırlı yetkilerle donattıkları ilahları küreselleştirdiler. Bir zamanlar var olan "ilahlarımız inkar edilecek" korkusu da eskisi gibi kalmadı. Yeniler bugün inkar edilenin yerine bir sonraki gün daha alımlı ve otoriter olanını bulmaktadırlar. Şeytan'ın ustalaştırdığı mantık, insanlığın karşısına "Ben istiyorum" ifadesiyle değil de "İlahlarınız, evrensel değer ve ilkeleriniz bunu gerektiriyor" mantığıyla çıkınca, küresel sömürünün kod numaraları olan G-8,G-9 gibi yapılanmalar ıslah edici bir kimlikle kıtaları gezmeye başladılar. Bu programlarını uygulamak adına kendilerince fedakarlık yaparak gittikleri yerde zulüm haline gelen iktidarlarına karşı koyan her şeyi yakıp yıktılar. Dün ülkesinde meydana gelen -ya da getirdiği ki buna şüphe yok- bir iki patlamanın arkasından "İnsanlığa özgürlük" sloganıyla bombardıman altına aldığı topraklarda yaptığı soykırımın felah adına olduğunu süzme bir geri zekalı bile kabul edemez. Aslında hürriyetin bu abidelerinden insanlık ne özgürlük gördü ne de bunların yüzünden rahat bir nefes aldı. Bizler ve etrafımız işte bu şekilde özgürleştiriliyoruz! Büyük efendinin ve onun diğer ulusal kahyaları tarafından... Evet özgürlük tehlikede değildir. Tehlike de olan şey onu yorumlayanların kaçıracakları fırsatlardır. Önceden de olduğu gibi; Lat ve Uzza zarar görmüyordu. Ancak Ebu Cehil ve yandaşları zarar görecekleri için toplumun kutsalı olan bu ilahları öne çıkarıyorlardı. Firavun'un Ra'sı da, insanlardan bir şey istemiyordu. Doğrusu böyle bir ilah da zaten yoktu. Ancak Firavun çok şey istiyordu ve Ra onun sözünden çıkmıyordu. Kadınlar cariye yapılıyor Ra onaylıyordu. Çocuklar öldürülüyor Ra yine sessiz kalıyordu. Erkekler köleleştiriliyordu ama Ra'nın yine umurunda değildi. Çünkü duyarsız ve insafsız Firavun'un Ra'sı tıpkı onun ahlakını taşıyordu. İşte şimdi Ra'nın koltuğuna oturan özgürlüktür ve bu özgürlüğü kendi hesabına kullanan da çağın kudretli Firavun'u Amerika'dır. Bu özgürleştiren ilahın mağdurları tıpkı Firavun'un eli altında zulme maruz kalan İsrailoğulları gibidir. Firavun'un insanlara yaşattığı esaretle Amerika'nın özgürlük mücadelesi, noktası ve virgülüne kadar aynıdır. O, Ra'dan aldığı güçle insanlarını bölüyor, köleleştiriyordu. Şimdiki Firavun ise sırtını dayadığı özgürlükten aldığı cesaretle aynı zulmü uygulamaktadır. Onun içindir ki ne zaman peygamberler uyarıya başlamışsa, suyun başını tutan ileri gelenlerin koro halinde koparttığı yaygara "İlahlarınızı koruyun" çığlığıdır. İlahları bilmese de onlar biliyordu ki korunmaya muhtaç olanlar, ilahlar değildi. Asıl korunmaya muhtaç olanlar onların gölgelerine sığınanlardı. Çünkü bu ilahların yıkılışı zulmün, tasallutun, sömürünün, insan hayatı ile ilgili tüm hesapların yine ileri gelenlerin iki dudağı arasından alınması anlamına gelmekteydi. Bu ilahların iflası, Allah'ı bırakarak kendi kanunlarıyla insanlığı ifsada sürükleyenlerin ortadan kaldırılışı demektir. Onun için bu ilahlar korunmalı ki görmedikleri, duymadıkları ve konuşmadıkları halde, efendilerin hesabına görsünler, duysunlar ve konuşmaya devam etsinler. Bu yüzdendir ki ilahların ihyası bahanesiyle ortalığı cehenneme çevirenlerin tavrı, ıslah amacıyla gelen peygamberlerin ve onların varislerinin ağzını kapamak şeklinde oldu. Allah'ın nurunu söndürmek için üfürdüler de üfürdüler. Atalarının örnek yolunu ortaya sürerek sahip oldukları çıkarları koruma adına ilahlarını ve onlardan sadır olduğu söylenen kanunlarını korumak adına yapmadık zulüm bırakmadılar. Yanlarına askerlerini, siyasilerini, ekonomistlerini ve ruhbanlarını alarak Taif misali inananların üzerine taş yağdırdılar. Onları yurtlarından sürgün ettiler. Bu uğurda canlarını dişlerine taktılar. Aksi taktirde oturdukları tahtlar ayakları altından kayıp gidecekti. Kazançları için her yolu mübah kılamayacaklardı. Yani Ebu Leheb'in elleri kuruyacak, parası ve iktidarı kaybolacaktı. Aslında Ebu Leheb'in, peygamberi taşlamasındaki amacı malı, kazandıkları ve kazanacakları uğruna değil miydi? Mekke ilahlarına kendisi için verdirttiği bu hakkı sonuna kadar kullanmalıydı. Çünkü o eller yetimin, yoksulun, sahipsizlerin malına, kölelerin ve acizlerin haklarına uzanmış, sermayeyi tekelleştirme gayretine düşmüş bir avuç azınlığın hesabına çalışmakta ve bu uğurda peygamberi taşlamaktadır. Karısı ise hurma lifi gibi sağlam bir bağ ile onun davasına gönülden bağlanmış, elçinin yollarına dikenler atmış ve halkı provoke etmek için üfürmüş de üfürmüştür. Bugünkü yarış bu iki zebani müsveddesinin ortalığı cehenneme çeviren yarışından farksızdır.
İnsanlığın varoluşuyla birlikte başlayan bu sınır tanımaz çoğaltma ve hükmetme yarışı dün atını arabasını mazlumların üzerine sürerken, bugün onların varisleri de gemilerini, uçaklarını, tanklarını aynı şekilde sürmektedirler. Kuruyasıca ellerini uzatarak her yeri sefalete uğrattılar. Kendilerine karşı koyanları Ebu Lehebler gibi susturmakta taş yerine bombalar atmaktadırlar. Gerçekten Ebu Leheb ölmedi, kıtalar gezmekte ve her gittiği yerde bir sürü iz bırakmaktadır. Malı ve kazanacakları uğruna iki eli yerine daha kuvvetlenmiş bir şekilde ahtapot gibi kollarını uzatmakta ve kulların hakkını gaspetmektedir. Kendisine yardımcı olan başka güçler ve ülkelerle taaddüd-ü zevcat yapmış, nikahına aldığı bu hanımlarıyla arasında hurma lifi misali sağlam bir bağ oluşturan anlaşmalar, paktlar yaparak sınır tanımaz saldırılarına devam etmektedir. Eline özgürlük meşalesini alan bu koca ve onun peşinden giden karıları yeşerecek her toprağı tekrar kana boyamaktadır. Ebu Leheb budur. Onun özgürlük sloganları ise sadece köleliğin üstünü boyamaktır. Adım attığı her coğrafyayı oraların yerli mallarını elinden tutarak kopmaz bir bağ ile kendisine bağlamıştır. Halklar ise seçtikleri bu kuklalarla birlikte kendilerine kader tayin eden bu müstekbirlerin eline teslim olmuşlardır. Cehalet sonuç itibariyle seçen ve seçilen zümreyi birlikte bu fare kapanının içine koymuştur. Burada insanlığın günahı ortaya çıkmaktadır. Şimdi aklıma içkinin melaneti üzerine söylenen hadis gelmektedir. Bu hadisi bütün maddelerine kadar bilenler içkinin haramlığı konusunda epeyce bir silsilenin sorumluluğundan bahsederler. Alandan, satandan, taşıyandan, içenden, içirenden, içmeye davet edenden, üzümünü şarapçıya satandan... Buradaki dallanan ve budaklanan sorumluluğu inşaallah Irak'ta olacak cinayetler için de düşünürler umarım. Televizyon haberleri bugüne kadar beş yüz bin çocuğun açlıktan ve ilaçsızlıktan can verdiğini söylüyor. Bundan sonra da bu cinayetler devam edecektir. Şimdi bu zulme sebep olarak Ebu Leheb'in torunlarıyla ekonomik çıkarları hesaba katarak yapılan pazarlıkta, sömürü borsasında Iraklı çocukların kanına ne değer biçilecek acaba? Pekiyi içkinin oluşturduğu günah silsilesi gibi burada da sorumluluğu sadece Amerika'nın sırtına koymadan üsleri kullananlar, kullandıranlar, onların hesabına haklılık propagandası yapanlar, onlarla anlaşan iktidarlar, onları seçenler... olmak üzere yapılacak sıralama da mazlumların kanı bizim elimize bulaşmayacak mı? "Ve soruverildiğinde o mazluma hangi günahı yüzünden öldürüldü diye?" sebep olanlar hangi cevabı verebileceklerdir? Ne yazık ki bu mazlum insanların tek günahı altı petrol yataklarıyla dolu bir ülkede dünyaya gelmiş olmalarıdır. Ancak oraya ayak basmaya niyetli zalimlere soracak olursanız işgalci olmadıklarını söyleyeceklerdir. Dertleri sadece Saddam Hüseyin'in esareti altında inleyen topluma özgürlük(!) getirmektir. İşte budur dertleri: Köle pazarında efendi değişimi...
Atalarından devraldıkları bu ahlaksız yarışı en iyi ifade edenlerden birisi de sömürgeler imparatorluğunun başbakanlarından W. Churchill'dir. Aşağıya alacağım masum(!) istekleri dünyayı nasıl tasnif ettiklerini ve mazlum topluluklara nasıl baktıklarını sergilemektedir:
“...Dünyanın yönetimi, sahip olduklarından gayrısını istemeyen tatmin olmuş milletlerin eline emanet edilmelidir.” Dünyanın yönetiminin aç ulusların elinde olması durumunda daima tehlikeler olacaktır. Oysa biz zenginlerin, kendimiz için isteyeceği bir şey yoktur. Barış, kendi yolunda ve ihtiraslardan arınmış olarak yürümekte olan insanlar tarafından korunacaktır. Bizim gücümüz bizi diğerlerinin tepesinde yen almaya zorlamaktadır. Bizler, beraberindekileri ile barış içerisinde yaşayıp giden zengin insanlar gibiyiz.
İşte özgürlük ancak bunların tanımında ve vesayetinde olmalıdır. Özgürlük, ama benim malım olan bir özgürlük... Benim tanımladığım ve karşı koyanları "İyi sabahlar sahip, bugün iyi görünmüyorsun efendi" dedirterek peşimde gezdireceğim özgürlük... Bunların ayak takımına biçtiği özgürlük, Fas, Tunus ve Cezayir'i işgal eden Fransa'nın atadığı generalin sözlerinde saklıdır. Mektupla sağlığını soran karısına "Ben iyiyim, oğlum iyidir, köpeğim ve Arabım iyidir" diyerek özgürleştirdiği insanlara biçtiği değeri gösteriyordu.
Putperestliğin sebebi yukarıdaki sözleri söyleyenlerin amaçlarında belirginleşmektedir. Amaçları ise sadece suyun başına oturarak kenarda kalanlara hükmetmektir. Sahip olduğunuz kaynaklara uzanan ellerini kırmaya kalktığınız an siz artık bir özgürlük düşmanı, onlarsa bir özgürlük havarisidirler. Evet suyun başı önemlidir. Eğer bu kuyudan herkes nasiplenecekse bu ilahları kızdırmaktadır. Çünkü bu işin akidesi Churchill tarafından ilkeleştirilmiş olarak ortadadır. Azgınlaşmış Semud kavminin mazlumlara bakış açısı sadece bundan ibaret değil miydi? O kavmin ileri gelenleri de suyun ve ekinin önüne geçmiş, kaynaklar kendilerince parsellemişlerdi. Salih'in Allah'tan aldığı emirlerle bu kavmin ileri gelenlerini uyarması bu mal hırsından vazgeçmeleri içindir. Yeryüzüne yayılan bu rızıklarda başka varlıkların ve insanların da hakkının olduğunu söylemekte, Allah'tan korkanların bu zorbalıktan vazgeçmesini istemektedir. Ancak Salih'in bu çoğaltma hırsına kapılmış toplumda yaptığı uyarı büyük günahlardan bir günahtır ve bugüne kadar süregelen atalar yolunun inkarı anlamındadır. Hele hele kurulu düzeni, bir devenin içeceği su hesabına bozmak müstekbirleri büsbütün çileden çıkarmıştır. Oysa sudan men etmek istedikleri deve, bugüne kadar onları ve yüklerini taşımış, etinden, yününden, sütünden istifade ettirmiştir. Bununla beraber yavaş gittikçe sopa yemiş, koşturdukça da dizginlenmiştir. Bu ağzı olan ama konuşamayan hayvanın haklarından men edilişi bir zulümdür. İşte Salih, hakkını arayamayan, konuşamayan ve yük altında kalmış bu varlığın hukukunu müdafaa etmektedir. Ancak hiçbir ekonomik sorunu olmayan kapitalist Semud müstekbirleri dün ümit besledikleri Salih'in şimdiki sözlerine şiddetle karşı koymaktadırlar. Yoksul, çaresiz değillerdir. Kayalardan ev oymakta, bağlar ve bahçeler içinde şenlik dolu bir ömür sürmektedirler. Buna rağmen haklarını ellerinden alacak bir çığırın başlamaması için suya yaklaşan deveyi zalimce boğazlamışlardır. Arkasından da şehrin ileri gelen "Dokuzlu çetesi" bu işlerin asıl sebebi olan Salih'i "Allah adına öldürmenin" derdine düşmüştür.
Bu müşrikleri bir deveye karşı kızdıran asıl sebep nedir acaba? Deve neyi temsil etmektedir? Müfessirler yarılan kayadan deve çıkaradursun... Bu deve hakları elinden alınmış insanlardır. Üçüncü dünyanın köleleştirilmiş, susturulmuş ağzı var dili yok mazlumlarıdır. Konuştukça susturulmuş, isyan ettikçe sopalanmış, sırtından yük eksiltilmemiş insanlarıdır. Asırlardır efendilerinin hesabına et, yün, süt misali dişi tırnağı, canı, kanı pahasına çalıştırılmış, buna rağmen sefaletten kurtulamamıştır. Peygamberler ise bu insanların da yerin ekininden ve suyundan istifade etmesi için mücadele etmişlerdir. Çünkü Allah böyle emretmektedir. Rahman sıfatıyla yaydığı rızkın birilerince tapulanmasına müsaade etmemektedir. Allah'ın arzını parsellemeye kalkan bugünün azgınları, sahip oldukları düşünce ve eylemlerle Allah'a ve elçisine harp ilan etmektedirler. Bu güçler ve yandaşları oturdukları petrol kuyuları, maden ocakları, tarım alanları ve her türlü diğer zengin kaynaklarının üzerinden kalkmamakta, yaklaşanları da deveye yapılan misali askerleri ve silahlarıyla boğazlamaktadırlar. Bugün Ortadoğu, Kuzey ve Güney Afrika, Çeçenistan, Bosna ve bir sürü sömürge haline gelmiş toprak Semud'un boğazladığı deveden farksızdır. Bu mazlum yığınlar ne zaman Allah'ın ekininden ve suyundan nasiplenmek istese eli kanlı zorbalarca susturulmakta, cinayetlere kurban edilmektedir. Salih'e tuzak kuran dokuz zalim ise yine işbaşındadır. Ancak şimdi isimleri B.M., N.A.T.O., G-7, G-8, v.s. olarak değişmiş, katillikleri küreselleşmiştir. Gayeleri, bu zulme baş kaldıran peygamberlerin yolunu ve onun yolundan gidenleri ortadan kaldırmak, yeryüzü nimetleri üzerinde yegane söz sahibi olacak engelleri ortadan kaldırmaktır. Bunu yaparlarken tıpkı Salih'i Allah adına öldürmeye giden azgın ataları gibi "Allah adına Haçlı seferleri" düzenlemektedirler. Onlar bu kuyulardan çıkan petrolün bütün insanlığın istifadesine akışına katlanamazlar. Her zaman diğer milletlerin kendilerine muhtaç bırakılması temel felsefeleri ve dinlerinin gereğidir. İnsanlığı kana boyayan gerekçe de ne yazık ki budur. Dün kayalardan saraylar oyan bu kavmin şimdiki varisleri aynı zulümlerini Beyaz Saraylardan ya da Kremlin’den icra etmektedirler. Saraylarda Salih'e ve onun yandaşlarına kurulacak tuzaklar hazırlanmakta, Pentagon’daki katillere bu emri icra görevi verilmektedir. Sloganları ise bütün dünya için özgürlüktür. Ne yazık ki insanlık hiçbir dönemde bu son asrın vaadettiği özgürlük tarafından köleleştirildiği kadar başka hiçbir dönemde köleleştirilmemiştir.
Bu mal çoğaltma yarışının arkasına saklandığı ilah, adına özgürlük denen bir puttur. Kimin özgürlüğü bizim sınırlarımızı belirleyecektir? Doymak bilmez insanın sınırları sadece ve sadece gasp mantığından başka hiçbir şeyi mübah kılmaz. Bu mantık Peygamberlerin tamamına karşı çıkmıştır. İsyankar zalimlerin bu karşı koyuştaki gerekçeleri ise "Atalar dini" altına sakladıkları mal, makam, hükmetme hırsıdır. Bu gücün ellerinden alınması onların Allah'a isyan edişlerine sebeptir. Eğer kanunları Allah tarafından yapılırsa bu tekelleştirme ve hükmetme yarışının ortadan kalkacağını bilmektedirler. Dün kölesi olan siyah deriliyle aynı statüde bulunmak onlar için kabul edilemez bir durumdur. Semud ve Medyen böyleydi. Mekke de böyleydi. Şimdi isimler değişik olmakla beraber günümüz dünyası ve yaşadığımız yerler böyledir. Bu azgınlık, istediği gibi davranma hakkını eline alanların "Ancak istediğimiz gibi davranabilirsiniz" hükmünü icra etme sevdasıdır. Ancak hangi çağ ve şart olursa olsun Allah'a göre bu tarz bir gidiş ziyana uğrayan bir hayatı ortaya koymaktadır. Ziyandan kurtulacak olanlar ise üzerlerine Allah'tan başka hüküm indirici kabul etmeyerek yüzlerini şefkatle yeryüzünün yetimlerine, öksüzlerine çevirenlerdir.
|